Lise Meitner

Lise Meitner, nükleer enerjiyle birlikte atom bombası yapılmasını sağlayacak nükleer fisyonun keşfedilmesindeki rolüyle tanındı. Lise Meitner fizikçiler arasında radyoaktivite çalışmalarının öncülerinden olmakla dikkati çeker. Einstein, Meitner'i "Alman Madam Curie" olarak tarif ediyordu. Bilimsel çalışmalarının çoğunu Berlin'de gerçekleştirmesine rağmen Avusturyalıydı. Ölümünden sekiz yıl önce İsveç vatandaşlığına geçmesine rağmen uyruğunu muhafaza etti. Lise Meitner 7 Kasım 1878'de hayatının ilk üçte birlik bölümünü geçireceği Viyana'da doğdu. Meitner, artık görkemli zamanlarının son demlerini yaşayan bu imparatorluk şehrine her zaman bağlı kaldı. Avusturya Naziler tarafından işgal edildiğinde İsveç'e iltica etti ve burada yirmi iki yıl yaşadı. Seksen bir yaşında bilimsel araştırmalarına son verdi ve emekli olup kalan zamanını İngiltere, Cambridge'de geçirdi.


Lise Meitner'in babası Philipp saygın bir avukat ve hevesli bir satranç oyuncusuydu. Ataları bugünkü Çek Cumhuriyeti sınırları içindeki Moravya'dan gelmişlerdi; annesi Hedvvig'in (kızlık soyadı Skovran) ailesi de Rusya'dan gelmişti. Sekiz çocuğun üçüncüsü olduğundan iki ablası tarafından yönetilmeye ve küçük kardeşlerini yönetmeye alışmıştı. Ebeveynleri Yahudi olmasına rağmen babası açık fikirli olduğu için eğitiminde Yahudi dini bir rol oynamadı. Aslında tüm çocuklar vaftiz edilmiş ve Lise Meitner, Protestan olarak yetiştirilmişti. Daha sonraki yıllarda hoşgörülü bir bakış açısına sahip olsa da ateizm fikrini benimsemedi.

Lise Meitner fizikçi olmasının nedeninin çocukluğundan kalma bir tutku, doğayı anlama tutkusu olduğunu söylemişti. Okulu bitirdiğinde ilk önce öğretmen olmak ve hayatını bu şekilde kazanmak için Fransızca devlet sınavından geçmesi gerekti. Bu sınavdan geçince, 1901'de ona Universitât Wien kapılarını açacak, Alman Abitur'una eşdeğerde bir bitirme sınavına, Matına''ya girme hakkı kazanıyordu. İki yıl boyunca, daha sonra Brno'da fizik profesörü olacak Arthur Szarvasy'nin danışmanlığında bu yarışa hazırlanmak için çok yoğun çalıştı. Kız kardeşleri, Meitner kalkıp odasında yürüyünce çalışmalarını aksattığı için kalacağını söyleyerek onu kızdırıyorlardı. O yıl on dört aday arasında sınavı kazanan dört kadından biriydi.

Üniversite yıllarında bazen öğrencilerin kaba davranışlarına maruz kalsa da (kadın öğrencilerin deli olduğu düşünülüyordu) öğretmenlerince sürekli teşvik ediliyordu. Daha sonraki yıllarda özellikle Boltzmann'ın derslerinden çok olumlu bir şekilde bahsedecekti. Nihai hakikati bulmak anlamında kendi fizik görüşüyle Meitner'e yaşamı boyunca ilham kaynağı olan muhtemelen Boltzmann'dı. 1905'te fizik doktorasını aldığında Viyana'da bu unvana sahip ikinci kadın oldu. Bir yıl kadar daha üniversitede kalarak Rayleigh'in ortaya attığı bir soruyu aydınlığa kavuşturdu. Bu problemi çözmenin verdiği cesaretle kuramsal fizik alanında kariyer yapmaya karar verdi. Babasından izin ve Berlin'de doktora sonrası eğitim için mali destek sözü aldı.

