MEŞHUR SUFİLERİN TASAVVUFA BAĞLANIŞLARI

Ricâl-i Kibar İbrahim Ethem
hatiften gelen bir ses (2) ona: Ey İbrahim sen bunun için mi yaratıldın?! Bu işi yapmaya mı memur kılındın?! diye hitap etmişti. Sonra eğerinin ön kaşından bir ses ona: Vallahi sen ne bunun için yaratıldın, ne de bunu yapmakla emrolundun! dedi. Bunun üzerine atından indi, babasının çobanlarından birine rastladı, çobanın sûf-tan yapılmış cübbesini aldı, sırtına giydi, atı ile birlikte yanında bulunan her şeyi çobana verdi. Sonra sahranın yolunu tuttu ve Mekke´ye geldi. Burada Süfyan Sevri (öl. 169/785) ve Fudayl b. îyaz (öl. 187/802) gibi zâhidlerle dostluk kurdu, daha sonra Şam´a geldi ve burada vefat etti.



Zünnuni Mısri

Zünnun Mısırda yaşıyordu. Bir gün bazıları onu halifeye gammazlamamaları üzerine Halife onu Mısır´dan Bağdat´a getirtti.
Zunnûn, Halifenin yanına gelince onu ikaz etti. Halife ağlamağa başladı ve ikramda bulunarak onu. Mısır´a geri gönderdi. Mütevekkil, yanında verâ sahibi zikredilince ağlar ve Verâ sahipleri zikredileceği zaman derhal Zunnûn´u anarak işe başlayın» derdi. Zunnün zayıf-*«*´ bir adamdı, rengi kırmızıya çalardı. Sakalı ağarmamıştı. Muhammed´in Said b. Osman´dan şunu naklettiğini duymuştum: «Zunnûn derdi ki: Bütün sûfi sözleri şu dört cümle etrafında döner durur: Allah´ı sevmek, dünyanın azından bile nefret etmek,
b.nazil olan Kur´an´a uymak, durum kötüye doğru değişecek diye endişelenmek»
CHubb-i celil, buğz-ı kalil, ittibâ-ı tenzil, havf-i tahvil).
A" Zunnûn Mısri der ki: «Aziz ve Celil olan Allah´ı seven ve ona âşık olanın alâmetleri, Allah sevgilisine (s.a.) ahlâkında, fiillerinde, emirlerinde ve sünnetlerinde tâbi olmaktır.»

Zunnûn´a, âdi adam kimdir, diye sorulunca, «Allah´a giden yolu bilmeyen ve öğrenmek için de çabalamayandır,» diye cevap vermişti. Yusuf b. Hüseyin diyor ki: «Bir gün Zunnûn´un meclisine gitmiştim, Salim Mağribi de orada idi. Salim: Ey Zunnûn, tevbe edip nefsini ıslâh etmene sebep ne idi, diye sordu. Zunnûn, çok acaib, anlatsam dinlemeye takat yetiremezsin, dedi. Salim ibadet ettiğin Allah´a yemin vererek söylüyorum, durumu bize anlat, dedi. Bunun üzerine Zunnûn dedi ki: Bir kere bir kasabaya gitmek üzere Mısır´dan ayrılmak istemiştim. Sahrada yolculuk yaparken bir yerde uyumuştum. Gözlerimi açınca, altında uyuduğum ağaçta bulunan bir yuvadan kör bir tarla kuşunun düştüğünü görmüştüm. Kuş düşer düşmez yer yarıldı, içinden biri susam, diğeri su dolu iki kavanoz çıktı. Kuş bundan yemeye, ondan içmeye başladı. Bunu görünce bu kadarı bana kâfidir, dedim. Hemen tevbe ettim. Tevbem kabul edilene kadar Kerim olan Allah´ın kapısından ayrılmadım.»
Zunnûn: «Yemekle dolan midede hikmet durmaz,» demiştir. Zunnûn´a, tevbeden sorulunca, «Avam günahtan tevbe eder, seçkinler gaflete düşmekten korkarlar demiştir.




Bişr Hafi (öl. 227/841)

Zâhid sûfîlerden Ebu Nasr Bişr b. Haris Hâfî, aslen Merv´den olup Bağdat´ta yaşamış ve burada vefat etmiştir. Ali b. Haşrem´in kız kardeşinin oğludur. 227 (/841) senesinde vefat etmiştir. Şanı büyük bir zat idi.

Tevbe ve nefis islâhı yapmasının sebebi şu idi: Yolda halk tarafından ayaklar altında çiğnenen ve üzerinde Aziz ve Celîl olan Allah´ın isminin yazılı olduğu bir kâğıda tesadüf etti. Kâğıdı yerden aldı ve bir dirheme satın alıp yanında bulundurduğu misk ile kokulandırdı ve bir duvarın yarığına koydu. Bu hâdise üzerine uyuyan bir insanın rüyada gördüğü bir şekilde birisinin kendisine şöyle dediğini işitti: Ey Bişr, sen ismimi güzel bir koku ile kokulandırdın. Hiç şüphen olmasın ki, ben de senin ismini dünya ve âhirette hoş bir koku ile kokulandıracağım.

Üstad Ebu Ali Dekkak (r.a.) ın şunu anlattığını işitmiştim: «Bişr, bir insan topluluğuna uğradı. Halk Bişr´i birbirine göstererek; Gece ibadet, gündüz oruçla geçiren adam bu dediler.
8. Hal tercümesi için bk. Sülemî, s. 48; Hilye, X, 116; Sıfatu´s-safve, II, 209; Vefeyat, I, 251; Şezerat, II, 127; Nafahat, s. 106; Şa´rani, I, 86; Tezkire, s. 330.
kulun yaptığı ve hak ettiği şeyden fazlasını sırf kendinden lütuf ve ihsan olmak üzere insanların kalbine ilham etmektedir, dedi. Sonra başlangıçta kendisini nasıl düzelttiğini yukarda geçtiği gibi anlattı».

Ebu Hâtem diyor ki: «Bana ulaşan haberlere göre Bişr b. Haris Hafi demiş ki: Rüyada Peygamber (s.a.) i gördüm. Bana dedi ki: Ey Bişr biliyor musun, Allah seni neden emsaline üstün kıldı? Ben: Hayır, Ya Resulallah, bilmiyorum, dedim. Şöyle buyurdu: Sünnetime tâbi oldun, sâlih insanlara hizmet ettin, din kardeşlerine nasihatta bulundun, Ashabımı ve Ehl-i beytimi sevdin de ondan. Seni iyi kulların mertebesine ulaştıran işte bu hareketlerindir.»

