Kadının İdeal Erkek Tipi

Kadında çeşitli duygusal eğilimler vardır. Meselâ bağımsız, güçlü, koruyucu, karısı için kendini feda edebilen şeklinde idealize edilen erkek tipine karşılık; korunma ve sevilme ihtiyacında olan, sevgi veren, çevresinde kendisini ona ait hissedeceği bir erkek görmek isteyen ideal bir kadın tipi çizilir. Bu tipler, asırlardır süregelen kültür birikimi ve genetik eğilimler sonucu ortaya çıkmıştır.

Çağımızın kadını, bir taraftan özgür olma, diğer taraftan korunma ve sevilme ihtiyacı hisseder. Fakat kadının hem iş kadını, entelektüel düzeyi yüksek biri olma arzusu taşırken, hem de psikolojik ihtiyaçlarını karşılayamadığı görülür. Dolayısıyla ideal kadın, kendisine sahip çıkan bir erkek olursa mutlu olabilir. Kadının sevilmeye ihtiyacı, erkeğe göre daha fazladır.

Aslında kadının psikolojik ihtiyaçları, onun özgürleşmesiyle beraber daha da belirginleşir. Kadının özgürleştiği, ama mutlu olamadığı görülür. Feminizm’in savunucuları bile, bir erkekle sadakate dayalı birlikteliğinin kadını daha çok mutlu edeceğini söylemektedir. Burada yine erkeğe bağlanma duygusu göze çarpar. Toplumdaki sosyolojik gelişim içerisinde, psikolojik değişim sosyolojik değişime uyum sağlayamamıştır. Kişinin ruh dünyası, daha hızlı gelişen sosyolojik değişime uyum gösteremediğinden çelişki yaşanmış, bir ara form meydana gelmiştir.

PROF.DR.NEVZAT TARHAN


1 yorum

Kadınlar ne istemelidir!?

“Erkek-kadın nedir?” Sualini başa almadan-cevaplamadan yapılacak değerlendirmeler ya eksik veya tümden isabetsiz olacaktır, sathî kalacaktır...

KADIN KEYFİYETİ

Şu hakikati ki; kadın, tâli, ikincil, edilgen mahluktur.. Yaşam alanı, makbuliyeti, kârı, faydası da tam da burada!.. Bunu her basiretli insan farkeder, fıtratıyla yüzleşebilen her kişi, erkişi!.. Farkedemeyecek kadar iz’ansızlar ise mukaddes ölçüleri okusa yetecek:

...Erkekler kadınlar üzerine hâkimdir (idarecidir). Çünkü Allah teâlâ onların bazısını bazısı üzerine tafdil buyurmuştur (üstün yaratmıştır)...(ila ahir)

(Nisa Sûresi, 34 )

O, erkeğin kaburga kemiğinden yaratılandır, kocasına itaati farz olandır, her başarılı erkeğin “arkasında(gerisinde)” olandır ki batı tefekkürüne dahi geçmiş.. Mesela Andre Mourice şöyle der:

“Kadın da erkekteki iş ve hareket ihtiyacını iyi anlamaz. Erkeğin esaslı vazifesi girişmek, avlanmak, kurmak, mühendis, duvarcı veya muharip olmaktır. O, evliliğin ilk haftalarında, henüz âşık olduğundan, bu aşkın hayatını dolduracağını sanmak ister ve kendi sıkıntısını tanımak istemediğinden ona sebepler arar. Ne istediğini bilmiyen, daima uzanmak ihtiyacını duyan bir hasta ile evlenmiş olduğundan sızlanıp durur. Kadın da yeni arkadaşının bu rahatsızlığından acı duyar. Sinirlenmiş genç kocanın otel odasında bir aşağı bir yukarı dolaşması, balayı seyahatini her zaman bilinen klasik sahnelerinden biridir. Kabul edelim ki birçok hallerde bu anlaşmazlıklar önemsiz şeylerdir ve işi biraz şakaya almakla, biraz da sevgiyle pek çabuk önlenebilir. Fakat bunun için de yuvayı kurtarma arzusu daima hazır, bu hususta verilmiş olan sözün de mütemadiyen yenilenmiş olması şarttır.

