Müslüman, Akraba, Komşu ve Mülkiyet Hakları ve Bu Bakımdan Yakın Olan Kimselerle Muâşeretin Âdâbı.

İnsanoğlu ya tek başınadır veya başkalarıyla beraberdir. İnsanoğlunun yaşaması ancak hemcinsleriyle birlikte ve onlarla haşır neşir olmak suretiyle mümkün olduğundan âdâb-ı muâşereti mutlaka öğrenmesi gerekir. Başkalarıyla ilişki içeri sinde bulunan kimselerin bu ilişkilerinde gözetmeleri gereken bazı edepler vardır. Bu da müstehak olduğu miktardadır. Müstehak olduğu miktar da kurulmak istenen rabıtanın derecesine bağlıdır. Rabıta ise ilişkinin en özel şekli olan akrabalık veya İslâm kardeşliğidir. İslâm kardeşliği umumî bir bağdır. İslâm kardeşliğinin mânâsına dostluk ve sohbet de dahildir. Yine rabıta; komşuluk veya yolculuk ve mektep-medrese arkadaşlığı veya dost luk ve kardeşlik bağıdır. Bu rabıtaların her birinin birçok derece leri vardır. Akrabalığın hakkı vardır, fakat mahrem olan akra banın hakkı diğer akrabalarınkinden daha kuvvetlidir. Mahrem olanların özel bir hakkı vardır; fakat anne ile babanın hakkı daha kuvvetlidir. Komşuluk hakkı da böyledir; evin yakınlık ve uzaklığına göre değişir. Nisbete göre farklılık başgösterir. Hatta gurbet diyarında, aynı şehirden olan kimse, vatanda yakın olan kimse yerine geçer. Çünkü şehir de komşuluk hakkını haizdir.

Aynı şekilde müslümanın hakkı marifet ile daha da kuvvetle nir. Marifetin çeşitli dereceleri vardır. O halde müşahede ile bili nen kimsenin hakkı, işitmekle bilinen bir kimsenin hakkı gibi değildir. Bilakis ondan daha kuvvetlidir. Bu hak, marifet vaki ol duktan ve ihtilât edildikten sonra daha da kuvvet kazanır. Sohbet de böyledir ve dereceleri değişiktir. Bu bakımdan okuldaki ar kadaşlığın hakkı, seferdeki arkadaşlığın hakkından daha kuvvet lidir. Bunlar gibi dostluk da çeşitli derecelere sahiptir; çünkü dost luk kuvvet kazandıkça uhuvvete; uhuvvet de geliştikçe muhabbete dönüşür. Muhabbet de geliştiği takdirde hullete dönüşür. Halil,habibden daha yakındır. Bu bakımdan muhabbet, kalbin habbe sinde (içinde) bulunan mânâ; hullet ise kalbin sırrına nüfuz eden mânâ demektir. O halde, her halil habibdir; fakat her habib halil değildir. Müşahede ve tecrübe ile sabit olmuştur ki, sadakatin de receleri de farklıdır.
Hulletin uhuvvetten daha üstün bir derece olduğuna gelince, bunun mânâsı şudur: Hullet, uhuvvetten daha tam ve daha gelişmiş bir halden ibarettir. Bu hâli Hz. Peygamberin şu sözün den anlayabilirsiniz:

Eğer bir halil edinecek olsaydım muhakkak Ebubekir Sıddîk'ı edinirdim. Fakat arkadaşınız (kendi nefsini kastedi yor) Allah'ın halilidir.108

Çünkü halil sevginin, kalbinin bütün cüzlerini zahir ve batın yönünde kapladığı kimsedir. Oysa Hz. Peygamberin kalbini Allah'ın sevgisinden başka birşey tam mânâsıyla kaplamış değildi. Buna rağmen Rasûlullah, Hz. Ali'yi kardeş edinerek şöyle buyurmuştur:
Ali'nin bana olan yakınlığı Hârun'un Mûsa'ya olan yakınlığı mesabesindedir. Ancak o (Ali) peygamber değildir109