Bilal Havvâs diyor ki: «Benî İsrail çölünde yolculuk yaparken aniden bir zatın yanımda yürüdüğünü farkettim; hayrete düştüm, sonra bunun Hızır (a.s.) olabileceği kalbime ilham edildi. Bu zata, Hakk Taâlâ´nın hakkı için söyle, sen kimsin? diye sordum. Ben kardeşin Hızır´ım, dedi. Sana birkaç sualim var, dedim. İstediğini sor, dedi. İmam Şafiî (r.a.) hakkında ne dersin? dedim. O, Evtâd´dandır (doğuda, batıda, kuzeyde ve güneyde bulunan dört büyük veliden biridir) dedi. Peki Ahmed b. Hanbel (r.a.) hakkında ne dersin? dedim. O sıddîk olan bir zattır, dedi. Bişr b. Haris Hafi için ne dersiniz? dedim. Ondan sonra, onun gibisi yaratılmamıştır, dedi. Seni görmeme vesile olan amelim nedir? dedim. Annene yaptığın iyilik, dedi.»

Üstad Ebu Ali Dekkak (r.a.) ın şöyle dediğini işitmiştim: «Bişr Hafi, Muâfi b. İmrân´ın evine gitti ve kapısını çaldı. Kim o? diye sorulunca, Bişr Hafi, diye cevap verdi. Evin içinden bir kızcağız: iki para verip ayağına ayakkabı alsan Hafî (yalınayak) lâkabından kurtulursun,» (meşhur olmaktan uzak kalmış olursun) dedi.

İbn Cellâ diyor ki: «Zunnûn´u gördüm, onun ibaresi (hikmetli sözleri) vardı. Sehl´i gördüm, onun işareti, (ibarenin daha ince şekli) vardı. Bişr Hâris´i gördüm, onun da verâ´ı vardı.» İbn Cellâ´ya: Peki, bunlardan hangisine meyil ediyordun? diye sorulunca, «Üstadımız Bişr b. Hâris´e diye cevap verdi.»
Naklederler ki, Bişr´in canı senelerce bakla yemek istediği halde
onu alacak kadar bir para bulamadım,» demiştir.

Bişr´e sordular: Ekmeği ne ile yersin? Şöyle dedi: «Afiyet sözünü zikrediyor ve onu ekmeğime katık yapıyorum.
Adamın biri yukarda geçen menkıbeyi Bişr´e anlatarak bunun manâsını sordu. Bişr, «Helâl israfı taşımaz» (yani zaruret miktarından fazla yenen yiyeceklerin helâl olması kolay olmaz) dedi.
Bişr rüyada görüldü ve; Allah sana nasıl muamele yaptı, diye soruldu. «Beni affetti. Cennetin yarısını bana helal kıldı ve şöyle buyurdu: Ey Bişr, ateş parçası üzerine secde etsen, senin için kullarımın kalbinde vücuda getirdiğim mevkiin şükrünü edâ edemezsin,» dedi.
Bişr, «Halkın kendisini tanımalarını arzu eden bir kimse, âhire-tin zevkini bulamaz», demiştir (9).





Haris Muhasibi (Öl. 243/857)

Sûfîlerden Ebu Abdullah Haris b. Esed Muhasibi ilim, verâ´, muamele ve hâl bakımından eşi bulunmayan bir zat idi. Aslen Basralı olup 243 (/857) senesinde Bağdat´ta vefat etmiştir.
derler ki: Kendisine babasından bin dirhem miras kaldığı halde bir kuruş bile almadı. Bunun sebebi olarak babasının kaderi inkâr ettiği gösterilir. Bu sebeple Muhasibi babasının mirasından bir şey almamayı verâ´ın icabı görmüştü. Sahih bir rivayetle Nebi (s.a.) den, «Aralarında din farkı bulunanlar yekdiğerine mirasçı olamaz» (10) hadisi nakledilmiştir.

Muhammed b. Mesrûk diyor ki: «Haris b. Esed Muhasibi vefat ettiğinde bir dirheme bile muhtaç bulunuyordu, halbuki babası ölünce çok mal bırakmıştı.
9. Hal tercemesi için bk. HUye, VIII, 336; Sülemî, s. 39; Şa´ranî, I, 84; Ve-fayâtü´I-a´yân, I. 112; Sıfatü´s-safve, II, 183; Şazerâtti´z-zeheb, H, 460; Mirâ´tü´l-cenân, n, 92; El-Bidâye ve´n-nihâye, X, 297; Tezkiretü´l-evliyâ, s. 128; Nefahat trc. s. 102.
10. Ebu Davııri. Fcraiz, 10: Ibn Arrak, Tpnzttıu´ş-şerî´a (TenzJh), Ferâiz, 16: Ibn Mac Ferâiz, 6; Ibn Hanbel, Tl, 187.

Önüne bir yemek getirildiğinde nerden kazanıldığını sorar açıklamayı tatmin edici bulmazsa o da yemeği yemekten kaçınırdı.»
Ebu Abdullah b. Hafîf; «Şeyhlerimizden beş şahsa uyunuz, geriye kalanların hallerini kendilerine teslim ediniz. Bunlar, Ebu Mu-hammed Ruveym, Ebu´l-Abbas b. Atâ, Haris b. Esed Muhasibi, Cü-neyd b. Muhammed, Amr b. Osman Mekki´dir. Çünkü bunlar ilim ile (marifet ve) hakikatları telif etmişlerdir». (Şeriatla tasavvufu uzlaştırmışlardır).
* Haris Muhasibi şöyle demiştir; «Bir kimse bâtınını murakabe ve ihlasla sağlamlaştırırsa Allah onun zahirini mücâhede ve sünnete tâbi olma hâli ile süsler.»

Cüneyd´in şöyle dediği hikâye olunur: «Bir gün Haris Muhasibi bana uğradı, kendisinde açlık alâmeti gördüm. Amca, evimize girip bir şeyler almak istemez misin? dedim. Olur, dedi. Eve girdi. Mutfağa gidip bir şeyler hazırlamak istedim. Evde bir düğünden gönderilen yemek vardı. Getirdim. Kendisine takdim ettim. Bir lokma aldı ve onu ağzında defalarca sağa sola yuvarladı. Nihayet kalktı, lokmayı ağzından çıkardı. Bir deliğe attı ve savuşup gitti. Birkaç gün sonra kendisini görünce, o şekilde hareket etmesinin sebebini sordum. Dedi ki: Tabiî ki, o zaman aç idim. Evinde yemek suretiyle seni memnun etmek, kalbini korumak ve gönlünü almak istedim, fakat benimle Allah Taâlâ arasında bir alâmet (akit) vardır. Bu alâmet, helal olması şüpheli bir yiyeceği boğazımdan geçirmemesi şeklindedir. O gün Allah, o lokmayı yutma imkânını bana vermedi. O yemek size nereden gelmişti?

