İnsanların aşağılık dünyası

İlk ben değilim insanların aşağılık dünyasına serzenişte bulunan... Benden önce niceleri insanlara olabildiğince çok çığlıklar attılar... Atinalı Timon, Hamlet, Kral Lear, Moliere'nin "Adamcıl"ı, Üstadın "Husrev"i bunlardan bildiklerimin bazıları... Kimisi şöyle dedi, kimisi böyle, o da şöyle dedi... Hepsi insanların aşağılık dünyasına üzülüyorlardı; kendilerini ve birbirlerini mahvetmeleri kalplerini acıtıyordu. Aynı zamanda bu insanlar kendilerine de çektiriyorlardı... Ben de bir şeyler söylemek istiyorum insanların aşağılık dünyasına; ister dinlenilsin, ister dinlenilmesin.. Ama ben kendimi dinliyorum ya...

İki kadını biliyorum... Yaşlı annesi yatağa düştüğünde ona saygısızlıklar yapan; dalga geçen, gülen, üzen, ona bağıran ve eğlenen iki kadını... Etleri ve kemikleri var, ikisi de insan... Bu yaşlı kadın bir bebek olarak onları doğurmuştu. Bu iki kızına dair kurduğu hayallerin içinde, kızlarının gelin olması, kendisine yaşlılığında bakmaları, sahip çıkmaları ve onlarla mutlu olacağı kesin vardır bu yaşlı kadıncağızda... Mutlu olmuştu eminim onları doğurduğunda... İnsan, kendisini gelecekte mutsuz edecek olan yılanlarla da mutlu olur... Mutlu oldu bir an ve bazı yıllarca; ama mutluluğu bu iki kıza bağlı olan bir şey haline getirdiği için yaşlı kadın yıkıldı. Elbette mutluluğunu oluşturan bu kızlarına güveni ve sevgisi de vardı... Ah yaşlı teyze, köpek kalpleri var onların sen bilmiyorsun... Sakın anlatmasın birisi bana: "Efendim nefs sürekli olarak bir insana bakmaktan dolayı bıkar, bu insana sevgisi böylece azalır ve sonuç olarak insan azar... Dolayısıyla nefs ruha galebe eder. Zaten cahil, doğruları bilmeyen, kaba, görgüsüz ve eğitimsiz insanlardan bu iki kadın olduğu için sonuç böyle olur" diye... Bu ahmak terkibe bir cevap bile vermek istemiyorum. Çünkü: Yanlış... Ama yalnızca şunu söylemek istiyorum: Eylemlerimizin asıl sahibi biziz; kalbimizdir...

Eylemler kalpten emir alırlar. Dolayısıyla kalbin yılansa, yılanlı işler senden sudur eder. Kalbin melekse, melekli işler yaparsın. Emreden vicdandır anladın mı beni!..

Evli bir kadın vardı, tamam, hatırladım... Birisi anlatmıştı... Evli bir kadınmış, eşi onu ihmal ediyormuş ve başka bir kadınla macerası varmış. Bu evli kadın bunun için kocasını başka bir erkekle aldatmış... Ha, bu arada kadın eşini aldattığı için üzülmüşmüş... Evli kadın! Eşinin seni aldattığı ve ihmal ettiği için bu "nedenlere" dayanarak onu aldatman da bir aldatma... Hem eşin seni aldattığı için onu aldatman, bu "aldatmanın" doğru olduğunu göstermez.

Sen de eşin gibisin; aynı vicdanın yolcusu olmuşsunuz. Yalan söyleme bana! Senin içinde, kalbinde pislik vardı da böyle oldu. Kalbinin içinde, bak orada duruyordu; ve onunla harekete geçtin... "O"nun; içindeki kötü arzunun...

Voltaire "Yeğenime Mektuplar" ha!.. Aslında "Yeğenime Aşağılık Kalbimden Mektuplar" olması lazım...

