Teessür (Müteessir Olmak)

Teessür, kalbin çeşitli eserlerden, ayetlerin değişikliğinden ötürü çeşitli renkler alması demektir. Bu bakımdan kalp, her hâlin anlatılışına göre hâllenir. O halden ötürü üzüntü, korku, ümit ve daha nice sıfatlarla sıfatlanır. Kişinin marifeti tamam oldukça, korkusu o nisbette kalpte çoğalır.
Çünkü tazyik, Kur'ân ayetlerinde diğer durumlardan daha fazladır. Kişi mağfiret ve rahmetin ancak ariflerin elde edebileceği şartlara bağlandığını görür. Nitekim şu ayette aynı durum mevcuttur:
Bununla beraber şüphe yok ki, ben, tevbe eden, iman edip sâlih amel işleyen, sonra da hak yolunda sebat gösteren kimse için çok bağışlayıcıyım.
(Tâhâ/82)

Görülüyor ki, bu ayette çok bağışlayıcıyım cümlesi dört şart ile takip ettirilmiştir:
a) Tevbe, b) îman, c) Amel-i Sâlih, d) Hak Yolunda Sebat

Şu ayette de aynı durum vardır:
Andolsun asra ki, gerçekten insan ziyandadır. Ancak iman edip sâlih ameller işleyenler, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.
(Asr/1-3)

Allah Teâlâ burada da dört şart zikretmektedir. Bu dört şartı zikretmediği ayetlerde de onları kapsayıcı ve derleyici bir şartı zikretmektedir.
Muhakkak ki ihsan (iyilik) yapanlara, Allah'ın rahmeti pek yakındır.
(A'raf/56)

Ayetteki 'ihsan', bütün şartları içine alan bir şarttır. İşte böylece Kur'an'ı başından sonuna kadar tedkik eden ve anlayan bir kimseye en uygun düşen durum korku ve üzüntüdür.
Bu sırra binaen Hasan Basrî şöyle der: 'Allah'a yemin ederim, bugün hiçbir kul yoktur ki Kur'an'ı okuyup, Kur'ân'a iman etsin de hüznü ferahından daha çok olmasın ve yine ağlaması çok olup gülmesi azalmasın. Yorgunluğu ve meşguliyeti çoğalıp istirahat ve tembelliği azalmasın'.

Vüheyb b. Verd şöyle buyurmuştur: 'Bütün hâdiselere, va'z ve nasihatlere dikkatle baktık ve Kur'an'ın dışında kalpleri hassas yapan ve kalplere hüzün ve üzüntüyü celbeden bir şeye tesadüf etmedik'.
Bu bakımdan kulun tilâvet ile müteessir olması, okuduğu ayetin bahsettiği sıfat ile sıfatlanması demektir. Vaîd ve şartlarla kayıtlı bulunan mağfiret ayetlerini okuduğu zaman eğer mânâyı anlamışsa ölürcesine korkusundan küçülür. Allah Teâlâ'nın geniş rahmetinden bahsedip mağfireti va'deden ayetleri okuduğunda, sevincinden uçarcasına müjdelenir. Allah'ın zikrini, sıfat ve isimlerini belirten ayetleri okuduğunda celâl-i ilâhînin önünde başını eğer ve azametini hatırlar. Kâfirlerden bahseden ve Allah hakkında muhâl olan sıfatları Allah'a nisbet ettiklerini beyan eden ayetleri okuduğu zaman sesini kısar, onların sözlerinin çirkinliğinden ötürü içinden hayâ ederek kırılır. Meselâ, onların Allah'a 'çocuk' veya 'eş? nisbet ettikleri gibi durumlarda, ulûhiyyet sânına yakışmayan sözlerinden iç âleminde infiale kapılır ve derhal sesinin hızını keserek ezik bir hâl alır. Cennetin vasfını okuduğu zaman, içinde cennete karşı bir iştiyak duygusu belirir. Cehennemin vasfını okuduğu zaman da korkudan azalan tirtir titremeye başlar.

Hz. Peygamber (s.a) İbn Mes'ud'a 'Bana Kur'ân oku!' dediği zaman îbn Mes'ud Nisâ süresini açarak okur ve 'Her ümmetten birer şahid getirdiğimiz ve seni de onlar üzerine bir şâhid yaptığımız zaman, bakalım kâfirlerin hâli ne olacak?' (Nisâ/41) ayetine vardığı zaman Rasülullah'ın iki gözünden yaşlar aktığını görür. Rasûlullah kendisine 'kâfi' der. Bunun hikmeti; o hâlin müşahedesinin Rasûlullah'ın kalbini tamamen ihâta etmesidir.

Allah'tan korkanların bir kısmı, vâid ayetlerini okudukları zaman, baygınlık geçirirlerdi. Bazıları da bu ayetleri dinlediğinde ölürdü. Bu bakımdan okuyanın bu hallerle hallenmesi, onu Allah Teâlâ'nın kelâmını hikaye edercesine okumaktan çıkarmış olur. Bu hallerle hallenen bir kimse: 'De ki: Eğer ben rabbime isyan edersem cidden büyük bir günün azabından korkarım' (En'am/15) ayetini okuduğu zaman, eğer korkmazsa, sadece ayeti hikâye etmiş olur.

