MADDE HAPSİNDE MAHPUS OLANLAR

"Bir eşyadan başka bir eşyaya seyahat edip durma! Aksi durumda daha önce geldiği yere tekrar tekrar gelen değirmen eşeği gibi olursun. Kainattan kainatı yaratana seyahat et. “Ve şüphesiz en son varış Rabbinedir." (Necm 42) Ve Peygamber (sav)’in şu kavline bak: "Kimin hicreti Allah’a ve Resulüne ise onun hicreti Allah’a veResulünedir. Kimin hicreti de elde etmek istediği bir dünya veya nikahlamak istediği bir kadına ise onun hicreti de kendisi için hicret ettiğinedir." Peygamber (a.s)’in bu kavlini anla ve eğer anlayış sahibi isen bu konuda düşün."
Hak Teala şöyle buyurdu: "Göğü kendi ellerimizle biz kurduk ve biz (onu) elbette genişleticiyiz. Yeri de döşedik. (Bak) ne güzel döşeyiciyiz! Her şeyden de çift çift yarattık ki, düşünüp öğüt alasınız. O halde Allah’a koşun. Çünkü ben, size O’nun katından (gelmiş) açık bir uyarıcıyım Allah ile beraber bir başka tanrı edinmeyin. Zira ben size O’nun tarafından (gelmiş) açık bir uyarıcıyım." (Zariyat47-51)





Bu beş ayetin ilk üç tanesi kainatın yükseklik ve alçaklığından ve burada intişar eden hayat ve dirilerden bahsetmektedir. Son iki ayet ise kainatlardan bunların yaradanına intikal ederek onun varlığı ve tevhidi hakkındadır.
Burada insanların dikkatlerinin Allah’a çevrilmesi çok ilginç bir cümle yapısıyla belirtilmiştir. "Fefirru illallah...= O halde Allah’a firar edin (koşun)..."
Bu firar ancak sakındırdıklarından ve ayıpladıklarından olur.




Gerçek şu ki kainata takılıp kalma ve onun görüntüleri içinde hapis olup kalmak akıllı bir kimsenin razı olmayacağı akli ve nefsi çirkinliklerdendir.
Zerre kadar akıl sahibi olan kimse alemlerden, alemlerin Rabbi’ni ve kainattan bu kainatın sahibini bilir!!
Bu büyük müthiş melekut en basit parçasından en göz kamaştırıcı parçasına kadar yalanlanamaz bir şekilde kendisini yaratan büyük ve yüce Yaratıcıya şahitlik etmektedir...
Bu büyük İlah’ın hakkının kabul edilmemesi koyu bir cehalet, insanlar içinde O’nu inkar eden ve saygısızlıkta bulunanların olması utanç verici bir durumdur.


Fakat: "O, insanı bir damla sudan yarattı. Fakat bakarsın ki (insan) Rabbine apaçık bir hasım oluvermiştir." (Nahl 4)
Akıllı kimse odur ki kainata bakıp ondan Allah’ın tesbih ve hamdini öğrenir. Hayat kanunlarından ve hayat sahiplerinin hallerinden yüce Mevla’ya layık olan güzel isimleri çıkarır ve yüce sıfatları çıkarır...
İnsanlar iki sınıftır. Bir sınıf sadece maddeyi maddeyi bilir ve bunun ötesindeki şeyleri inkar eder. Şu anda konumuz bu değil.



Diğer sınıf ise Allah’a ve görüş gününe iman eder. Fakat kendilerini hayatın karmaşasına kaptırmış, geçim derdi peşinde koşmakta ve muhtelif duygular içinde çırpınmaktadır. Varlık sırrı ile veya Rabbu’l Alemin ile hiç temasta değil gibidir.
İşte sözü bu mümin sınıfa getirmek ve bu konu üzerinde durmak istiyoruz:




Allah ile olan ilişkileri halis olamayan bir topluluk mevcuttur. Bunların ilişkileri nefsin hazları ve acil arzuları ile karışıktır. Bu kimseler niyetleri halis olmadıkça yerlerini geçemezler. Kalplerini temizledikleri andan itibaren de doğru ilerlemeye devam ederler.
Öyle bir topluluk vardır ki Allah ile ilişkilerinde O’nun vechi ile değil, ecri ile veya istekleri ile kendilerinin O’na sunmaları gereken şeylerden meşgul olurlar. Bu kimseler bir yol ile nefislerinden çıkarken başka bir yoldan yine oraya girerler.




Bunlar sağlam halkalar ile enaniyetlerine bağlıdır. Yürüyorlar fakat ileri doğru değil kendi etraflarında. Eğer Allah’ı iyi bilselerdi maddi ve manevi perdeler onları engelleyemez bilakis O’nun karşı şuur ve görev bilinçleri daha ağır basar, O’ndan başka her şeyden yüz çevirirler, ancak O’nun alanında sükun bulurlar ve yine ancak O’nun onu razı eden şeylerden itminan bulurlardı. Tıpkı Ebu Firas’ın sözlerinde olduğu gibi:





Ne olaydı sen tatlı olsaydın ve hayat acı
Ve sen hoşnut olsaydın da uykular gazaplı





Ne olaydı benimle senin mamur olaydı da
Benim ve alemlerin arası harap
Senin sevgin doğru olduktan sonra her şey kolay
Ve toprağın üstündeki her toprak.