Daha sonra hayatının başlıca konusuyla, yeni bir alan olan radyoaktiviteyle tanışmıştı. 1905'te bazı ışınların maddeden geçerken sapıp sapmadığı kesin olarak bilinmiyordu. Meitner, bir dereceye kadar sapmanın mümkün olduğunu gösteren ilk deneyi tasarlayıp gerçekleştirdi. Meitner, Boltzmann'ın yerine geçme daveti almasından sonra Viyana'ya gelen Planck'la kısa bir görüşme yaptı ve onun yönetimi altında çalışmak istedi. 1907'de Berlin'e geldiğinde Planck'ın derslerine girdi. Planck'ın davetiyle evine giden Meitner o günü şöyle tarif ediyor: "İlk ziyaretim olmasına rağmen evin ve ailesinin yansıttığı tevazu karşısında çok etkilendim. Planck'ın derslerinde ilk önce hayal kırıklığına uğradım. Boltzmann çok coşkuluydu, heyecanını kişisel olarak yansıtmaktan çekinmiyordu. Planck'ın olağanüstü netlikteki dersleri ilk önce bana kişiliksiz ve yavan gelmişti." Planck diğer birçok meslektaşı gibi kadınların üniversitede eğitim görmesine izin verilmemesi gerektiğini düşünmekle birlikte Meitner'e istisnai bir şekilde tüm desteğini verdi. Berlin'deki ilk günlerinde, Planck'ın Grunewald semtindeki evinde iyi müzik ve teklifsiz, neşeli arkadaşlıklar edinmişti. İlerleyen yıllarda sık sık Planck'a danışacaktı.

İlk başlarda deneysel çalışmalarını yapacağı bir yer bulmakta zorluk çekti. Sonra, bir sonraki yaşam öykümüzün kahramanı genç kimyacı Otto Hahn'la tanıştı. Otto, Meitner'in yaşlarında samimi ve teklifsiz biriydi. Meitner, ondan çok şey öğrenebileceğini düşündü. Otto Hahn, radyoaktivite üzerine yaptığı deneylerde kendisine yardım edecek bir fizikçi arıyordu. Ancak ortada şöyle bir sorun vardı: Hahn, laboratuvarına (saçlarını tutuşturabileceklerinden dolayı) kadınların girmesini yasaklayan Nobel ödüllü Emil Fischer yönetimi altındaki kimya enstitüsünde çalışıyordu. Her ne sebeple olursa olsun erkek öğrencilerin kullandığı laboratııvarlara kadınların girmesi yasaktı. Ancak eski bir marangoz atölyesi radyasyon ölçümleri yapılabilecek şekilde düzenlendi ve Lise Meitner'e burada çalışma izni verildi. Kısa bir süre sonra Meitner ile Hahn radyoaktif maddeler üzerine beraber çalışmaya başladı: Lise Meitner çalışmanın fiziksel, Hahn ise daha çok kimyasal yanının sorumluluğunu almıştı. Birinci Dünya Savaşı'na giden yıllarda radyoaktivite üzerine çoğu günümüzde ilgi çekmeyen birçok bilimsel makale yayımladılar. Kimyacı Hahn için çalışmanın en heyecanlı yanı yeni elementlerin keşfi ve onların kimyasal özelliklerini incelemekti. Lise Meitner ise bu elementlerin yaydıkları radyasyonu anlamakla ilgileniyordu.

Bildiğimiz gibi Rutherford 1908'de Nobel ödülü almıştı. Rutherford'lar Stockholm'den dönerken birkaç günlüğüne Berlin'e uğradı. Rutherford ve Hahn önemli konuşmalar yaparken Meitner, Rutherford'un eşi Mary'ye alışverişte yardım etmesi için gönderildi. Meitner ve Hahn hem meslektaş hem de yakın arkadaş olmalarına rağmen resmi toplantılar dışında beraber yemek yememişlerdi. Meitner içine kapanık, utangaç biriydi ve çok disiplinli yetiştirilmişti.

