17.Emânet ve Tevbe

Rivayete göre Muhammed Ibni Münhedir, söyle der:
«Babamin bana söyle anlattigini hatirliyorum:

Bir defa Süfyan'üs - Sevrî, Harem-i Serifi tavaf ederken her adim basinda Peygamberimize (S.A.S.) salâtü selâm getiren bir adam görür, der ki: «Behey adam! Sen tesbih ve tehlili birakmissin, kendini tamamen Peygamber'imize salât-ü selâm getirmeye vermissin, bu husûsda bir bildigin mi var?» dedim.

Bana «Allah (C.C) günahini bagislasin, sen kimsin?» diye sordu, ona «Süfyan'üs - Sevrî'yim» diye cevap verdim. Bunun üzerine bana sunlari söyledi: «Eger sen zamaninin en büyük zahidi olmasaydin sana durumumu anlatmaz, seni sirrima ortak etmezdim. Simdi dinle:

Babamla birlikte hacc için yola çikmistik, konak yerlerinden birinde babam hastalandi, yolculuktan geri kalarak onun durumu ile ilgilendim. Fakat sonunda öldü, ruhu çikinca yüzü kapkara kesildi.
Ben dehsete kapilarak «Innâ lillâhi ve innâ ileyhi raciun» (Hiç süphe siz biz Allah içiniz ve O'na dönecegiz) dedim ve yüzünü örttüm.
Bu sirada göz kapaklarim agirlasti, üzgün bir ruh hali içinde uykuya daldim. Rüyada, bu kadar güzel yüzlüsünü, bu kadar temiz kiliklisini ve bu derecede hos kokulusunu heyatta görmedigim birini gördüm, agir adimlar ile yürüyerek babamin yanina sokuldu, kefeni yüzünden kaldirarak avucunu çehresinin üzerinden geçirir geçirmez, babamin yüzü agariverdi. Sonra, yerinden kalkmis, gidiyordu, elbisesinin ucuna asilarak "Ey Allah (C.C)'in kulu. kimsin sen ki bu gurbet elinde Allah (C.C) seni babama ihsan buyurdugu ni'mete vâsita kilmistir" diye sordum. Bana söyle cevap verdi: «Beni tanimadin mi? Ben Abdullah oglu Muhammed (S.A.V)'im, Kur'ân'm sahibi.
Baban günahkâr bir kimse idi, fakat bana çok salât-ü selâm getirirdi. Ölürken basina bu hal gelince benden imdad istedi, ben ise üzerime salât-ü selâm getirenlerin imdadina hemen kosarim.»

Bu sirada uyandim, bir de baktim ki, babamin yüzü gerçekten bembeyaz oldu.»



Amr Ibni Dinar'in (R.A.) Ebû Cafer'den (R.A.) rivayet ettigine göre. Peygamber'imiz (S.A.S.) söyle buyuruyor:

«Bana selât-ü selâm getirmeyi unutanlar, Cennet'in yolunu bulamazlar.»

Bilesin ki, «emânet» kelimesi «emin» (güven) mastarindan türemistir. Çünki bu sifatin varligi, haksizligin önlenmesini güven altina alir. Emânetin ziddi olan «hiyanet» ise «havn» mastarindan türemistir, kelime manâsi ile «eksiklik» demektir. Cünki sen birine her hangi bir husûsda hâinlik ederken, o seyde ona bir eksiklik, bir yetersizlik gösteriyorsun demektir.

Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

«Hile, aldatma ve emânete hiyanet, cehennemliktir»

(Bu sifatlari tasiyanlar cehenneme gireceklerdir.)

Yine Peygamber'imiz (S.A.S.) söyle buyurur:

"Insanlar île münasebet kurup onlarin hakkini yemeyenler, baskalari ile konusup onlara yalan söylemeyenler, mertligi kemâle erdiren, adalete bagliligini ortaya koyan ve kardeslik duygulari olgunlasmis kimseler; kurtulmalari vâcib olan kimselerdir."