Çünkü hiçbir şey, hattâ en uzun ve en bahtiyar bir evlillik hayatı bile bu karakter farklarını ortadan kaldıramaz. Bu düşünce ve yaşam aykırılığını olduğu gibi kabul etmek ve sevmek gerekir. Erkek dışarıda ortadan kaldırılacak bir engel bulmadığı, kadın da sevmediği veya sevilmediğini anladığı dakikadan itibaren sıkılmaya ve bıkmaya başlar. Erkek yaratıcıdır ve bulduğu makineyle dünyayı değiştirmeye muvaffak olabildiği zaman ancak mesuttur. Kadın daha muhafazakârdır; kendisinin olan evinin sessizliği içinde eski ve basit işlerine kendini verebildiği zaman bahtiyardır. Hâlâ bugün, binlerce çiftlikte erkek makinelerini söküp takarken, kadın yanıbaşında çorap örer ve çocuğunun beşiğini sallar. Alain haklı olarak fark etmiştir ki erkeğin meydana getirdiği her şeyde dış âlemin teshiri vardır. Yaptığı evin damı yağmur ve karlara, taraçası da güneşe uymuştur. Arabasının, vapurunun biçimini rüzgârla cereyanlar çizmiştir. Kadının eseri olan her şey ise, insan vücudunun örneğini taşır. Divan üzerindeki yastıklar bu biçimi alır ve saklar, aynalar aynı şekli aksettirirler. İşte iki ayrı tabiatin basit ve açık alâmetleri.

Erkek, usuller, nazariyeler bulur. O riyaziyeci, filozof, metafizisyendir. Gerçeğin içinde yaşayan kadın ise, bu usul ve nazariyelerle ya sevgisi yüzünden (bunlar sevdiği adamın ise) veya ümitsizliği yüzünden (hoşuna giden adam onu ihmal ediyorsa) meşgul olur. Madame de Staél’in şu cümlesini alalım: Kadın için felsefe bir sevginin gizli matemidir. En kadın olan kadınların konuşmalarını hikâyeler, karakter incelemeleri, insanlar hakkında ince gevezelikler veya gerçek tafsilatlar ve nihayet yemek tarifleri doldurur. En erkek olan erkekler ise hikâyeden kaçar genel fikirler peşinden koşarlar...

Gerçekten erkek olan bir erkeği, tamamlamak için en lüzumlu şey, yanına ister eş, ister metres, ister dost olsun, gerçekten kadın olan bir kadını katmaktır. Bu sayede erkek misogyes’lerin, yani kadından nefret edenlerin hiçbir zaman tanıyamıyacakları o derin fikirle, yani cinsiyet fikriyle daima ilgili kalacaktır. Erkeğin fikri yerden kalkarak yükseklerde dolaşır. Oralarda geniş, fakat boş, aslı olmayan manzaralar keşfeder. O boş ve akılsız şeyleri esaslı birer unsur gibi telakki eder, halbuki kadının fikri, tabiri caizse, daima yürür; her sabah aynı patikalardan geçer; eğer erkeğe uyar ve onun yaptığı hava gezintilerinde peşisıra gitmeye razı olursa, o zaman yukarıda da insanlarla beraber olmak, biraz sıcaklık ve his bulabilmek için yanına bir roman alır.”

DİREKSİYONA GEÇEN KADIN, SOLLANAN ERKEKLİK!

Aslında halen “Muktedir Kadınlar” üzerine uzunca bir yazı yazmaktayım ki alt başlıklardan biri aynen yukardaki gibi olacak... Nevzuhur kadınların “direksiyon sallama” hevesinin ardında-dibinde “erkekleri sallamama ve sollama” hırsının yattığından da bahsedeceğim... Hani şimdilerde, siyah jeeplerin içinde, gözlüklü, şuh, blucinli, türlü türlü türbanlılar var ya...