Yanımızdaki evde düğün olmuştu. Onlar göndermişlerdi, dedim ve ilâve ettim, bugün evimize buyurmaz mısın? Olur, dedi ve içeri girdi. Evde kuru ekmek parçaları vardı. Onları takdim ettim. Yedi ve: Bir fakire (dervişe) bir şey takdim edeceğin zaman böylesini takdim et, dedi» (11). (Sûfîler düğün yemeğini yemeyi takva ve verâa uygun görmezler. Çünkü düğünlerde oyun ve eğlence vardır)
11. Hal tercemesi için bk. Hllye, X, 73; Süleml, s. 56; Şa´ranl, I, 87; Vefa-yâtü´l-a´yân, I, 157; Şezerfttü´z-zeheb, n, 152; Srfatü´s-safve, II, 207; MJrâtü´l-cenân, n, 142; Tezkiretü´l-evllyâ s. 270; Nefahat






Davud Tai

Yusuf b. Esbat diyor ki: «Davud Tâi´ye 20 dinar miras kalmış, bununla yirmi sene geçinmişti.»
Üstad Ebu Ali Dekkâk (r.a.) dan duydum: «Davud Tâî´nin zühd sebebi şu idi. Bağdat´ta gezmek âdeti idi. Bir gün yolda giderken, Emir Hamit Tûsî´nin önünden gidip yol açan polislerin kendisini yolun kenarına ittiklerini gördü. Sağına soluna bakınca Hamid´i gördü. Bunun üzerine, Bir dünya ki; orada Hamid seni geçer, yuh ona, dedi. Sonra evinin bir köşesine çekildi. Bütün vaktini ibadete ve mücâhedeye verdi.»

Bağdat´ta fukaradan birinin, şöyle dediğini işittim: «Davud Tâî´nin zühd sebebi, şu beyti okuyarak ölüsüne ağlayan bir kadını dinlemiş olması idi:
«Şimdi o yanaklarının hangisi çürümede ve o gözlerinden hangisi akmada...»
>< Derler ki, onun zühd hayatına atılmasının sebebi şu idi: Ebu Hanife (r.a.) nin meclislerine devam ederdi. Bir gün İmam Azam dedi ki: Ey Davud, biz âlet ve edevatı (şer´i ilimleri) muhkem hale getirdik.

Davud sordu: Geriye ne kaldı? Ebu Hanife cevap verdi: Onunla amel etmek. Davud diyor ki: Ebu Hanife´nin bu ikazı üzerine uzlete çekilmem hususunda nefsim benimle çekişmeye başladı. Nefsime, hiç bir meselede konuşmamak şartı ile Ebu Hanife´nin meclislerine devam etmedikçe seni uzlete çekmem, dedim. Kimse ile bir şey konuşmamak şartıyla bu meclislere devam ettim. Bir meseleye cevap vermek durumunda kaldığım olurdu. Ben o mesele hakkında konuşmaya, susuz kalmış bir insanın soğuk suya duyduğu istekten daha şiddetli bir arzu duyar, fakat yine de o konuda konuşmazdım. Bundan sonra Davud Tâî´nin durumu bilinen şekli aldı.
Derler ki: Hacamatçı Cüneyd, Davud Tâî´den kan almıştı. Davud ona ücret olarak bir dinar verdi. Fazla oldu, bu israf değil midir, denilince, «Mürüvveti bulunmayanın ibadeti olgun değildir,» dedi.
Gece yaptığı duada: «İlâhi, senin derdin beni dünyevî dertlerden azâd kılıyor ve uykumla arama giriyor,» derdi.

Davud Tâî´nin vefatını ilân eden halkın feryadının yükseldiğini duymuştu.
Adamın biri: Bana nasihat et, dedi. Davud: «ölüm askeri seni öldürmek için beklemekte,» dedi.
Adamın biri Davud´un yanına girmiş, güneş ışıklarının su testisinin üzerine düştüğünü görünce, müsaade ederseniz testiyi gölgeye koyalım, demiş. Davud bu zata demiş ki: «Bu testiyi buraya koyduğum zaman güneş yoktu, Allah´ın beni nefsimin arzuları peşinde yürürken görmesinden haya ederim.»

" Bir zat Davud´un yanına girmiş ve ona bakmaya başlamıştı. Davud bu zata: «Bilmiyor musun ki, velîler lüzumsuz konuşmalar kadar lüzumsuz bakışlardan da hoşlanmazlardı,» demişti. •* Ebu Rebi´ Vâsitî, Davud Tâi´ye: «Bana nasihat et,» demiş. O da: «Dünyadan faydalanmamak suretiyle oruç tut, iftarın ölüm olsun, yırtıcı hayvanlardan kaçtığın gibi, insanlardan firar et,» demişti (12).






Şakîk Belhî (öl. 164/780)

Zâhid sûfîlerden Ebu Şakik b. ibrahim Belhi, Horasan şeyhlerindendir. Tevekkül konusunda ayrı bir üslûp sahibiydi. Hâtem Asamın´m üstadıydı. Naklederler ki: Tevbe edip zühde atılışının sebebi şu idi: Şakik, zenginlerden birinin oğluydu. Genç yaşta ticaret için Türk ülkesine gitmişti. Bir puthaneye girdi. Burada putlara hizmetçilik yapan birini gördü. Hizmetçi saçını sakalını traş etmiş, üzerine erguvânî bir elbise giymişti. Şakîk; hizmetçiye, «Şüphe yok ki senin yaratıcı, hayat sahibi, âlim ve kadir bir mabudun var, ona ibadet et, zararı ve faydası olmayan bu putlara ibadet etme,» dedi. Hizmetçi ona şu cevabı verdi: Eğer durum dediğin gibi ise, O Allah kendi memleketinde sana rızk vermeye kadir ise, bunca sıkıntılara katlanarak ticaret için buraya kadar neden geldiniz? Bu söz üzerine
12. Hal tercemesl için bk. Tezkirettt´l-evUyft s. 243; Vefayâtttl-a´yân, Tl, 29; MünavI, Kevakib, I, 103.
senin halkının kuraklıktan ve sıcaktan çektiKleri sıkıntıyı görmüyor musun?» dedi. Hizmetçi: Bundan bana ne? Efendimin hususi bir çiftliği var, muhtaç olduğumuz her şeyi buradan sağlıyorum, dedi.

