DUADA ÖLÇÜ

Dua, kulun Cenab-ı Hakk'a ubudiyetini arzetmesi ve O'ndan dünya ve ahiretle ilgili dilekte bulunmasıdır.

Dua, kişinin Allah'a kul olduğunu idrak etmesi ve bu inancını ilâhi huzurda itirafta bulunmasıdır.

Yüce Rabbimize dua etmemek, tefrit bataklığında bocalamak ve kendini Allah'ın yardımından müstağni saymak olur. Bu sebeple, "Kim Allah'tan istekte bulunmazsa Allah ona gadap eder" (1). Duada ifrat hareketleri ise bağırıp çağırmak, edebî üslup ile dua edeceğim diye Hakk'a yakarmanın edeblerini ihmal etmektir. Yüce Peygamberimiz "Yakında duada haddi aşan bir topluluk türeyecek. (Onlar gibi olmayın)" (2) hadisi şerifi ile bizleri uyarmaktadır.
Hak Teâlâ hazretlerine yapılan dua, dinî ölçülere uygun olarak yapılırsa, -inşaallah- kabul olunur. Allah Resûlü'nün hadisleriyle açıklanan ölçüleri başlıca dört esasta toplayabiliriz. Şöyle ki:

1) Duada ellerin açılış ölçüsü,
2) Duada dilin yakarış ölçüsü,
3) Duada kalbin Hakk'a yöneliş ölçüsü,
4) Duanın son bulmasında uygulanan sünnet ölçüsü.

Şimdi bunları sırasına göre açıklamaya çalışalım, Dua sırasında ellerin uçları omuz hizasına kadar kaldırılacaktır. Bu usül, Resûli Ekrem'in dua ediş şeklidir. Zira O, "Duada ellerini kaldırdığı zaman, ellerinin içini yüzüne doğru çevirirdi" (3). Efendimizin biz ümmetlerine bu husustaki tavsiyesi, "Allah'tan (bir şey) istediğinizde avuçlarınızın içleri ile isteyiniz" (4) hadis-i şerifinde açık ve seçik olarak görülmektedir.
Duaya "Sübhâne Rabbiye'l-aliyyi'l-ale'l-vehhâb" diyerek başlamalı, Allah'a hamd edip Resulullah (s.a.v.)'e salât-ü selâm okumalıdır. Zira hamd, duanın başı, salevât-ı şerifeler ise kanadıdır.

Âlemlerin Rabbine yakarışta ihlâs ve samimiyet göstermeliyiz. Çünkü ihlâs, duanın canı mesabesindedir. İhlâstan mahrum kalan dualar, ruhsuz ceset gibidir. Peygamber (s.a.v.), "Kabul olunacağına yakinen inanmış bir halde dua edin. Gafil kalbten (kopup gelen) hiçbir duayı Allah'ın kabul etmeyeceğini (iyi) bilin" (5) buyurmaktadır.

Bir de dua sırasında Allah Teâlâ'ya güvensizlik mânâsını sergile-yen bir söz sarfetmemeli ve isteğimizin hemen kabul edilmesine ve karşılığının bu dünyada verilmesine dair bir arzuya kapılmamalıdır. "Dua ettim de kabul olunmadı" diyerek güven hissini sarsmadıkça, isteğinin hemen verilmesi hevesine kapılıp sabırsızlık yapmadıkça du-amızın kabul olunacağı Resulullah (s.a.v.)'in dili ile müjdelenmiş bulun-maktadır (6).
Bir mü'min kendi yaptığı duaya da "Amin" demelidir. "Şayet bir dua amin lafzı ile son bulursa o kimseye cennet vacip olur" (7).

Bir de dua son bulunca ellerimizle yüzümüzü mesh etmeliyiz. Çünkü Hakk'a açılan ellere feyiz ve bereket indirilir.

Yüce Rabbimize olan yalvarmalarımızda değerli zamanları ve ulvi mekânları araştırmalıdır. Duaların bu gibi vakitlere tesadüf etmesi kabulünü çabuklaştırır. Aşağıda belirtilecek zamanlara erdiğimiz veya ulvî mekânlara girdiğimiz zaman dua yapmayı ihmal etmemelidir. Rabbimize olan yakarmalarımızın kabulüne sür'at kazandıran zaman ve mekânları şöyle sıralayabiliriz:

a) Gecenin son yarısı olduğu vakit,
b) Ezanın okunduğu sırada,
c) Namaz için ikamet olunduğu zamanda,
d) Ezan ile kamet arasında kalan zamanda,
e) Farz namazların peşinde gelen zamanlarda,
f) Kâbe-i Muazzama'yı gördüğümüz ilk anda,
g) Secde halinde bulunurken, h) Cuma gününde,
i) Kalbin üzgün bulunduğu hüzünlü dakikalarda, k) Yağmur yağdığı sırada,
i) Harpte, iki tarafın birbirine hücuma kalktığı sırada. m) Horozun öttüğü -bilhassa seherdeki- zamanlarda,
n) Müsafir olduğumuz sırada (hane sahibinin lehine dua yapacağmız vakitte),
o) Zulme uğradığımız vakitlerde,
p) Huzurumuzda bulunmayan bir kimsenin lehinde dua yapacağı-
mız sırada,
r) Peygamber Efendimizin mescidinde ve bilhassa Ravza kısmında bulunduğumuz zamanlarda,


s) Kâbe-i Muazzama'nın mültezim mevkiinde,
t) Makam-ı İbrahim'de,
u) Arafat'ta,
v) Müzdelife'de,
y) Mina'da,
z) Mescid-i Aksa'da...

Gecenin yarısı, ilâhî tecellilerin dalgalandığı, gök kapılarının açılıp manevî rahmetlerin saçıldığı bir zamandır. Ezan ve kaametlerin okun-duğu ve namazların eda olunduğu sıralar, Rabbimizin rızasının kulları-na yöneldiği vakitlerdir. Harbin kızıştığı dakikalar, İslâm mücahîdlerinin maddeden sıyrılıp mânâya yöneldiği ve faniden vazgeçip ebedî bir ha-yata göç etme hazırlığına geçtiği zamanlar, duaların makam-ı icabete yol bulduğu vakitlerdir. Yağmurun yağdığı zaman, ilâhî rahmetin kâinatı kuşattığı değerli bir vakittir.

Horoz, melekleri gördüğü zaman öter. Böyle bir zaman duanın kabulüne vesile olacak bir vakittir. Kalbin mahzun olduğu dakikalarda kişi halktan uzak ve hakka yakın olur. Dualar her zaman kabul olunabilir. Fakat belirtilen zamanlarda veya mekânlarda yapılacak niyazlar reddolunmaz.

(1) Feyzü'l-Kadir, c. 3, sh. 12.
(2) Feyzü'l-Kadir, c. 4, sh. 130.
(3) Feyzü'l-Kadir, c. 5, sh. 133.
(4) Ebû Davud, c. 2, sh. 78.
(5) Tuhfetü'l-Ahvezî, c. 9, sh. 450.
(6) Bakınız: Buhârî, c. 7, sh. 153.
(7) Feyzü'l-Kadir, c. 3, sh.70.