Adam gibi adam; mümin bir erkek, idarede, otoritede, yukarıda başta ki bir kadına asla tahammül edemez. Direksiyon başında bir hatun kişiyi haysiyetine yediremez, mümkün değil(“Kadınsı”lar bahsimiz dışında). Kadın haddini ve yerini bilmelidir, yeri ancak yuvasıdır... Zira Allah Resûl’ü de tasdiklemiş:

Başlarına bir kadını geçiren bir kavim asla iflah olmaz.
(İbni Hanbel Müsned 5/43,50; Tirmizi Fiten:75 Nesai Kudat:8; Buhari Fiten:18)

HZ. HATİCE "İŞ KADINI" MIYDI?

Değildi! Ticareti, henüz Efendimiz’le evlenmemişken, İslam dini daha kâinatı aydınlatmamışken, helal ve haramlar müminleri çepeçevre kuşatmamışken yapıyordu. Keyfî değil, zaruret icabı... Sosyalleşmek için değil, geçim için... Bilfiil değil, bilvesile... Hoş, bazı zaruretler haramı helal de edebilir, bir insan ölmeyecek kadar domuz eti bile yiyebiliyor(zaruretler de miktarınca tayin olunur)...

KADIN, OKUYUPTA "ADAM" MI OLACAK?

Hep deniyor ya; “müslüman kadın doktorlar lazım”. Başka? İyi de; bu kadar kadın mühendise, mimara, avukata, spikere, sekretere, hemşireye, hostese(son 3 meslek grubuna ayrıca dikkat!) ne hacet, neye lazım?.. Ailesini geçindiremeyen pek çok işsiz erkek varken?.. Kadın-erkek ihtilatının olmadığı bir tane –lafta- İslamî(!) müessese dahi yokken? Sahi, Çin de bile olsa aranması gereken ilim, rejimin üniversitelerinde midir? Samimiyetle soralım, aranan ilim midir, Mevlâ mıdır, bela mıdır? Ne konuşuyoruz?

Kadınlar okumamalı, tesettürsüz(veya türlü türlü tesettürlü!) asla okumamalı, hele ki erkeklerle karışık şekilde kat’iyyen okumamalı! Unutmayalım ki; haremlik-selamlık ölçüsü 1400 yıl öncesine ait bir hurafe değil(haşa).. Dikkatli bir adam, okuyan kadınları destekleyen herifler için de aynen şöyle yazmıştı:

“Erkekler sorumluluklarını yerine getirmeyip gezek (kazak) olunca, kadınlar ister istemez onların yapmaları gereken vazifeleri de yaparlar; hayatla "erkek gibi" mücadele ederler ve kadınlıklarını askıya alıp erkeğin gezekliğinden doğan boşluğu kendileri doldurmaya çalışırlar. Kadın olgun davranıp erkeğinin ihmal ettiği sorunlara göğüs gerdiği için erkekleşir; tıpkı başörtüsü konusunda mücadele veren kızlarımız gibi. Onları mücadelelerinden dolayı, yani erkek gibi davrandıklarından ötürü alkışlamayı adamlık sananlar, meselenin trajik yönünü görmeyi beceremiyorlar; kendi gezekliklerinden utanacaklarına "Aferin size, bakın bizim yapamadığımızı yaptınız, erkek gibi mücadele ettiniz" diyorlar. Boks veya karate maçında galip gelen kadını alkışlamak adamlık değil! Dolayısıyla kadınları mücadelelerinden (erkekleşmelerinden) dolayı alkışlayan gezekler, ancak eteklikle dolaşmaları halinde ciddiye alınabilirler.”

Gel de anlat!

HER NİMETİN KÜLFETİ VAR.

İslamın emirlerinde fevkalade bir nimet-külfet dengesi olduğu bedahettir. Nasılki , kocanın karısından itaat-sadakat bekleyebilmesi için, yuvasına bakması gerekiyor. Aynı şekilde, maddi yükünü erkeğin omzuna atan kadın da eşine itaate mecburdur. Zıtların birliği ve ahengi tastamam böyledir. Bedavaya ne var ki; hem dünyada, hem ahirette?

Neticede; kadın, doğurmakla, erkeğini takviyeyle, “yataklık etmekle” mükelleftir... Erkek dışarda, kadın içerdedir.... Erkek rızık toplar, kadın yuvayı toparlar. Adilane taksim budur! Uzatmadan...

29.12.2006 - arif

Konular