EMRi BiL MARUF & NEHYi ANiL MÜNKERİ TERK EDERSEK NE OLUR?

İslam insanlığın iki dünya saadeti için gelmiştir.iki dünya saadeti bir arada olmadığı zaman dengeler her zaman alt üst olur,dünya saadeti için sadece çalışıldığı zaman adalet hürmet merhamet yerini merhametsizliğe zulme bırakır.çünkü ceza ve müeyyideler sadece dünyevi olduğu için caydırıcılığı olmaz,mükafatlar dünyevi olduğu içinde tatmin etmez,sadece ahiret için de çalışıldığı zamanda dünya hayatı maddi terakkiyat olmaz,toplumlar hep bedevi ve vahşi olarak kalır,halbuki iki dünya için dengelenen hayatlar istikamet içerisinde huzurlu mutlu adaletli saadetli olur,din ile kalpler aydınlanır ilim ile de akıllar nurlanır,bu iki birliktelikten insanları alıkoymada ve insanı insanlıktan çıkarmada ideolojiler ,şeytan ,nefis ve şer tarafında yer alarak islamla, insanlıkla iyilik ve güzellikle mübareze ve mücadele ederler, yani insanlığın saadeti mutluluğunu engellemek için çalışırlar.bu cini ve insi düşmanların gizliden gizliye sinsice veya açıktan medeniyet çağdaşlık ilericilik vb gibi kılıflar altında yaptıkları ifsat ve bozmaya karşı ise inananların;Sizden BİRİNİZ BİR KÖTÜLÜK GÖRDÜĞÜ ZAMAN ONU HEMEN ELİYLE DEĞİŞTİRSİN,EĞER BUNA GÜCÜ YETMEZSE DİLİYLE DEĞİŞTİRSİN,ONADA GÜCÜ YETMİYORSA KALBİYLE DEĞİŞTİRSİN,(BUĞZ ETSİN)İMANIN EN ZAİFİDE BUDUR.SAHİHİ MÜSLİM. hadisi şerifiyle mukabele etmesi gerekmektedir.Çünkü bir kötülüğü karşı çıkmanın yolu fiilen elle müdahale, kavlen sözle müdahale ,kalben ondan nefret etmek ile olabileceğini beyan etmektedir..Bu üç fiil ve harekat neticesi ancak tesir olur.yani emri bil maruf ve nehyi anil münker yapılmada yaşanarak yapılması daha etkili ve tesirlidir.
Yaşıyarak yapılan ibadetlerin tesiri büyüklüğü nispetinde yaşayarak yapılan haramların günahların tahribatı da büyüktür.emri bil maruf toplumlardan kalktıkça nehyi anil münkerden sakındıracak uyarıcılar bitecektir.ibadetlerin hayrın emredilmediği bir toplumda günahlardan sakındıracak kimseler kalmayacaktır.emri bil maaruf ve nehyi anil münker terk edildikçe toplumda “BANA DOKUNMAYAN BİN YILAN BİN YAŞASIN” denilecek, dokunulmayan zulüm yılanları ejderha olacak, dokunmak değil yutmaya başlayacak,”HER KOYUN KENDİ BACAĞINDAN ASILIR” denilenlerin sayısı artıkça asılan günah haram koyunları yüzünden her şey kokuşacak. “NEME LAZIM” düşüncesi yüzünden hak hukuk adalet merhamet hürmet toplumdan kalkacak, kendi namusu dışındakileri payimal edecek olanlar artacak, namuslar iffetler helal haram demeden satılmaya başlanacak, insanlar birbirlerini hayra güzele değil günaha harama isyana fuhuşa çağıracak. Meyhaneler barlar pavyonlar tekeller insanları sarhoş olmaya, kadınlar genelevler fuhuşa, kumarhaneler kumara, çağıracak.eğer ki emri bil maruf nazırları ve uyarıcıları vazifelerini ihmal ederlerse.