Görüldüğü gibi Hz. Peygamber, Hz. Ebubekir Sıddîk'ı hulletten uzaklaştırdığı gibi, Hz. Ali'yi do peygamberlik mertebesinden uzaklaştırmıştır. Bu bakımdan Hz. Ebubekir uhuvvette Hz. Ali ile ortak olmuş; hullet derecesine yaklaşmak bakımından da geçmiştir. Eğer hullette ortaklığa imkan olsaydı, Hz. Ebubekir'in bu dereceye ehil olma bakımından da Hz. Ali'yi geçeceği açıktı; çünkü Hz. Peygamber 'Eğer halil edinseydim Ebubekir'i edinir dini' sözüyle bu duruma dikkat çekmiştir. Hz. Peygamber, Allah'ın hem habibi, hem de halili idi.

Hz. Peygamber birgün yüzü sevinçten pırıl pırıl parladığı halde minbere çıkarak şöyle buyurmuştur:
Allah Teâlâ, İbrahim'i halil edindiği gibi beni de halil edindi; bu bakımdan ben, Allah'ın hem halili, hem de habi biyim.110

Anlaşılıyor ki, marifetin önünde gelen ve ondan büyük olan bir rabıta yoktur; tıpkı hulletten daha üstün bir derece olmadığı gibi... Marifet ile Hullet şrasında çeşitli dereceler vardır. Biz sohbet ve uhuvvet hakkını daha önce zikretmiştik. Bu iki mefhumun kap samına bunların dışında kalan muhabbet ve Hullet mefhumları da girer. Daha önce bu haklarda muhabbet ve uhuvvet hasebiyle farklılıklar bulunduğu anlaşıldığı gibi, bu rütbelerdeki değişiklik ve farklılıklar da ancak muhabbet ve uhuvvet hasebiyle meydana gelir. Hatta bu derecelerin en yükseği öyle bir raddeye varır ki, in sanın mal ve nefis bakımından, dostunu kendi nefsine tercih et mesini gerektirir; tıpkı Hz. Ebubekir Sıddîk'm peygamberimizi kendi nefsine tercih etmesi gibi. Ebu Talha Zeyd b. Sehl Ensarî'niıı de Uhud gününde bedeniyle Rasûlullah'ı kendi nefsine tercih et mesi gibi... Zira bu zat kendi nefsini Rasûlullah'm aziz şahsına si per yapmıştı.111 Bu bakımdan biz şimdi İslâm kardeşliğinin, Sıla-i rahmin, anne ve babanın, komşunun, kölelik ve efendiliğin hak larını zikretmek istiyoruz. Nikâh ile meydana gelen bağın huku kunu ise Kitab'un-Nikah bölümünde zikretmiştik.

Müslümanın Hakları
Bu haklar şunlardır: Ona rastladığın zaman selâm vermelisin. Seni çağırdığı zaman cevap vermeli; aksırdığı zaman da teşmit (dua) etmelisin. Hastalandığında ziyaret etmeli, öldüğünde de ce naze merasiminde hazır bulunmalısın. Gıyabında hakkını gözetmelisin. Kendi nefsin için sevdiklerini onun için de sevmeli ve kendi nefsin için istemediğini onun için de istememelisin. Bütün bu durumlar hakkında birçok rivayet varid olmuştur

Enes, Hz. Peygamber'den şöyle rivayet eder:
Şu dört şey müslümanların senin üzerindeki haklarındandır:
1. İyilerine yardım etmen,
2. Günahkârları için af dilemen,
3. Yoldan çıkanlarına dua etmen,
4. Tevbe edenlerini sevmen.112

