İŞÇİ KİRALAMADA DİKKATE ALINACAK ÖLÇÜLER

Hayatî zaruretler, bazı işleri kiralama yoluyla tutulacak bir işçiye gördürmeyi kaçınılmaz hale getirmektedir. Bu zaruret, beraberinde bazı mükellefiyetleri de getirmektedir. İşçi çalıştıran veya çalışacak olan bunları dikkate alacak olurlarsa ahenkli bir çalışma ve kolayca anlaş-ma zemini meydana gelmiş olur. Bu cihet ihmal edildiği zaman, birbirinin mütemmimi olması gereken iki sınıf arasında mücadele başlar. Bu cedelleşmede patron galip çıkarsa kapitalizmi yeşertmiş, işçi zaferyâp olursa sosyalizmi körüklemiş olur.

Gerek bir işi gördürmek, gerekse bir malı korutmak için işçi kiralamanın meşruiyeti kitap ve sünnetle sabit bulunmaktadır. Bu hususları vesikalandırmak gerekirse, "Kimini derece derece diğer kiminin üstüne çıkardık ki bir kısmı bir kısmını iş adamı edinsin" (1) meâlindeki âyet-i celile delil gösterilebilir. Peygamber (s.a.v.)'in "İşçinin ücretini teri kurumadan önce verin" (2) hadisi şerifinde çalışan kimseye ücretinin verilmesinin emredilmiş olması, icarenin sahih bulunduğunu göstermektedir (3).

Geçmiş ümmetler arasında da bu teâmül yürürlükte idi. Bu iddiâmızı bir misal ile müşahhas hale getirmek istiyoruz. Hz. Musa, tafsilâtı siyer ve tefsir kitaplarında görüleceği üzere, Medyen diyarına geldiğinde Şuayb aleyhisselâmın huzuruna çıkmıştı. İkisinin arasında şöyle bir konuşma ile iş akdi yapılmıştı: "Bu iki kızımdan birini -sen bana sekiz yıl ecirlik yapmak üzere- sana nikâhlamak istiyorum. Eğer (hizmetini) on (yıl) a tamamlarsan o da kendinden. (Bununla beraber) arzu etmem ki sana zorluk edeyim. İnşaallah beni salihlerden bulacak-sın" dedi, Hz. Musa da "O, seninle benim aramdadır. Bu iki müddetten hangisini ödersem demek ki bana karşı bir husûmet yok" (4) diyerek yapılan teklifi kabul etti ve icâre akdini başlatmış oldular.

Kâinatın yegâne efendisi ve akılların muallimi bulunan Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), risalet vazifesini hâmil olarak gönderildiği vakit, îcâr ve istîcar muameleleri cemiyetin her kademesinde devam etmekteydi. Ashâbının ve ümmetlerinin isticarla ilgili muamelelerinde, beşerî hukuka riayetkâr olmalarını hatırlatarak, onlara şu ikazda bulundu: "işveren, çalıştırdığı işçinin teri kuruduğu halde onun ücretini vermezse, Allah da ona (rahmet nazarı ile) bakmaz" (5).

Yapılan icârenin geçerli olması için, akdi yapanların akıllı ve iyiyi kötüden temyiz edecek yaşta ve başta olmaları; yapılan teklifin kabule uygunluğu ve icap ile kabulün bir mecliste vâki olması şarttır. Bu izahtan açığa çıkmış olmaktadır ki, mümeyyiz olmayan bir çocuğun veya akıldan mahrum bir şahsın yapacakları İcâre akdi geçerli değildir. Teklife aykırı düşen bir kabul ile de icâre muamelesi kesinleşmiş olamaz.

İşveren ve işçi arasında yapılacak icârenin rüknü, bir menfaatin belirli bir bedel karşılığında muayyen br müddet için temlikini ifade eden icap ve kabulden ibarettir. İcare muamelesi, satışlarda olduğu gibi, geçmiş zamanı ifade eden bir lafızla aktedilir. "İcâr edeceğim", "isticâr etmeyi düşünüyorum" gibi sözlerle icâre akdi yapılamaz.