1914'te çıkan savaşla birlikte araştırma programlan aksadı. Hahn askere alındı, Lise Meitner ise gönüllü röntgen hemşiresi olarak Avusturya ordusunda görev yaptı. Meitner için korkunç zamanlardı. Günde yirmi saat, yetersiz ekipmanla ve dilini bilmediği, türlü türlü yaraları olan çok sayıda Polonyalı askerle ilgilenmek zorundaydı. Radyoaktif maddeler üzerine çalışırken, radyoaktivitenin oluşması ve istenmeyenlerin bozunmasını sağlamak için uzun aralıklarla ölçüm yapılması gerekiyordu. Meitner bu ölçümleri yapmak için izin alarak düzenli aralıklarla Berlin'e gidiyordu. Hahn da bazen izin zamanını Metiner'inkiyle çakıştırabiliyordu.

Bu arada artık marangozhanede çalışmıyorlardı. Meitner'in kimya laboratuvarlarında çalışmasını engelleyen yasağın 1909'da kaldırılmasıyla nihayet kadınların Almanya'da akademik çalışmalara katılması mümkün olmuştu. Hahn'a, o zamanlar Berlin'in kırsal bölgesi olan Dahlem'de 1912'de açılan Kaiser-Wilhelm-Institut für Chemie'de küçük bağımsız bir bölümde çalışma teklifi yapıldı. Lise Meitner, burada ilk önce "misafir" olarak 1918'de de fizik bölümünün yöneticisi olarak Hahn'la beraber yirmi beş yıl çalıştı. Laboratuvarında çok disiplinliydi. Böylece aynı binada çok büyük miktarda radyoaktif element elden geçirilmesine rağmen çeyrek yüzyıl boyunca laboratuvarı hiç kontamine olmadı. Çok katı olmasından dolayı öğrencileri ondan çekinse de kişisel problemlerinde yine de ona başvuruyorlardı. Meitner'in gösterdiği insanlık ileride sevgiyle anılacaktı.

I.ise Meitner Universitat Berlin'de, yeni bilimsel yazıların etkileyici Berlinli bilimciler huzurunda tartışıldığı haftalık müzakerelere düzenli olarak katılıyordu. 1912 ile 1915 arası Max Planck'ın asistanlığını yaptı. 1922'de venia leğendi aldı. Verdiği ilk dersin konusu olan kozmik fizik, gazetelerde kozmetik fizik olarak yer aldı. 1926'da asil profesör oldu ama hiç ders vermedi.

1932'de nötron, 1933'te pozitron ve 1934'te suni radyoaktivitenin keşfedilmesi nükleer fizik dünyasında çalkantıya neden oldu. Lise Meitner ve iş arkadaşlarının yayımladığı bir dizi kısa makaleden ayak uydurmaya çalıştıkları bu hızlı ve yeni gelişmeleri takip etmek mümkündü. Hitler başa geldiğinde "ari ırktan olmayanlar" üniversitedeki işlerinden olurken kısmen sanayicilerin kontrolündeki Kaiser-Wilhelm-Gesellschaft'a bağlı enstitiilerdeki bilimciler daha az tehdit altındaydılar. Bu durumda bile Naziler partiye bağlılığı zorlamak için çeşitli sızma girişimlerinde bulunuyordu. Hahn ve Meitner, çalışanları arasında Yahudiler ve Nazi partisine girmeyi reddedenler olduğundan herhangi bir çatışmaya girmemeye çok dikkat ediyorlardı. 1933'te Meitner'in venia leğendi'si iptal edilmesine ve üniversitedeki harici profesörlüğünü kaybetmesine rağmen enstitüdeki konumunda bir değişiklik olmamıştı. Onun konumundakiler artık bilimsel toplantılarda rapor veremiyordu. Meitner bunun üzerine bu toplantılara katılmadı. Yazarlarından biri olmasına rağmen yayımlanmış makalelerinde ismine atıfta bulunulmuyordu.

Mart 1938'de Avusturya'nın Almanlar tarafından Anschluss'u (topraklarına katılması) sonucunda, Lise Meitner ciddi problemlerle karşı karşıya kaldı: Artık Avusturya uyruğundan kaynaklanan koruma altında olan bir yabancı olmadığı için Na/i Almanya'sının ırkçı yasalarına maruz kalabilecekti. Meitner " %50'den daha fazlası ari olmayan" bir kişi olarak işinden atılabilir ve diğer cezalara çarptırılabilirdi. Dürüstlüğünden dolayı Yahudi kökenini gizlemediğinden (bunu yapanlar vardı) işten atılması her an mümkündü. Arkadaşı ve meslektaşı Max von Laue'nin, Yahudi olsun olmasın hiçbir üniversite hocasının Almanya'dan izinsiz çıkamayacağına yönelik Gestapo başkanı Heinrich Himmler'in verdiği emre dair duyduklarını söylemesiyle durumu daha da vahimleşmişti.