Bunun üzerine Şakîk intibaha geldi ve: «Bu hizmetçinin beyinin bir köyü var, efendi fakir bir mahlûk iken, köle ona güvenerek rızık kaygısı çekmiyor. Mevlâsı zengin olan bir müslümanın rızık kaygısı çekmesi nasıl uygun olur!» dedi.

Hâtem Asamm anlatıyor: «Şakik b. İbrahim zengin bir^zat idi. Fütüvvet ve mürüvvet gösteriyor, malını cömertçe harcıyor, gençlerle düşüp kalkıyordu. Bu sırada Belh Emiri Ali b. îsâ b. Mânan idi. Emir köpeğini alarak ava gitmekten hoşlanırdı. Bir gün köpeklerinden birini kaybetmişti. Köpeğin bir adam tarafından çalındığı fesatçılar tarafından iddia edildi. Bu adam Şakik´in komşusu idi. Adam aranmakta olduğunu duyunca korktu ve kaçtı. Eman dileyerek Şa-kîk´in evine girdi. Şakik kalktı, Emirin yanına gitti ve: Bu adamın yakasını bırakın, köpek benim yanımdadır, üç güne kadar size teslim edeceğim, dedi. Adamın yakasını bıraktılar. Şakik Emirin yanından ne yapacağını düşüne düşüne ayrıldı. Üçüncü gün olunca Şakîk´in dostlarından olup o sırada seferde bulunan bir zat Belh´e dönmüş, yolda boynunda halka bulunan bir av köpeği bulmuş, bunu Şakik´e hediye etmeliyim, zira o gençlerle düşüp kalkıyor, diye düşünmüş, köpeği almış ve Şakik´e getirmişti. Şakik köpeği görünce bunun kaybolan köpek olduğunu anladı ve memnun oldu, köpeği aldı, Emire götürdü ve taahhüdünden kurtuldu. Bu hadise üzerine Allah, Şakik´e bir uyanış nasib etti, yaptıklarına tevbe etti ve zühd yolunu tuttu.

Hâtem Asamın şöyle dediği hikâye edilir: «Cephede Türklere karşı Şakik ile birlikte savaşıyorduk: O gün, vücuttan ayrılıp düşen başlar, kırılan mızraklar ve parçalanan kılıçlardan başka bir şey görünmüyordu, Şakik bana dedi ki: Ey Hâtem, bugün kendini nasıl buluyorsun, eşinle zifafa girdiğin gece gibi bulabiliyor musun? Vallahi, böyle bulamıyorum kendimi, dedim. Bunun üzerine: Vallahi ben bugün gerdek gecesinde olduğum gibiyim, dedi. Sonra kalkanını başının altına koyup saflar arasında uyudu, hatta horultusunu bile duymuştum.» insanınasıl tanırsınız diye sorulduğunda salih doğru söyler ve doğru yaşar derdi.



Bayezid Bistamî (Öl. 234/848 veya 261/874)

Sûfîlerden Ebu Yezîd Tayfur b. îsâ Bistâmi (sultanu´l-ârifîn) Mecûsî iken müslüman olan bir şahın torunudur. Üç kardeş idiler. Adem, Tayfur (Bayezid) ve Ali. Hepsi de abid ve zâhid insanlar olmakla beraber Ebu Yezid hal bakımından bunların en ulusu idi.
Bayezid´e, bu marifeti hangi şeyle buldun, diye sorulmuş, o da, «Aç karın ve çıplak bedenle,» diye cevap vermişti.

Bayezid demiştir ki: «Otuz senemi mücâhede ile geçirdim. Bu müddet esnasında ilimden ve ilme tâbi olmaktan daha çetin bir şeye rastlamadım. Ulemanın ihtilâfı olmasaydı tek içtihat üzre kalırdım. Mücerret ve saf tevhid hariç, diğer hususlarda âlimlerin ihtilâf etmesi rahmettir.»
Bayezid´in vefat etmeden evvel Kur´an´ı baştan sona kadar ezberlediği, nakledilir.
Ümmî Bistamî: «Babamın şöyle dediğini işitmiştim: Bir gün Bayezid bana; kalk, kendi veliliğini teşhir eden falan adama gidelim ve haline bakalım, dedi. Zühd ile meşhur olan bu zatın yanına vardık, adam evinden çıktı, mescide geldi ve kıble cihetine tükürdü. Bunu gören Bayezid, adama selâm bile vermeden derhal geri döndü ve Resûlüllah (s.a.) in riayet ettiği edeplerden bir edep konusunda bile bu kişiye güvenilemezken iddia ettiği velilik meselesinde nasıl güvenilir, dedi.»
Bayezid demiştir ki: «Yemek külfetinden ve kadın sıkıntısından beni kurtarmasını Allah Taâlâ´dan niyaz etmek istemiştim. Sonra kendi kendime, Resûlüllah (s.a.) bile Allah´tan böyle bir şey istemediği halde benim istemem nasıl caiz olur? dedim ve bu yolda dua etmekten vazgeçtim. Sonra Hakk Sübhanehü ve Taâlâ kadın sıkıntısından beni kurtardı.
13. Hal tercemesi için bk. Hilye, Vin, 58; Süleml, s. 61; Şa´rânî, I, 88; Tezkiretü´l-evliyâ, s. 232; Nefahât trc., s. 103; Sıfatti´s-safve, IV, 133; Vefa-yatü´l-a´yan, I, 240; Mir&ttt´l-cen&n, I, 445; ŞezeratU´z-zeheb, I, 341.

Bir gün Beyazide zühdden soruldu. O bu sualin hiç menzili yoktur ki, bir tek cevap vereyim, demiş: Niçin? sorusuna ise şu cevabı vermişti: Çünkü ben zühdde üç gün kaldım, dördüncü gün zühdden çıktım: ilk gün dünya ve dünyada olan şeylere karşı zâhid (ilgisiz, değer vermeyen, isteksiz) oldum. İkinci gün âhirete ve orada bulunan şeylere karşı zâhid oldum. Üçüncü gün Allah´tan başka ne varsa hepsine karşı zâhid oldum. Dördüncü gün olunca bana Allah´tan başka bir şey kalmadı, ilâhî aşk beni şaşkına döndürdü. O zaman hatiften gelen bir sesin bana: Ey Bayezid, bizimle birlikte bulunmaya takatin yetmez, dediğini işittim ve maksadım işte bu idi, dedim. Aynı ses bu sefer: Maksadına eriştin, istediğini buldun, diye hitap etti.»

