4.Niyet ile İlgili Amellerin Tafsilâtı

Ameller her ne kadar fiil, söz, hareket, sükûn, celb, fikir ve zikir gibi sayılamayacak kadar çok kısma ayrılabilirse de genel olarak üç kısımdır:
1. İbadetler
2. Günahlar
3. Mübahlar

Birinci kısım günahlardır. Niyet, günahı günahlıktan çıkaramaz. Bu bakımdan cahil kimselerin 'Ameller ancak niyetlere göredir' hadîs-i şerifinden bunun aksini anlaması doğru değildir. O halde cahil kimseler niyetten dolayı günahın ibadete dönüşeceğini zanneder; tıpkı insanların kalbini kazanmak amacıyla herhangi bir insanın gıybetini yapan veya başkasının malından sadaka veren veya haram mal ile tekkehane, mescid veya medrese yaptıran ve maksadı hayır olan kimse gibi. İşte bütün bunlar cehalettir. Bunları zulüm ve günah olmaktan çıkarma hususunda niyetin hiçbir tesiri olamaz. Bilakis bu kişinin şeriatın emirleri aksine şer ile hayır işlemek istemesi, başka bir şerdir. Eğer bunu bilerek yapmışsa bu kişi şeriata karşı çıkmıştır. Eğer bunu bilmiyor ise, cehaletinden dolayı günahkârdır; zira ilmi talep edip cehaletten kurtulmak her müslümana farzdır. Hayırların hayır oluşları ancak şeriatla bilinir.Öyle ise şerrin hayra dönüşmesi nasıl mümkün olabilir? Bu uzak bir ihtimaldir. Bilakis bu kalbe, gizli şehvet ve hevâ yerleştirilmiştir; zira kalp, mevki hırsına kapılıp insanların kalplerini kazanmaya meylettiğinde ve nefsin arzulayacağı diğer dünyevî şeyleri arzuladığında şeytan cahili onunla kandırmaya kalkışır.

Sehl et-Tüsterî 'Allah'a cehaletten daha büyük bir günah ile is-yan edilmemiştir' demiştir. Kendisine 'Ey Ebu Muhammed! Cehaletten daha fena birşey biliyor musun?' denildiğinde de 'Evet! Kişinin, cehâletini bilmemesi (cehl-i mürekkeb)dir' karşılığını vermiştir.

Durum gerçekten de böyledir; zira cehaleti bilmemek, öğrenme kapısını tamamen kapatır. Kendisini âlim zanneden kimse nasıl öğrenebilir?

Bunun gibi kendisiyle Allah Teâlâ'ya itaat edilen şeylerin en üstünü ilimdir. İlmin başı da ilmi bilmektir; tıpkı cehaletin başının cehaleti bilmemek olduğu gibi. Faydalı ilmi, zararlısından ayıramayan kimse, herkes gibi dünyanın vesileleri olan yalancı ilimlere dalar. Bu ise, cehaletin esası; âlemin fesad menbaıdır. Oysa maksad şudur: Cehaletinden ötürü günahı işlemekle hayrı kasteden kimse mazur değildir. Ancak yeni müslüman olmuş ve daha öğrenme imkânı bulamamışsa o zaman mesele değişir.
Eğer bilmiyorsanız zikir (ilim) ehline sorun! (Enbiya/7)
yaklaşmak isteyen kötü âlimlere benzerler; zira bu kimseler ilmi öğrendiklerinde yol kesici olurlar. Her biri bir memlekette deccalın vekili olarak harekete geçer. Dünyaya dalarak nefsin hevâsına tabi olurlar ve takvâdan uzaklaşırlar. Bunları gören halk da Allah'a isyan hususunda cesaret alır. Sonra bu ilmi benzerleri takip eder. İnsanlar onu şer ve hevâya kapılmak için vesile edinirler. Böylece zincirleme gider. Bütün bunların vebali de niyetinin bozuk olduğunu bilmesine rağmen ona bu ilmi öğreten muallime gider; çünkü o muallim onun sözlerinde, fiillerinde, yemesinde içmesinde ve evinde günah çeşitleri görmesine rağmen, ona bu ilmi öğretmiştir. Bu bakımdan bu âlim ölür; fakat yaptığı kötülüğün izleri, bin veya ikibin sene dünyaya yayılmış olarak kalır. Öldüğünde günahları da kendisiyle birlikte ölüp giden kimselere ne mutlu! Sonra bu kişinin cehaletine şaşmamalıdır; zira o der ki: 'Ameller ancak niyetlere bağlıdır. Bense bununla, yalnızca dinî ilimleri yaymak istedim. Eğer o öğrendiğini kötüye kullanmış ise, günah bende değil ondadır. Benim gayem; o ilimden, hayırlı işlerde yararlanmasını sağlamaktı.

