4 Emr-i bi'l-Ma'ruf ve Nehy-i an'il-Münker'in Yolları ve Âdeten Yapılan Münkerler

Alışkanlık hâline gelmiş olan münkerlerin bazılarına işaret edeceğiz ki işaret ettiğimiz münkerlerle benzerleri de bilinsin. Çünkü bütün münkerleri sayıp izah etmek imkânsızdır.

Mescidlerde İşlenen Münkerler

Münkerler, mekruh ve mahzurlu diye iki kısma ayrılır. Biz bir şeye 'bu mekruh bir münkerdir' dediğimiz zaman bil ki, onu yapmamak müstehabdır ve ona karşı susmak mekruhtur. Fakat haram değildir. Ancak o münkeri yapan kişi onun mekruh olduğunu bilmediği zaman, ikaz etmeyen bir kimse haram işlemiş olur. Çünkü bu durumda onun yaptığının mekruh olduğunu kendisine bildirmek farzdır. Çünkü kerahet, şer'an öyle bir hükümdür ki onu bilmeyene tebliğ edilmesi farzdır.

Biz nerede 'mahzurlu münkerdir' veya mutlak mânâda 'münkerdir' dersek, o münkerden 'mahzurlu münker'i kastederiz. Bu bakımdan kudretli olmakla beraber, bu münkere karşı susmak mahzurludur. O halde, mescidlerde çokça görülen münkerlerden bazısı rükû ve secdede itminan ve tadili erkânı terketmek sûretiyle kötü bir şekilde namaz kılmaktır. Böyle yapmak münkerdir ve hadîsin nassıyla namazı iptal eder. Bu bakımdan bu münkeri yasaklamak, işleyeni ikaz etmek farzdır. Ancak böyle bir münkerin namazın sıhhatli olmasına mâni olmadığına inanan ve Hanefî olan bir kimsenin bu hususta ikaz edilmesi farz değildir. Çünkü inancı ve mezhebi böyle olan bir Müslüman’a yasak fayda vermez.

Namazında kötü hareket eden bir kimseyi görüp susan bir kimse onun ortağı olur. Çünkü eserde böyle gelmiştir. Haber de buna delalet eder. Zira gıybet hakkında varid olmuştur ki, gıybeti dinleyen, gıybet edenin ortağıdır. O halde, namazın sıhhatli olmasında menfi tesir yapan şeyi, elbisede görülen pisliği veya karanlık veyahut da körlük sebebiyle kıbleden dönen bir kimseyi görüp ikaz etmemek de böyledir ve bütün bunlarda uyarmak farzdır.

Mescidlerde görülen münkerlerden biri de Kur'an'ı hatalı okumaktır. Bunu yasaklamak farzdır. Doğru okumayı telkin etmek de farzdır. Eğer camide îtikafa giren bir kimse vakitlerinin çoğunu böyle şeylerde zayi ediyorsa ve bunlar kendisini nafile namaz kılmak ve zikretmekten meşgul ediyorsa, böyle şeyleri düzeltmekle meşgul olmalıdır. Çünkü böyle şeyleri düzeltmek, zikir yapmasından ve nafile ibâdetler yapmasından daha üstündür. Çünkü bu münkerleri uyarmak sûretiyle kaldırmak farzdır.

Allah'a yaklaştırıcı bu hareket öyle bir harekettir ki, faydası sadece yapana değil başkasına da dokunur. Bu bakımdan faydası sadece yapana olan nafileden daha üstündür. Eğer bu münkerleri düzeltmekle meşgul olmak, kendisini arzuhâl yazmaktan ve nafakası olan çalışmaktan alıkoyuyorsa durumuna bakılır; eğer çalışmadığı takdirde yeterli miktarda malı varsa, bu münkerleri kaldırmakla meşgul olması gerekir. Fazla mal kazanmak için uyarıcılık vazifesini terk etmesi caiz değildir. Eğer günlük nafakası için çalışmaya muhtaç ise, böyle bir ihtiyaç uyarıcılığı bırakmakta yeterli bir özürdür. Bu bakımdan aciz olduğundan dolayı uyarıcılığın farziyeti kendisinden düşer.