Bir gün bir cöl bedevisi, bir kavmi su sözler ile medhetmisti; «Emânete saygi hakkinda son derece titizdirler, kendilerine teslim edilmis olan hic bir vazifede haktan ayrilmazlar. Hiç bir müslümanin temel haklarindan birini çignemezler. Onlarin omuzlarinda hiç kimsenin mes'ûliyyeti kalmaz. Onlar, ümmetlerin en hayirlisidir.»

Ben de diyorum ki: çöl bedevisinin övdügü bu çesit kimselerin artik soyu kurumustur, biz simdi bu zamanda "sadece insan kiliginda kurtlar görüyoruz."

Nitekim sairin biri söyle der:

«Insan bir sey yapmak isterken kime güvensin

Mert ve soylulari nerede dost bulabilsin?!

Çok azi hariç bu insanlar olmustur.

Vücudlari elbiseli - birer kurt»

Diger bir sâir de ayni konuda söyle der:

«Yok artik kaybedildikleri zaman haklarinda denenler.

«Keski beldeler ve üzerindekiler yerin dibinde geçseydi de, o ölmeseydi.»



Huzeyfe'nin (R.A.) rivayet ettigine göre Peygamber'imiz (S.A.S.) söyle buyuruyor:

«Gün gelecek, güven öylesine ortadan kalkacaktir ki, insanlar
birbirleri ile alis - veris yapacaklar, fakat hiç biri emâneti korumaya yanasmayacak ve «filân ogullan arasinda güvenilir biri var» diye konusulacaktir.»

Bilesin ki, günâhlardan tevbe etmek hem âyet ve hem de hadisler ile farz kilinmistir.

Nitekim ulu Allah (C.C.) söyle buyurur:



"Ey iman edenler! Hepiniz Allah'a tevbe ediniz, ola ki, felaha eresiniz"

(Nur Sûre-i celilesi - 31))


Bu Âyet-i Kerime kayitsiz sartsiz bütün mü'minlere umûmî bir emirdir.

Yine ulu Allah (C.C) söyle buyurur:





"Ey imân edenler! Günahlarindan Tevbe-i Nasûh ile tevbe ediniz. Hiç süphesiz Rabb'iniz kusurlarinizi örter ve sizi altindan irmaklar akan cennetlere koyar. O gün Allah, Peygamberi île iman edip O'nunla beraber olanlari rezil etmeyecek, bu kimselerin nurlari saglarinda ve önlerinde kosacak, onlar «ey Rabb'imiz, nurumuzu tamamla, günahlarimizi bagisla, hiç süphesiz, sen her seye kadirsin. Diyecekler. (Tahrim Sûrei celilesi - 8)



Ayet-i Kerimede gecen "Nasuh" sifati, "sirf Allah (C.C) Rizasi icin olan her türlü
lekeden beri olan" demektir ve «nasuh» mastarindan türemistir; tevbenin faziletlisini ifade eder. Yine ulu Allah (C.C) söyle buyuruyor:



"Hiç süphesiz, Allah sik sik tevbe edenleri ve tertemiz olanlari sever."
(Bakara Suresi - 222)

Peygamber'imiz (S.A.V.) buyuruyor ki:

"Günâhlarindan tevbe eden, Allah'in sevgilisidir. Günahlarindan tevbe eden, hiç günahi olmayan kimse gibidir."

Yine Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

"Ulu Allah (C.C), mü'min kulun, günahlarindan tevbe etmesine su adamdan daha çok sevinir:

Adam tehlikeli bir çölde konaklamistir, yaninda yiyecek ev suyunu tasiyan bir binek hayvani vardir, basini yere dayar ve bir müddet uyur, uyaninca görür ki, binek hayvani ortalikta yoktur.
Onu aramaya koyulur, fakat uzun dolasmalari esnasinda açliktan, susuzluktan ve bunlara eklenen daha nice sikintidan imani gevremistir. «Konak yerine döneyim, yatip uyuyayim da öyle öleyim» der.

Konak yerine varip yere çöker, basini dizlerine dayar ve «öleyim» diye uyur. Fakat uyaninca binek hayvanini yanibasinda görür, yiyecek ve suyu da hayvanin sirtindadir. Iste. ulu Allah (C.C) tevbe eden kulu için karsisinda binek hayvanini, hiç ummadigi bir anda buluveren bu çöl yolcusunun duydugu sevinçten daha siddetli bir sevinç île çok sevinir."