Gazetelerden yeğeninin ırzına geçen insanları da biliyorum. Amca(!) ve dayı(!) oluyor bu arkadaşlar... İyi ki bir şehvetiniz var ha; bir köpek şehvet ki, hayvanlara geliyor diye, hayvanlarla da yatmanız doğru mu?.. Sen dayı ve amcasın, yeğenlerin çocukların hükmünde... Yeğenlerin senin kardeşinin çocukları olduğuna göre, ve elbette senin kardeşin de senin kardeşin olduğuna göre, bu çocuklar sana bakışta ve senin onlara bakışında " baba " ve " anne "kavramlarının duyguları ve aslı vardır ve olmalıdır... Sen ne yapıyorsun; aşağılık kalbinle ırzlarına geçtin! Sen kızkardeşine nasıl şehvet duymaman lazımsa ve duymuyorsan, onun çocuğu olan kıza da aynı bakışın sözkonusudur. Çünkü bu kız senin kızkardeşinin parçası ve ondan bir şeydir. Dolayısıyla kızkardeşin nasıl ebediyen kızkardeşinse, onun kızı da senin ebediyen evladın olur... Kızkardeşinin çocuğuna duyduğun şehvetle ve o fiili yapmakla "namus" kavramına da zarar verirsin. Çünkü sokakta kadın yakınlarının namusunu koruman, yeğenini arzuladığın ve ırzına geçtiğin için kendinle tezad olur... Kafamı bozma benim!.. Teyzelere ve halalara olması gereken şehvetsizliğin, bu tabiîliğin, şehvetli olmayan bir bakışın olmayacaktır... Dünyayı yeğenlerine olan şehvetinin doğruluğuna inandırdığında; halaları, teyzeleriyle, dayılarıyla ve amcalarıyla evlenen ve şehvet duyan aşağılık zümreler haline getirirsin sen...

Erkek veya kız çocuk babasına ve annesine karşı geliyor, isyan ediyor. Kendi baba veya anne olsaydı, kendi çocuğunun ona karşı gelmesi kalbini ezerdi. Öyleyse, anne ve babaya karşı gelinemez ve isyan edilmez ilkesi doğru... Dünyası daralıyormuş, babası ve annesi hayatı ona zindan ediyormuş. Kötü sözlerle, kelimelerle onu sıkıyorlarmış. Hayatını mahvetmişler, ve kendisi için bir şey yapmamışlar... Şunu bil ki çocuk, hiçbir şey "anne" ve "babalığın" haklarını elinden alıcı değildir. Ve annelik ve babalık hep yerinde durur. Yoksa anne ve baba diye bir şey kalmaz ortada... Bu yüzden sen onlara karşı gelemezsin... Sana karşı yapılanların hepsini bir kötülük olarak değerlendirdiğine göre; bunlara haydi bize göre kötülük olmasa bile bir "kötülük" olarak bakalım...

Birincisi kötülüğe karşı kötülük yapılamayacağına göre ve ikincisi hiçbir kötülük anne ve babayı ezmeye, karşı gelmeye meşruluk doğuramayacağına göre sana yapılan herşey için onlara asi gelmen yanlış bir şey çocuk... Hem "anne ve babaya isyan edilemez" ilkesi şayet bozulursa aile yıkılır. Bu da toplumun yıkılması demektir. Bu da insanlığın yıkılması demektir... Çünkü insanlar aileyle yaşarlarsa mutlu olurlar. Aile de huzur ve mutluluk anne ve babaya olan itaatle mümkün olur. Hem de anne ve babanın çocuklara göstereceği saygıyla, onlara kötü davranmamasıyla, sıkıntı vermemesiyle, erdemlilikle, doğru ve bilge davranışlarla aile de saadet sağlanır... Kısacası buna anne ve babanın ve bütün çocukların eksiksiz ruhi davranışlarının, erdemliliklerinin ve doğru ölçülerin hep yaşanması sonucu ailede huzurun ve saadetin olacağını söyleyelim... Oysa anne babaya isyan eden çocuk, ailede huzur ve saadetin çocuklarla tamamlanan yönüne zarar verdiği için huzur ve saadetin aileden gitmesine vesile olur...