Ancak baş olma, insanları peşine takma ve ilminin yüceliğiyle böbürlenme sevdası ona böyle hareket etmeyi güzel göstermiştir. Şeytan onu baş olma emeli vasıtasıyla şaşırtmıştır'.
Bu öğretmen bir yol kesiciye kılıç ve at verip işinde kullanacağı vasıtaları temin ettikten sonra şu şekilde mazeret beyan eden kimseye ne cevap verecektir? 'Benim amacım cömertlik yapmak ve Allah'ın güzel ahlâklarından biriyle ahlâklanmak idi. O'nun, verdiğim kılıç ve atla Allah yolunda çarpışmasını istedim; zira cihad için atlar hazırlamak, onları Allah yolunda besleyip bağlamak ve gazilere kuvvet hazırlamak; insanı, Allah'a yaklaştırıcı ibadetlerin en üstünüdür. Buna rağmen eğer o kişi verdiğim şeyleri yol kesmek için kullanmışsa günahkâr olur; bunda benim ne suçum var?' Oysa fakîhler böyle bir yardımın haramlığında ittifak etmişlerdir. Bununla birlikte cömertlik, Allah nezdinde ahlâkların en sevimlisidir.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Muhakkak ki Allah Teâlâ'nın üçyüz ahlâkı vardır. Kim bunlardan biriyle O'na (mânen) yaklaşırsa cennete dahil olur. Bu ahlâkların Allah katında en sevimlisi de cömertliktir.
Durum böyle olmasına rağmen bu cömertlik niçin haram kılınmıştır? Cömert kimselere, cömertlikte bulundukları kişilerin hallerini araştırıp öğrenmeleri niçin farz kılınmıştır? Bu bakımdan, aldığı silahı kötüye kullanma âdetinde olduğu bilinen zâlime silah vermek değil, aksine elindeki silahı almaya çalışmak gerekir. İlim ise. şeytana ve Allah'ın düşmanlarına karşı kullanılan bir silahtır. Bazen Allah'ın düşmanları; yani nefsin hevâları da bundan faydalanır.

Bu bakımdan dünyasını dinine, nefsinin hevâsını ahiretine tercih edip de imkânsızlıktan ötürü bundan aciz olan kimseye, şehvetlere götürme imkânını sağlayacak bir çeşit ilimle yardım etmek nasıl caiz olabilir? Bilakis selef âlimleri, kendilerinden ilim öğrenmeye gelenlerin hallerini devamlı kontrol ederlerdi. Nafilelerde kusur ettiğini gördüklerinde bu durumunu çirkin karşılar, ona ikramda bulunmayı terkederlerdi. Kendisinde bir fısk u fücûr gördüklerinde veya bir helâli haram saydığını öğrendiklerinde onu terkedip meclislerinden uzaklaştırırlardı. Ona ilim öğretmek şöyle dursun onunla konuşmayı bile terkederlerdi; zira onlar herhangi bir şeyi, amel için değil de başka bir maksad için öğrenmek isteyen kimselerin gayesinin, ancak kötülükte kullanabilecekler; bir alet aramak olduğunu biliyorlardı.

Selefin hepsi sünneti bilen fâcir vc fâsık âlimden Allah'a sığınmışlardır; cahil bir fâsık içinse böyle bir sığınmaya tevessül etmemişlerdir.