Hasan'dan (R.A.) naklen bildirildigine göre Hz. Âdem (A.S.) kusurundan tevbe edip de tevbesi Allah (C.C) tarafindan kabul edilince, melekler kendisini tebrik ettiler. Cebrail ile Mikâil (selâm üzerlerine olsun) yanina inerek O"na «Ey Âdem! Gözün aydin, Allah (C.C) tevbeni kabul etti» dediler.

Hz. Âdem (A.S.) Cebrail'e (A.S.) «Ey Cebrail, tevbem kabul buyurulduguna göre, bundan sonraki durumumu ögrenmek istiyorum» dedi. Bunun üzerine ulu Allah (C.C) vahiy yolu ile Hz. Âdem (A.S)'e sunlari bildirdi; «Yâ Âdem! soyundan gelenlere. Sen sikinti ve kederi miras birakiyorsun. Ben de onlara tevbeyi miras sayiyorum. Onlar içinden hangisi bana dua ederse. Senin dilegini nasil yerine getirdimse onun da duasini öylece kobul ederim. Kim Benden günahlarinin bagislanmasini isterse, bagisimi ondan esirgemem. Cünki Ben; Bana el açanlarin en yakini ve dileklerinin kar-silayicisiyim. Günahlarindan tevbe edenleri, dualari kabul edilmis, sevinçli ve güleryüzlü olarak kabirlerinden çikarip Mahser'e yolcu ederim.»



Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:


"Günes battigi yerden doguncaya (Kiyamete) kadar ulu Allah (C.C) gece günah isleyenlere gündüz, gündüz günah isleyenlere de geceleyin elini uzatir."

Buradaki «el uzatmak» ifâdesi, tevbe etmeyi istemekten kinayedir. «Isteyen, kabul edenden» daha geri bir mânâ tasir. Cünki nice «kebûl eden» var ki istemez. Oysa ki, «isteyen» mutlaka kabul eder.

Yine Peygamber'imiz (S.A.S.) söyle buyuruyor:

"Üstüste yigilsa da, göge yükselecek kadar çok günah isteseniz bile, arkasindan yaptiklariniza karsi pismanlik duysaniz, kuvvetle ümid edilir ki, Allah (C.C) tevbenizi kabul eder."

Yine Peygamber'imiz (S.A.S.) buyurur ki:

"Kul günah isler de o günahla Cennete girer."

Oradakiler: «Bu nasil olur ya Rasûlallah» diye sorarlar.

Peygamberimiz onlara söyle cevap verir. «Göz açip kapayasiya günahindan uzaklasarak hemen tevbe eder, böyle Cennete girer.»

Yine Peygamber'imiz (S.A.S.) buyurur ki:

"Günahin kefareti, pismanlik duygusudur."

Yine Peygamber'imiz (S.A.S.) söyle buyurur:

"Günahlarindan tevbe edenler, hiç günahi olmayan kimseler gibi olurlar."

Rivayete göre bir Habes'li Peygamber'imize (S.A.V.) gelerek sorar". «Yâ Rasulallah! Eger ben çirkin davranislarda bulunsam tevbem kabul olunur mu?» Peygamber (S.A.V.)'imiz ona «tabii» diye cevap verdi. Bunun üzerine kalkip gitti, sonra geri dönerek. Peygamber (S.A.V.)'imize yine sordu: «Ben o çirkin davranislari islerken Allah (C.C)beni görüyor mu?» Peygamberimiz «tabii» diye cevap verince Habes'li öyle bir nâra basti ki; erkasindan hemen yere düserek can verdi.

Rivayet edildigine göre, Ulu Allah (C.C) Iblisi dergâhindan kovunca. O. Allah (C.C)'dan uzun ömür istedi. Allah (C.C) da dilegini kabul ederek ona Kiyamet gününe kader ömür tanidi.
Bunun üzerine Iblis Allah (C.C)'a «izzetin ve celâlin hakki için canli kaldikça ademogulunun kalbinden çikmam» dedi. Buna karsilik ulu Allah (C.C) da Seytana «izzet ve celâlim hakki için, can teninde durdukça ben de onun tevbesini reddetmem» diye cevap verdi.