Kaiser-Wilhelm-Gesellschaft başkanının Meitner için izin alma çabaları başarısızlıkla sonuçlandı. Meitner'in Almanya'daki konumunu yitirmesinin yanı sıra ülke dışında da yeni iş bulamaması söz konusuydu. Meitner vakit kaybetmeden Almanya'dan ayrılması gerektiğine karar verdi ve Hollanda'daki sempatizanlar ülkelerine kaçması için gereken koşulları ayarladı. Ayrılacağı gün en değerli eşyalarını toplaması için sadece bir buçuk saati vardı. Laboratuvarda, Almanya'yı terk ettiğini Hahn'ın dışında kimse bilmiyordu. Hahn, Meitner'e gerektiğinde satması için elmas bir yüzük verdi.

Her ne kadar Hollanda fizik konusunda saygın bir geleneğe sahipse de o zamanlar nükleer araştırmalarda iyi donanımlara sahip değildi. Bunun üzerine Lise Meitner hemen Danimarka'ya geçti. Burada birkaç hafta Bohr'ların misafirperverliğiyle iyi vakit geçirdi. Kopenhag'da nükleer araştırma olanakları çok harikaydı; genç ve çalışkan fizikçiler vardı. Muhtemelen genç fizikçilerle rekabet etmemek için burada kalmaktan vazgeçip Stockholm'deki yeni Nobelinstitutet for Fysik'in başkanı Manne Siegbahn'ın davetini kabul etti. Siegbahn 1924'te X ışınları spektroskopisi alanında yaptığı araştırmayla Nobel Fizik Ödülü'nü almıştı. Siegbahn ve öğrencileri İsveç "kesin fizik" geleneğini yaratmışlardı.

Meitner'in, 1938'de İsveç'e gelmesinden kısa bir süre sonra bilime olağanüstü bir katkısı oldu. Meitner Almanya'dan ayrıldıktan sonra Hahn her zaman olduğu gibi asistanı Strassmann ile birlikte çalışmalarına devam etmiş, uranyumun bombardımanı sonucunda elde edilen ürünlerde baryumu keşfetmişti. Hahn, Meitner'e yazarak neler olduğunu fiziksel anlamda açıklamasını istedi. Meitner mektubu keşfin yayımlanmasından önce aldığından bu olağanüstü olguyu Almanya dışında öğrenen ilk bilimci oldu. Mektup Meitner'in eline Noel tatilinde küçük bir İsveç kasabasındaki arkadaşlarına gittiğinde geçti. Burada bulunanlar arasında bir mülteci fizikçi daha vardı. Bu kişi Meitner'in yeğeni Otto Robert Frisch'di. Lise, Hahn'ın mektubundan bahsedince genç adam ilk başta uranyum atomlarının neredeyse iki eşit parçaya bölünebileceğine inanmadı. Hahn ve Strassmann'ın bir hata yaptığını düşündü.

Meseleyi rahat bir ortamda konuşmak için teyze ve yeğen karda yürüyüşe çıktılar. Hareket etmenin zihinlerini açacağını düşünmüşlerdi. Daha çok, hızlı ve inandırıcı üslubuyla Lise Meitner konuştu. Sonunda Hahn ve Strassmann'ın hata yapmadığına, uranyum atomlarının fisyona uğradığına ve bu süreçte muhtemelen çok fazla enerji yayıldığına Frisch'i ikna etti. Bundan emin olunca haberi hemen Niels Bohr'a ulaştırmak için Kopenhag'a gittiler. Bohr, onları sabırsızlıkla dinledi ve "Vay, ne kadar aptalız, bunu öngörebilmeliydik. Olması gereken buydu," şeklinde tepkisini belirtti. Uranyum atomları parçalandığında ortaya çıkan enerjiyi ölçmek için bir deney yapmayı önerdi. Bohr kendini bu yeni olguya çok kaptırdığı için az daha onu American Physical Society'nin New York'taki toplantısına götürecek gemiyi kaçıracaktı. Bohr bu olağanüstü nükleer fisyon keşfinin haberini verdiğinde Amerikalı fizikçilerin söylediğine göre Bohr kimseye odaklanmadan odada gezinen tedirgin ve güvensiz bakışlar fırlatmıştı. Büyük bir heyecanla birkaç araştırma grubu aynı deneyi tekrar ederek doğruladı. Berlin'de Hahn çok endişeliydi. "Tanrı bunu amaçlamış olamaz," ifadesini kullandığı söylenir.