Kur'an okurken fazla hata yapan bir kimse eğer öğrenmeye muktedirse, öğrenmeden önce, Kur'an'ı okumaktan menedilir. Zira hata ile Kur'an okuduğu için günahkâr olur. Eğer dili bir türlü dönmüyorsa durumuna bakılır. Okuduğunun çoğu yanlış ise, o zaman Kur'an okumayı terk etmeli sadece Fatiha'yı öğrenmek ve tashih etmek için çalışmalıdır. Eğer okuduğu Kur'an'ın çoğu doğru ise, fakat bir türlü hepsini doğru şekilde okumaya gücü yetmiyorsa, bu takdirde Kur'an okumasında sakınca yoktur. Fakat sesini alçaltıp başkasına duyurmamak sûretiyle okumaya devam etmelidir. Böyle okuyan bir kimse için (gizli okusa dahi) okumaktan menedilmelidir diyenler de vardır. Fakat gizli okuması, ancak kuvvet ve kudretinin sonu olduğu için kabul edilen bir yoldur. Bununla beraber Kur'an'a bir sevgisi ve Kur'an okumaya büyük bir hevesi varsa, bu takdirde Kur'an okumasında ben sakınca görmemekteyim. Allah hakikati herkesten daha iyi bilir.

Camilerde işlenen münkerlerden biri de müezzinlerin aynı ezanı nöbetleşe okumaları, ezanın kelimelerini uzatmaları, 'Hayya alessalah' ve 'Hayye alelfelâh' da bütün göğüslerini kıble tarafından çevirmeleri veya her biri bir ezan okurken, öbürünün ezanı bitinceye kadar durmaksızın devam etmeleridir. Öyle ki, sesleri karıştığı için hazır bulunanların ezana verecekleri cevapta şaşırmalarına yol açmaktadır. Bu bakımdan bu hareketlerin tamamı mekruh münkerlerdir. Bu mekruh münkerleri tarif etmek farzdır.

Eğer bunu yapan müezzinler bilerek böyle hareket ediyorlarsa, onları böyle yapmaktan menetmek ve burada uyarıcılık yapmak müstehabdır. Eğer mescidin tek müezzini varsa, bu müezzin sabah namazından önce ezan okuyorsa, sabah olduktan sonra ezan okumaktan menedilmesi de böyledir. Çünkü bu şekilde iki ezan okumak, halk için namaz ve orucu karıştırmalarına sebep olur. Ancak, bu camide sabah namazından önce ezan okunduğu biliniyorsa durum değişir... Ta ki, namaz ve sahuru terk etmek hususunda, sabahtan önce okunan ezana güvenilmesin veya mescidin müezziniyle beraber sesi belli olan ve sadece sabahları ezan okuyan başka bir müezzin varsa, bu takdirde sabah olduktan sonra ezan okunmasında sakınca yoktur.

Yine mekruhlardan biri de, fecirden sonra bir camide, arka arkaya ve aralıkları az olan çeşitli vakitlerde ya bir kişinin veya bir cemaatin fecir doğduktan sonra birkaç ezan okumalarıdır. Çünkü bu kadar ezan okumakta hiçbir fayda yoktur. Zira camide uyuyan hiç kimse kalmamıştır. Ses de mescidin dışına çıkıp başkasını uyandıracak değildir.(33)

Bu bakımdan bütün bunlar, sahabenin ve selefi salihînin uygulamalarına ters düşen mekruhlardır.