İmam Ahmed b. Hanbel'in arkadaşlarından biri şöyle anlatıyor: İmamın meclislerine, uzun seneler devam eden bir kişi vardı. Bir ara İmam ondan yüz çevirdi. Kendisini terkedip onunla konuşmaz oldu. Bu kişi durmadan, bunun sebebini soruyor; İmam ise birşey söylemiyordu. Sonunda şöyle dedi: 'Kulağıma geldiğine göre, sen çarşıya bakan duvarını sıvatarak, müslümanların yolundan, hakkın olmadığı halde, sıvanın kalınlığı kadar yer tutmuşsun. Bu bakımdan sen ilim öğretmeye uygun değilsin!'

İşte selef, kendilerine ilim öğrettikleri kişilerin hallerini, yaşantılarını bu şekilde kontrol ediyorlardı. Bu ve buna benzer misaller, taylesanlar ve geniş yenli giysiler; uzun dillere ve (sözde) çok faziletlere sahip olsalar dahi, ahmaklarla şeytanın uşaklarına karışık gelir. Burada fazilet'in çokluğundan gayem; insanı dünyadan sakındırmayan, ahirete teşvik etmeyen ilimlerin fazlalığıdır. Bu ilimler halkla ilgilidir. İnsanlar bunlar vasıtasıyla dünya malını derlemeyi, halkı peşine takmayı, emsallerini dünya sa-hasında geçmeyi sağlar.

Bu durumda Hz. Peygamber'in 'Ameller niyetlere göredir' hadîs-i şerîfi, bahsi geçen üç kısımdan, ancak taatlere ve mübahlara tahsis olunur. Günahlara tahsis olunmaz; zira taat, niyet ile masiyete dönüşür. Mübah bir şey de niyet ile masiyete ve taate dönüşür.

Masiyetler
Masiyetler niyetle, hiçbir zaman taata dönüşmez. (Mesela yapanın niyeti ne olursa cismi, zina hiçbir zaman mübah olmaz). Evet; burada niyetin rolü de vardır. Şöyle ki: Niyete çirkin maksadlar eklendiğinde günah daha da artar, vebâli büyür. Nitekim biz bunu Tevbe bahsinde sözkonusu etmiştik.

Taat
Taatlerin sıhhatinin kat kat olması, esasında niyete bağlıdır. Faziletlerinin kat kat olması da niyetlerle irtibatlıdır. Asl'a gelince bu taatlerde, sadece Allah'a ibadete niyet etmektir. Eğer kişi riyaya niyet ederse taati masiyet olur.

Faziletin kat kat olmasına gelince, bu da 'güzel niyetlerin' çokluğuna bağlıdır; zira kişi, bir tek taat'te birçok güzel şeye (hayra) niyet edebilir. Böylece herbir niyete karşılık kişiye bir sevap yazılır; zira onların hepsi güzeldir. Her hasene (sevap) de on misline kadar artar. Nitekim bu hususta haber vârid olmuştur. Buna örnek olarak mescidde oturmayı gösterebiliriz. Mescidde oturmak taattir. Kişinin bununla birçok hayra niyet edip muttakîlerin amellerinin faziletlilerini işlemek sûretiyle Allah'ın dergâhına yaklaştırılanların derecesine ulaşmak istemesi mümkündür.

Birincisi
Caminin 'Allah'ın beyti' (manevî evi), oraya girenin de 'Allah'ın ziyaretçisi' olduğuna, dolayısıyla bu girişten maksadının mevlâsını ziyaret etmek olduğuna ve bundan ötürü de Hz. Peygamber'in diliyle va'dedilen mertebeye varmak istediğine inanmaktır;

zira Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Camide oturan kimse Allah'ı ziyaret etmektedir. Ziyaret edilene (Allah'a) de ziyaret edene ikram etmek haktır.22

İkincisi
Kişinin, kıldığı namazdan sonraki ikinci namazı beklemesidir. Böyle bir kişi orada beklediği sürece namazda sayılır. Bu da Allah Teâlâ'nın şu ayet-i celîlesinin mânâsıdır:
Savaşa hazırlıklı bulunun! (Âlu İmran/200)

Üçüncüsü
Kulak, göz ve diğer azaları hareket ve tereddütlerden sakındırmak suretiyle ibadet etmektir; zira camide itikâfa girmek, azaları, isteklerinden alıkoymak demektir. Bu da oruç mâ-nâsındadır. Oruç ise, bir ibadet çeşididir. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Ümmetimin ruhbâniyeti (rahibliği) camilerde oturmaktır.23

Dördüncüsü
Kişinin, himmetlerini (isteklerini) Allah'a yöneltmesi devamlı olarak ahireti düşünmesi, camiye girmek suretiyle, kendisini bun-lardan alıkoyarak meşgalelerden uzaklaşmasıdır.