Emri bil maarufun unutulduğu yerlerde insanlar sadece dünyevi kaygılar ve hayatlar ardına düşecekler,analar babalar çocuklarını ahirete, namaza, ibadete değil dünyaya, makama, mevkiye çağıracaklar,
futbol takımları insanları 100 bin kişilik tapınaklar olan futbol sahalarında öfke şiddet fanatzmi küfür hiddetiyle futbola ve futbolculara tapınmaya çağıracaklar,
manajerler ,yapımcılar kızları ilahlaştırdıkları sanatçılara, artistlere, şarkıcılara tapındırmaya çağıracaklar konserlerde,insanlar islamiyetten kuran ve sünnetten uzaklaştıkça birbirlerin hayra güzele kulluğa değil günaha harama isyana fısk ve fücura çağırmaya başlayacaklar.Haram şarkılar eşliğinde oyunlar göbekler atılacak,herkes birbirine haram şarkılar hediye edecek,modacılar kadınları soyunmaya hayasızlığa ahlaksızlığı çağıracak,meyhaneler tekeller insanları sarhoş olmaya çağıracak,coşkular sevinçler heyecanlar mutluluklar lezzetler hep hayvani mertebede kalacak.hak batıl isyan zulüm birbirine girecek,mazlumlar aha başlayacak,zalimlerde zulme, ihtiyarlar ağlamaya, çocuklar haylazlığa, gençler sarhoşluğa başlayacak,böyle bir ortamda kimsenin canın malının kanın ırzının güvencesi olmayacak,canlar mallar namuslar hayatlar mukaddesatlıktan çıkarak yağma malı olacak .
SUAL :Emri bil marufun terk edildiği toplumlar maddi ve manevi felaketlerin eşiğine gelip çöküşe girmesi kaçınılmazdır. ama Kur-anda bir ayeti ayeti kerimede emri bil maruf emredilirken başka bir ayeti kerime de ise “YAPMAYACAĞINIZ ŞEYLERİ NİYE SÖYLÜYORSUNUZ,(SAFF SÜRESİ 2)denilmektedir.bu ayeti kerimede emri bil maaruftan men edip yapmadığınız şöyleri söylemeyin emri mi vardır.
Cevap:“YAPMAYACAĞINIZ ŞEYLERİ NİYE SÖYLÜYORSUNUZ” ,(SAFF SÜRESİ 2) ayeti kerimesi İnsanları sadece söz ile değil fiil ile de vaaz ve nasihat etmeyi emrediyor.yani insanları ikna etmenin en mühim yolu kişilerin söylediklerini önce kendisinin yapmasından geçmektedir.başkalarının ıslah etmek isteyen önce kendi nefsini ıslah etmelidir. kendi nefsini ıslah edemeyen başkasını ıslah edemez.ancak
“YAPMADIĞINIZ ŞEYLERİ NİÇİN SÖYLÜYORSUNUZ”.ayeti kerimesi insanları yapmadıklarını söylemekten men etmiyor,yapmadığınız şeyleri niçin söylüyorsunuz demek,söylediğiniz şeyleri yapın,demektir,yapmadığınız ibadetleri başkasına söylemeyin.böyle bir davranış doğru değildir demek manasında değildir.İbadeti yaşamak farz olduğu gibi o ibadeti başkasına söylemek emri bil maruf ve nehyi anil münker emrinin imtisalince farzdır.ancak hakikat şudur ki, yaşamanın söylemeye tesiri daha fazladır.fiili ibadetin yapmanın içinde lisanen söylemek ve kalben buğz etmek ifadesi olduğu için tesir daha fazla olur.ama söylenenler bazen dinleyenlerin basiret ve anlayışına göre farklılık gösterir.her muhatap söylenen ve yaşananları basiretin açık yada kapalı olması muhatabın dikkat hazır olmaması vb gibi alma kapasitesine baktığı için bazen istifade ve nasiplenme kişinin istidadına göre azalabilir yada olmayabilir..