Hem isyan etmeyi meşru görürsek, bütün çocuklar anne ve babalarına isyan ederler. Öyleyse isyan yasaktır. Yasak dolayısıyla bütünüyle ve en küçük şeyde de yasak olursa " yasak " olur. Öyleyse anne ve babanın kalbi hiçbir zaman kırılmaz ve onlara karşı gelinmez demektir bu... Yalnızca erdemsiz ve doğru olmayan, ve hayatımıza yanlış bir şekilde yön vermelerine, biz yine erdeme uyarak onların annelik ve babalık haklarını incitmeden ve zarar vermeden onlara cevap verebiliriz ve onları dinlemeyebiliriz.. Kendi yolumuzda gidebiliriz... İnsanı doğuran ve tohumu olan insanlara duyulan bu haklı saygıyı anlayıp da, annelere ve babalara isyan etmenin çirkinliğini de bilelim böylece...

Birbirlerini seven bir erkekle, bir kadın da varmış. Ama daha sonra kadın, bu sevdiği erkeği sevmekten vazgeçmiş ve onu bırakmış. Hemen de başka bir erkekle evlenmiş. Üstelik bu bıraktığı erkeğin tenini istiyor, kollarında olmak istiyormuş... Bir kere bu iş baştan aşağılık bir şey... Evlenmeden bir erkeğin teninin arzulanması ve kollarında olmayı istemek zina demektir. Evli değilsin çünkü... Zinanın, evli olmayan insanların bedeni fiilleri, bunun hayalleri, duyguları ve istekleri olduğunu hatırlatalım. Bunu geçelim, çünkü gerekeni söyledik...

"Sevmeye" gelelim şimdi... Sevmek zaten sevmektir. Fakat sevdikten sonra bir insan sevilmiyorsa, bu sevginin "sevgi" olmadığı anlaşılır. Sevgi sürekli olan bir durumdur. İçinde sadakati, coşmayı, erdemi barındırır... Ne yani, bir insanın Allah' a olan sevgisinde, bir zaman sevip, bir zaman sevmeme durumu var mıdır?.. Hz. Muhammed'i bir zaman sevip, bir zaman insan sevmeyebilir mi?.. Yine bağlanılan bir İslam büyüğünü, anne ve babamızı, veya bir müslümanı bir zaman sevip, bir zaman sevmeyebilir miyiz?.. Böyle bir sevgi, sevgi değil, yalan olsa gerektir... Demek ki sevgi sürekli bir durumdur; ve dolayısıyla bir insanı "seviyorum" demenin de sürekli olması gereken bir durum olduğunu burada söyleyelim... Ayrıca sevmek sürekli olmazsa, "sevmek ne?" sorusu bile "sevmenin" sürekli oluşunun gerekliliğine delalet eder. Ama şunu da söylemeden geçmeyelim: Bu sözkonusu erkekte layıklık, erdemlilik ve doğruluk gibi haller yoksa, bu kadının sevdiği erkeği sonra sevmemesini kınayamayız.

Çünkü bir erkeğin sevilmesi için layıklık, doğruluk ve erdem şarttır. Dolayısıyla erkek bu şartlarla sevilir. Ama sözkonusu kadın, sevdiği erkekte bunlar olduğu halde bu erkeği sevmekten vazgeçmiştir. O halde kadının bu erkeğe olan sevgisi "sevgi" değildi; çünkü az önceki sevgi için gereken şartlar bu erkekte vardı ve dolayısıyla kadın bu erkeği sevmesi "hep sevmek" olması gerekirdi...