Beşincisi
Her şeyden vazgeçip yalnızca Allah'ın zikrine veya zikrini dinlemeye veya O'nu düşünmeye yönelmesidir. Nitekim haberde şöyle denilmiştir:
Allah'ı zikretmek veya o'nu tezekkur için erkenden mescide giden Allah yolunda cihad etmiş olur diye vaid olmuştur.

Altıncısı
Mescidde bulunduğu müddetce orada ibadetine kusur edenlerin kusurlarını düzeltmeyi niyyet etmektir.Çünkü mescide girip ibadeti niyyet edenler arasında pek çok cahiller vardır. Onların kusurlarını düzeltmekle mükafat kazanır.

Yedincisi
Allah yolunda kardeş olan birinden istifade etmektir; zira bu da bir ganimet ve ahiret zâhiresidir. Mescidlerse, Allah için sevişen ve Allah yolunda tanışan mü'minlerin yuvasıdır.

Sekizincisi
Allah'tan utanarak, Allah'ın evinde O'nun yasaklarını çiğnemekten çekinerek günahları terketmektir. Hz. Ali Hz. Hasan'a şöyle demiştir: 'Allah Teâlâ, devamlı olarak camiye gidip gelmeyi âdet edinen kimseye şu yedi hasletten birini rızık olarak verir: Allah yolunda kendisinden istifade edilen bir kardeş veya umulmayan yerden gelen bir rahmet veya verilen zarif bir ilim veya hidayete götüren birşey veya kendisini felâketten kurtaracak bir kelime veya korkarak yahut da utanarak terkedilen günah'.

İşte niyetlerin çoğaltılmasının yolu budur. Diğer ibadetler ve mübahlar da buna kıyas edilebilir; zira hiçbir ibadet yoktur ki birçok niyetlere uygun olmasın. Mü'minin kalbinde, ancak hayır hu-susundaki çalışmaları ve düşünceleri nisbetinde niyet bulunur. Dolayısıyla amelleri tertemiz olur ve sevapları çoğalır.

Mübahlar
Üçüncü kısım, mübahlardır: Mübahların her birinde bir veya birçok şeye niyet edilebilir. Böylece mübahlar, bu niyetler vasıtasıyla Allah'a yaklaştırıcı amellerin güzellerinden olur ve kişi bu niyetler sayesinde yüksek dereceler elde eder. Bundan gafil olanın zararı ise çok büyüktür. Böyle bir kimse, gaflet ve unutkanlıktan dolayı, bu mübahları, tıpkı başıboş hayvanlar gibi işler. Oysa kul, kalbine gelenlerin, attığı adımların ve geçirdiği zamanların hiçbirini hakir görmemelidir; zira bütün bunlar, kıyamet gününde 'Bunu niçin yaptın?' diye kuldan sorulacaktır. Bu, içerisine kerahet karışmamış mübah hakkındadır.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Dünyanın helâli hesap, haramı ise ikab (ceza)dır.25

Muâz b. Cebel'in rivayet ettiği bir hadîs-i şerifte Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Muhakkak ki kul kıyamet gününde, herşeyden; hatta gözündeki sürmeden, parmaklarıyla ufaladığı çamur kırıntılarından ve arkadaşının elbisesini ellemesinden bile sorulacaktır (hesaba çekilecektir).26

Güzel kokuları Allah için sürünen kimse, kıyamet gününde, kokusu miskten daha tatlı olduğu halde haşredilir. Allah'tan başkası için sürünen kimse ise, kıyamet gününde Allah'ın huzuruna, kokusu leşten daha pis olduğu halde varır.27

Bu bakımdan güzel koku kullanmak mübahtır. Fakat orada niyet lâzımdır.

Soru: Güzel koku ile neye niyet edilebilir? Oysa o, nefsin bu dünyadaki nasiplerinden biridir. Allah için nasıl kullanılanabilir?

