Çözüm, çözülmektedir

Çözümler aranırken çoğunlukla tecrübelere müracaat edilir. Tecrübe, özellikle düşüncenin açılamadığı yerde çok önemlidir. Ama aynı zamanda duygusal açıdan maliyeti yüksek, pahalı kazanımlardır tecrübeler. Oysa düşünce insana kafasını duvarlara vurmadan, duygularını paramparça etmeden gerçeğe ulaşabilme imkânını sunar. Bu nedenle düşünce gücü kanaatimce tecrübelerden kat be kat değerlidir. Düşüncenin tecrübeye oranla zamana olan ihtiyacı daha azdır ve yaşı yoktur; yeter ki, doğru noktaya doğru açılardan bakmayı başarabilelim…

Sosyal yaşantıyı değerlendirmeye başladığım zamanlardan bu yana edindiğim kanaat, hissettiğim gerçek, insan-insan ilişkilerinin de yaşayan bir yönü olduğudur. Yaşamın gerçek ismi olan ‘hayat’ birçok unsuru biraraya getirerek buluşturan, yorumlayan bir olgudur. Ancak ruh olmadığı sürece hayatta hislerin yeri yoktur. Ruhun ve şuûrun devreye girmesiyle hayat, hislerin çağladığı bir duygu nehrine dönüşür.

Ruhsal hayat mertebesinin, hayata ve hayatın üzerinde kendini gösterdiği vücûda sunduğu kazanımlar içerisinde en önemlileri ihtiyaçtan gelen lezzet ve lezzet içerisinde açığa çıkan muavenet, yani yardımlaşabilme, ‘birbirinin imdadına yetişebilme’ gerçeğidir. Vücutlarımızı mükemmele ulaştıran, her bir organımızın bir diğerinin imdadına yetişebilmesidir. Vücuttaki unsurlardan hiçbiri kendisi için var değildir. Kendi varlığından öte, bütün bir yapının devamı için çalışır her biri. Karaciğerin yerine getirdiği görevlerden ancak binde biri kendisi içindir. Bu binde bir dahi diğer organlara yardımın devam edebilmesi için gereklidir. El, kendi varlığı hariç hemen herşey için çalışır. Ayak diğer organları taşımak için adım atar. Gözün görmesinin kendisine faydası hemen hiç mertebesindedir. Özetle, vücudu vücut yapan yapısına kazınmış, hücrelerinden organlarına kadar yerleştirilmiş olan bu feragat ve bu muavenettir. Vücudu oluşturan unsurların tümü Üç Silahşörler’in o ünlü sözünü söylerler: “Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için!” Bu yardımlaşabilmeyi mümkün kılan ise, organlarımızın tümünü birbirine bağlayan hislerin varlığıdır. Organlarımızın birbirinin imdadına yetişemediği yerde ise, gözyaşları imdada yetişir: Vücut dilinde, “İmkânım olsaydı sana hemen yardım ederdim”in bir ifade şeklidir gözyaşları.

Hayatı, ruhsal hayat mertebesine taşıyan bir diğer unsur ise acı duygusudur. Bu duygunun varlığıyla, zarar gören organın etrafında diğer tüm organlar bütünleşir. Acı duygusunun olmadığı bir vücut, bu bütünleşme sağlanamayacağı için ölümün eşiğine gelmiş demektir. Sinirleri alınmış bir vücudun, unsurlarının arasındaki bağlantılar koptuğu için, cesetten farkı yoktur. Böyle bir vücut göremez, işitemez, lezzet alamaz ve acı duyamaz, bir bütün halinde hareket etme imkânı tümden yok olmuştur.

Yaşadığımız şartlar ve zaman, yaşayan topluluğa en güzel örnek olan ‘Asr-ı Saadet’in çok gerisinde kaldığı içindir ki, ilişkilerin de hayat sahibi varlıklar gibi yaşayan unsurlar olduğunu göz ardı ettiriyor. Toplumlar, fertler topluluğu olmanın ötesine geçemiyor, adım adım çürüyor. Sinirleri alınmış yığınlara dönüşüyor toplumlar. Acı duyulmuyor, duyulsa bile ifade edilemiyor…

Bireyler feryat ediyor, ama toplumun ruhu bile duymuyor, duyamıyorsa; toplumların ruhu artık yoktur! Yeniden ihya etmenin çaresi yine bireysel ilişkilerin olması gereken düzleme, duygu alışverişinin en yüksek düzeyde sağlandığı ruhsal hayat mertebesine oturmasıyla mümkün olacaktır. Çünkü bireysel ilişkiler toplumsal örgünün temelidir. Parçalayıcı fitneye ve gıybete dönüşen haberleşmeler ile, yardım eksenli olmaktan çok birbirinin mezarını kazar duruma gelen bireysel ilişkilerden kurtulmanın çaresi ise, yine birebir ilişkilerin sevgi ve feragat eksenine oturmasından geçecektir. Çözüm, bireysel ilişkilerdeki düğümlerin çözülmesiyle gelecektir.

Bireysel anlamda insan-insan ilişkileri toplumsal ilişkilerin en küçük boyutudur. Küçüklüğü ve yakınlığı onu duygu paylaşımlarına daha açık hale getirir. İlişkiler duygu paylaşımına açıklığı oranında, bitkisel hayat mertebesinden ruhsal hayat mertebesine geçişler yaşayabilir. Bu hal, bu tanımlamaya çalıştığım duygu alışverişi süreklilik kazandığı zaman, ilişki artık ruhsal hayat mertebesine oturmuştur. Ruh ise bakidir, ölümsüzdür. Yani duygu alışverişi ölümsüz ilişkilerin başlangıç noktasıdır. Azalması ölümün habercisidir. Zorunlu birlikteliklerde ise, durum daha ciddi, sonuç daha da tehlikelidir. Evlilikle kurulan ilişkilerde olduğu gibi, zorunlu ilişkiler duygu alışverişinin rahatlıkla yapılamadığı hallerde ölen bir ilişki olmaktan öte, öldüren bir ilişkiye dönüşme riskine girecektir.