Bayezid´e soruldu: Allah yolunda karşılaştığın en çetin şey ne oldu? «Tasviri mümkün değil,» dedi. Nefsine reva gördüğün muamelenin en kolayı ne oldu, diye soruldu, «işte bunu izah edeyim» dedi: «Bir kere nefsimi taata ve ibadete davet ettim. Fakat davetimi kabul etmedi, bunun üzerine onu bir sene su içmekten men eyledim.»
Bayezid diyor ki: «Otuz seneden beridir her namaz kılışımda, belime sardığım zünnarı koparıp atmak isteyen bir Mecusiyim, itikadı içinde olduğum halde namaz kılmaktayım.»
Musa b. Isâ diyor ki: «Bayezid´in şunu söylediğini bana babam anlatmıştı. Bir adamın havada bağdaş kurup oturacak kadar kerametlere sahip olduğunu gözlerinizle görseniz, o adamın Allah´ın emirlerini, nehiylerini ve hudutlarını muhafaza ve şeriate riayet hususunda nasıl hareket ettiğini tetkik edene kadar ona aldanmayınız.»

Ummi Bistamî babasının şöyle dediğini hikâye eder: «Kalenin duvarlarının dibinde Hakk Sübhanehü ve Taâlâ´yı zikretmek için Bayezid bir defa serhaddaki kaleye gitmiş, fakat zikir yapmadan sabaha kadar orada kalmıştı. Bunun sebebini sorunca dedi ki: Çocukluğumda ağzımdan çıkan hoş olmayan bir kelimeyi hatırladım da onun için (böyle bir dille) Hakk Sübhanehü ve Taâlâ´yı zikretmekten haya ettim» (14).
14. Hal tercemesi için bk. HUye, X, 33; Sülemt, s. 67; Şa´rânî, I, 89; Tezkire-tü´1-evliym s. 160; Nefahat trc., s. 109; Stfatii´s-safve, IV, 89; Şezeratü´z-zeheb, II, 143; Mirâtii´l-cenân, II, s. 173; Vefayâtü´l-a´yân, I, 301.




Sehl b. Abdullah

Sûfüerden Ebu Muhammed Sehl b. Abdullah vera ve muamele sahalarında sûfiler zümresinin zamanında benzeri bulunmayan imamlarındandır. Birçok kerametleri vardı. Hacca gittiği sene Mekke´de Zunnûn Mısri ile görüşmüştü.
Sehl diyor ki: «Daha üç yaşımda iken kalkar ve sabaha kadar uyumıyan dayım Muhammed b. Süvâr´ın nasıl namaz kıldığına bakardım. Dayım bana, git, uyu, çünkü kalbimi meşgul ediyorsun, derdi.»
Ömer b. Vâsıl Basri, Sehl b. Abdullah´tan şunu nakletmiştir: «Bir gün dayım bana: Seni yaratan

Allah´ı zikretmek istemez misin? diye sordu. İsterim ama onu nasıl zikredeyim, dedim. Dedi ki: Yatağına girdiğin zaman dilini oynatmaksızın kalb ile üç kere: Allah beni ve davranışlarımı görmektedir, de. Buna üç gün devam ettim, sonra durumu kendisine arzettim. Bu sefer bana, bunu her gece yedi kere söyle, dedi. Yedi gece bunları söyledim, sonra durumu kendisine bildirdim. Bu defa bana, bunu her gece on bir kere söyle, dedi. Dediğini yaptım. Bunun neticesi olarak kalbim bu işten zevk almaya başladı. Bir sene sonra, dayım bana, öğrettiğimi iyi muhafaza et ve kabre girene kadar buna devam et, çünkü bu dünya ve âhirette senin için faydalıdır, dedi. Buna senelerce devam ettim. Bunun neticesi olarak sırrım (ruhum) bu işten haz almaya başladı. Sonra bir gün dayım bana: Ey Sehl, Allah bir kimse ile birlikte bulunur, ona nazar kılar ve onun yaptıklarına şâhid olursa, acaba o kimse Hakk Taâlâ´ya âsi olur mu? Günahtan sakın, dedi. Issız sada-sız yerlerde halvete çekilmeye başladım. Sonra beni mektebe gönderdiler, fakat ben himmet ve gayretimin dağılmasından endişe ettiğim için muallime, her gün bir saat ders aldıktan sonra geri dönmemi şart koşun, dedim. Mektebe bu şekilde devam ettim ve altı veya yedi yaşımda iken Kur´an´ı ezberledim.

Oniki yaşıma ayak basıncaya kadar sadece arpa ekmeği yiyerek oruç tuttum. Sonra onüç yaşımda
iken kafam bir meseleye takıldı kaldı. Aileme, bu meseleyi halletmek için beni Basra´ya gönderin, diye yalvardım. Basra´ya geldim, buranın âlimlerine meseleyi sordum. Fakat hiç biri beni tatmin edici bir şey söyleyemedi. Ebu Habib Hamza b. Abdullah Abadânî adiyle tanınan bir zât ile görüşmek için Basra´dan Abadân´a geldim. Sorumu sordum, cevabını aldım. Âdabı ile edeplenmek ve sözlerinden istifade etmekle kemale erdim.

vaktiyle bir ukiyye katıksız saf arpa ekmeği ile tuzsuz ve katıksız iftar ederdim. Bu bir dirhem bana bir sene kâfi gelirdi. Sonra üç, daha sonra beş, ondan sonra yedi, ondan sonra onbeş ve en sonra yirmi günde sadece bir iftar yapmaya azmettim. Bundan sonra seyahata çıktım, senelerce diyar diyar dolaştıktan sonra Tûster´e döndüm ve geceleri sabaha kadar ibadetle ihya ettim.
Sehl b. Abdullah demiştir ki: «ister günah, ister sevap olsun kulun şeriata uymadan işlediği fiiller nefsin arzusunu tatminden başka netice vermez. Şeriate uyularak işlenen fiiller nefs için azab-tır» (15).




Ebu Süleyman Darânî (Öl. 215/830)

Sûfî zâhidlerden Ebu Süleyman Abdurrahman b. Atiyye Darâni Şam´ın köylerinden Darrânlı olup 215 (/830) senesinde vefat etmiştir.
Ebu Süleyman demiştir ki: «Gündüz iyi amel eden geceleyin, gece iyi amel eden gündüzleyin yaptığının mükâfatını görür. Nefsanî bir arzuyu samimi olarak terkedenin gönlünden Allah bu arzudan dolayı kulunu cezalandırmayacak kadar kerem sahibidir.»
Yine nakledildiğine göre Ebu Süleyman, «Bir kalbe dünya gelip yerleşirse, âhiret oradan göç edip gider,» demiştir.