Peygamber'imiz (S.A.V.) buyurur ki:

"Suyun kiri yikayip gidermesi gibi, iyilikler kötülükleri giderir.»

Said Ibni Museyib'in (rahimehullahu) bildirdigine göre, ulu Allah (C.C) «Süphesiz ki O, günahlarindan dönenleri bagislayicidir» Âyet-i Kerime-
sini, günah isleyip tevbe ettikten sonra tevbesini bozarak yine günah isledikten sonra tevbe eden bir adam hakkinda indirmistir.

Fudayl (R.A.) der ki: «Ulu Allah (C.C) söyle buyurur; «Günah isleyenleri müjdele ki, eger tevbe ederler ise tevbelerini kabul ederim. Dosdogru yoldan yürüyerek ibadet isleyenler. Siddiklara da bildir ki, eger onlara sirf adaletime göre muamelede bulunursam, onlari azaba çarptiririm.»

Abdullah Ibni Ömer {R.A.) der ki: «Isledigi günah aklina geldigi zaman onun üzerinde duran ve bu yüzden kalbi ürperen kimsenin günahi, ana defterden (ümmül Kitab'dan) silinir.»



Söylendigine göre, peygamberlerden biri günün birnde bir kusur isler, ulu Allah (C.C) ona bildirir ki: «Izzetim hakki için eger bir daha yaparsan seni azaba çarptiririm.»

Peygamber de, Allah (C.C)'a söyle cevap verir: «Yâ Rabb'i Sen sensin, bense ben. Izzetin hakki için eger beni korumazsan, yine o kusuru isleyebilirim.»

Bu cevab üzerine ulu Allah (C.C), onu bir daha o kusuru islemekten korudu.

Bildirildigine göre. adamin biri bir gün Ibni Mes'ûd'a (R.A.) içini kemiren bir günahini söyleyerek tevbesinin kabul edilip edilmeyecegini sorar.

Ibni Mes'ûd (R.A)söylediklerini duyunca yüzünü ondan çevirir, sonra adama bakarak göz pinarlarinin yasardigini görür, o zaman ona der ki: «Cennetin sekiz kapisi vardir, hepsi açilir ve kapanir, yalniz tevbe kapisi müstesna, onun basinda her zaman nöbet tutan bir melek bulunur ve hiç bir zaman kapanmaz. Bunu bilerek iyi amel isle ve sakin umudunu kesme.»

Anlatildigina göre, Israilogullarindan bir delikanli, yirmi sene Allah (C.C)'a ibadet ettikten sonra sapitarak yirmi sene de günah ve kötülük islemis, bir gün aynaya bakarken sakalina ak düstügünü görür, bu duruma cani sikilir ve Allah (C.C)'a söyle seslenir, «Allah (C.C)'im! Sana yirmi sene ibadet ettikten sonra sapitarak yirmi yil boyunca günah isledim. Simdi yine sana dö­nersem beni kabul eder misin?»
Kulagina söyle bir gizli ses gelir. «Bizi sevdin, biz de seni sevdik. Bizi biraktin. Biz de seni biraktik. Bize karsi geldin, seni kendi haline biraktik. Eger bize dönersen seni yine kabul ederiz.»

Ibni Abbas'dan (R.A.) rivayet edildigine göre. Peygamber (S.A.S.)'imiz söyle buyuruyor:

"Kul günahindan tevbe ettigi zaman, Allah (C.C) tevbesini kabul ettigi gibi solundaki meleklere, onun aleyhinde yazmis olduktan kötü amellerini unutturur. Vücudunun azalarina, yeryüzündeki ikametgâhina ve gökteki makamina da günahlarini unutturur. Böylece Kiyamet günü Allah (C.C)'in huzuruna gelince aleyhinde sahitlik yapacak hiç bir varlik bulunmaz.»

