HAK YOLA DAVETTE ÖLÇÜ

Halkı Hakk'ın yoluna davette bir takım ölçülerin bulunduğu, erbabına meçhul olmayan bir gerçektir. İnsanları irşat ile vazifeli kim­se, bu ölçüleri bilmek ve yapacağı davette usûl olarak uygulamak mecburiyetindedir. Bunları ihmal eden şahıs, doğruyu ifade etmiş olsa bile, hizmetinde başarılı olamaz.

Davet, saçılacak bir tohum gibidir. Onu kalbe atmadan önce mü­sait bir vasat meydana getirmelidir. Çiftçi, ekeceği tarla kuru olursa su verir; çamur ise, tava gelmesini bekler. İslâma davette bulunacak kim­se de karşısındaki şahsın ruh haletini dikkate almalı; kalp ve mefkuresi kuru bir halde ise, feyizli sözlerle sulama!»; hışır bir halde ise aşk ve heyecanını tahrik ederek kalbini irşat tohumlarını saçacak hale getir­melidir.

Davette esas alınacak ölçü, münakaşa yapmak değildir. Zirâ kızdı­rılan bir insanın hakkı kabul etmesi imkansızlaşır. Yumuşak bir konuş­ma tarzı ile önce hak yoluna daveti yapmalı; şayet o münakaşa kapısı­nı açarsa münasip şekilde mukabele etmelidir.

Konuşmasında karşısındakini suçlayarak değil, kusuru kendi üze­rine alıyormuşçasına konuşmalıdır. Hz. İsa taralından Antakya halkını irşat için gönderilen elçileri halkın yalanladığı bir sırada, Habip Neccar yetişip, "Uyûn sizden hiçbir ücret istemeyen o kimselere. Onlar, hidayete ermiş (kimseler) dir. Ben, beni yaratana neden kulluk etmeyecek misim? Siz (hepiniz) ancak O'na döndüm (lüp götürü) leceksinîz" (1) diyerek Hak yoluna davette bulunmuştu,

Bu hususu teyit eden diğer bir âyet-i kerimede davet vazifesini ya­pacak mü'min uyarılmakta ve "(insanları) Rabbinîn yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et. Onlarla mücadeleni en güzel (yol) hangisi ise onunla yap. O, yolundan sapan kimseyi en çok bilendir. O, hidâyete ermişleri de en iyi bilendir" (2) buyrulmaktadır.

Hayber harbi sırasında, kalenin düşmesi uzayınca, Resûlullah (s.a.v.) ordunun sancağını ve kumandasını Hz. Ali'ye vermişti. Allahın mağlup edilemez bir arslanı olan Hz.Ali, "Ey Allah'ın Resulü, onlar bi­zim gibi (müslüman) oluncaya kadar dövüşürüz" dedi. Kâinatın fahr-i ebedisinin Hz.Ali'ye son tavsiyesi şöyle oldu: "Yâ Ali, onların saha­sında müsait bir yere inesiye kadar ağır ol. Sonra onları İslama davet et ve üzerlerine vacip olan (dînî esaslar) ı kendilerine haber ver. Allah'a andolsun ki, bir tek kişinin senin vâsıtanla hidayete erdirilmesi, senin için kızıl develer (e malik olmak) tan hayırlı­dır").

Allah Resulü, Muâz bin Cebel'i Yemen'e vali olarak gönderirken ona şu tavsiyede bulunmuştu: "Sen, kitap ehlinden (bulunan) bir kavme (idareci olarak) gidiyorsun. Onları, Allah'tan başka hiçbir ilâhın bulunmadığına ve benim de Allah'ın Resulü olduğuma şe­hadet etmeye çağır. Eğer onlar buna itaat ederlerse, Allah'ın onla­ra her gün ve gecede beş vakit namazı farz kıldığını bildir. Şayet onlar buna da itaat ederlerse zenginlerinden alınıp, fakirlerine ve­rilecek sadakayı (zekâtı) Allah'ın onlar üzerine farz kıldığını da bil­dir. Eğer onlar zekât vermeye de itaat ederlerse mallarının en iyi­sini almaktan sakın" (4).




(1)Sûre-i Yâsîn, 21-22.
(2) Sûre-i Nahl, 125.
(3) Buhârî, c. 4, sh. 207.
(4) Müslim, c. 1, sh. 37-38.