VERESİYE SATIŞTA FİYAT FARKINDA ÖLÇÜ

Toplu halde yaşayan insanlar, ihtiyaçlarının birçoğunu satın alarak karşılamak zorundadırlar. Çünkü muhtaç olduğumuz şeylerin hepsini bizzat îmâl etmemiz veya yetiştirmemiz mümkün olamamaktadır. İhti-yacımız olan eşyanın hepsini peşin para ile satın almak da -her za-man- kabil olamamaktadır. Bu durumlar karşısında veresiye alış-veriş kaçınılmaz hale gelmektedir.
Bu durumu dikkate alan dinimiz, karşılıklı rıza esasına dayalı olarak, peşin veya veresiye alış-verişe müsade etmiştir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), hayatî bir zaruret olunca, Medineli bir Ya-hudi'den veresiye olarak yiyecek satın almış ve o kimseye zırhını rehin olarak bırakmıştır (1).

Bir tacir, satışa arz ettiği bir malı, meşru bir kârla ve peşin olarak satmak ister. Bu anlayış, ticarette asıldır ve sâyin en tabiî neticesidir. Bu noktadan hareket eden bir kimse, satmaya teşebbüs ettiği bir malı düşük bir kârla verebileceği gibi, -dilerse- maliyetinden daha aşağı bir bedelle de satabilir. Müşteri, böyle bir durumun farkına vardığı zaman, insafı elden bırakmamalı ve mal sahibinin düştüğü güç durumdan faydalanma hırsına kapılmamalıdır. Malımızı artırırken fazileti elden bı-rakmamak, ahlâken yükselmiş bir mü'min için, fazilet ve şeref olmaktadır.

Veresiye olarak yapılan satışlarda, ekseriyetle, peşin fiyattan daha fazla bir bedel talep olunmaktadır. Enflasyon denilen ejderin para değerini eritmekteki ve ona ters orantılı olarak fiyatları yükseltmekteki tesirini, okumuş tabaka ile cahil kesimden, bilmeyen kimse kalmamış gibidir. Sermaye sahiplerinin birçoğu, faizli kredi esasına dayalı bir çalışmaya kendilerini kaptırdıklarından, elindeki malı veresiye olarak satacağı zaman, malın aslî bedeli üzerine vereceği faiz nisbetinde bir fark ekleyerek satışa arzetmektedir. Bu çeşit satış muamelesinin yaygın hale gelmesinin aslî sebebi budur.

Alıcının sermayesi yetersiz ise, gönlü hoşlanmasa bile, bu mua-meleye rıza göstermekte ve farklı fiyat usûlüne boyun eğip veresiye olarak mal almaktadır. Rıza ile bir alışveriş haline dönüştüğü için, muamele câiz ve geçerli olmaktadır.

Sermayesi geniş olup da para bulmakta darlık çekmeyen bir takım tacirler, daha fazla kazanç elde etme fikrine saplanarak, farklı fiyatla veresiye satış yapmayı tercih etmektedirler. Bu iki kıskaç arasında ka-lan sermayesi mahdut esnafın çoğu bu muamelenin seyrine ayak uydurmak zorunda kalmaktadır.
Meselenin fıkhî yönünü ele alalım: Bu muamele "ribel-fadıl'mıdır? Yani veresiye satıştan dolayı malın bedeline eklenen bu fazlalık faiz midir? Hâyır! Zira bu mânâdaki ribâ (faiz), ölçek veya terazi ile satılan bir malı (mesela buğday veya altını), kendi cinsinden bir mal ile, biri di-ğerinden miktarca fazla olarak peşin satmaktan ibarettir.

Üzerinde durduğumuz satış muamelesinde böyle bir uygulama cereyan etmektedir. Çünkü satılan mal, cinsi ile değil, para ile mübâdele yapılmaktadır. Bu sebeple faiz muamelesi cereyan etmemektedir (2).
Bu şekilde yapılan bir satış, "bey'i fâsid"midir?

Bey'i fâsid olabilmesi için akid sırasında zamanın ve bedelin mâlûm olmaması gerekir. Şöyle ki: Bir satıcının, malını müşteriye arz ederken, "şu malı peşin beşyüzbin liraya, sene sonuna veresiye yediyüz ellibin liraya olmak üzere sana sattım" demesi gibi. Bey'i fâside örnek olarak verdiğimiz bu misalde, satışın bedel veya müddetten hangisi üzerine yapıldığı meçhul bulunmaktadır (3).

Fakat, müşteri satıcının yaptığı tekliflerden birisini kabul ederek ve o meclisten ayrılmadan belirtilen fiat üzerinde satıcı ile karşılıklı olarak anlaşırlar, "aldım-sattım" diyerek" bir tek fiyat üzerinde akdi tamamlayacak olurlarsa, yapılan satış muamelesi caizdir (4).

Caiz olmakla beraber, bu kabil bir alış-veriş için, "kerahetten hali değildir"deyenler de vardır. Zira müşteri, ödeyeceği fazla fiyattan dola-yı kalben üzülür ve "Peşin param olsaydı, bu malı daha ucuza alabilirdim " diye kederlenir (5).

Her işinde fazileti ve azimeti hakim kılmak isteyen bir müslüman, kazancının kemmiyetinden ziyade, kazanç yolunun keyfiyeti ve dinî ölçülere uyup uymadığı düşüncesi üzerinde durmalı; kârının çok olmasından ziyade helâl ve temiz olmasına dikkat etmelidir.

(1) Buhârî, c. 3, sh. 115.
(2) Rüdûd ale'l-ebâtîl, sh. 17.
(3) Fethu'l-Kadir, c. 5, sh. 84.