'Ey rabbimiz! Ancak sana tevekkül ettik, sana ibadete koyulduk ve yalnız sanadır dönüş' (Mümtahine/4) ayetini okuduğu zaman, eğer Allah'a tevekkül edip ona dönüş yapmamış ise, sadece bu ayeti hikaye etmiş olur.

'Elbette bize yaptığınız eziyetlere sabredeceğiz' (İbrâhim/12)

ayetini okuduğu zaman, eğer hâli sabretmek veya gelecek eziyetlere karşı sabretmeye niyetlenmeyip de tilavetin halâvetine varmamışsa, evet, eğer bu sıfatlarla sıfatlanmamış, kalbi bu durumlar arasında titrememişse onun şu ayetleri okumaktan nasibi sadece dilini kıpırdatmaktır. Bununla beraber kendine açıkça şu ayetlerde lânet edilmiştir:

İyi bilin ki Allah'ın laneti zâlimler üzerinedir.
(Hûd/18)

Yapmayacağınız şeyi söylemeniz Allah katında buğz bakımından çok büyüktür.
(Sâf/3)

İnsanların hesapları yaklaştı, fakat onlar hâlâ gaflet içinde yüz çevirmektedirler,
(Enbiyâ/l)

Onun için (ey rasûlüm) sen bizim Kur'an'ımızdan yüz çevirip de yalnız dünya hayatını isteyen kimselere bakma!
(Necm/29)

Kim de tevbe etmezse işte onlar kendilerine zulmedenlerdir.
(Hucurât/11)

O kişi aynı zamanda Allah Teâlâ'nm şu ayetinin hükmüne de dahil olur:
Onlar içinde okuma ve yazma bilmeyenler vardır ki Tevrat'ı bilmezler. Ancak birtakım kuruntu yığını uydurmalar düzer, sadece şüphe ve zanda bulunurlar.
(Bakara/78) '

Yani onlar mücerred tilâvetle iktifa ederler. Aynı zamanda o kişi şu ayetin de şümulüne dâhil olmuş olur:
Göklerde ve yerde nice ayet(ler) var ki, onların yanından yüzlerini çevirerek geçerler.
(Yusuf/1'05)

Çünkü Kur'ân, yer ve göklerdeki Allah Teâlâ'nm varlık ve birliğine delâlet eden bütün alâmetleri beyan buyurmaktadır. Kur'ân ayetlerini okuyup onlardan ibret almayan, o ayetlerden yüzçeviriyor demektir. Bu hikmete binâen denildi ki:

'Kur'an'ın beyan buyurduğu sıfatlarla muttasıf olmayan bir kimse Kur'an'ı okuduğu zaman Allah Teâlâ ona 'Sen nerede, benim kelâmım nerede...

Sen ki benden yüzçevirmiş bir kimsesin, bana dönüş yapıncaya kadar kelâmımı bırak, okuma!' diye hitapta bulunur.
Âsi bir kimsenin Kur'ân okuyup tekrar ettiği zamanki misâli, padişahın fermanını günde birkaç defa okuyan bir kimsenin haline benzer. Padişah bu kimseye fermanında memleketini imâr etmeyi emretmektedir. Oysa o, memleketin tahribi ile meşguldür ve bütün yaptığı sadece fermanı okumaktan ibarettir.

Eğer bu kişi padişahın emrine muhalefet etmesiyle beraber fermanını okumayı da terkederse padişah ile alay etmekten ve bundan dolayı da cezaya çarpılmaktan kurtulamaz.

Bu sırra binâen Yusuf b. Esbât dedi ki: 'Ben Kur'ân okumaya niyetleniyorum. Fakat içindeki ahkâmı hatırladığım zaman, Allah'ın azabından korkarak onu bırakıyor, tesbih ve istiğfar ile meşgul olmayı tercih ediyorum'.
Kur'an'ı okuyup ahkâmıyla amel etmekten yüz çeviren bir kimse şu ayet de kastolunan kimselerdendir:
Onlar ise, o söz ve teminatı sırtlarının arkasına attılar. Böylece karşılığında biraz para aldılar. Bu ne kötü bir alışveriştir.
(Alu İmran/187) İşte bu sırra binaen de Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Kalbiniz Kur'ân üzerinde ittifak ettikçe ve derileriniz onun için yumuşadıkça Kur'ân okuyunuz; (ancak o zaman okumuş sayılırsınız). Ne zaman ki Kur'ân ile çelişirseniz, demek oluyor ki siz Kur'an'ı okumuyorsunuz.42

Bazı rivayetlerde de 'Kur'ân ile çeliştiğiniz takdirde Kur'an'ı bırakıp kalkınız' denilmektedir.
Nitekim Allah Teâlâ da Enfâl sûresinin ikinci ayetinde

'Gerçek mü'minler yalnız o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri korkarak ürperir. Onlara ayetleri okunduğu zaman imanlarını artırır ve onlar yalnız rablerine tevekkül ederler' buyurur.