O mekruhlardan biri de cami hatibinin çoğu ipekliden olan siyah bir elbise giymesidir veya altın ile süslenmiş bir elbise giymesidir. İpeksiz ve sadece siyah olan elbiseyi giymek ise mekruh değildir. Ancak sevilen bir şey de değildir. Zira Allah'ın nezdinde elbiselerin en sevimlisi beyaz olanıdır. 'Siyah elbise giymek mekruh ve bid'attır' diyen bir kimse şunu kastediyor: Birinci asırda siyah elbise giymek bilinmiyordu. Fakat siyah elbise hakkında bir yasak da gelmemiştir. Bu bakımdan siyah elbiseye bid'at ve mekruh demek uygun değildir. Ancak siyah giymek, en sevimli olanı terk etmek demektir.

O münkerlerden biri de konuşmalarını hid'atlarla karıştıran, va'z ve kıssalar nakleden hikâyecilerin konuşmalarıdır. Kıssa ve hikâye anlatan bir kimse, eğer haberlerinde yalan söylüyorsa, fasık bir kimsedir. Onu uyarmak farz olur. Bid'atçı bir vâiz de böyledir. Onu bu tür va'zdan menetmek farzdır. Böyle bir vâizin va'zına gitmek caiz değildir. Ancak uyarmak ve kendisine itiraz etmek için va'zına gidilebilir. Eğer gidenin kudreti varsa, vâizin dine muhalif bid'atlarını bütün cemaate söylemelidir. Eğer kudreti yoksa etrafındaki birkaç kişiye söylemelidir. Eğer uyarmaya kudreti yoksa gidip vâizin bid'atlarını dinlemesi caiz değildir.

Nitekim Allah Teâlâ Hz. Peygambere şöyle hitap ediyor:
Ayetlerimiz hakkında alay yollu söz edenleri gördüğün zaman kendilerinden yüz çevir. Yanlarında oturma. Ta ki Kur'an'dan başka bir söze dalıncaya kadar.(En'am/68)

Eğer vâizin konuşması cemaati günaha teşvik etmeye meyilli ise, halk onun konuşmalarıyla günah hususunda daha fazla cüretkâr oluyorsa, onun konuşmalarından Allah'ın af ve rahmetine yapışıp bundan dolayı ümitleri korkularından fazla oluyorsa, bu konuşma münkerdir ve vâizi bu tür konuşmadan menetmek farzdır. Çünkü bu tür konuşmanın fesadı çok büyüktür. Aksine vâizin va'zından dolayı cemaatin korku tarafı ümit tarafına galip gelirse, bu daha uygundur ve halkın tabiatlarına daha yakındır. Çünkü halk, ümitten çok korkuya daha muhtaçtır. Adalet, korku ile ümidi eşit tutmakla olur. Nitekim Hz. Ömer şöyle demiştir: ''Eğer kıyamet gününde bir tellal 'Bütün insanlar (bir kişi müstesna) cehenneme girsin' diye bağırsa, o kişinin ben olacağımı düşünürüm. Eğer bir tellal 'Bütün insanlar (bir kişi müstesna) cennete girsin' dese, o kişinin ben olacağımı ümit ederim'.”

Vâiz, elbisesiyle kadınlar için süslenmişse, heybetiyle onlara gösteriş yapıyorsa, va'zında fazla şiir, işaret ve hareketler yapıyorsa, aynı zamanda meclisine kadınlar da gelmişse, bu münkeri menetmek farzdır. Çünkü burada fesad, ıslahtan çok fazladır. Vâizin böyle yapması hallerindeki karîneleriyle açığa çıkar ve bilinir. Hatta zahirinde takva, heybetinde ve giyinişinde sükûnet ve vakar, giyimi salih kimselerin giyimi olan bir kimseye vâizlik vazifesinin teslim edilmesi gerekir. Eğer vâizin durumu böyle değilse, halk onun va'zıyla irşad olunmak bakımından değil, daha da fazla dalâlet bakımından gelişir.

Va'z meclisinde erkek ve kadınların bakışmalarını önleyici bir perdeyi iki sınıfın arasına germek farzdır. Çünkü bakışmalarında da fenalık söz konusudur. Âdetler bu münkerlerin olduğuna şahitlik ederler.