Bu kadın aslında bu erkeği sevmemiştir. Ne için sevdiğini bilmeyen, ne için sevmediğini de bilemez... O da böyle insanlardan... Kalbiyle herhalde birçok erkekleri sevdiğinden, tek erkeği sevmesi gereken kadın kalbine zarar verdi herhalde... Böylelikle bu yapısını aşındırdı; ve dolayısıyla kadının fıtraten tek erkeği sevmek düşüncesinden ayrılarak çok erkekleri seven bir kalbe sahip olduğu için, sevginin sürekli olması gereken bir durum olması gerçeğine göre hareket eden bir kalbi de olmadı ne yazık ki... Hem sureten bu erkeğe sevgi görünüşü altında, kalbindeki bu küçük sevgisini "sevgi" adı altında ona ve kendisine yutturdu... Şu gerçeği bilmiyordu bu kadın: Sevgi her insanda azalır ve yükselir. Kalp sevilen insana sevgiyi arttırmak için bu sevmeyi kendi devam erttirir sevginin bitmemesi için... Şayet "sevmek" sevmekse tabi... Sevme yoksa ortada, kalbin sevmeyi arttırması da olmaz. Çünkü kalp sevmeyi istemiyordur... Seven bir kalp, sevgi azalmalarında böyle hareket eder çünkü sevmiştir ve burada sevmenin hep var olması için bir savaşma vardır. İşte sahtekar bir sevgi böylelikle anlaşılır.

Çünkü seven, sevgi azalmasında sevmek ister; ama gerçek bir sevgisi olmayan bu sevgi azalmasında sevmek için kendini zorlayamaz ve sevmeyi yükseltemez. Kendini istese ve zorlasa bile sevgisi "güdük" olduğundan elinden bir şey gelmez... "Seni seviyorum" diyormuş. Yalan! Seviyordun da neden başka bir erkekle evlendin!.. Senin gibi seven kadınların olduğu bir dünyayı istersek, bu dünya da kocalarıyla sürekli boşanan, evlenmeden önce eşinden başka erkekleri seven, erkeklerin vakitlerini çalan, onları acılara bırakan, anneleri başka erkekleri sevdiği için elem çekecek çocukların olduğu bir dünyayı istemiş olacağız... Senin sevmen, bazı insanlarda olan sathi nefret gibidir. Bir zaman nefret ederler, ama aslında nefret yoktur ve gider. Senin sevmende, kalbinde çakan bir kıvılcımın biraz alev alması sonucu yanan köksüz bir ateşti. Oysa kökü olmayan bir şey değersiz olduğu gibi, senin bu köksüz sevginde değersiz ve "sevgi" değildi...

Ya sen kadınları hayalinde şehvetle arzulayan erkek; ya sen erkekleri şehvetle arzulayan kadın; ne kadar çok karılarınız ve kocalarınız var!.. İnsanlara ahlaktan bahsedebilir misiniz?. Bahsedemezsiniz... Çünkü siz insanların eşlerini ve ileride eşleri olacak kimseleri şehvetle arzuluyor ve istiyorsunuz. Siz şehvetle arzuladığınız kişilerin, eşleriyle, yakınlarıyla, akrabalarıyla konuşuyorsunuz; onların dininden, onların milletinden, onların mahallesinden, şehrinden ve ülkesindensiniz... Hamletvari sizlere söyleyeyim: İnsanlar beni hayatınız ve dünyanız deli etti!..

Sen eşcinsel bir erkeksin, sen de lezbiyen bir kadınsın öyle mi?.. Nursuz olan bu işi, vicdanınız kötülemiyor mu size?.. Sizler eşcinselliğin, şayet bu eşcinselliğinizin doğru olduğuna inanıyorsanız, insanlara zinanın da doğru bir şey olduğunu söylemeniz gerekir... Kendi cinsinizle yaptığınız livata, lezbiyenlik doğru oluyorsa, aşağılık olan zinanında doğru sayılması gerekir... Demek orospuluk ve kadının etini satması doğru?! Çocukların annelerinin zina etmesi de doğru öyle mi?..

Kocanın karısı bir kadınla birleşecek, anne bir kadınla cinsi münasebet yapacak ha!.. Hayvanlar bile yapmaz bunu... Bu eşcinselliğinizin dünyası doğruysa, "temizlik ne?", "ahlak ne?" bana söyler misiniz?.. Bir insana veya insanlara, eşcinselliğinizin doğru bir şey olduğunu söyleyip, insanlara ahlaktan bahsetmeniz; insanlara "ahlaklı olun" demeniz gülünç birşey olacaktır. Öte yandan ahlaklı olunmadan yaşanılmaz. Nasıl bir dünya bu sunduğunuz...