Cevap: Mesela gerek cum'a gününde, gerekse de diğer günlerde güzel koku sürenen kimse, bununla, dünyanın nimetlerinden faydalanmak veya arkadaşlarının kendisine imrenmeleri için malının çokluğu ile böbürlenmek veya halkın kalbinde yer ederek güzel koku ile anılmak veyahut yabancı kadınların hoşuna gitmek ya da riyakârlık yapmak istemiş olabilir Bu iş daha sayılamayacak kadar çok şey için yapılabilir. Bütün bunlar koku sürünmeyi günaha çevirirler. İşte bu kötü niyetlerden dolayı koku sürünmek, kişinin, kıyamette, leşten daha pis kokmasına sebep olur. Ancak kokunun, ilk niyetle; yani (Allah'ın verdiği) nimetten faydalanma niyetiyle sürülmesi masiyet değildir. Ancak kişi bundan da sorulacaktır. Oysa hesap hususunda münakaşaya tutulan kimse azap görmüş demektir. Mübahların herhangi birinden istifade etmeyen kimse ise ahirette ondan dolayı azap görmez. Fakat istifade ettiği takdirde, ahiret nimetinden, istifadesi nisbetinde eksilir. Fani olan bir şeyi tercih etmekten dolayı fani olmayan bir nimetin eksilmesi, zarar olarak kâfidir.

Koku sürünmekteki güzel niyetlerse şunlardır: Kişi onunla Hz. Peygamber'in cum'a günündeki sünnetine uymak ve yine onunla camii tâzim etmek ve Allah'ın evine saygı göstermek ister. Oraya Allah'ı mânen ziyaret etmek maksadıyla, ancak güzel kokular sürünmek suretiyle girmeyi uygun bulmuştur. Ya da mescid komşularının, sürünmüş olduğu güzel kokularla ferahlık duymalarını ister. Bazıları da bu işi, kendisiyle beraber camiye gelenlere eziyet vermemek; ya da 'Etrafa kötü kokular saçıyor' diyen gıybetçilerin yüzüne bu kapıyı kapamak için yapar. Aksi takdirde bu kişiler, gıybetten dolayı günahkâr olurlar. Bu bakımdan gıybetten korunmaya gücü yettiği halde gıybetinin yapılmasına sebebiyet veren kimse gıybetçilerinin günahına ortak olur. Nitekim bir şiirde şöyle denilmiştir: 'Durdurmaya güçleri yettiği halde bir kavmin yanından göç ettiğin takdirde (asıl) göç eden onlardır'.
(Onların) Allah'tan başka yalvardıklarına sövmeyin ki onlar da bilmeyerek sınırı aşıp Allah'a sövmesinler!(En'âm/108)
Allah Teâlâ bu hükümle; kötülüğe sebebiyet veren şeyin de kötülük olduğuna işaret etmiştir.

Bazen de dimağın tedavisi için kullanılır ki bu sayede kişinin zekası artsın! Düşünce ile dinin mühim meselelerini anlamak kendisine kolay gelsin. Nitekim İmam Şâfiî (r.a) 'Kimin kokusu güzelleşirse onun aklı artar' demiştir. Kalbinde ahiret ticareti ve hayır talebi galib olan fakîhlere, bu ve buna benzer niyetler yabancı değildir.

Kalbine dünya nimetlerinin galebe çaldığı kimselerin kalbinde bu niyetler bulunmaz. Bu durumda kendisine hatırlatılsa dahi kalbi bu niyetler için harekete geçmez. Böylelerinin kalbinde sadece nefsin fısıltısı vardır. Bu ise hiçbir zaman niyet olmaz.
Mübahlar çoktur. Bunlar hakkındaki niyetleri saymaksa mümkün değildir. Bu bakımdan diğerleri de bu misâle kıyaslanmalıdır.

Selefin âriflerinden biri şöyle demiştir: 'Herşeyde; hatta yememde içmemde, uyumamda ve tuvalete girmemde bile bir niyetimin olmasını istiyorum'.