Kadınları (eğer fitnelerinden korkulursa) namazlara ve zikir meclislerine gitmekten menetmek farzdır. Çünkü Aişe validemiz kadınları böyle şeylerden menetmiştir. Hz. Aişe'ye denildi ki: 'Hz. Peygamber! Kadınları cemaatten menetmemişti. Sen nasıl menedersin?' Cevap olarak şöyle demiştir: 'Eğer Hz. Peygamber onların kendisinden sonra icat ettiklerini bilseydi muhakkak onları menederdi'. Örtülü olduğu halde kadının mescidden geçmesi ise menedilmez. Ancak kadın örtülü olsa dahi mescidi yol edinmemesi onun için daha evladır.

Vâizin va'zından önce, huzurunda kıraati uzatmak ve Kur'an nazmını bozacak şekilde hata yapmakla beraber Kur'an okuyup tenzilin Allah tarafından çizilen hududunu geçmek münker ve şiddetle mekruhtur. Seleften bir cemaat böyle yapmayı münker görmüştür.

O münkerlerden biri de, ilaçlar, yiyecek maddeleri, muska satışı için cuma günü toplanmaktır. Safların arasında veya cami kapılarında dilenmek, bu maksatla Kur'an okumak, şiir söylemek ve benzerlerini yapmak da böyledir. Bu hareketlerin bir kısmı haramdır. Çünkü şaşırtıcı ve yanıltıcıdırlar. Tıpkı doktorluk taslayan yalancılar, gözbağcılık ve canbazlık yapanlar gibi... Muskacılar da, çoğu zaman böyledir. Muskacılar çocukları, çiftçileri ve saf köylüleri çeşitli el çabukluklarıyla kandırarak kötü emellerine ulaşırlar. Bütün bunları yapmak camide de, cami dışında da haramdır. Bunları menetmek farzdır. Hatta yalanın, aldatmanın ve malın kusurlarının müşteriden saklandığı her alışveriş haramdır.

O hareketlerden bir kısmı vardır ki mescidin dışında mübahtır. Terzilik yapmak, ilaç, kitap ve yemek satmak gibi... Bunlar camide de yapılırsa haram değildirler, ancak arızî bir sebepden haram olurlar. Namaz kılanların yerini daraltırsa ve namazlarının şüpheye düşmesine ve karışmasına sebebiyet verirse, haram olur. Eğer böyle bir durum söz konusu değilse camide bunları yapmak haram değildir. Fakat her halükârda yapmamak daha evladır. Fakat camide bunların yapılmasının mübah olmasının şartı, arada sırada ve belli günlerde olmasıdır. Eğer kişi daimi bir şekilde mescidi dükkân edinirse, böyle yapması haramdır ve bundan menedilir. Çünkü mübahların bir kısmı vardır ki, ancak azlık şartıyla mübah olur. Eğer çoğalırsa, küçük günaha dönüşür. Nitekim günahlardan bir kısmı vardır ki, ısrar etmemek şartıyla küçük günah sayılır. Eğer bu tür günahın azı için kapı açılırsa, çoğa doğru sürükleyip götürmesinden korkuluyorsa, böyle bir günah menedilmelidir. Fakat bu menetme vazifesi valiye veya vali tarafından camilerin idaresine bakan memura düşer ve onlar tarafından yapılmalıdır. Çünkü bu, ictihad ile idrak edilemez ve aynı zamanda çoğalacak korkusuyla, esasında mübah olan bir şeyi menetmek fertlerin yetkisi dâhilinde değildir.

Münkerlerden biri de deliler, çocuklar ve sarhoşların camiye girmesidir. Çocuk oynamadığı takdirde camiye girmesinde sakınca yoktur ve camide oynamak çocuk için haram da değildir. Çocuğun oyununa göz yummak da haram değildir. Ancak çocuk mescidi oyun yeri edinir ve bunu âdet yaparsa, o zaman çocuğu menetmek farz olur. İşte böyle bir hareket azı helâl, fakat çoğu helâl olmayan hareketlerdendir. Böyle bir hareketin az olan kısmının helâl olmasının delili, Müslim ve Buhârî'de rivayet edilen hadîstir.