İbn Abbas 'Kendi aralarında merhametlidirler' (Fetih/29) aye tinin yorumunda şöyle demiştir: "Onların salihleri, tâlihlerine (sapıklarına); tâlihleri (sapıkları) de salihlerine dua eder. Sapık bir kimse Ümmet-i Muhammed'in salihlerinden birine baktığı zaman şöyle der: 'Ey Allahım! Bu kulun için ayırdığın hayırları kendisi için bereketli kıl! Onu bu hayırlar üzerinde sabit kılıp bizim de on dan yararlanmamızı nasip eyle'. Sâlih kul da sapık kula baktığı zaman şöyle dua eder: 'Ey Allahım! Bu kulunu hidayet eyle. Onun tevbesini kabul edip hatalarını affeyle!"

Müslümanın müslüman üzerindeki hakları şunlardır:
1. Kendi nefsi için sevdiğini mü'minler için de sevmeli, kendisi için hor gördüğünü onlar için de hor görmelidir.

Nitekim Numan b. Beşir, Hz. Peygamber'den şöyle rivayet eder:
Müzminlerin birbirini sevip yekdiğerine merhamet etmeleri; tıpkı herhangi bir azası acıdığında diğer azalarının birbirini o elem ve uykusuzluğa ortak olmaya davet ettikleri; yani elemin bütün azalarına sirayet ettiği bir vücuda benzerler.113

Ebu Musa el-Eş'ârî, Hz. Peygamberden şu hadîsi rivayet eder:
Mü'minler bir binanın tuğlaları gibi olup birbirlerini takviye ederler.114

2. Ne fiili ve ne de sözüyle hiçbir müslümana eziyet vermemeli dir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Müslüman, dilinden ve elinden müslümanlarm selâmette kaldığı kimsedir.115

Eğer buna (iyilik yapmaya) gücün yetmiyorsa hiç olmazsa insanları şerden uzaklaştır; çünkü insanları şerden uzaklaştırman da kendi nefsin için vermiş olduğun bir sa dakadır.116

Müslümanların en faziletlisi, onların (müslümanlarm) elinden ve dilinden selâmette kaldığı kimsedir.117

Hz. Peygamber bir gün sahabîlerine şöyle sorar:
- Müslümanın kim olduğunu biliyor musunuz?
- Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.
- Müslüman, elinden ve dilinden müslümanlarm selamette kaldığı kimsedir.
Bu kez sahabiler şöyle sordular:
- Peki mü'min kimdir?
- Mü'min: mü'miıılerin, nefisleri ve malları hakkında kendisinden emin oldukları kimsedir.
- O halde muhacir kimdir?
- Muhacir, kötülüğü bırakıp ondan sakınan kimsedir. Bu sırada bir kişi şöyle sorar:
- Ya Rasûlallah! İslâm nedir?

Hz. Peygamber de cevap olarak şöyle buyurur:
Kalbinin Allah'a teslim olması, müslümanlarm elinden ve dilinden selâmet bulmasıdır.118

Mücâhid şöyle diyor: 'Cehennemliklere uyuz hastalığı musal lat edilir. Böylece vücutlarını, kemikleri derilerinden görünecek kadar kaşırlar. O zaman şöyle çağrılır:
- Bu durum size eziyet veriyor mu?
- Evet veriyor.
- Bu ceza, dünyada mü'minlere yapmış olduğunuz eziyetin karşılığıdır.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Yol ortasında biterek müslümanlara eziyet veren bir ağacı kesip kenara attığından dolayı cennette istediği şekilde dolaşan bir kişiyi gördüm.119
'
Ya Rasûlallah! Bana, faydalanabileceğim birşey öğret!' diyen bir kimseye Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Yollardan,müslümanlara eziyet verecek şeyleri uzaklaştır!120

Kim yollardan, müslümanlara eziyet veren birşeyi uzaklaştırırsa Allah Teâlâ ona bir hasene yazar. Allah Teâlâ yazdığı hasene ile o kişiye cenneti vacib kılar.121

Bir müslümanın müslüman kardeşine, eziyet veren bir bakışla bakıp işaret etmesi helâl değildir.122


Hiçbir müslümanın diğer bir müslüman! korkutması helâl değildir.
Allah Teâlâ, mü'minlere yapılan eziyeti kerih görür.123

Rebî b. Haysem şöyle buyurmuştur: İnsanlar iki kısımdır:a) Bir kısmı mü'mindir, ona eziyet etme! b) Bir kısmı da cahildir; bunlarla da cahillik yapma'.