"EY OĞLUM, NAMAZI DOSDOĞRU KIL, MA'RUFU EMRET, MÜNKERDEN SAKINDIR VE SANA İSABET EDEN (MUSİBETLER)E KARŞI SABRET. ÇÜNKÜ BUNLAR, AZMEDİLMESİ GEREKEN İŞLERDENDİR. (LOKMAN/ 17)
EHLİNE (ÜMMETİNE) NAMAZI EMRET VE ONDA KARARLI DAVRAN. BİZ SENDEN RIZIK İSTEMİYORUZ, BİZ SANA RIZIK VERİYORUZ. SONUÇ DA TAKVANINDIR. (TAHA SURESİ / 132) vb gibi ayet ve hadisler emri bil marufu emretmekle beraber emrin öncelikle evden başlanılmasını ev halkına emrettikten sonra akraba mahalle arkadaşlar vb gibi dairelerle olan münasebet ve alakaya göre yapılması gerektiğini göstermektedir.Çünkü peygamber efendimiz ilk emri aldığı zaman onu eşi Hz Haticeye hemen tebliğ etmiş, sonra Hz Ali ve diğerlerine emretmiştir.Hz Lokmanın da ayette ifade edildiği gibi emri bil marufu oğluna emretmekle başlamıştır.Demek ki, Emri bil marufa bizler önce aileden başlamalıyız.onları sadece dünyaya çağırmamalıyız.Dünyanın mevki, makam, kariyerlerini kazanması için çaba göstermemeliyiz.ailemizi ve sevdiklerimizi rabbimizin bizlerden istediği sıratı müstakim yoluna sevk etmeliyiz.bizler ne kadar o sıratı müstakimde tam gidemezsekte gidileceğini bilmeliyiz.bir koşuda herkes aynı dereceyi gösteremeyebilir,herkes aynı bilgiyi yarışmada veremeyebilir,yada aynı kemalat ve becereyi göstermeyebilir.herkesi zaif vi güçlü tarafları vardır.kiminin örtüsü düzgün olur ama hayası olmaz,yada hayası vardır ama örtüsü yoktur,kimisi namazı çok mükemmel kılar ama başka taraftan bir farzı geciktirir yada yapmaz,dünya hayatının kırılacak cam parçacıklarına sarılıp ahiretin elmaslarına müşteri olunmadığı böyle bir zamanda “Emri bil maruf ve nehyi anil münker” daha kıymetli ve elzemdir.
Emri bil maarufun emredilmesi demek amirana emretmek değildir.Ayetin işaret ettiği gibi "RABBİNİN YOLUNA HİKMETLE VE GÜZEL ÖĞÜTLE DAVET ET VE ONLARLA EN GÜZEL BİR ŞEKİLDE MÜCADELE ET" (NAHL SÛRESİ,125) yani,Onlara güzellikle nasihat et , onları ikna etmek için muktezeyi hale mutabık hareket et, demektir.onları galatı hislerin esiri olmaktan kurtarıp aklın sağlıklı önderliğini göstermektir.
Müsüman Emri bil marufu yaparken kınayıcıların kınamasından korkmadan yapması gerekir.Yüce olan hakkın hatırını bütün hatırların üstünde tutmak gerekir.şu bu küsecek diye hakkı gizlememek gerekir.ama muktezayı hale mutabık hareket ederek bir tebliğ usulü uygulamak gerekir.yarın yevmi mahşerde islamdan ,Kur-andan bi haber olan kardeş, dost, akraba, arkadaş ve komşular yevmi mahşerde “Rabbim Farz olan Emri bil maruftan ve senin dininden haberdar olan bu insan bize hiç anlatmadı,beni tanıyordu ama beni hiç Kuran öğrenmeye namaza çağırmadı,çocuklar anamız babamız bizi namazlara kaldırmadı güya kıyamamış kaldırmaya,ama sabah ders için kaldırdı,servisim kaçmasın diye kaldırdı,sütümü ihmal etmedi, giysimi, çikolatamı ,yemeğimi, arzularımı ihmal etmedi ama ebedi hayatım için hiçbir şey yapmadı” diye herkes şikayetçi olabilir.
Belaların umumi gelmesi ve zalimlerin yanında mazlumlarında yanmasında inananların emri bil marufu terk etmesinin büyük bir etkisi vardır. Çünkü zulme rıza göstermek olan günaha harama zulme ve küfre karşı susmak bir nevi tasdik olduğu ve bu tasdik yüzünden hukukullaha ilişildiği için zulüm mazluma da dokunur ve zalimlerin yanında mazlumlarda yanar yani yaşın yanında kuruda yanar.bir çok toplum emri bil marufu terk ettiği için helak edilmiştir.bela ve afetler rabbin gadabının yanında mazlumların ahları yüzünden de gelmiştir.