Hz. Ali'den (kerrermallahu vechehu) rivayet edildigine göre Peygamber'imiz (S.A.S.) söyle buyurur:

"Varliklarin yaratilisindan dört bin yil önce Ars'in eteklerinde su yazi vardi: Ben, tevbe eden, iman edip iyi amel isleyen ve sonra da dogru yolda ilerleyenlerin günahlarini mutlaka bagislayacagim."

Bilesin ki, gerek büyük ve gerek ise küçük, bütün günahlardan hemen tevbe etmek «farz-i ayn»´ dir. Cünki küçük günahlari islemeye devam etmek onlari, büyük günahlara dâhil eder.

Nitekim, ulu Allah (C.C) söyle buyuruyor:





«— Allah'dan korkan kullar çirkin bir is yaptiklari zaman, yahud nefislerine zulmettikleri vakit, Allah'i hatirlayarak günahlarinin affedilmesini dilerler, zâten Allah'dan baska günahlari kim afvedebiiir? Ayrica bu kimseler bile bile yapmis olduklari kötülüklerde israr etmezler»


(Al-i Imran suresi - 135)

"Nasûh Tevbesi" kulun hem disindan ve hem de içinden, bir daha günah islemeye dönmemek için kesin kararli olarak tevbe etmesidir.

Sâdece distan günahlarina tevbe edenlerin durumu, üzerine ipek örtü serilen bir çöplüge benzer. Insanlar bu ipekle saklanmis yigina hoslanarak bakarlar, fakat örtü kalkinca yüzlerini ondan çevirirler.
Bunun gibi. insanlar görünüste ibadet isleyenlere imrenerek bakarlar, ama Kiyamet günü, sirlarin ortaya ektigi gün. örtü kalkinca melekler onlardan yüz çevirir.

Nitekim Peygamberimiz (S.A.V.) söyle buyurur:

"Allah sizin kaliblariniza, dis görünüslerinize degil, kalblerinize
ve niyyetlerinize bakar."

Ibni Abbas'dan (R.A.) rivayet edildigine göre. Peygamber (S.A.V.)`imiz buyurur ki:

"Nice tevbekar kimseler vardir ki. Kiyamet günü kendilerini tevbe etmis sanerak Allah (C.C)'in huzuruna gelirler. Oysa ki, gerçekte tevbe etmis degildirler."

Çünki onlar tevbenin asagidaki esâslarini tamamlamamislardir. Tevbenin esâslari sunlardir:

1) Pismanlik duygusu.

2) Terkettigi günahi bir daha islememeyi kesin karar vermek.

3) Haksizliga ugratilanlara mümkün ise haklarini geri verip elden geliyorsa bu hususta helâlliklarini almak.

4) Bu mümkün degilse tevbe eden kimsenin gerek kendi hesabina ve gerekse haksizlik ettigi kimseler namina Allah (C.C)'dan sik sik magfiret dilemesidir.


Böylelikle, ola ki Allah (C.C), haksizliga ugrayanlarin kendisinden hosnut olmalarini soglar.
Günahlari unutmak ise en çirkin musibetlerdendir. Buna göre, akli basinda olan herkesin kendisi ile her zaman hesaplasmasi ve günahlarini unutmamasi gerekir.

Nitekim buna dâir. bir sâir söyle der:

«Ey, cürümlerini sayan günahkâr,

Günahlarini unutma, geçmistekileri de hatirla,

ölmeden önce Allah (C.C)'a tevbe et ve yenisinden kendini alakoy

Ey âsî! itiraf edeceksen, günâhini itiraf et.»

Fakih Ebû'l-Leys (rahimehullahu) buyurur:

«Bir gün Hz. Ömer. R.A.) Peygamberimizin (S.A.V.) huzuruna aglayarak girdi. Peygamberimiz O'na: «Niçin agliyorsun» dive sordu. Hz. Ömer: «Kapida bir delikanli var, öylesine agliyor ki, yüregimi yakti» diye cevap verdi.

Peygamber (S.A.V.)´imiz Hz. Ömer'e «Onu içeri al» buyurdu. Delikanli agla­yarak içeri girdi. Peygamber (S.A.V.)´imiz ona «Ey delikanli, niçin agliyorsun?» diye sordu. Delikanli «Ey Allah (C.C)'in Rasûi'u! Birçok günahima agliyorum, bana kizgin olan Allah (C.C)'dan korkuyorum» diye cevap verdi.