Ev, arazi, elbise, kap-kacak ve hayvan gibi belirli şeylerin menfa-atleri üzerine icâre yapılabileceği gibi, insanların çalışmalarından hâsıl olan menfaatler üzerine de İcare yapmak caizdir. Bir iş için kiralanan şahsa "ecîr", onu çalıştıracak olan şahsa "müste'cîr" adı verilmektedir.
Hususi olarak tutulan işçiye, "ecîr-i hâs" (özel işçi) denilmektedir. Bu vasıfta bulunan işçi, belirtilen müddet içinde, müstecirden başkası için iş yapamaz. Aralarında tesbit edilen zaman içinde ortaya koyacağı menfaat, ancak çalıştıranın yani işverenin hakkıdır. Bu itibarla, başka bir ferdin ondan faydalanması caiz olmaz. Hususi olarak kiralanan işçi, icare müddeti içinde, iş göreceği yerde hazır bulunur ise ücreti haket-miş sayılır. Verilen işi yapmaktan kaçınırsa konuşulan ücrete müstehak olmaz.

Ecîr-i müşterek, ancak yapacağı iş ile ücrete müstehak olur. Müşterek işçi durumundaki terzi, birçok müşterinin işini görmk üzere akit yapmış bulunduğu için, dikeceği elbiseyi tamamlamadıkça ücreti hak etmiş olmaz.
Dinimizce yasaklanan işleri yaptırmak üzere bir müslümanın kiralanması caiz değildir. İddiamızı bir misalle açıklayalım: Ölmüş bir kimse için ağıt yapmak üzere bir şahsi ücretle kiralamak, İslâmî esaslara aykırıdır.

Dinimizce mâsiyet kabul edilen işlerde çalıştırmak üzere bir kim-seyi kiralamak sahih değildir. Meselâ, içki sofrasında sâkîlik yapmak üzere bir kimsenin isticârı caiz değildir.

İbadet ve taatler için yapılacak isticârlar, esas itibarıyla, sahih değildir. Çünkü bunlar, dinî bir mükellefiyet olarak ifâ edilir ve karşılığında sevaba nail olunur. İmamlık, müezzinlik, Kur'ân kursu öğreticiliği ve ilmihal bilgilerini talim etmek, vaaz ve nasihatte bulunmak gibi vazifeler, belirli bir kimse hakkında taayyün etmediği için, bu vazifeleri görmek-ten dolayı ücret alınabileceği müteahhirîn âlimleri tarafından ifade edilmiştir.
Bir de mükelleflere kifâye yolu ile vacip kılınan hususlarda da icare sahih görülmüştür. Cenazenin yıkanması gibi. Bu hizmeti ifâ, muayyen bir kimsenin vazifesi olmadığından, vefat eden bir müslümanın gasli için münasip bir kimsenin kiralanması ve ona ücret ödenmesi caiz görülmektedir.

Hayatta bulunan veya vefat etmiş bir kimse için ücret karşılığı Kur'ân-ı Kerim okumak caiz görülmemektedir. Okuyucu durumundaki şahıs için sevabtan gayri bir menfaat yoktur. Ecir, müste'cîr için menfaatin hâsıl olmasından sonra ücreti hak etmiş olur. Sevabın hâsıl olduğu meçhul bulunduğundan, onu satmak sahih değildir (6). Para karşılığı okunan Kur'ân'dan sevap hâsıl olmaz ki başkasına hediye edilebilsin. "Dünya menfaatından bir şey elde etmek için Kur'ân okumak caiz değildir. Alan da veren de günahkârdır" (7).

Üzerinde akid muamelesi yapılan bir menfaatin aynı cinsten olmaması da şarttır. Bir şahsın yaptığı hizmet karşılığında, diğer bir şahsın hizmet etmesi isticar olunamaz. Çünkü bunda ribâ şaibesi vardır.

Hâsıl olması kiralanan şeyin kudreti dahilinde bulunmayan menfaatler hakkında da îcâre sahih değildir. Dişi hayvanın ilkahı için erkekhayvanı kiralamak gibi. Onun aşması ile ilkahın hâsıl olduğu kesin olarak bilinemez. Hal böyle olunca da beklenen menfaatin hâsıl olduğu mechul kalmış olur. Mâdûm ve meçhul bir şey için ücret alınması caiz görülmemiştir.

Dinimiz, şüpheden uzak ve meşru bir işten kazanç elde etmeyi helâl saymıştır. Bu ölçüyü dikkatten uzak tutmayan işveren ile işçi arasında tam bir anlaşma hâsıl olursa, kendileri sırat-ı müstakim kazançları da meşruiyet çizgisi üzerinde bulunmuş olur.

(1)Sûre-i Zuhruf, 32.
(2) et-Terğîb veTerhib, c. 3, sh. 23.
(3) ei-Mebsûî, c. 15, sh. 74.
(4) Bakınız: Sûre-i Kasas, 27-28.
(5) Feyzü'l-Kadir, c. 3, sh. 333.
(6) Fetavâ-i Hâmidiyye, c. 2, sh. 118.
(7) İbni Âbidin, c. 1,sh. 687.