SUAL:EMRİ BİL MARUF VE NEHYİ ANİL MÜNKER İLE NE TAVSİYE EDİLMEKTEDİR.

CEVAP:EMRİ BİL MARUF VE NEHYİ ANİL MÜNKER İLE SIRATI MÜSTAKİM YOLU TAVSİYE EDİLMEKTEDİR.

İnsanda kuvve-i akliye, kuvve-i gadabiye, kuvve-i şeheviye olmak üzere üç duygu vardır. Hayvanlardaki gibi bunlara bir hudut tâyin edilmemiştir. Bu kuvvelerin her birisinin üçer mertebesi vardır; ifrat (ileri gitmek), tefrit (geride kalmak) ve hadd-i vasat (normalini yaşamak)tır.

Kuvve-i akliyenin ifrat mertebesi ‘cerbeze’dir. Yani bâtılı, yanlışı doğru gibi göstermeye çalışmaktır; bu bir safsatadan ibârettir. Tefriti ‘gabâvet’tir. Yani doğruyu bulmak için aklı kullanmamaktır, bu da bir mantıksızlıktan ibarettir. Hadd-i vasatı ise ‘hikmet’tir. Yani her işin ve her fikrin doğrusunu hikmetlisini yararlısını bulup ona göre yaşamaktır. Bu hikmet mertebesini de en mükemmel şekilde yaşayan en başta peygamberlerdir.

Kuvve-i gadabiyenin ifrat mertebesi ‘tehevvür’dür. Yani başkasına saldırmak, hak ve hukuk tanımamaktır; bu bir zulümden ibârettir. Tefrit mertebesi ise ‘cebânet’tir. Yani korkudan dolayı hakkına hukukuna sahip çıkmamak, mukaddesâtına, ırz ve namusuna hakaret edildiği halde onları müdafaa etmemektir. Hadd-i vasatı ‘şecaat’tir. Yani cesaret sahibi olup başkasının hakkına hukukuna tecavüz edip zarar vermediği gibi kendi hakkına hukukuna sahip çıkıp hakkını kimseye çiğnettirmemektir. Bu şecaati de en güzel ve en mükemmel bir şekilde hayatlarına tatbik eden başta ‘şehidler’dir.

Kuvve-i şeheviyenin de ifrat mertebesi ‘fücur’dur. Yani Allahtan korkmayıp, insanlardan sıkılmayıp, fuhşiyat başta olmak üzere haramları günahları alenen, açıktan işlemektir. Tefrit mertebesi ise ‘humut’tur. Yani haramları işlemediği gibi helâl dâiresinden dâhî istifâde etmemektir. Âdeta bitkisel bir hayat yaşamaktır. Hadd-i vasatı ise ‘iffet’tir. Yani namuslu olarak bütün âzâlarını, hisler ve duygularını başta fuhşiyat olarak haramlardan muhafaza edip helâl dâiresinde yaşamaktır. Zâten, “Helâl dâiresi geniştir, keyfe kâfidir; harama girmeye hiç lüzum yoktur.” Bu mertebeyi en başta kendi hayatlarına tatbik eden, başkalarına da güzel örnek olan sâlih insanlardır.

Bu noktada baktığımızda hikmet, şecaat ve iffeti harfiyen kendi hayatına tatbik edip, ifrat ve tefritten; cerbeze ve aklı kullanmamak; zulüm ve korkaklık; fücur ve humuttan tertemiz olarak en mükemmel bir şekilde hayatını devam ettiren, dost ve düşmanın ittifakıyla Muhammed-i Arabî (sav)’dir. İşte böyle bir Zât’ın yaptıklarının, yaşadıklarının, sözlerinin ve hareketlerinin her birisi, nev-i beşere, insanlara birer model hükmüne geçmeye lâyık iken, îmân eden ve ümmetinden olan gâfillerin onun sünnetine ehemmiyet vermemelerinin veyahut sünnetini bozmak isteyenlerin ne kadar bedbaht ve fenâ olduklarını divaneler de anlar.

