MATERYALİZM ÇÖKÜYOR

[size=18px][color=darkblue]MATERYALİZM ÇÖKÜYOR


20.asır neredeyse göçüp gitmek üzere... ( kitabın yayınlanma tarihi eylül 1990) iyi ve kötü yanları ile koca bir 100 yıl tarihin sayfalarına doğru hızla kaymakta... Bazılarının hakkında “reddiyeler”, belki bazılarının da “methiyeler” yazacağı bu “asır” gerçekten beşeriyete ne verdi?

20.asrı değerlendirenler hiç şüphesiz, bakış açılarını kendi şartlarına göre ayarlayacaklardır. Böyle olunca, elbette, ortaya farklı değerlendirmeler çıkacaktır. Ezilen Afrikalı zenci ile ezen sömürgeci beyazın, vatanları işgal edilen Afganlı ile kızıl moskofun, zorla Islavlaştırılan Müslüman Türk ile kanlı Bulgar’ın, istiklâlini kaybetmiş “Dış Türklük” ile kızıl diktatörlerin, zayıf, geri kalmış ve yenik milletler ile elinden en ileri ve güçlü öldürücü silahlar bulunduran süper güçlerin ve daha nicelerinin 20.asır ile ilgili hükümleri elbette farklı olacaktır.

Bizim kanaatimize göre, 20.asır, ulaşılan maddi teknolojik zaferlere, madde plânındaki hayret verici tırmanışlara rağmen, insan hak ve haysiyetinin en çok ayak altına alındığı bir dönem olmuştur. İçinde, her biri milyonlarca insan hayatına mâl olan iki adet “cihan savaşı” taşıyan yegâne asır 20. asırdır. Yine 20.asır , yüzlerce şerefsiz savaşa ve barışa sahne olmuştur. Yine 20. asır, tarihte ilk defa, dinsizliği ile öğünen ve materyalizmi bir din gibi tezgahlayan bir “süper devletin” kuruluşuna sahne olmuştur. Yine 20. asır, binlerce yıllık beşeri birikimi,din,ahlâk, hukuk ve mukaddesat adına ne varsa hepsini tepe taklak etmiştir. İslâm Dünyası, bu asırda kara ve kızıl emperyalizme şu veya bu şekilde yenik düşmüş, merhametsizce ezilmiştir ve daha neler olmuştur.

Kara ve kızıl süper güçlerin her ikisi de materyalisttir. İnsana ve âleme bizim gözümüzle bakmamaktadır. Öyle ki, kara ve kızıl emperyalizm, yalnız mazlum milletleri sömürüp tüketmekle kalmamakta, bizzat kendi ülkesinde bile insanı, ya “ekonomik bir hayvan” statüsü içinde veya “ emeği satın alınabilecek bir mal” olarak görmektedir. Kısaca, materyalist zihniyet, günde üç veya dört vardiya halinde, insanları kıyasıya çalıştırmakta, arta kalan zaman içinde de meyhanelerin, kumarhanelerin ve batakhanelerin kucağına terketmektedir. Galiba pek az istisnası ile laboratuvarlar, kitaplıklar, sanat evleri ve mâbetler boş kalmaktadır. Üstelik, bu çark, bir ömür boyu, aynı monotonlukla dönmekte, insanlar, birere kadavra haline gelince “emekli olarak” ya bir âcizler evine veya bir devlet pansiyonuna kapatılarak ölümü beklemeye terkedilmektedir.

Mesai saatlerini “ekmek kavgasına”, boş zamanlarını “içki, kumar ve fuhşa “ ayıran, çocukluğunu “kreşlerde” gençliğini “diskoteklerde”, son günlerini “âcizler evinde” geçirmeye mahkum edilen insanlar elbette mutlu olamazlar. Aile bağlarının gevşediği, komşuluk ilişkilerinin kalmadığı çıkar kavgaları içinde, bir diğerinin ekmeğine göz dikildiği, mertlik, sorumluluk, sevgi, saygı ve samimiyet kavramlarının alaya alındığı bir dünya insana ne verebilir? Bu, bir çöküntü tablosudur ve aynı zamanda “materyalizmin iflası”dır. Bu acı tabloyu, “ilericilik”, “devrimcilik” ve “gelişmecilik” olarak istedikleri kadar propaganda etsinler, artık “ materyalizmin” bu iflasını gizleyemeyeceklerdir.

Evet, psikanalist Henry Linck’in belirttiği üzere, insanlık yeniden “Dine Dönüş” için sabırsızlanmaktadır. Ümit ve temenni ederiz ki, bu din , İslâm olsun. Çünkü, beşerin hak ve haysiyetini kurtaracak tek “vahiy nizamı” yalnız odur.


Hasbihal cilt:1 S.Ahmed Arvasî, burak yayınları s. 31-32[/color][/size]

Konular