Bütün bunlarla Allah'a mânen yaklaşmak mümkündür; zira vücudun varlığı devam ettirmesine kalbin mutmain olup buzur bulması da vücudun mühim vazifelerindendir sebep olan herşey din hususunda yardımcıdır. Bu bakımdan yemekten gayesi, ibadetler için güçlü olmak; cinsî münasebetten gayesi de dinini korumak, ailesinin kalbini hoş tutmak, kendisinden sonra Allah'a ibadet edecek salih bir evlat kazanmak ve onunla Hz. Peygamber'in ümmetini çoğaltmak olan kimse, yemesiyle ve cinsî münasebetiyle de Allah'a itaat etmiş olur.
Nefsin bu dünyadaki nasiplerinin en büyüğü, yemek ve cinsî münasebettir.

Bunlarla hayrı kastetmek, kalbinde ahiret düşüncesi daha galib olan kimse için yasak değildir. Kişinin, yemek ve cinsî münasebetteki niyetini güzelleştirmesi gerekir. Kişi malı zayi olduğunda 'Allah için sadaka olsun' demelidir. Gıybetinin yapıldığını duyduğunda, gıybetçilerinin, kendi günahını yükleneceklerini düşünerek kalbini hoş tutmalı; onların hayırlarının, kendi defterine geçeceğinden dolayı da sevinmelidir. Cevap vermemekte buna niyet etmelidir.

Bir haberde şöyle denilmiştir:
Kul kıyamet günü hesaba çekilir.Ameline afetler karıştığı için bütün ameli batıl olur ve cehennem'i hak eder Sonra cennete girmesini gerektiren bir takım amaller önüne serilir adam şaşırır ve ya rab bunların hiç birisini ben yapmadımder kendisine bunlar seni gıybet edip sana eziyet ve zulmmedenlerin amelidir.denir

yine haberde kul kıyamet günü dağlar gibi sevablara gelir.Eğer bu sevaplar kendisine kalsa doğrudan cennete girerdi fakat zulm edip dövüp sövdüğü insanlar gelir hepsine hakları nisbetinde sevaplar verilir melekler bu adamın sevapları bitti fakat daha borcu bitmedi derler.allahu teala alacakların günahlarını ona yükleyin ve sonra da onu cehennem'e atın buyurur

Kısacası sakın hareketlerinden hiç birini hakir görme! Sonra aldatışlarından ve şerlerinden korunamazsın! Sual ve hesap gününde mükâfatlarını alamazsın. Muhakkak ki Allah Teâlâ senin kalbindekileri bilir. Kişinin ağzından çıkan her sözün yanında bir rakîb bulunmaktadır.

Seleften biri şöyle anlatıyor: Birgün mektup yazıyordum. Mürekkebini kurutmak için komşumun duvarından toprak alıp üzerine serpmek istedim. Fakat mahzurlu gördüğümden vazgeçtim. Sonra kendi kendime 'Alacağın ne ki? Toprağın ne kıymeti olabilir?' diyerek mektubumun mürekkebini komşumun duvarından aldığım toprakla kuruttum. Bunun üzerine gaibden bir ses şöyle dedi: 'Toprağı önemsemeyen kimse yarın karşı karşıya geleceği kötü hesabı bilecektir!'

Adamın biri Süfyan es-Sevrî ile birlikte namaz kıldı. Bir ara Sevrî'nin elbisesinin ters olduğunu farketti. Bunu haber verdiğinde Sevrî elini uzatıp onu düzeltmek istedi. Sonra da bun-dan vazgeçti. Niçin düzeltmediği sorulunca da 'Ben bunu Allah için giydim. O'ndan başkası için düzeltmek istemiyorum' dedi.

Hasan Basrî şöyle demiştir "Kişi, kıyamet gününde birinin yakasına yapışarak 'İkimizin arasında Allah hükmetsin!' der. Yakası tutulan kişinin 'Allah'a yemin ederim ki ben seni tanımıyorum! (Benden ne istiyorsun?)' demesi üzerine de 'Sen benim duvarımdan bir kerpiç almış, elbisemden de bir iplik çekmiştin!' karşılığını verir".