Pek çok kişiye göre asıl hak eden kişi Lise Meitner olsa da 1945 Nobel Fizik Ödülü kuramcı Wolfgang Pauli'ye verildi. Bohr, Meitner ve Frisch'i 1946 Nobel Fizik Ödülü'ne aday gösterdi ama sonuç alamadı. Bununla beraber Meitner'in çalışmaları geç de olsa takdir edildi. Hahn'la birlikte Deutsche Physikalische Gesellschaft'ın Max Planck madalyasını aldı. Berlin'deki nükleer araştırmalar enstitüsü Hahn-Meitner Institut adını aldı. Otto Hahn ile yakın bir ilişkisi vardı ama Hahn bu büyük keşifte Meitner'in katkısını azımsama eğilimindeydi. Meitner otuz yıldır ekibin fizikçisiydi ve Hahn konu fizik olduğunda her zaman onun fikrine başvurmuştu. Daha sonra Strassmann, "Meitner grubumuzun entelektüel lideriydi. Bunun için fisyon keşfinde burada olmasa da bizim grubun bir üyesidir," demişti. Nazi Almanya'sı döneminde bilimsel bir kurumun başkanı ile göçmen bir Yahudi bilimci arasındaki yakın iş ilişki, Hahn'ın sarsılmaz karakteri ve kişisel sadakatinin bir eseridir. Ancak çoğu kişi Hahn'ın Meitner'i Berlin'den ayrılmaya teşvik etmekle onun hayatını kurtarmış olabileceğine ama bilimsel kariyerini mahvettiğine inanıyordu.

Lise Meitner'in İsveç'te kaldığı yirmi iki yıl içinde Siegbahn'ın enstitüsünde Avrupa'nın ilk siklotronu inşa edildi. Bu yeni atom ayırıcı makinenin en iyi şekilde kullanılması ve öğrencilere yardımcı tekniklerin öğretilmesi için Lise Meitner'in tecrübesi çok değerliydi. Meitner zaman içinde İsveççeyi çok iyi öğrenmiş, küçük bir araştırma grubu oluşturmuştu. Siklotronun yardımıyla oluşturulan bazı yeni radyoaktif türlerin niteliklerini tarif eden birkaç kısa makale yayımlamıştı. İsveç'in tarafsız bir ülke olması savaş zamanında yalnız kalmasına ve Meitner'in de bu anlamda Nobelinstitutet'le sınırlı kalmasına neden olmuştu. Birkaç öğrencisi vardı ve Berlin'deki Hahn'ın teşvikinden mahrumdu. Ayrıca Siegbahn'ın görece basit ölçümler içeren radyoaktif izotoplar üzerine yapılan çalışmadan ziyade kesin fizikle ilgilenmeyi tercih ettiğini düşünüyordu. Meitner'in başlangıçta kendisinin de tercih ettiği Britanya'ya gitme ihtimali doğmuştu. Ancak Cambridge'den gelen soğuk yanıt ve Oxford'daki Lindemann'ın kadınlara karşı anlayışsız olmasıyla bilinmesi yüzünden bu olasılığın üzerinde artık durmamaya karar verdi. Bununla beraber savaş başlamadan bir müddet önce, Temmuz 1939'da Lawrence Bragg'ın davetini kabul ederek Cambridge'e gitti. Kendisine teklif edilen üç yıllık sözleşmeyi daha sonra pişman olacağı halde imzalamakta kararsız kaldı ve İsveç'e geri döndü. Savaş sırasında müttefiklere Almanya'daki nükleer araştırmalar hakkında bilgi verdi. Bu arada atom bombasıyla bir ilgisinin olmayacağı yönündeki tavrı çok sertti.

