Kazanç mı Çok,Kayıp mı Çok?

(Yazar Nagihan İpek'in yazısıdır)

Son yıllarda kadınların çok yıprandığı kanaatindeyim; adını koyamadığım manevi bir boşluk var. Bakışlar da bıkkınlık, gözler ve sözlerde mutsuz ifadeler yakalıyorum. Bir kadın olarak toplumun mihenk taşı olan bizlerin bu durumu beni hem üzüyor hem de çok kaygılandırıyor. Bu konuyu biraz irdeleyelim ve hayatımıza farkındalık penceresinden bakalım.

Baktığım yerden gördüğüm sebeplerin en büyüğü kadının çalışma saatinin hiç olmadığı. Kadın evde eş, anne, evlat, bunun yanı sıra çalışan bir hanım, yirmi dört saat mesai yani sınırsız saat uygulaması…

Bu yoğunluğu yaşayan bir beden nasıl onca yükü kaldırabilir? Hayata nasıl umutla bakabilir? Hayal kurmaya bile vakit yok. Düşünüyorum da bize hangi ara bunca misyon yüklendi de farkında olamadık.

Hem de bunca ağır sorumluluğu senelerce “ekonomik özgürlüğüm” başlığı adı altında savunduk.

Dilimiz bunu söylerken ruhumuz ve bedenimiz adeta isyan ediyor. Fakat biz inatla hâlâ aynı cümleleri söylüyor, iç sesimize kulak vermemek için ciddi gayret sarf ediyoruz. Ekonomik özgürlüğü olan kadınlarız ya… Aman Allahım. Feministlerin senelerce oyununa geldik.

Bir çoğumuzun maaş kartları eşlerimizin elindeyken hangi ekonomik özgürlükmüş bu acaba? Evin bir çok ihtiyacıyla, eksiğiyle cedelleşirken özgürlük bunun neresinde? Kendimize ayıracak vaktimiz bile yok iken bu neyin özgürlüğü acaba?

Artık belki de bir çok gerçeğin geçte olsa farkındayız. Kayıplar geri dönmeyecek olsa da. Gençlik yıllarımıza geri gidemeyeceğimizi bilsek de yapılacak hiçbir şey yok artık o yıllara dair.

Sağlığımızı yitirdik, değerlerimizi kaybettik. Rızık bir iken iki olmaz. Allahın kullarına tayin ettiği bir rızık vardır. Onun ne üstüne, çıkabiliriz. Ne de altına inebiliriz. Bu gerçekten hep kaçtık. Yıllarca iki yakamızı bir araya gelmedi. Oysa bu eve iki maaş giriyor niye hala yetiremiyoruz bu parayı?Ne çok söylemiştik bu sözleri yinede değişen bir durum olmamıştı.

Diğer yanda çalıştığımız ortamlarda gerek iş için, gerekse güncel meseleler için bize haram olan erkeklerle uzun süreli iletişim halinde olmak zorunda kaldık.

İlk zamanlar dikkat ettiğimiz haramlara bir süre sonra dikkat etmez olduk. İnandığımız gibi değil yaşadığımız gibi inanmaya başladık. Her gün aynı ortamda çalışılıyor. Nefis ve şeytan; pusuda bizi her an tuzağa düşürme mücadelesi veriyor.

Ve bu tuzağa düşen yüzlerce kadın ve erkeğin yuvası dağılıyor, sayısız aile mutsuzluğa ve acı bedeller ödemeye mahkum oluyorlar.

Elbirliğiyle birbirimizi özgüven adı altında (kendini asla ezdirmemelisin, dik durmalısın, sen çalışan eli ekmek tutan parası olan kadınsın) diye diye kendimizi ve çevremizdeki kadınları kandırdık. Bu arada eşlerimize saygımızı ve itaat duygumuzu kaybettik.