İşte bu ve buna benzer haberler, korkanların kalplerini paramparça etmiştir. Eğer azim ve akıl sahiplerinden olup mağrurlardan değilsen şimdiden nefsinin hallerini araştır! İnceden inceye hesaba çekilmezden önce, nefsini inceden inceye hesaba çek, onun hallerini kontrol et! Düşünmeden ne dur ve ne de harekete geç! Niçin hareket ettiğini tesbit etmeden, maksadının ne olduğunu bilmeden harekete geçme! Dünyadan neyi elde edeceğini, ahirette elinden ne kaçıracağını, dünyayı ahirete neden dolayı tercih ettiğini düşünmeden hareket etme! Seni teşvik eden şeyin dinden başkası olmadığını bildiğinde azmini yerine getir; kalbine geleni yap. Aksi takdirde yapmaktan sakın. Sonra sakındığında da kalbini kontrol et; zira fiili terketmek de bir fiildir. Dolayısıyla bunun da doğru bir niyeti olmalıdır. Bu fiile gizli bir hevâ sebep olmamalıdır. İşlerin dış görünüşleri, hayırların meşhurları seni aldatmamalıdır. Var kuvvetinle derinlikleri ve sırları kavramaya çalış! Mağrur kimselerin atmosferinden ancak bu şekilde çıkabilirsin.

Hz. Zekeriyya bir duvar işinde ücretle amelelik yapıyordu. Yemek vakti geldiğinde kendisine bir ekmek verdiler; o ancak elinin kazancından yerdi tam onu yemeye başladığı sırada bir grup kendisini ziyarete geldi. Ancak Hz. Zekeriyya elindekini bitirinceye kadar onları davet etmedi. Onun cömertliğini ve dünyadaki zâhidliğini bildiklerinden, bu hareketi, gelenleri şaşırttı. Onlar o anda yemeğe davet edilmelerinin daha hayırlı olacağını zan-netmişlerdi. Bunun üzerine Zekeriyya (a.s) şöyle dedi: 'Ben şu anda bir ücret karşılığında çalışıyorum. Bu yemeği de bana işlerinde kuvvet bulayım diye verdiler. Sizi dâvet etmiş olsaydım, ne size, ne de bana yeterdi, üstelik ben onların işlerinde gevşerdim!'

İşte basiret sahibi kimse, bu şekilde Allah'ın nûruyla gizliliklere, inceliklere dikkat eder; zira Hz. Zekeriya'nın çalışmadan gevşemesi, farzda eksikliktir. Ziyaretçilerini yemeğe dâvet etmemesi ise, fazilette eksikliktir. Oysa farzlarla tartıldığında faziletlerin hiçbir değeri kalmaz.

Seleften biri şöyle anlatıyor: Birgün yemek yediği bir sırada Süfyan es-Sevrî'nin huzuruna girdim. Yemeğin sonunda, parmaklarını yalayıncaya kadar konuşmadı. Sonra şöyle dedi: 'Eğer bunu borç olarak almış olmasaydım senin de ondan yemeni isterdim!'

Süfyan es-Sevrî şöyle demiştir: 'Kişi, yemesini istemediği halde birisini dâvet ettiğinde dâvet edilen icabet edip yemekten yerse dâvet eden için iki günah vardır; yemezse bir günah'.
Günahların biri münafıklık yapması, diğeri ise kardeşine eğer bilmiş olsaydı- hoşuna gitmeyecek bir şekilde taş atmasıdır.

İşte bunun gibi kul, diğer amellerdeki niyetini de kontrol etmelidir. Bu bakımdan kul, ancak niyetle adım atıp, niyetle geri çekilmelidir. Eğer kalbinde niyet yoksa durmalıdır; zira niyet, insanın emri altına giremez.




21) Taberânî, Evsat
22) İbn Hibban, Zuafâ
23) Irâkî aslına rastlamadığını söylemektedir.
24) Bu, Ka'b'ul-Ahbar'ın sözü olarak bilinen bir bölümdür. Taberânî ise
Kebir'de Ebu Umâme'den 'Camiye hayır öğrenmek veya öğretmek için giden
kimseye tam bir hacc sevabı verilir' diye rivayet etmiştir.
25) Daha önce geçmişti.
26) Irâkî, isnadına rastlamadığını söylüyorsa da Ebu Nuaym Hilye'de riva-
yet etmektedir.
27) Ebu Velid Seffar, Kitab'us-Salât
28) Ebu Mansur Deylemî