Müslümanlar arası Diyalog mustafa islamoğlu röportaj

Dosya konumuz Müslümanlar arası diyalog, son dönemde meydana gelen olayları takip ediyorsunuz, Irak üzerinde Şii- Sünni tartışması alevleniyor, İran yalnızlaşıyor, Müslümanlar arasında bir diyalogun zemini oluşmalıdır.

Öncelikle diyalogun zemini nasıl olmalıdır?

Öncelikle şunu söyleyeyim, Müslümanların birlikteliği sadece akli değil aynı zamanda şer’i bir zarurettir. “ İnnem-el muminune ihvetun” bir ayettir. Buradan hareketle Müslümanlar sadece kardeş olabilirler diyebiliriz. Dolayısıyla kardeş olmanın dışında herhangi bir durum vahyin dışladığı bir durumdur. Bir şer’i delil olarak, tüm vahiy ve Allah resulünün fiili sünneti Müslümanların kardeşliğinin asla ihmal edilemez öncelik olduğunu göstermeye yetmektedir. Akli olarak da Müslümanların birlikteliği müsellem bir hakikattir. Çünkü birliğin olmadığı yerde dirlik olmuyor. “Müslümanların dirliği neden yok?” diye bir sual tevcih edilirse çünkü birliği yok, birliği olmayanın dirliği olmaz. Aslında Müslümanlar şu anda birliklerini kaybettikleri için dirliğini, huzurunu, saadetini daha doğrusu yer altı yer üstü kaynaklarını, maddi manevi değerlerini kaybetmiş durumdalar. Bakın, dünyada kaybolmuş Müslüman nesiller nerede varsa orada birlik kuramadıklarından kayboluyorlar. Onun için Müslümanların mabedine Cami deniliyor. Birliği temsilen birliğin mekanına Cami, Müslümanları toplayan ibadete Cuma, Müslümanların topluluğuna da cemaat deniliyor. Yani Cuma’nın farz olması demek aslında cemaatin farz olması demektir. Dolayısıyla birlik farzdır. Fıkhen, Kur’an’dan yola çıkarak konuşmak gerekirse; birliğin farz olduğunu söyleyebiliriz. Neden? Çünkü Cuma farzdır. Bu kadar açık ve nettir. Bu birliğin zemini ne olmalıdır? Bir kere Müslümanlar arasında bir birlik oluşacaksa birliğin zemini yerellik, bölgesel değerler olamaz, kavmi değerler olamadığı gibi geleneksel İslami kültür de olamaz. Çünkü geleneksel İslami kültür dediğimiz şey yerel değerlerden yola çıkarak sonradan “oluşmuş” şeylerdir. O zaman ne olacak? Yorumlar olamaz, farklı çizgiler olamaz. Yorumlardan herhangi birini diğerine üstün tutmamız için bir nedenimiz yoktur. Bunlar asabiyete girer. Bu saydığım şeyleri birlik için temel ittihaz etmek asabiyettir. “Men da’a ila asabiyetin feleyse minna” ‘kim asabiyete çağırıyorsa o bizden değildir’. Asabiyete götüren bizden değildir, neden? Çünkü, parçalar. Parçalayan bizden değildir aslında. Bütünü parçalayan, cemaati parçalayan bizden değildir. Cemaatten bahsederken İslam cemaatini, büyük aileyi, Kur’an’ın söylediği anlamda kast ediyorum. Toparlayacak olursak, zemin ne olmalıdır sorusuna İslam’ın sabiteleri olmalıdır cevabını verebiliriz. Yani temelde vahyin kendisi olmalıdır. Müslüman’ın tasavvurunu, şahsiyetini, aklını ve hayatını inşa eden bir numaralı kaynak olan vahiy olmalıdır. Eğer bizler vahiy etrafında da birleşemezsek hiçbir şey etrafında birleşemeyiz. Zaten vahyi merkez olarak kabul etmeyene Müslüman denmez. Resulullah vefat ettiğine göre şu