İşte “Emrolunduğun gibi istikamet bul!” bir cihette “Hikmet, şecaat ve iffetle yaşayınız!” demektir. Bu hakikati bize emrediyor. Hatta katiyetle şunu diyebiliriz: İslâmiyet, hikmet, şecaat ve iffet demektir. İslâmiyet’e inanıp kabul etmek, bunları kabul etmek demektir; Yani zulüm etmemek, cinayet işlememek, başkasının ırzına namusuna el uzatmamak, faiz yememek, ne insanların ne de Allah’ın hukukuna tecavüz etmemek demektir. İslâmiyet’i istememek ise, bütün bu menfî şeyleri kabul ediyorum demek mânâsına gelir.Kur-an bize sır-atı mustakimi emrederken bizden de insanlara dinde gevşeklik gösterenlere,başkalarının hakkını hukukunu gözetmeyenlere,günahlarda gidip haramlara düşenlere,dinden bi haber yaşayanlara uyarı yapmamızı istiyor.çünkü toplumun yüzde 60 lık kısmı aklın gabavet mertebesinde olduğu için hakikatleri akıl ile araştırmak yerine kulaktan duyma yüzeysel öğrenip akıl kalp ve vicdanın tasdiki ile hareket etmeden kabul ettikleri için, bu yüzde 60 lık kısım aklın ifrat mertebesi olan cerbezede giden Yani toplu kitle iletişim vasıtaları ile bâtılı, yanlışı doğru gibi göstermeye çalışarak; ahlakı seyyie için çalışan ve safsata ve aldatma yolunda giden yüzde 20 lik kısma aldanıp kandıkları için, burada aklın vasat yolu olan şecaat mertebesi olan hikmette giden yüzde 20 lik kısma yani her işin ve her fikrin doğrusunu hikmetlisini yararlısını bulup ona göre yaşamak(. Bu hikmet mertebesini de en mükemmel şekilde yaşayan en başta peygamberlerdir. ) yolunda gidenlere büyük vazifeler düşmektedir.Bu vazife ise “Emri bil marufu ve nehyi anil münkerdir”.yüzde 20 lik kısmı oluşturan hikmet ehli eğer emri bil marufu terk ederse ehli cerbeze denen batıla hizmet eden münafık ve dinsiz fasıklar ve gafiller, ehli gabavet olan her şeye inanan hakikatleri araştırmayan kulaktan dolma yaşayan kesimlerin eliyle toplumu ifsat ederek parçalar mahveder.
İnsan fıtratından beklenen en büyük netice olan kulluk vazifelerini yaparken o fıtrattaki hissiyatları her zaman hayra istimal etmeyebilir bazen o duyguları şerre kullanır suiistimal eder. Hırs din için gösterilmesi ilim öğrenmek için kullanılması gerekirken bazen dünya için mal için kullanılır.inat ilim öğrenmek için kullanılması gerekirken küsmek için kullanılır.hissiyatları duyguları her zaman hayırda istimal etmeyebilir.diline sahip olurken eline sahip olmayabilir.bazen dinin islamın imanın emirlerin kaydından çıkıp isyana küfre fıska fücura harama girebilir.onun için ayeti kerime :İÇİNİZDEN, İNSANLARI HAYRA ÇAĞIRACAK İYİLİĞİ EMREDİP KÖTÜLÜKTEN ALIKOYACAK BİR TOPLULUK BULUNSUN..." (AL-İ İMRAN SÛRESİ,104) emriyle Böyle bir toplulukta, toplumun ve ülkenin manevi asayişi ve manevi yaralarının tedavisi için aklın şecaat mertebesinde giden ehli hikmet muhafızları bulunması gerektiğini ihtar etmektedir.Cenabı Hak bizi Lisanı hal ve lisan kal ile amel üzerinde daim kılsın.Muhammed Samil KAKCA


Konular