Dostluk varmış sizin dünyanızda, dostmuşsunuz dostlarınızla; vay canına!.. Parayı bulunca gözükür dostluğunuz... Dostunuza bir tehlike geldiğinde, parasız kaldığında, siz bir makama, şöhrete kavuştuğunuzda; veya herhangi başka bir şey karşısında ve durumunda dostluğunuzun yalan olduğunu hep gördüm... Sizin palavradan dost sevginizi bastıran bir şey yeter ki meydana çıksın; dostluğunuzu yenecektir... Dostmuş, dostunuzmuş... Gülerim ben buna, başka bir şey demem... Söyleyin insanlar, dostunuzu kendinize hep tercih edebilir misiniz?.. Ki dostluk, dostunu kendinden daha çok sevmek ve hep onu tercih etmektir. Bu böyle olmadıktan sonra, herhangi bir şey dostluğunuzu çok kolay bitirir. Çünkü dostunuzu kendiniz üzerinde tutmadığınızdan, kendinizi dostunuz üzerinde tutarsınız. O zaman da kendi işinize gelmeyen bir şeyde veya dostunuz uğruna bir zarar ve menfaatsizlik başınıza gelebileceğinden veyahutta bunun ihtimalinden dolayı, dostunuzla bağınızı koparırsınız... Of.... Yalan bu dostluklar, yalan!..

Hepinizi anlatamam insanlar, hepinizi burada şimdi anamam. Ama kalbinizi biliyorsunuz nasılsa... Sen cimri insan, sen hastalarına bağıran, kötü davranan doktor, sen karısına acı veren, ona hayatı çekilmez kılan koca, sen anne ve babasını döven çocuk, sen insanlara zulmeden kişi, sen kibirli kişi, sen, sen, sen sen; hepiniz kendinizi biliyorsunuz, hepinizi söylemeye gerek yok!.. Bu dünyayı sizin aşağılık bir dünya getirdiğinizi de biliyor musunuz?.. Yaşayın. Ama bilin ki, "Şu insanlar hala adam olamadı" demeye hakkınız yok. Sizin bu insanlardan bir farkınız var mı? Eleştirdiğiniz insanların şeyleri sizde olmayabilir; ama sizde de başka aşağılık şeyler var... Açıkçası siz insanlar, birbirinizle farkında olmadan elele vererek dünyamızı aşağılık bir hale getirmişsiniz. Yakınlarınıza, başka insanlara ve birbirinize acı çektiriyorsunuz durmadan... Düzelmek istemiyorsunuz. Nefsinizle yaşadığınız bu kötü iklim hoşunuza gidiyor...

Sizi adam edebilmeye yönelik, ellerinde tam ve doğru fikirler ellerinde bulunsaydı, şimdiye kadar insanlık tarihimizin sayın felsefecileri, sanatçıları ve ilim sahipleri sizi adam ederlerdi. Büyük denilen fikir sistemleri, küçük fikir akımları, ideolojiler, insan kaynaklı düşünceler, incil ve tevrat, şu ve bu sizi adam edebilseydiler veya buna kendileriyle ihtimal olsaydı bu şimdiye kadar anlaşılırdı. Ama zaten hiçbir insan, sonsuza kadar kendisine zaman ve mühlet verilse bile, hiçbir zaman "bütünü" ve "eksiksiz tam doğruları" kendi aklıyla bulamayacaktır... Bu ancak, bütünün ve eksiksiz tam doğruların, Allahın bildirmesi ve açıklamasıyla olur çünkü...

Doğru olan şeyin ne olduğu mu?.. İki heceli bir kelime: İslam... Yalnızca bununla günü gelebilecek güzel bir dünyayı, insanlığın pırıldayacağı mutlu ve acısız bir iklimi sevebilir misiniz?..

Levent Özrenk


Konular