Ebu Süleyman Darânî der ki: «Nice defalar sûfiler taifesine mahsus bir nükte ve hikmet kalbime düşer de Kitap ve Sünnetten iki âdil şahit bunun doğruluğuna şahitlik etmedikçe, bunları günlerce kabul etmem.» (Sûfilerden bir söz ve bir hikmet işitirim, bu çok hoşuma gider, fakat nefsim beni aldatır, diye âyet ve hadisten iki âdil şahit bulmadıkça bu sözü kabul etmem.)
Ebu Süleyman, «Amellerin en faziletlisi nefsin zıddına hareket etmektir.» demiştir.
Ebu Süleyman, «Her şeyin bir alâmeti vardır, ilâhî inayetten
15. Hal tercemesi için bk. Hilye, X, 189; Sülemî, s. 206; Şa´rânî, I, 90; Tezkir*tü´l-evüya, s. 204; Nefahât trc, s. 119; Sıfatü´s-safve, IV, 46; Ve-layâtü´l-a´yân, I, 273; Miratü´l-cenân, II, 148; Şezeratti´z-zeheb, II. 182.

feyz almanın alameti kalbin gayriden ilgiyi kesmesidir. İlahi nurun pası olan aile veya mal veya çocuk gibi şeylerin hepsi senin için uğursuzluk ve talihsizliktir.»
Ebu Süleyman diyor ki: «Soğuk bir gece mihrabda bulunuyordum, soğuk beni muzdarip kılmıştı, bir elimi ısıtmak için koynuma soktum, diğeri dua için uzatılmış halde açıkta kaldı. Gözüme uyku bastırmıştı. Hatiften bir ses: Ey Ebu Süleyman; şu uzanan ele nasibini koyduk, öbürü de uzanmış olsaydı, o da kısmetini alırdı, dedi. Bunun üzerine hava ister soğuk olsun, ister sıcak olsun iki elimi çıkarmadan dua etmiyeceğime nefsime karşı and içtim.»
Ebu Süleyman demiştir ki: «Bir gece uyku bastırdığı için virdimi terkederek uyumuştum, rüyada âhu gözlü bir huri bana: Sen uyuyorsun, halbuki beş yüz seneden beri ben senin için yetiştiriliyorum, dedi.»

Ahmed b. Ebi´l-Havarî diyor ki: «Bir defa Ebu Süleyman´ın yanına gittim, onu ağlar vaziyette buldum. Neden ağlıyorsun? deyince, Şöyle dedi: Ey Ahmed, niçin ağlamayayım, karanlık ortalığı kaplıyor, mahabbet ehli dizleri üzere çöküyor, yanakları üzere ve secde-gâha göz yaşları damlıyor. Bunlar böyle olduğu zaman Hakk Sübha-nehü ve Taâlâ Hazretleri tecelli ederek şöyle nida eder.- Ey Cebrail, kullarımı murakabe etme sıfatıma yemin ederim ki, kim kelâmım Kur´an´dan zevk alır, rahat ve huzurunu beni zikretmede bulursa, ben onların halvette yaptıkları bu hallere vâkıf olurum, iniltilerini işitirim, ağlamalarını görürüm. Ey Cebrail, bu haldeki kullarıma neden, bu ağlama nedir? Sevenin sevdiklerine eza ve cefa verdiğini hiç gördünüz mü?, diye nida etmiyorsun. Gece karanlığı bastırdığı zaman inleyerek bana sığınan bir zümreyi azaba ve hesaba çekmem nasıl yakışık alır? Zatım´a yemin ederek diyorum ki, kıyamet günü bana geldikleri gün, Kerîm (asîl) olan yüzümden perdeyi kaldıracağım. Böylece onlar beni, ben de onları temaşa edeceğim» (16).
16. Hal tercemesi için bk. Hilye, I, 87; Sülemî, s. 91; Şa´rânî, I, 93; Tezklre-tü´I-evliya, s. 276; Nefahât trc, s. 116; Sıfatü´s-safve, IV, 134; Şezerâtü´z-zeheb, n, 87; Mirâtü´l-cenân, II, 118; Tarihü Bağ dad, Vnt,Stt



Hatemi Asam

Horasan şeyhlerinin büyüklerinden olup Hatim b. Yusuf Asamm adı ile de tanınmaktadır. Şakîk´in talebesi, Ahmed b. Had-reveyh´in üstadı idi. Derler ki: O Asamm (sağır) değil idi, bir kere sağır imiş gibi hareket etmiş, onun için sağır adını almıştı.

Üstad Ebu Ali Dekkak (r.a.) in şöyle dediğini işittim: «Bir kadın geldi ve Hâtem´den bir mesele sordu, kazara o sırada kadın yellenmiş ve bundan dolayı da çok mahcup olmuştu. Hâtem kadına, yüksek sesle konuş, zira ben çok ağır işitiyorum, demiş ve kadına sağır olduğu kanaatini vermiş, kadın da bu işe memnun olmuş ve kendi kendine: Muhakkak ki, yellendiğimi duymamıştır, demişti. Bu hadiseden sonra Hâtem´in adı sağıra (asamm) çıkmıştı.»

Hâtem diyor ki: «Hiç bir sabah yoktur ki, Şeytan bana ne yiyeceksin, ne giyineceksin, nerede ikâmet edeceksin? dememiş ve benden şu cevabı almamış olsun: ölümü yiyeceğim, kefeni giyeceğim, mezarı mesken edineceğim!»
Aynı senedle nakledildiğine göre, Hâtem´e: Ne istersin? diye sorulmuş. «Akşama kadar afiyette olmak isterim,» demiş. Her gün afiyette değil misin? denilmiş. O da: «Afiyette olduğum gün, günâh işlemediğim gündür,» demişti.

Hâtemu´l-Asamın şöyle dediği nakledilmiştir: «Bir gaza esnasında düşmandan bir şahıs beni yakaladı, boğazlamak için yere yatırdı. Böyle iken bile gönlüm onunla meşgul olmadı. Tersine Allah Taâlâ´nın hakkımdaki .hükmünün ne olacağını düşünmekte idim. Düşman beni kesmek için çizmesinden bıçağını çekmeye uğraşırken birden serseri bir ok boğazına saplandı, onu öldürdü.»
Hâtem´in şöyle dediği rivayet edilir: «Bizim bu (tasavvuf) mezhebimize giren, ölümün şu dört nevini kendine mal etsin-. Beyaz ölüm, bu açlıktır; kara ölüm, bu halkın eza ve cefasına tahammüldür; kızıl ölüm, bu heva ve hevese karşı koyarken her nevi şaibeden uzak halis ameldir; yeşil ölüm, bu yama üzerine yama atılmış hırka giymektir» (17).
17. Hal teicemesi için bk. Hilye, X, 51; Şa´rânî, I, 94; Sülemî, s. 107; Tezki-retü´l-evliya, s. 285; Nefahât trc., s. 108; Vefayâtu´l-a´yftn, II, 296; Şeze-râttt´z-zeheb, II, 138; Sıfatu´s-safve, IV, 71; Tarihu Bagdad, XIV, 208.





