6.Uzun Emel'in Sebebi ve Çaresi

Uzun emerin iki sebebi vardır. Biri cehalet, diğeri dünya sevgisidir.
a. Dünya Sevgisi
İnsan dünyaya, şehvetlerine, lezzetlerine ve dünya ile olan ilişkilerine değer verdiğinde dünyadan ayrılmak kalbine ağır gelir. Kalbi, dünyadan ayrılmasına sebep olan ölüm hakkında düşünmekten kaçınır. Kim bir şeyden hoşlanmazsa, onu kendinden uzaklaştırır. İnsan bâtıl kuruntuların hayranıdır. Daima maksadına uygun olanı temenni eder. Nefsine uygun olan da dünyada baki kalmaktır. Baki kalmanın çarelerini hayal eder. Muhtaç olduğu mal, aile fertleri, ev, dostlar, hayvanlar ve dünyanın diğer şeylerini araştırır. Böylece kalbi bu düşünceye dalar, bundan ayrılmaz. Bu bakımdan ölümün anılmasından gafil olur. Ona yaklaşmaya bile gücü yetmez. Eğer bazı hallerde ölüm ve ölüm için hazırlanma kalbine gelirse onu tehir eder. Nefsine der ki: 'Önünde tevbe etmek için uzun günler vardır?'
Biraz yaşlanınca der ki: 'Pîr-i fani oluncaya kadar vakit vardır! Pîr-i fani olduğunda der ki: 'Şu evi yapıncaya, şu bostanı işlerini bitirinceye kadar bari tevbeyi tehir edeyim. Şu seferden dönünce veya şu çocuğun çeyizini yapıncaya, buna bir mesken hazırlaymcaya veya bana diş bileyen şu düşmanın kahrından kurtuluncaya kadar tehir edeyim5. Dolayısıyla durmadan ölümü hatırlamayı tehir edip geciktirir. Bir meşgale bitmeden, on meşgale daha çıkar. Böylece gün be gün ölüm hakkında düşünceyi geciktirir. Onu bir meşgale başka bir meşgaleye sürükler durur. Böylece ummadığı bir zamanda ölüm gelip yakasına sarılncaya kadar tehir eder ve son anda üzüntüsü çok büyük olur.
Ateş ehlinin çoğunun feryadı tevbeyi geciktirmektendir. Onlar 'Gecikmeden dolayı vay hâlimize!' derler.

Oysa bu işi geciktiren miskin kendisini ölümü hatırlamayı geciktirmeye davet eden sebebin bugün beraberinde olduğu gibi yarın da beraberinde olduğunu bilmez. O sebep müddetin uzamasıyla kuvvet kazanır. Oysa miskin dünyaya dalan ve dünyayı koruyan kimse bir gün boş vakit bulup tevbe etmesinin mümkün olduğunu zanneder! Ama nerede? Dünyadan ancak dünyayı atan boşalır.

Hiçbir kimse dünyadan ihtiyacını almamıştır.
Hiçbir ihtiyaç başka bir ihtiyaca götürmekten başka bir işe yaramaz!
Bütün bu kuruntuların esası, dünya sevgisidir. Dünyaya önem vermek ve Hz. Peygamberin şu hadîs-i şerifinin mânâsından gafil olmaktır:

Sevebildiğini sev! Muhakkak ondan ayırlacaksın! b. Cehalet
İnsan bazen gençliğine güvenir. Gençlikle beraber ölümün yakınlığını uzak bir ihtimal sayar. Miskin düşünmez ki memleketinin ihtiyarları sayılsa, memleketindeki erkeklerin onda birinden daha azdırlar. Onların az olmaları, ölümün gençler arasında daha çok olmasındandır. Bir ihtiyar ölünceye kadar bin çocuk ve genç ölür.