Rabbim bizlere, evin reisi erkek, derken, kadın olarak bu vazifeyi biz üstlendik. Allahın emrine itaat etmedik akabinde yuvalarımız dağıldı. Boşanma istatistikleri her yıl artarak devam ediyor. Evlatlarımızı kaybettik. Oysa onlar bizim geleceğimiz iken ( ekonomik özgürlüğüm elimde olmalı) egomuza kurban eyledik yavrularımızı.

Bedenlerini gözümüzden sakındığımız geleceklerimizin ruhlarını, eğitimlerini bakıcılara teslim ettik.

(onu en iyi şartlarda yetiştirmek için çalışıyorum) palavrasını atarken öte yandan her istediği alınan, doyumsuz ve şükürsüz bir nesil yetiştirdik.

Değerlerini, Allah’ın emirlerini annesinden öğrenmesi gerekirken, doğru zannettiğimiz yanlış olan insanların eline teslim ederek maneviyattan uzak, merhameti ve saygısı olmayan sevgi ve otorite eksikliği olan ruhu bomboş evlatlar yetişti.

Ve böylece elbirliğiyle kitleler bozulma sürecine girdi. Kayıp bir nesille karşı karşıyayız. Evet çok mühim olan geleceğimizi tehlikeye sürükledik. Aslında biz özgürlük için yola çıkmıştık seneler önce.

Bugüne nasıl oldu da tutsak ve umutlarımızı kaybederek ulaştık. Farkındalık oluşturmamık gerek yaşamımıza yön veren düşüncelere. Çalışan kadının “ekonomik özgürlüğü” söyleminin günümüzde bu ve benzeri sebeplerden dolayı önemini yitirdiğini düşünüyorum.

Dertleştiğim birçok çalışan kadının hayali, evinin hanımı olmak, kaybettiklerini bir nebzede olsa ucundan yakalamak. Genç çalışan kadınlar ise çoğunlukla, evlendiğim erkek beni çalıştırmamalı ihtiyacımı karşılamalı, düşüncesindeler.

Her ne kadarda umutlu olmasalar da. Çünkü Anadolu’da duyduğum yaşanılan gerçekler beni de umutsuzluğa düşürdü. Bizim oralarda görücülüğe çıkar oğulları olan kadınlar. Böyle bir görücülük ziyareti için hanımlar gittikleri bir evde aşağıdan zile basıyorlar, yukardan kızın annesi “buyurun” diyor, tahmin ediyor görücü olduğunu. Kayınvalide adayı sesleniyor “Kızınız için geldik ama yukarı çıkmadan bir şey sormak istiyorum, kızınız kpss yi kazandı mı ona göre çıkalım yoksa çıkmamıza gerek yok” diyor.

Durumun vahameti ortada. Nerelerden nerelere geldik. Kaybettikleriyle yüzleşen biz kadınlar senelerce gücümüzü nasıl heba ettiğimizi elimizin boş kalmasıyla keşkelerimizin gittikçe çoğalmasıyla daha iyi anlıyoruz.

Biz kadınlara öyle bir güç öyle bir irade vermiş ki yüce Yaradan niçin bunu kullanmayalım. Atalarımız “toplumun mihenk taşı kadın” demişlerse neden bu misyonu değerlendirmeyelim. Evet kadın çok güzel bir eğitim almalı, iyi bir eş olmalı. Başarılı bir anne olmalı, evlatlarını öyle bir yatırım olarak görmeli ki hem dünyada hem ahirette bu başarıyı yakalamalı.

Sosyal projelerde kesinlikle yer almalı, hem ruhunu tatmin etmeli, maneviyatını güçlendirmeli hem de bozulan topluma hizmetiyle, gayretiyle dur demeli.

Bu pozisyondaki kadın hayata umutla bakar; gözlerindeki ışıkla, çevresine mutluluk saçan bir melek gibi olur. İnanın toplumun böyle kadınlara o kadar çok ihtiyacı var ki bu kadınlardan biri de niçin siz olmayasınız? Allahın rızasını kazanan, topluma yön veren niye siz olmayasınız, niye biz olmayalım ki?


Konular