Yahya b. Muaz Razı

Zamanında eşi bulunmayan yegâne bir velî idi. Recâ konusunda özel bir üslûb ile konuşmuştur. Marifet hakkında sözleri vardır. Belh´e gitmiş, bir müddet orada ikâmet ettikten sonra Nişabur´a dönmüş ve 258 (/871) senesinde vefat etmiştir.

Yahya b. Muaz: «Verâ´ sahibi olmayan nasıl zâhid olur? önce sana ait olmayan şeye karşı verâ´ sahibi ol, sonra sana ait olan şeyde zühd göster,» demiştir.
Yine bu senedle Yahya b. Muaz der ki: «Çok tevbe edenlere (tevvâbîn) aç kalmaları, bir tecrübedir. Zâhidlerin aç kalmaları, nefislerine tatbik ettikleri bir siyasettir. Sıddîk olanların aç kalmaları, Allah´tan kendilerine bir ihsan ve ikramdır.»

Yahya Râzî, «Fevt (dinî ve ahlâkî bir şeyi ifa etmeyi elden kaçırmak, fırsatı kaybetmek), mevtten daha zordur. Çünkü fevt Hakk´-tan ayrı düşmek, mevt (ölüm) halktan ayrılmaktır,» demiştir.
Yahya der ki: «Nefsi her zaman, o zamana ait en faydalı ve en uygun şeyle meşgul etmekten daha büyük kazanç olamaz.»
Derler ki: Yahya b. Muaz Belh´te zenginliğin fakirlikten üstün olduğu konusunda konuşmuş, bundan dolayı kendisine otuz bin dirhem ihsan olunmuş, bunun üzerine şeyhlerden biri kendisine: Allah bu malı sana mübarek kılmasın, demiş. Sonra Nişabur´a gitmek üzere oradan ayrılmış. Yolda soyguncuların eline düşmüş ve parayı bunlara kaptırmıştı. Böylece ilâhî bir ihtarla fakirliğin zenginlikten üstün olduğunu idrâk etmiş, şeyhin duası bu şekilde tecelli etmişti.
Yahya b. Muaz: «Bir kimse açıkça değil de içinden ve gizlice Allah´a hıyanet ederse, Allah onun ar ve namus perdesini yırtar ve kendisini rezil eder,» demiştir.

Yahya b. Muâz Râzi der ki: «Şerli insanların seni tezkiye etmeleri, senin için bir kusurdur. Seni sevmeleri ise, senin için bir ayıptır. Sana muhtaç olan senin nezdinde zelil olur.» (Şu halde zelil olmamak için zâhid olmak icabeder) (18).
18. Hal tercemesi için bk. Hilye, X, 61; Sülemî s. 107; Şa´rânl, I, 94; Tezkire-tü´1-evliya, s. 377; Nefahât trc, s. 108; Sıfatü´s-safve, IV, 71; Tariho´ Bağdad, XIV, 207; Vefayâtü´l-a´yân, II, 296; Şezeratü´st-zeheb, II, 138.



Ebu Ahmed Hadraveyh

Ebu Türab Nahşabî´nin sohbetinde bulunmuş olan Horasan şeyhlerinin büyüklerindendir. Ebu Hafs´ı ziyaret için Nişabur´a gelmiş, sonra Bayezid Bistâmî´nin ziyaretine Bistâm´a gitmiştir. Fütüvvette şanı yüce idi. Ebu Hafs onun hakkında, «Ahmed b. Hadraveyh´ten daha büyük bir himmete, daha doğru bir hale sahip olan birini görmedim,» demiştir. Bayezid Bistâmi, «Üstadımız Ahmed´dir,» derdi.
Muhammed b. Hâmid anlatıyor: «Çan çekişirken Ahmed b. Had-raveyh´in başucunda oturuyordum. Yaşı doksan beşi bulmuştu. Müridlerden biri ona bir sual sordu. Gözleri buğulanan Ahmed dedi ki: Evlâdım, doksan beş seneden beri çaldığım şu kapı işte açılmak üzere, ama bilmiyorum kapının açılması bana bahtiyarlık mı yoksa bedbahtlık mı getirecek! Şu durumda ben senin soruna nasıl cevap verebilirim?»

Ahmed b. Hadraveyh´in yediyüz dirhem borcu vardı. Alacaklılar yanında bulunuyorlardı. Yüzlerine baktı ve: «Allahım! Sen mal sahipleri için rehini bir teminat kıldın. Şu anda ruhumu almak suretiyle onların teminatını ellerinden alıyorsun, o halde benim namıma borcu Sen öde,» dedi. Tam bu sırada birisi kapıyı çaldı ve: Ahmed´den alacağı olanlar nerede? dedi ve borcu tamamen ödedi. Bunu takiben Ahmed b. Hadraveyh ruhunu teslim etti (r.a.).

Ahmed b. Hadraveyh: «Gafletten ağır bir uyku yoktur, insana en çok mâlik olan ve onu kul olarak kullanan nefsânî arzulardır. Üzerinde gafletin ağırlığı olmasaydı nefsânî arzular sana karşı zafer kazanamazdı,» demiştir (19).
Sûfî zâhidlerden Ebu´l-Hüseyn Ahmed b. Ebi´l-Havâri Şamlıdır. Ebu Süleyman Darani ve daha başkalarının sohbetlerinde bulunmuş olup, (230/844) senesinde vefat etmiştir. Güneyd onun hakkında, «Ahmed b. Ebi´l-Havâri Şam´ın güzel kokan çiçeğidir,» demiştir. .
16. Ahmed b. Ebi´l-Havârî (Öl. 230/844) Sûfi zâhidlerden Ebu´l-Hüseyn Ahmed b. Ebi´l-Havârî Şamlıdır.
19. Hal tercemeai için bk. Hilye, X, 42; Sülemt. s. 103; Şa´ranî, I, 95; Tezki-retü´I-evliya, s» 348; Nefahât trc, s. 119; Sıfattt´s-safve, IV, 137; Şezera-tü´E-zeheb, II, 11; Tarihli Bagdad, IV, 137.
Yine Ahmed b. Ebi´l-Havârî, «Ağlamanın en faziletlisi ve iyisi, şeriata uygun olmayan amellerle tüketilen ömür üzerine kulun ağlamasıdır.» demiştir.