anda hayatın içinde yaşayan şey nedir? Resulullah’tan geriye bize kalan ve yaşamaya devam eden vahyin kendisidir. Bu manada sünnet de aslında vahiydir. Dolayısıyla vahiy etrafında birleşemezsek hiçbir şey etrafında birleşemeyiz. Onun için Müslümanları birliğe çağıran herkesin öncelikle vahye çağırması gerekiyor. Kur’an sadece bir tane olduğundan vahyin ayrılık getireceğinden bahsetmek mümkün değildir. Mezhebe çağırsanız birden fazla, mektebe çağırsanız birden fazla, yoruma çağırsanız birden fazla, tarikata çağırsanız birden fazla, hatta bilgi sistemlerine çağırsanız birden fazla; irfan bilgi sistemi, beyan bilgi sistemi, burhan bilgi sistemi bunlar da farklı farklı. Hocaya da, alime de çağırsanız bir sürü alim, hoca var. Bütün bunlara çağırdığımızda aslında bütünleştirmiş olmayız. O zaman neye çağırırsak bir oluruz, “Bir”e çağırırsak bir oluruz. Vahye çağırmak Allah’a çağırmaktır. Onun için Kur’an açıkça söylüyor: “Ve men ehsenu kavlen mimmen da’a ilallahi ve amile salihen ve kale inneli minel muslimin” ‘Allah’a davet edenden Salih amel işleyenden, yani bu davetini davranışlarla pekiştirenden ve ben kayıtsız şartsız Müslüman oldum diyenden daha güzel sözlü kim olabilir’. Bu ayet adeta şiarımız olmalıdır. Aslında, kime çağırmamız gerektiğini bize söylüyor. Allah’a çağırmak; Allah’a çağırmak vahye çağırmaktır. Onun için vahye çağrı hem Allah’a çağrı hem peygambere ve sünnetine çağrı, hem peygamberlerin yoluna çağrı, hem hakikate çağrı, hem de insanın özüne, selim akla ve fıtrata çağrıdır. Dolayısıyla, birliğin teorik zemini vahiy olmalıdır. Peki, pratik zemini ne olmalıdır? Pratik zemin ise sünnetü’l ameliye dediğimiz Allah resulünün hayata dönüştürdüğü vahiy olmalıdır. Vahyin yaşanmış hayat olarak bize bıraktığı o sünnetü’l ameliye olmalıdır. Allah resulünün miras bıraktığı hayat Hz. Aişe’nin onun ahlakı Kur’an’dı dediği ahlak olmalıdır. Kur’an’ın övdüğü ve muhteşem dediği “inneke ala hulukul azim” dediği o muhteşem ahlak olmalıdır. O zaman birliğin iki kaynağı vardır. Birinci kaynağı Kur’an ki bu temel kaynaktır. İkincisi ise Kur’an’ın üzerine inşa edilen, yükselen, pratikte yaşayan sünnettir. Aslında bu iki kaynak değil tek kaynaktan neşet eden fiil ve davranıştır. Nasıl ki insan davranışları insan aklından neşet ediyorsa insanda akıl olmalıdır Kur’an, vahiy ki bu vahiyden neşet eden davranış olsun. Dolayısıyla bu temelde birleşemezsek hiçbir temelde birleşemeyiz. Çünkü şu anda büyük İslam ailesinin en temel kaynağı vahiydir.
Müslümanların fiili olarak içinde bulunduğu hal, değişik mezhepler, tarikatlar ve cemaatler, bunların birbirleriyle uzlaşmaları için fiili olarak hangi ilkelere ihtiyaç duyulmaktadır?
Değillemeler, ispatlar ve nef’iler bu ilkeler arasında olmalıdır. Bu yüzden isbatlı ve nef’ili konuşmak durumundayım.
1- Birbirleri arasındaki konuşma önceliğini ihtilaflı meselelere kesinlikle vermemeleri lazım. Bir araya gelince ihtilaflı meseleleri değil ittifakları konuşmaları gerekmektedir. Bu çok mühim olduğu gibi aynı zamanda ahlakidir de.