Hz. Peygamber (s.a), Hz. Âişe'nin, camide bayram günü mızrak ve kılıçlarla oynayan Habeşlilere bakması için beklemiştir. Şüphe yok ki, eğer bu Habeşîler, camiyi daimi bir oyun yeri edinseydiler, böyle bir hareketten menedilirlerdi. Fakat camide oynamaları nadir ve az olduğundan dolayı onların bu hareketleri münker görülmedi. Hatta Hz. Peygamber bu hareketlerine baktı. Hatta Hz. Aişe'nin onları görüp kalbi hoş olsun diye, Hz. Peygamber onların oyun oynamasını emretti; zira onlara dedi ki: 'Ey Benî Erfide! İşinize devam ediniz!' Nitekim biz bunu Semâ bölümünde de nakletmiştik.’

Delilere gelince; mescidi pisletmelerinden, küfretmelerinden, fahiş bir şey konuşmalarından veya avretlerini ve benzerini göstermeleri gibi münker olan bir şeyi yapmalarından korkulmazsa camiye girebilirler. Tecrübeyle durgunluğu ve sessizliği bilinen sakin bir deli ise, onu camiden çıkarmak farz olmaz. Sarhoş da, deli gibidir. Eğer sarhoşun istifra etmesinden veya diliyle başkasına eziyet vereceğinden korkulursa, onu camiden çıkarmak farz olur. Eğer aklı karışmış bulunuyorsa, kendisinden endişe ediliyorsa, yine çıkarılması farz olur. Eğer içmiş, fakat sarhoş olmamış, ama ağzından koku geliyorsa, böyle yapması şiddetle mekruh olan bir münkerdir. Nasıl şiddetle mekruh olan bir münker olmasın? Zira Hz. Peygamber (çiğ) sarmısak ve soğan yiyen bir kimseyi bile camilere gelmekten menetmiştir.(34) Fakat Hz. Peygamber'in bu yasaklayışı kerahet üzerine hamledilir. İçki hakkında emir daha şiddetlidir.

Soru: Sarhoşun dövülmesi ve içkiden uzak durması için camiden çıkarılması uygun değil midir?
Cevap: Hayır, uygun değildir. Aksine camide oturmaya alıştırılması ve burada oturmaya davet edilmesi, eğer hali hazırda akıllı ise, içkiyi terk etmesini emretmek daha uygundur. İçki içmekten vazgeçsin diye dövülmesi ise fertlerin vazifesi değildir. Aksine bu idarecilere ait bir vazifedir. Bu da ancak 'içki içtim' diye ikrarda bulunursa veya iki şahid içki içtiğine dair şahidlik yaparlarsa olur. Sadece 'ağzından koku geliyor' diye dövülemez. Eğer halkın arasında sendeleye sendeleye yürüyorsa ve sarhoş olduğu biliniyorsa camide ve caminin dışında, sarhoşluğunu göstermemesi için dövülmesi caizdir. Çünkü günahın eserini göstermek de günahtır. Günahları terk etmek ise farzdır. İşlendikten sonra da eserinin gizlenmesi farz olur. Eğer kişi durumunu gizler, yapmış olduğu günahın eserlerini kapatırsa; araştırıp çıkarmak caiz değildir. Koku bazen içki içmeden sadece içki içilen bir yerde oturmaktan veya içkiyi yutmadan ağzına almaktan da ileri gelebilir. Bu bakımdan kokuya güvenmek uygun değildir. Ona binaen hüküm verilemez.


33)Müellifin zamanında yolcular ve dervişler, misafirhaneler ve imarethanelerin bulunmadığı bir beldede camilerde yatarlardı. Orada yatanlardan her kalkan caminin içinde ezan okurdu. Nitekim bugün dahi Ortadoğu'nun bazı bölgelerinde bu âdet devam etmektedir. Eğer imkan varsa camide uyumamak daha iyidir.
34)Buhârî, Müslim