Bazen de sıhhatli oluşundan dolayı ölümü uzak sayar. Ansızın gelen ölümü uzak bir ihtimal olarak görür. Bilmez ki bu uzak değildir. Bu uzak olsa dahi ansızın gelen hastalık uzak değildir. Oysa hastalıklar ansızın gelir, kişi hasta olduğunda ölüm uzak sayılmaz. Eğer bu gafil ölümün gençlikten, orta yaşlılıktan, ihtiyarlık, yaz, kış, güz, bahar, gece ve gündüzden belli bir vaktinin olmadığını düşünse, şuuru ölüme hazırlanmakla meşgul olur. Fakat bunları düşünmemesi ve dünya sevgisi onu ölümün yakınlığından gafil olmaya sevk eder. Bu bakımdan o, ölümün devamlı ileride olduğunu zanneder. Ölümün başına geleceğini takdir etmez. Kendisinin devamlı başkalarının cenazelerini teşyi edeceğini zanneder. Kendi cenazesinin teşyi edileceğini hiç hesaba katmaz. Çünkü defalarca cenaze teşyi etmiş, artık buna alışmıştır.

O daima başkasının ölümünü müşahede etmiştir. Kendi ölümünü ise hiç düşünmemiştir, düşünmesi de uzak ihtimaldir. Düşündüğü takdirde de bir defadan sonra ikinci defa düşünmez. Bu bakımdan o, ilk ve sondur. Bu kimse nefsini başkasına kıyas etmeli, cenazesinin omuzlarda taşındığını ve defnedildiğini düşünmelidir. Belki de mezarının tuğlası hazırlanmıştır.

Bu bakımdan onun ölümü hatırlamayı ve (tevbeyi) tehir etmesi katıksız cehalettir. Bunun sebebinin cehalet ve dünya sevgisi olduğunu bildiğinde, tedavisi, sebebini bertaraf etmektir. Cehalet, uyanık kalpten gelen saf fikir ile bertaraf edilir, temiz kalplerden gelen beliğ hikmeti dinlemek ile kaldırılır.

Dünya sevgisine gelince, onu kalpten çıkarmakta kullanılan ilâcın acısı pek çetindir, geçmiş ve geleceklerin tedavisinden aciz kaldıkları müzmin bir hastalıktır. Bu hastalığın, son güne ve son gündeki büyük azap ve büyük sevaba iman etmekten başka ilâcı yoktur.
İnsan bunlara kesin olarak inandığı zaman kalbi dünya sevgisinden boşalır. Çünkü gerçek sevgi odur ki kalpten basit şeylerin sevgisini siler. Bu bakımdan kişi, dünyanın hakirliğini, ahiretin de büyüklüğünü gördüğünde dünyaya iltifat etmekten imtina eder.

Doğudan batıya kadar bütün dünya mülkü kendisine verilse bile aldırmaz. Bu nasıl böyle olmaz! Oysa dünyadan daha düşük az birşey vardır. O halde dünya ile nasıl sevinebilir veya ahirete iman etmekle beraber dünyanın sevgisi onun kalbinde nasıl yerleşir? Öyleyse Allah Teâlâ'dan dileğimiz, dünyayı sâlih kullara gösterdiği gibi, bize de göstermesidir!
Ölümü düşünmek hususunda emsallerinin ölümüne bakmak gibi bir ilâç yoktur. Bunlara ölümün nasıl ummadıkları bir zamanda geldiğine dikkat etmelidir.

Ölüm için hazırlıklı olan bir kimse, büyük bir zafer elde eder. Uzun emelle aldanmış bir kimse ise apaçık zarar eder.

İnsan her saat azalarına dikkat edip bu azalan böceklerin nasıl yiyeceğini, kemiklerinin nasıl dağıldığını düşünmelidir. Böceklerin önce sağ gözbebeğinden mi yoksa sol gözbebeğinden mi başlayacağını düşünmelidir. Çünkü onun bedeninde hiçbir şey yoktur ki böceğin yiyeceği olmasın! Kendisi için sadece ilim ile Allah rızası için yapılan katıksız amel kalır.

İşte böylece daha sonra bahsedeceğimiz kabir azabı, Münker ve Nekir'in suali, haşr, neşr, kıyametin dehşetleri, en büyük merasim gününün kulakları çınlatan gürültüsü hakkında düşünmelidir. Bu düşünceler ve benzerleri kalpte ölümün zikrini tazeler ve kalbi ölüm için hazırlanmaya davet eder.