Kadınlar Gününü kutlamalı mıyız?

AHMET TAŞGETİREN
11/03/2007

Bugün Dünya Kadınlar Günü...
Bu günü kutlamalı mıyız?
Annem, eşim, kızım, gelinim, kız kardeşim, ablam, halam, teyzem... ninem...
Her birinin ayrı senfonisi var. Her biri ayrı güzellikler dünyası... Kelimelerin ruhu var muhakkak ve biz, kadınlarla ilgili kelimelere bir şiir dünyası yüklemişiz.
O şiir yaz yaz bitmez, oku oku bitmez, yaşa yaşa bitmez
Dede Korkut der:
“Dizini bastırıp oturunca helalli güzel.
“Ak sütünü doya doya emzirince ana güzel.
“Sevgili kardeş güzel.
“Yan tarafta ev yanında dikilse gelin odası güzel.”
Bir yerden bakınca güzellikler dünyası kadınlık alemi...
Başka bir yerden bakınca da, yürek burkan görüntüler...
10 çocuk doğuran, onları emzirip büyüten bir anneyi, bu çocuklar mı yorar acaba, yoksa bir kırıcı söz mü?
Sabahları çocuğunu kreşe bırakıp işe koşan, akşam çocuğunu alıp eve dönen, sonra mutfak telaşı başlayan, sonra sonra işleri bir türlü bitmeyen kadın neden yorulur?
Ucuz emek deposu olmak kadınlık dünyasını nasıl etkiler?
Sabahın köründe, büyük şehrin yollarında, bir at arabasının sırtında kağıt toplayan kadınlar “Dünya Kadınlar Günü”nün neresindedir?
Pamuk tarlalarında, fındık bahçelerinde, göçer bir ailenin annesi veya kızı olarak, yemek yapmak, bulaşık – çamaşır yıkamak, sonra güneşin alnacında ter dökmek, sonra geceleyin taş gibi bir yatağa uzanmak, ertesi günler hep aynı çileyi yaşamak.... Peki bu hayat, kadınlık dünyasının neresine düşer? Bunlar çalışan kadın mıdır, yoksa ev kadını mıdır, yoksa nedir?
Evlilik dışı ilişkilerde çocuk dünyaya getiren, sonra o çocukla birlikte terk edilen kadınlar için bu günün anlamı nedir?
Vitrin malzemesi olmak kadınlık onurunun neresine düşer?
Ya vitrine konup, resmen cinsel açıdan pazarlanmak...
Cinsel pazarda satılan bir kadın olarak, kendi çocuğunun gözlerine bakmak...
Ya akla gelmedik maddelerin reklam panolarında teşhir aracı olarak var olmak...
Bu, gerçekten kadın olarak var olmak mıdır?
Kadının adı var, kadının adı yok...
Acaba nerede var, nerede yok?
Hele bizim ülkemize has bir facia.... Giyim kuşamı sebebiyle dışlanmak... Başörtüsü yasağı... Kamusal alan denilen yerde hayat hakkı verilmemek. Okuldan atılmak, işten atılmak... Meclis'ten atılmak... Ve belki de, kocasının işini kurtarmak için resmen boşanmak zorunda kalmak...
Kadının adı nerede var, nerede yok?
Yılda bir kere kadınlar günü kutlamak...Yılda bir kere anneler günü... Babalar günü... sevgililer günü...Çocuk hakları günü kutlamak...
Ayaklar altına alıp çiğnediğimiz alanlar için bir tür rahatlama seremonileri olmasın sakın bunlar...
Önce kadını ez, sonra gün düzenle.
Çocuğu kov dünyandan, gün düzenle...
Anneleri – babaları huzur evlerine gönder, sonra gün düzenle...
Sevgiyi cinsel metalaşmanın çamuruna bula, sonra sevgililer günü düzenle.
İçimiz rahatlıyor mu acaba bu günlerde?
Ya da ayaklarımız altında ezilenler için bir umut ışığı oluyor mu bu günler?
Yoksa, insanın bu pişmanlık sancıları bile, her şeyi metalaştıran bir dünya görüşünün değirmeninde reklam aracına, dolayısıyla paraya mı dönüşüyor?
Kadın ve özgürlük...
Kadın ve iş.
Kadın ve annelik...
Kadın ve ev...
Kadın ve erkek...
Bütün bu ilişkiler dünyasının sırrını çözdü mü insanoğlu?
Bunlarda doğruları buldu mu?
Yoksa bir arayış, hatta bir savruluş mu yaşanıyor?
Bir deneme tahtası mı kadın hakları alanı?
Erkeğin - kadının nefsi yönelişleri ile biçimlenen, küresel çıkar odaklarının hesaplarına denk düşen bir anaforun içinde sürükleniş mi?
Bazen denize düşüp, kurtuluş yolu olarak yılana sarılmak mı geliyor akla ilk önce?
Türkiye'de kadınlara “Kendinizi nasıl tanımlarsınız?” diye sorulmuş. İşte cevaplar:
“Ağır işçiyim, ne olduğumu ben de bilmiyorum, köle, şu ellerime bakın da siz karar verin, hasta, yorgun ve perişan bir insan müsveddesi, hizmetçi, delirmek üzere olan bir zavallı, günde 15-16 saat ayakta duran bir canlı, talihsiz, babasının evinde rahatlık batmış bir tip.”
Tablo vahim.
Ve bu tablo bizim ürünümüz. Bu ülkenin.
Bu çığlığı atanlar bizim annelerimiz, eşlerimiz, kızlarımız, kız kardeşlerimiz...
Bu yorumu, erkeklere ve devlete hitaben bitirmek istiyorum:
Asla ve asla güç kullanmayın kadınlarla ilişkide...
Güç derken, fizik gücü kastetmiyorum sadece... O sadece bir erdemsizlik olur zaten. Fizik gücü akla bile getirmeyin. Ben moral güçten söz ediyorum. Kınamaktan, tacizden, azarlamaktan, gönül kırmaktan, farkında olmamaktan, ihmalden, gülümsememekten... Kadına Yaratıcının bir armağanı gibi bakmak... Belki de işin sırrı bu. Ya onlar olmasaydı diye bir kaygıyı oluşturmak içimizde... Onlar olmasaydı insanlık olur muydu? diye sormak...
Son söz devlete:
Kadın haklarını konuşurken başörtüsü yasağı içine siniyor mu sevgili devletim?


Konular