MAKBUL OLAN TEVBEDE İSLÂMÎ ÖLÇÜLER

Tevbe, en kısa ifade ile, "Hakka dönüştür. Bu dönüşün samimi olması ve İslâmî ölçülere uygun olarak yapılması, iki yönlü fayda temin eder:

Birincisi, kirli yol bırakılmış ve nurlu yol açılmış olur. İkincisi, geç-mişte işlediği günahlar bağışlanır. İnsan hayatında böylesine onarım yapan ve ahenk temin eden, kusurları örten ve affı ilâhîye vesile olan bu dönüşe "Tevbei nasuh" adı verilmektedir. Bu neticenin elde edilmesi, bazı şartlara riayeti gerektirmektedir. Klişe haline getirilmiş ve ezberlenmiş sözleri, sadece tekrarlamakla özlenen ve gözlenen netice elde edilemez. Kabul olunacağı âyeti kerimelerle vaad olunan tevbenin şartlarını arz edelim:

a) Günah olan bir işi Allah'ın emirlerine aykırı olduğu için terk et-mek:
Bu şart müvacehesinde, "sağlığıma zarar vermeye başladı" diyerek içkinin terk edilmesi; "iktisadî hayatımı perişan etti ve beni iflasın eşiğine getirdi" diyerek kumarın bırakılması; "şeref ve itibarımı sarsıyor" düşüncesi ile sefahet âlemlerinden uzaklaşılması, "makbul olan bir tevbe şekli" değildir. Zira sağlığına, servetine ve şerefine zarar vermiş olmasaydı o günahı işlemeye devam edecek idi. Evet, o işi terk ettiğinden itibaren amel defterine o suçla ilgili olarak bir şey yazılmaz. Fakat geçmişte yazılmış olanlar da silinmez. Çünkü makbul olan tevbenin şartına riayet yoktur. Allah'ın dinine aykırı bulunan bir işi, Allah'a kul olmanın idraki içinde terk etmek gerekmektedir.

b) Günah olan işte ısrar etmemek:
Cenab-ı Hakk'ın yasakladığı işlere devam edip dururken, "Tevbe ya Rabbi" diyerek yapılan dönüş, "kavlî"dir. İşlerimizi düzelterek bir dönüş yapmadıkça sözlerimiz samimi ve tevbemiz makbul olmaz. Bu hususu tesbit eden bir âyet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır: "Çirkin bir günah işledikleri, yahut nefislerine zulmettikleri vakit Allah'ı hatırlayarak hemen günahlarının yarlığanmasını isteyenlerdir (onlar), Günahları Allah'tan başka kim yarlığar? Bir de onlar işledikle-ri (günah) üzerinde, bilip dururken ısrar etmeyenlerdir" (1). "Allah indinde (makbul olan) tevbe, kötülüğü ancak cahillik sebebiyle yapacakların, sonra da çarçabuk (vazgeçip) tevbe edecek olanla-rın (tevbesi)dir. İşte Allah'ın tevbesini kabul edeceği kimseler bunlardır. Allah (herkesin içini dışını) hakkıyla bilendir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir" (2).

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de "Allah, can boğaza gelmedik-çe, kulun tevbesini kabul eder" (3) buyurarak, tevbeyi geciktirme-mek gerektiğine işaret etmiştir. Zira ruhunu teslim etmeye uğraştığı sı-rada aklı başında olur mu, olsa bile telaştan aklına tevbe etmek gelir mi? Bunları şimdiden teemmül edip tevbeyi geciktirmemeye çalışmalı-dır. Son nefese kadar isyan içinde yaşayan kimsenin tevbesi, can bo-ğaza gelesiye kadar inkâr içinde yaşayan şahsın iman etmesi, samimi-yetten uzaktır. Allah Teâlâ, ölümle yüzyüze gelmiş bulunan âsînin tev-besini, öleceğini anlamış bulunan bir kâfirin imanını kabul etmez (4). Bu hususu teyit eden bir âyet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır:

"(Makbul olan tevbe), kötülükleri yapıp yapıp da onlardan (yani böyle yapanlardan) herhangi birine ta ölüm gelince: "Ben şimdi hakikaten tevbe ettim" diyenlerin tevbesi değil. Kendileri kâfir olarak öleceklerin (tevbesi) de değil. Onlar (öyle işte). Biz, onlar için pek elemli bir azap hazırlamışızdır" (5).

c) Geçmiş günahlarına nedamet duymak:
Bir kimse, yaptığı suçtan üzüntü duymuyorsa ve onları hatırladığı zaman "Geçmiş günlerin tatlı anıları" diye yâd ediyorsa, bu dönüş ciddi değildir. Samimî olmayan bu tevbe de makbul olmaz.

d) Terk edilmiş farzları kaza etmek:
Kılınan namazlar ve tutulan oruçlarla o günün vazifesi ifâ edilmiş olur. Geride bırakılan zamanda edâ edilmemiş farzlar, tevbe ile değil, kaza etmekle ödenir. Yapılacak tevbe, kılınmamış namazların ve tutulmamış oruçların bağışlanması için değil, vaktinde eda edilmemesi sebebiyle defter-i âmâlimize yazılan günahların affedilmesi içindir.

e) Haksız olarak alınmış kul haklarını sahiplerine iade etmek:
Üzerimizdeki maddî haklar, sahiplerine verilmedikçe yapılacak tevbe makbul değildir. Haramlar kalbimizi kirletmeye devam ederken, okyanusların sularını başımızdan aşağı dökseler ne içimiz paklanır, ne de işimiz aklanır.

f) Hasımlarla helallaşmak:
Kalplerini kırdığımız, haksız olarak gücendirdiğimiz insanlardan özür dileyip onların gönüllerini almalı, daha sonra tevbe etmelidir. Kullarla alâkalı olan suçumuzu o kimse bağışlamadan yapılan tevbe mak-bul olmaz.

g) Bir daha günaha dönmemeye karar vermek:
Seyyal bir irade ile bu gün tevbe edip yarın bozan, ramazan ayında mağfiret dileyip bayramda eski alışkanlıklarına devam eden kimsenin, fırıldak gibi dönen bir karakterle, samimiyetsiz olarak yaptığı tevbe makbul değildir.

h) Allah'a isyan ile azgınlaşan nefsi itaat yoluyla terbiye etmek:
Nefs-i emmare, Allah ile kul arasında en büyük engeldir. Nazargah-ı ilâhî olan kalbin içine yerleşen nefis, kişiyi orada esir etmek ve istediği istikamete sevk etmek ister. Nefsi kalpten kovup Mevlâ'nın muhabbetiyle doldurmaktan ve ubudiyyet asâsı ile onu kalpten çıkarıp terbiye etmekten başka bir yol yoktur. Bu yapılmadıkça tevbenin makbul olmayacağı hatırda tutulmalıdır (6).

Sözlerimizi bir âyet-i kerime meâli ile noktalamak isteriz: "Ey iman edenler! Tam bir sıdku hulûsa mâlik bir tevbe ile Allah'a dönün. Olur ki Rabbiniz kötülüklerinizi örter ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar..." (7).

(1)Sûre-i Âl İmran, 135-136.
(2) Sûre-i Nisa, 17.
(3) et-Terğîb ve't-Terhîb, c. 4, sh. 93.
(4) et-Tac, c. 5, sh. 138, (8) rakamlı not.
(5) Sûre-i Nisa, 18.
(6) Tefsir-i Kâdî Beydâvî, c. 2, sh. 531.
(7) Sûre-i Tahrim, 8.