Meitner 1946 yılının yarısını Washington'daki Catholic University of America'da konuk profesör olarak geçirdi ve basın tarafından "yılın kadını" seçildi. 1947'de Nobelinstitutet'ten emekli oldu ve İsveç atom enerjisi komisyonunun onun için Kungliga Tekniska Högskolan'da küçük bir laboratuvar kurma teklifini kabul etti. Daha sonra Stockholm'ün üzerine kurulduğu katı granitin patlatılmasıyla açılan dehlizin derinliklerine inşa edilen deneysel amaçlı bir nükleer reaktörün olduğu Kungliga Ingenjörsvetenskap-sakademien'in laboratuvarında çalışmaya başladı. İsveç'teki son zamanlarını zamanını burada, ilk önce bir araştırma asistanının çalışmalarını yöneterek, daha sonra da esas olarak okuyarak, konuşmalara katılarak ve diğer fizikçilerle problemler üzerine tartışarak geçirdi. 1960'ta emekli olup o zamanlar Cavendish'de Jackson kürsüsü doğa felsefesi profesörü olan yeğeni Otto Robert Frisch de dahil olmak üzere akrabalarına daha yakın olmak üzere Cambridge'e gittiğinde zihni hâlâ aktifti.

Lise Meitner'in Cambridge'de sakin bir hayatı vardı ama hâlâ arkadaşlarıyla görüşmek, kadınların, özellikle de kadın bilimcilerin hak ettikleri yerler hakkında konuşma yapmak i^in sık sık seyahat ediyordu. Daha sonra İngilizce de basılacak olan "fiziğin elli yılı" başlıklı konuşmasını yapacağı konferans için 1963'te Viyana'ya gitti. Her zaman diğer kardeşleri gibi (bir kız kardeşi konser piyanistiydi) müzikten büyük keyif almıştı. İlerleyen yaşlarında bile Planck'ların evinde her hafta düzenlenen müzikli geceleri sevgiyle hatırlıyordu. Yürüyebildiği sürece, işitme kaybı durumunu zorlaştırmasına rağmen konserlere gidip müzikteki son gelişmeleri takip etmeye çalışıyordu.

1964 yılının sonunda ABD'ye yaptığı yorucu ziyaretten sonra Lise Meitner kalp krizi geçirdi. Birkaç ay kaldığı özel klinikten evine döndüğünde halsizdi. Gücü yavaş yavaş azalmaya başlamış olmasına rağmen 1967'de düşüp kalçasını kırdıktan sonra iyileşmişti. Bu kazadan sonra artık seyahat etmeyi bırakmış ve giderek faaliyetlerine son vermişti. Son iki ayında Cambridge'de bir kliniğe yattı ve yavaş yavaş güçten düştü. 27 Ekim 1968'de doksanıncı yaş gününden birkaç gün önce hayata veda etti. Tüm kardeşlerinden daha sonra ölmüştü. Birkaç yıl önce ölen en küçük erkek kardeşinin gömüldüğü bir taşra kilisesinin bahçesine defnedildi.

Planck ve diğer büyük fizikçilerle yakın arkadaşlık ilişkisine rağmen Meitner gençliğinin utangaçlığını üzerinden atamamıştı. Arkadaşlarıyla birlikteyken çok canlı ve neşeliydi. Çok iyi bir hikâye anlatıcısıydı. Hemen hemen her şeyle ilgileniyordu; öğrenmeye ve kendi çalışma alanı dışındaki şeylere karşı kayıtsızlığını itiraf etmeye her zaman hazırdı. Bununla birlikte kendi alanında büyük bir özgüvenle, insan aklının büyük doğa yasalarından yola çıkarak doğru sonuçlara varma gücüne inanarak hareket etmişti. Bilginin geliştirilmesi öncelikleri arasındaydı ve kim gerçekleştirirse gerçekleştirsiıı iyi bir bilimcinin kusursuz çalışması karşısında o da keyif alıyordu.