Peygamber (S.A.V.)´imiz ona «Allah (C.C)'a ortak kostun mu?» diye sordu. Delikanli. «Hayir» dedi. Peygamber (S.A.V.)´imiz: «Haksiz yere adam öldürdün mü?» diye sordu, delikanli «Hayir» dedi.
Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.)´imiz, delikanliya «O halde yedi kat gök, yedi ket yer ve daglar kadar bile olsa. Allah (C.C) günahlarini afveder» dedi.

Delikanli «Yâ Rasûlallah (S.A.V.)! Benim günahlarim bunlardan daha büyüktür» dedi. Peygamber (S.A.V.)´imiz, delikanliya: «Senin günahlarin Kürsî'den daha mi büyük?» diye sordu, delikanli: «Evet, daha büyük» diye cevap verdi. Peygamber (S.A.V.)´imiz delikanliya: «Senin günahlarin mi, yoksa Ars mi daha büyüktür» diye sordu. Delikanli: «Günahlarim daha büyük» diye cevap verdi.
Peygamber (S.A.V.)´imiz delikanliya: «Senin günahlarin mi büyük, yoksa Allah (C.C)'in afvi mi?» diye sordu, delikanli: «Hiç süphesiz Allah (C.C) daha büyük ve uludur» diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamber Allah (C.C)´imiz delikanliya: «Hiç süphesiz, kocaman bir günah yiginni ancak ulu olan Allah (C.C) afveder, O'nun ulu bagislayiciligi bu yigini silebilir.» dedi.

Daha sonra Peygamber (S.A.V.)'imiz delikanliyi «Isledigin günahi bana söyle» dedi. delikanli: «Senden utanirim, yâ Rasûlallah» diye cevap verdi. Peygamber (S.A.V.)'imiz de gencin söylemesi için israr edince, genc sunlari anlatti; «Ben yedi yildan beri kefen soyardim. geçenlerde Ensar'dan bir cariye ölmüstü, vardim kabrini açtim, kefenini soydum.
Kalktim, henüz bir kac adim uzaklasmistim ki. seytan beni dürttü, geri döndüm ve ölü cariyenin irzina geçtim. Yine kalkmis gidiyordum, henüz bir kac adim uzaklasmistim ki, cariyenin ayaklari üzerine dikildigini gördüm, bana söyle sesleniyordu: «Ey delikanli, yazik sana! Mazlumun hakkini zâlimden alan Allah (C.C)'dan utanmiyor musun? Beni ölüler arasinda Çiplak ve Allah (C.C) katinda cünûb biraktin.»

Bu itirafi duyan Peygamber (S.A.V.)'imiz son derece teessür ve hiddete düserek, genci huzurundan disari çikarirlar.
Peygamberimizin huzurundan kovulan genc, kirk gece Allah (C.C)'a devamli tevbe etti. Kirkinci gece dolunca basini göge kaldirarak söyle seslendi.

«Ey Muhammed'in, (S.A.V.) Âdem'in (A.S.) ve Ibrahim'in (A.S) Rabb'i. Eger beni afvettiysen, bunu Hz. Muhammed'e (S.A.V.) ve O'nun sahabilerine bildir, degilse gökten ates indir ve beni içinde yok, böylece beni Âhiret azabindan kurtar.»

Bu sirada Cebrail (A.S.) Peygamber (S.A.V.)'imize inerek O'na söyle dedi; «Yâ Muhammedi (S.A.V.) Rabb'in Sena selâm ediyor ve «varliklari sen mi yarattin?» diye soruyor»

Peygamber (S.A.V.)'imiz Cebrail'e «Hâsâ, hem beni ve hem de onlari yaratan, benim ve onlarin rizkini veren O'dur» diye cevcp verdi. Bunun üzerine Cebrail, Peygamberimize «Allah (C.C) sana bildiriyor ki, Ben o delikanlinin tevbesini kabul ettim.»

Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.)'imiz hemen delikanliyi yanina cagirir ve Allah (C.C)'in, tevbesini kabul ettigini kendisine müjdeler.