Yine o, «Allah bir kulunu gaflet içinde bulunmak ve taş kalpli olmaktan daha beter bir şeyle imtihan etmemiştir,» demiştir 17. Ebu Hafs Haddâd (Öl. 260/883)
Sûfî zâhidlerden Ebu Hafs Ömer b. Mesleme Haddâd, Nişabur´-un Buhara yolu üzerindeki kapısı yakınında bulunan ve «Kurdâbâd» adı verilen bir köye mensuptur. Sûfîlerin imamlarından ve ulularından bir zattır. 260/883) küsur senesinde vefat etmiştir.
Ebu Hafs: «Humma ölümün habercisi olduğu gibi günahlar da küfrün habercisidir,» der.

Ebu Hafs, «Semâ seven bir mürid gördün mü, bil ki onda tenbellik kalıntıları vardır (da ondan dolayı amel etmek için semâ gibi bir tarik ve teşvik âmiline ihtiyaç duymaktadır)», demiştir.
Ebu Hafs der ki: «(Bedene ait) dış terbiyedeki güzellik, (ruha ait) iç terbiyedeki güzelliğin aynasıdır.» (Dış, içi aksettirir, küpten içindeki madde sızar).

Yine o demiştir ki: «Fütüvvet, başkasına adalet ve insafla muamele etmek, fakat onlardan adalet ve insafla muamele etmelerini istememektir» (iyilik yapmak, karşılık beklememektir).
Ebu Hafs der ki: «Bir kimse her zaman hallerini ve fiillerini Kitap ve Sünnetle ölçmez ve aklına gelen düşünceleri (havâtır) itham etmezse, onun adını defterin (Allah) adamları hanesine kaydetmezler» (21).
20. Hal tercemesi için bk. Hllye, X, 5; Süleml s. 98; Şa´ranî, I, 96; Sıfatü´s-safve, IV, 212; Şezeratti´s-zeheb, II, 11; Mirfttü´l-cenân, II, 153; Tezkire-tti´l-evliya s. 345; Nefahât trc., s. 117.
21. Hal tercemesi için bk. Hilye, X, 229; Sülemî, s. 115; Srfatü´s-safve IV, 98; Şa´ranî, I, 96; Tezkiretü´l-evUya, s. 401; Nefahât trc., s. 111; Miratü´1-ce- / nan, II, 179; Şeaeratü´z-zeheb, II, 150.


Bazı kimseler tasavvuffa karşı öfkelidirler.Çünki tasavvuf Allah'a giden yolda,kullukta,müslümanlıkta sıkıdır,tavizsizdir.Allah neyi nasıl yapılmasını istemişse,Tasavvuf bunu daha da artırarak Allah'ın rızasına kavuşmayı maksat edinmiştir.Normal bir müslüman islamın 5 şartı nı yerine getirir ama gıybetten,hasetten,riyadan,ucubtan,kibirden,Allah'ın hoşnut olmadığı işleri yapmaktan kaçınmaz çünki bunlar ona küçük gelir veya günlük hayatta bunlara dikkat etmez..namaz kılan normal bir müslüman namaza başladığında tekbiri aldıktan sonra kıyama durunca ağzı ile sure okur ama gözleri etrafa bakar secde yerine bakmaz normal bir insan oruçludur,ama oruçluyken can sıkıntısından iftar vaktini bekleyinceye kadar kendini dünyalık uğraşlar bulur kimi dostu ile konuşur onunla iftar vaktinibekler ama beklerkende ordan burdan konuşur hatta gıybet eder.kimi kadınlara bakar göz zinası yapar,kimi müzik dinler,kimi sadece 1 yıl ramazan ayının gelmesini bekler ozaman zekat verir..ama tasavvufa bağlanan kimse boş olan her anı Allah'ın rızasına göre geçirmeyi,gıybetten,hasetten,riyadan,ucubtan,kibirden,zinanın her türlüsünden,vel hasıl küçük ve büyük günahlardan oldukca sakınır.dinini,Allah'ın rızasını 5 vaktini dışına yayar hayatının her anını Allah'için yaşamaya onun rızasınakazanmaya çalışır.Tasavvufa bağlı olan bir kimse Peygamberimizin sünnetini ihya etmeye çalışır.onu yaşamaya onunla amel etmeye çalışır.yani kısaca Normal bir müslüman cennetin 1 katında olur, ama tasavvufa intisab eden bir müslüman cennetin 7 katında olur.. kimide Allah'ın cemalini görür tasavvuf kulu Allah katında en üst mertebeyi ulaştırır,yani insanı Allah'ın rızasına kavuşturur..Tasavvafa bağlı müritler,dervişler,sofilerbağlı oldukları şeyhe ibadet etmiyorlar ki, 1 olan Allah'a ibadet ediyorlar ona tapıyorlar ona secde ediyorlar,Tasavvuf yolu haktır.Büyük Mürşit ve Seyyit Muhammed Bahaddin Nakşibendi (ks) şöyle buyurmuştur; ABDALLARIN MAKAMINI İSTEYEN KİŞİ HALİNİ DEĞİŞTİRMESİ YANİ NEFSİNE MUHALEFET ETMESİ LAZIMDIR
BİZİM YOLUMUZ ALLAHI TEALA NIN GÖSTERDİĞİ KURTULUŞ YOLUDUR.ÇÜNKÜ BU YOL KUR'AN A SÜNNET E UYMAK VE ESHAB I KİRAMA TABİ OLMAKTIR.İŞTE BU SEBEPLE BİZİM YOLMUZDA AZ ZAMANDA ÇOK KAZANÇ ELDE EDİLİR.FAKAT BU SABIR VE TAHAMMÜL İSTER.buyurmuşlardır.Tasavvufa bağlanmaktan maksad Allah'ın rızasına ulaşmaktır..başkaları yatarken çalışmaktır...
ALLAH ONLARDAN RAZI OLSUN BİZİDE ONLARIN KUTLU YOLLARINDAN BİR NEBZE OLSUN KOKLAMAYI NASİP ETSİN İNŞALLAH.


TASAVVUF HAKKINDA YAZILACAK VE SÖYLENECEK SÖZ ÇOKTUR..
ALLAH ONLARI AZİZ KILSIN VE YÜCELTSİN BİZLERİDE
ONLARIN YOLLARINDAN GİDENLERDEN EYLESİN İNŞALLAH

Konular