İbn Ataullah, genelin maksatları hususunda mütereddit olduğunu görmektedir. Tıpkı saatin yelkovanı gibi onca hareketine rağmen ancak kendi çevresinde dönebilmektedir. Veya onun ifadesiyle değirmen eşeği gibi bir yerden diğer bir yere intikal etmektedir ancak gittiği yer geldiği yerin aynısıdır.
Müminin görevi sadece Allah’ın vechini kastetmek ve kendisini dünyaya bağlayan binlerce bağdan kurtulmaktır!
Hayatın hilelerinden biri de kişinin nefsi için çalıştığı halde Allah için çalıştığını sanmasıdır. Eğer içinde gizlenen nedenler açığa vurucu ve büyük bir aletle gösterilme imkanı olsaydı kızmasını, sevinmesini, yorgunluğunu ve rahatını sağlayan nedenlerin kişisel arzularından kaynaklandığı ve bunların Allah ile bağlantısının zayıf olduğu görüldü.



İşte korkunç tehlike burada belirmektedir. Hicret Allah için olduğu zaman geçerli ve makbul olmaktadır. Aksi taktirde durum Resulullah (sav)’in buyurduğu gibidir: "Kimin hicreti de elde etmek istediği bir dünya veya nikahlamak istediği bir kadına ise onun hicreti de kendisi için hicret ettiğinedir."
Allah’ın varlığının şuuru insanı herhangi bir şeyle mükellef kılan bir husus değil, vakıanın tanınmasıdır.
Mesela uzun süredir yolculukta olan çok sevdiğiniz bir dostunuz vardır. Ona olan özleminiz artığı zaman görüntüsünü hayal edersiniz. Böylece ünsiyet hakikaten vehme dönüşür.



Fakat Allah şuuru uzağı yakınlaştırmak veya vehmi cisimleştirmek değildir. Bu da görmemezlikten gelinmesi mümkün olmayan realitenin farkında olunmasıdır. Tıpkı –evde olduğunuz halde- evde olduğunuzun ve –trende olduğunuz hade- trende olduğunuzun bilincinde olmamanız gibi.
Bu itirafı kaçınılamaz ve her tasarrufun üzerine bina edildiği bir vakıadır.



Uluhiyyet, gece ve gündüz bir an için dahi kuldan ayrılmaz. Bu nedenle Allah’tan gaflet, apaçık haktan gaflettir.
Ama eşyayı görmese de eşya yine de yerinde mevcuttur. Çünkü illetli gözler onu seçemezler. İnsanlar eğer kendilerini kuşatan ve kendileriyle beraber olan haktan gafil iseler bunun sorumlusu kendileridir.




Kur’an bu anlamları insanlara taşıyarak kendisinden kaçanlara nereye kaçıyorsunuz? diye haykırmıştır. "Nereye gidiyorsunuz?" gidiş nereye? "Allah onları arkalarından kuşatmıştır."




Ve Allah Teala şöyle buyurdu: "O ilktir, sondur, zahirdir, batındır. O, her şeyi bilendir. O, gökleri veri altı günde yaratan, sonra arş’ın üzerine istiva edendir. Yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilir. Nerede olsanız, O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür." (Hadid 3-4)




O, yapılan herşeyi görür. O, nerde bulunursak bulunalım bizimle beraberdir! Bu hakikatler kişiye bilgi, şuur ve işrak sağlamaz mı?
Sonra bu Allah’ın zikrinin gaibi hazır etmek olmadığına delalet etmez mi? Bilakis zikir gayb halinden huzur haline intikal etme ve gafletten uyanma halidir.



Burada Allah’ın varlığı ile alemin varlığı arasındaki ayrımın sağlamlaştırılması gerekir. Bazı insanlar yukarıda açıkladığımız anlamları hak ve batılı birbiriyle karıştırmak için kullanmaktadırlar.



Allah’ın varlığı diğer mahlukatın varlığı gibi değildir. Bu alem Aziz ve Celil olan Allah’ın zatından tam bir şekilde ayrıdır.




Bazı felsefeci ve mutasavvıfların her şeyde Allah’ı gördüklerini söylemeleri, O’nun eser ve şahitlerini gördükleri anlamında doğru bir ifadedir.
Ancak bundan Yaratan ve yaratılmışların bir olmaları veya bazı yalancıların saydıkları gibi vahdet-i vücut kastediliyor ise bu ifade başından sonuna tümden batıldır. Ve bu söz Allah’a gönderilmiş elçilerine küfürdür.