Anlatildigina göre Hz. Mûsâ (A.S.) zamaninda, tevbesinde durmayan, yaptigi her tevbeyi cok geçmeden bozan bir adam vardi. Böylece yirmi yil geçti. Bir gün ulu Allah (C.C), bu adam hakkinda Hz. Musa (A.S)'ya «falan kuluma söyle ki, ona gazap ettim» diye vehyetti.

Hz. Müsâ (A.S.)´da, kendisine bildirileni adama ulastirdi. Adam üzüldü, çöle çikti ve söyle seslendi.

«Allah (C.C)'im! Senin rahmetin mi tükendi, yoksa benim günahim, sana bir zarar mi dokundurdu? Yoksa, afv hazinelerin mi bitti, yoksa kullarina karsi cimri mi oldun? Hangi günah senin afvindan daha büyük olabilir ki! Kerem senin makbûl ve eski sifatlarindan biri, düsüklük ise benim fani sifatlarimdan biridir.

Benim sifatim Senin sifatindan daha mi baskin çikiyor yoksa! Kullarini Sen rahmetinden uzak tutarsan, onlar kime yalvarsinlar! Sen onlari kovarsan kime bas vursunlar!

Allah (C.C)'im! Eger üzerimdeki rahmetin sona ermis ve beni mutlaka azaba çarptiracaksan, o zaman bütün kullarinin azabini bana yükle, ben nefsimi onlara feda ettim.»

Adamin bu yakarisi üzerine ulu Allah (C.C). Hz. Musa'ya (A.S.) söyle vahyetti. «Yâ Mûsâ! O kuluma var, de ki: Kudretimin, bagislayaciligimin ve merhametimin kemâli ile beni tanidigina göre, günahlari bütün yeryüzünü doldursa bile seni bagisliyorum.»



Nitekim Peygamber'imiz (S.A.S.) söyle buyurur:


«Allah (C.C) katinda en sevimli ses; tevbekâr bir günahkârin; «Yâ Rabb'i» diyen sesidir. Ulu Allah (C.C), bu sese söyle cevap verir: «Buyur yâ kulum! Ne istiyorsan söyle, sen benim katimda meleklerimden biri gibisin.

Ben senin hem saginda, hem solunda ve hem de üstündeyim, içinden gecen duygularindan sana daha yakinim!

Ey meleklerim, sâhid olun, bu kulumu afvettim!»

Zunnun'ül-Misrî (rahimehullahu) buyurur:

«Allah (C.C)'in öyle kullari vardir ki, kalb cicegi diker gibi, günah agaçlari diktiler, onlari tevbe ile suladilar, meyveleri pismanlik ve hüzün oldu. Deli olmadiklari halde delirmis gibi görünürler, bilinenin disinda söyleserek mest olurlar, bunlar Allah (C.C)'i ve O'nun Rasûl'ünü taniyan tatli ve düzgün sözlü kimselerdir.

Sefa bardagindan su içmislerdir, uzun süreli belâlara katlanmak onlara miras kalmistir. Kalbleri «Meleküt» âleminde hayrete dalmis, düsünceleri «Ceberut» kivrimlari arasinda dolasmis, pismanlik revaki altinda gölgelenerek günah defterlerini okumuslardir, nefislerini eleme varis saymislar, böylece «vera» merdiveninden tirmanarak «zühd» doruguna ulasmislardir.

Dünyanin ayrilik acisini tatli görmüsler, mezarin sertligini yumusak bulmuslar, böylece kurtulus ipine ve selâmet kulpuna tutunmaya muvaffak olmuslardir.

Yükseklerde uçusan ruhlari «naim» bahçelerine konmus ve hayat denizine dalmislardir. Elem hendeklerini doldurmuslar, azgin nefsî arzularin köprülerini asmislar, böylece ilim vahasina inerek hikmet pinarindan kana kana içmislerdir.

Zekâ gemisine binmisler, selâmet denizinde kurtulus rüzgâri ile yelken sisirerek «rahat» bahçelerine, yücelik ve soyluluk kaynagina ulasmislardir»