İnsan insan ilişkilerinde, incittiğimiz yerde gözlerimiz yaşarmıyor, üstüne üstlük bir de ‘Oh olsun!’ duygularına kapılıyorsak eğer, ilişkinin geçmişinde sağlıklı bir zemine oturmadığını rahatlıkla ifade edebiliriz. İncitme sonrasında üzüntü duygusunun oluşmayışı bile yeter derecede bir sorundur ve ilişkinin geçmişte dahi bitkisel hayat mertebesinde oluşunun kesin göstergesidir. Oysa insan ruhsal bir varlık olmaktan da öte, şuur sahibi bir varlıktır. Duygularının düşüncelere, düşüncelerinin duygulara dönüşmesi imkânı sunulmuştur insana. Hislerin düşüncelerle sarmaş dolaş olmadığı bitkisel hayat mertebesinde ilişkiler, ancak ticaret içerisinde, ya da adaletin uygulandığı alanlarda mümkün ve meşrudur. Toplumsal yaşamı kurabilmek için bu tarz ilişkilere de kaçınılmaz olarak ihtiyaç vardır. Ancak toplumsal yaşamı ve insan ilişkilerini tümden tarif etmemesi şartıyla. Oysa, şu içerisinde yaşadığımız çağda, ilişkilerin hemen tümü duyguların perdelendiği, perdelenmesinin zorunlu olduğu zannına kapıldığınız bir tarza bürünmüştür. Yaratılış bazında kardeş olduğunuzu unutturan, yalnızca kendinizi düşünmenizin doğru olduğunu hissettiren bir ‘aşırı bireysellik’ pompalanmaktadır her yönden ve daima. Bu aşırı bireysel düşünüşün meyvesi olarak feragatin yitip gitmesiyle ilişkiler çatışmaya dönüşmüş, toplumun temelleri çatırdayarak çökme sürecine girmiştir.

Dolayısıyla, çözümlerin tümü bireysel ilişkilerdeki sorunların, düğümlerin çözülmesinde buluşmaktadır. Bu çözülüm ise ancak duygu alışverişinin oluşabilmesiyle mümkün olacaktır. Duygular ise, sadece güzel olan olgularda ortaya çıkmayacağı için, sevginin, güzelliğin, güzel duyguların paylaşımına açık olunduğu kadar; acıların, acıyan yönlerin, kırgınlıkların da paylaşılabilmesi kesin anlamda gereklidir, hem de aynı rahatlık ve anlayış içerisinde. Böylece incinmelerin onarılma imkânı doğacaktır. Duygu alışverişinin önü tıkanmayacak, ilişkideki yolculuk mertebe atlama imkânına kavuşabilecektir. İlk gençlik yıllarında başlayan arkadaşlıkları daha sağlam ve sağlıklı yapan, farkında bile olmadan yaşadığımız bu rahatlıktır. Daha çok düşünsel boyutta başlayan ilişkilerdeki sığlığa, güvensizliğe bakıp hayret edişimizin arkasında yatan da, bu duygu alışverişinin olmayışı, buna karşın bu en gerçek ihtiyacı tarif edemeyişimizdir. Çimentosuz, harçsız örülmüş duvarlar gibidir bu tarz ilişkiler, bir rüzgârda savrulur, yok olur giderler. Neticede, ortaya çıkan tabloya bakıp hayıflanmak kalır geriye, buruk tebessümler kalır elimizde çoğu zaman.

Oysa, ilişkilerde birikmiş gerilimin duygusal alışverişlerle çözülümü, bulutlardaki gerilimin şimşeklerle çözülüp yağmurlara dönüşerek yeryüzüne hayat sunması gibi, ilişkinin ruhsal hayata dönüşüm sürecini inanılmaz ölçüde hızlandıracaktır. Bu nedenle, tüm bu nedenlerle, sevgimizi, ihtiyaçlarımızı paylaşabildiğimiz gibi, acılarımızı, acıyan yönlerimizi, kırgınlıklarımızı da paylaşabilmemiz hayatî bir ihtiyaçtır. Yaşayan ilişkilerin kurulabilmesi, kurulmuş yaşayan bir ilişkinin devamı ve sağlamlaşabilmesi için… Neticede toplumsal hayatın yeniden insanî düzlemde canlanabilmesi; ilişkilerin, bireylerin ve toplumların lânetler olası İblis’in elinde birer oyuncağa dönüşmemesi için… Faturası yüksek acı tecrübeler edinmemek için…

Evet şimdi tüm bunların adım adım gerçekleşebilmesi için en yakınımızdaki problemden başlamak zorundayız. Hem de duygularımızı hiç frenlemeden, örtmeden… Şimdi, duygularımızı ifade etmenin, incittiğimiz insandan özür dilemenin, kırıldığımız insana kırgınlığımızı üslubunca ifade etmenin, yardımcı olamadığımız insana üzüntümüzü hislerine tesir edecek bir tarzda anlatmanın… evet şimdi tam zamanıdır. Çözüm, işte ellerimizde, dilimizin tam ucundadır…


Konular