2- Müslümanlar buluştuklarında Müslümanların bu konudaki şaşmaz, mutlaka olması gereken ilkeleri, birbirleriyle paylaşım içinde olmaları gerektiğinin taktik veya stratejik bir mevzu değil konsept olduğudur. Bunun paradigmadan kaynaklanan bir zorunluluk olduğuna inanmaları lazım gelmektedir. Bugün Müslümanlar bunun taktik bir mevzu olduğunu düşünüyor. Taktik mevzu ortam ve şartlara göre değişebilir. Ama paradigma değişmez. Müslümanların birbirleriyle yüreklerini, sevgilerini, dostluklarını paylaşmaları taktik bir mevzu değildir. Taktik mevzu Müslüman’ın kafir ile paylaşımıdır. Müslüman’ın kafir ile ilişki biçimi bugün Müslüman’ın Müslüman’la ilişki biçimine dönüşüyor. Müslüman’ın paylaşması gereken değerlerini paylaşma ahlakı taktik ve de stratejik bir konu olamaz. Taktiğe de stratejiye de feda edilemez. Konseptir, yani olmazsa olmazımızdır.
3- Müslümanlar birbirlerinin bir tek tırnağını feda etmeme konusunda yeminli olmalıdır. Yani dostlarıyla dalaşanlar düşmanlarıyla savaşamaz. Düşmanlarıyla savaşanlarsa dostlarıyla dalaşamazlar. Bu bir ilkedir. Dünya alem birleşse Müslüman Müslüman’ın bir tek tırnağını vermemelidir. Bu da aslında dördüncü ilkeyi getiriyor.
4- Kardeşlikte taassup sahibi olmalıyız. Tek taassubumuz kardeşlik olmalıdır. Nedir kardeşlikte taassup? O benim kardeşim ve bunu Allah yazdı. Bunu söyledikten sonra beşinci ilke de ortaya çıkıyor.
5- Müslümanlar birbirlerinin hatalarına dürbünün büyüten tarafıyla değil küçülten tarafıyla bakmalıdır. Yani, iman Ağrı Dağı ise hata çakıl taşı olmalıdır. Hiçbir çakıl taşı Ağrı Dağı’ndan büyük olamadığı gibi hiçbir hata da imandan büyük olamaz. Bu ilke olmalıdır. Dolayısıyla da hiçbir hata için de Müslüman feda edilemez.
6- Dahası, ki bu da çok önemli, yine değilleme ilkesinden yola çıkacağım, birliği temin için gelenekten gelen bazı değerlerin yok olmasını istememeli, beklememeli ve ummamalıdır. Mezhebinizi yok sayın gibi bir taleple birliğe gelinmemelidir. Böyle bir istek olmayacak, gerçekleşmeyecek bir şeydir. Bunu yaptığınızda daha baştan rezerv koymuş olursunuz. Siz siz olarak geleceksiniz biz de biz olarak geleceğiz. Siz kendi usulünüzü tatbik edin, ancak bu bizim birliğimize mani olmasın. Bunun için de gerçekçi olmak gerekmektedir. Siz siz olmaktan çıkıp biz olun demek ne diyalog ne de birlikteliktir. Bu birleşmekten öte ilhak etme arzusudur. İlhak bir tür işgaldir. Bu doğru değil ve diyaloga geçmek için böyle bir başlangıç yapılamaz. Bundan dolayıdır ki tali bir takım unsurları İslami birleşmenin önünde engel olarak görmemek lazımdır. Diğer yandan geleneksel, tarihi, mezhep, meşrep, mektep gibi bir takım unsurları da birleşme adına ilhak edemezsiniz. Bu ilkeler etrafında birliğin gerçekleşebileceğini düşünüyorum.
Allah birliğimizi ve dirliğimizi korusun…..
(Özgün İrade Dergisi)



Konular