***




Bu alanda ilahi ihatanın vasfedilmesi gaye değil vesiledir. Niyet, cehd ve hedefi doğrultmaya vesile ve insan bedeni ve akli faaliyetlerini sadece Allah rızasına odaklamaya teşviktir.




Ne olaydı insanlar bu yolda mücadeleye yarım güçleriyle devam etselerdi! Bir insan mal kazanmak veya yeryüzündeki konumunu sağlamlaştırmak için harcadığı gücünün yarısını Allah’ı razı etmek için harcasaydı ruhi ve ahlaki yükselme hususunda büyük bir aşama kaydederdi. Eğer insan acılardan ve düşmandan nefret ettiğinin yarısı kadar şeytan ve vesveselerinden nefret etseydi meleklerin temizlik ve kudsiyetlerinden bir nasip elde ederlerdi.
Allah kendi yolunda yarım çalışmayı kabul eder fakat yarım niyeti kabul etmez. Kalp ya onun için muhlistir veya tamamını reddetmektedir.




Daha önce insan kalbine hakim olan muhtelif maksatların onun aksiyon ve sükunet, hoşnutluk ve öfke hallerinin perde arkasındaki güçler olduğundan ve bu maksatların Rabbe imanın ve katındakileri talepten değil, enaniyetten kaynaklandığını söyledik.




İnsanın manevi terbiyesi ile uğraşan alimler, kalbe musallat olan bu arzularla mücadele ederler ve kalpte yer etmesine engel olurlar. Gizleninceye ve kalp tamamen ondan temizleninceye kadar da onu kovalamaktan bir an olsun geri durmazlar.




İslam; ameli, onu gerektiren niyet ve beraberindeki gaye ile doğrultmak hususunda cidden çok dikkatlidir. Hicretinden maksat Allah’ın rızası olmayan kimsenin bu amelinin hiçbir kıymeti yoktur.



Hayat sahasında şimdi binlerce öğretmen, doktor, mühendis, subay, işçi, tüccar ve memur ve başka meslek erbabı bulunmaktadır. Bunlar yer küresi üzerinde büyük bir hareket alanı oluşturmaktadırlar. Ancak tüm bu yoğunluk toprak ile buluşacak ve intikal edecektir. Oysa Allah için olanların ürünü mübarek ve eseri kalıcıdır. Beka kendisi ile göklerin Rabbinin kastedildiği şeyler içindir: "Kim ahiret kazancını istiyorsa, onun kazancını arttırırız. Kim de dünya karını istiyorsa ona da dünyadan bir şeyler veririz. Fakat onun ahirette bir nasibi olmaz." (Şura 20)



***




Ve şimdi de maddenin unsurları arasına hapsolup kalmış ve bundan başka bir şey bilmeyen sınıfa dönelim. Bunlar bir unsurdan diğerine intikal etmekte ve maddeyi maddeye nisbet etmekle bundan sonrakilerini ise inkar etmektedir.
Bir başka yerde onlarla tartıştık ve ileri sürdükleri şüphelerin tamamını geçersiz kıldık. Burada ise bu kimselerin bazı iddiaları üzerindeki örtüyü kaldırmak istiyoruz.
İmanı gerici, dinsizliği ise ilerici bir hareket olarak nitelemek kesinlikle yalan ve yanlış bir ifadedir. Küfür, pis arzuların ve batıl düşüncelerin eski olduğu kadar eskidir. Hayatın tarihi, hayır ve şer, salah ve fesat arasındaki mücadelenin tarihidir. Kim, iman geçmiş ve mazide kalmış günlere aittir, küfrün önündeki yol açılmalıdır, derse o kimse deccaldir...




Aynı şekilde imanı sınırlı bir fikri hareket, inkarcılığı ise zeki aklın hareketi olarak nitelendirmek veya imanı doğruluğu ispatlanmamış bir mantık, inkarı ise ilmi eğitim ve tabiat araştırmaları mantığı olarak nitelemek hiçbir saygınlığı olmayan hurafelere dayalı bir sözdür. Zira büyük ilim adamlarının kahir ekseriyeti Allah’a iman ederler ve kainatın kendiliğinden olduğu iddiasını reddederler.
Vakıa ve gerçek şu ki inkar, yakin ve delillerden değil bir takım zanlar ve söylentilerden hareket etmektedir. Hiç bir laboratuar deneyle Allah’ın olmadığı ispatlanmış değildir. Mesele maddecilerin Allah’a ait olan nizam ve yaratılış harikalarını Ondan başka şeylere nisbet etmelerinden ibarettir.
Aynı Kur’an-ı Kerim’in buyurduğu gibi: "Onların çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zan, haktan (ilimden) hiçbir şeyin yerini tutmaz. Allah onların yapmakta olduklarını pek iyi bilendir." (Yunus 36)




Bu büyük kainatta doğru düşünme yoluyla kalpte imanı yeşerten delillere gelince, bunlar sayılamayacak kadar çok ve bağışlayıcıdır.



Muhammed Gazali


Konular