Hz. Peygamber (s.a) başka bir hadîsinde şöyle buyurur:
İnsanlardan Kur'an'ı en güzel sesle okuyan o kimsedir ki onun Kur'ân okuduğunu dinlediğin zaman, onu Allah'tan korkar bir kimse görürsün.43

Allah'tan korkan bir kimseden dinlenen Kur'an'dan daha sevimli olarak, hiç kimseden dinlenilmez,44

Anlaşıldı ki, Kur'ân, sadece bu halleri kalbe celbetmek ve ahkâmıyla amel etmek için okunur. Eğer Kur'an'ın okunmasmdaki gaye bu değilse, sadece harflerin ve dilin kıpırdaması külfeti ise, bu önemsiz bir şeydir.
Bu hikmete binâen kurrâ'dan biri şöyle anlatır: Bir üstadımın yanında Kur'ân okudum. İkinci bir defa okumak istediğimde beni şiddetle reddederek dedi ki: 'Kur'an'ı benim üzerime okuyup beni meşgul ediyorsun. Git, Allah Teâlâ'ya oku ve dikkat et ki, Allah Teâlâ sana neyi emretmekte ve seni nelerden sakındırmaktadır?'

İşte sahâbe-i kiramın (r.a) meşguliyetleri böyle Kur'anla hallenmek ve onun ahkâmıyla amel etmekti, Hz. Peygamber (s.a) vefat ettiği zaman yirmibin sahâbîsi vardı.45

Oysa onlardan sadece altı kişi Kur'an'ı tamamen hıfzetmişti. Bu altı kişinin ikisi hakkında da ihtilâf vardır. Sahâbîlerin çoğu bir veya iki sûreyi hıfzederdi. Bakara ve En'am sûresini hıfzedenler, sahâbîlerin âlimleriydi.
Birisi Kur'an'ı öğrenmek için huzur-i saadete geldiğinde Allah Teâlâ'nın 'Zirâ kim zerre miktarı bir hayır işlerse onun mükâ-fatını görecek, kim de zerre miktarı bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir' (Zilzal/7-8) ayetinin okunduğunu duyar ve 'Bukadarı bana kâfidir' diyerek gider.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s,a) hazır bulunanlara 'Bu kişi Kur'an'ın mânâsını anlayarak gitti' buyurur.

Ancak ayetin mânâsını anladıktan sonra müzminin kalbine Allah tarafından ihsan edilen bu hâl ve benzerleri nâdir attandır. Sadece dilin kıpırdatılmasma gelince onun faydası pek azdır. Belki sadece diliyle okuyup, okuduğunun hükümleriyle amel etmeyen bir kimse şu ayetin hedefi olmaya namzettir: 'Her kim de benim zikrimden (Kur'an'ımdan) yüz çevirirse ona dar bir geçim vardır ve onu kıyâmet günü kör olarak hasrederiz.

(Kur'an'dan yüz çeviren kimse) şöyle der: Ey rabbim! Beni niçin kör olarak hasrettin? Oysa ben (dünyada) iken görüyordum. Allah şöyle buyurur:
Cezan böyle! Sana ayetlerimiz geldi de onları unuttun. İşte bugün de böylece unutulursun.
(Tâhâ/124-126)
Yani o ayetleri terkedip onları düşünmedin ve onlara ihtimam göstermedin! Çünkü işinde kusurlu olan kimse için 'o, işi unutmuş' denir.
Kur'an'ın hakkıyla okunması; lisan, akıl ve kalbin ortaklaşa okuması demektir. Bu okumaktan lisanın payı; tertil ile okuyup harfleri tasrih etmektir. Aklın payı da mânâları tefsir etmek, kalbin payı ise, onlardan ibret alıp yasaklardan çekinmek, emirlere uymaktır. Bu bakımdan lisan tertîlle okuyor, akıl onun okuduğunu tercüme ediyor, kalp ise ondan ibret alıyor.

42) Müslim ve Buharî, (Cürıdeb b. Abdullah el-Becelî'den)
43)İbn Mâce, zayıf bir senedle
44)Hâkim, (Ebû Kasım el Gafıkî'den)
45)Yirmibin kaydı belki de sadece Medine'de bulunanlar içindir. Zira Ebû Zur'a er-Râzî 'Resûlullah (s.a) vefat ettiği zaman yüzondörtbin sahâbi vardı'
diyor. Bütün bunlar, ondan hadis dinleyen ve rivayet edenlerdir. Buharî veMüslim'de Enes'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah'ın zamanında bütün
Kur'an'ı hıfzedenler dört kişidir ve hepsi de Ensâr'dandır.
1.Ubey b. Ka'b,
2.Muaz b. Cebel,
3.Zeyd
4.Ebû Zeyd'dir.
Bu hadisin senedinde za'f vardır.