3. Her müslümana karşı tevazu göstermek ve hiçbir müslü mana karşı kibir ve gurura kapılmamalıdır. Çünkü Allah Teâlâ böbürlenip kibirlenen kimseleri sevmez.

Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Allah Teâlâ bana 'Mütevâzi olmanızı ve tevâzuunuzun, sizi birbirinize karşı gururlanmayacak dereceye getirmesini' vahyetti.124

Eğer başkası kendisine karşı kibirlilik taslarsa, ona da ta hammül göstermelidir. Çünkü Allah Teâlâ elçisine hitaben şöyle buyurmaktadır:
Sen bağışlama yolunu tut! İyiliği emret ve cahillerden yüz çevir!(A'raf/199)

İbn Ebî Evfa'dan125 şöyle rivayet olunmuştur: Hz. Peygamber her müslümana karşı tevazu gösterir; dul kadınlarla ve fakir insan larla yürüyüp onların ihtiyaçlarını gidermekten kaçınmazdı.126

4. Halkın birbirleri aleyhindeki propagandalarına kulak vermemeli ve söz getirip götürmemelidir

Nitekim Hz. Peygamberşöyle buyurmuştur:
Kovuculuk yapan kimse cennete giremez.127

Halil b. Ahmed128 şöyle buyurmuştur: 'Başkasının sözünü sana getiren kimse, muhakkak senin sözünü de başkasına götürür. Başkasının haberini sana söyleyen bir kimse, senin haberini de başkasına ulaştırır'.

5. Tanıdık bir kimseyle üç günden fazla küs kalmamalıdır. Çünkü Ebu Eyyûb el-Ensârî Rasûlullah'tan şu hadîsi rivayet eder:
Hiçbir müslümaııa, müslüman kardeşini üç günden fazla terketmesi, bir araya geldikleri zaman da yüzünü başka ta rafa çevirmesi helâl değildir. Bunların hayırlısı selâmı önce verendir.129

Kim bir müslümanın hatasını affederse Allah Teâlâ da kıyamet gününde onu affeder.130

İkrime şöyle demiştir: "Allah Teâlâ Hz. Yakut'un oğlu Yusuf a şöyle buyurmuştur: Kardeşlerini affettiğin için senin zik rini dünya ve ahirette yücelttim".

Hz. Âişe validemiz şöyle buyurmuştur: 'Hz. Peygamber, hiçbir zaman kendi nefsi için intikam almamıştır. O ancak Allah'ın ya sak ve haram ilân ettiği şeyler yapıldığında Allah için intikam alırdı'.
İbn Abbas (r.a) 'Allah Teâlâ, kendisine karşı yapılan bir zulmü affeden kimsenin izzetini artırır' buyurmuştur.

Hz. Peygamber bir hadîsinde şöyle buyurmuştur:
Hiçbir mal sadakadan dolayı eksilmez. Hiç kimse yoktur ki, Allah Teâlâ onu başkasını affettiğinden dolayı izzet ve şeref yönünden yüceltmesin. Allah Teâlâ kendisi için tevâzu gös teren kimseleri yüceltir.131

6. Ayırım yapmaksızın müslümanlardan kime yapabiliyorsa elden geldiğince yardım etmeli; yakınlarıyla yakını olmayanlar arasında fark gözetmemelidir. Nitekim Ali Zeynelâbidîn, babası Hz. Hüseyin'den, o da babası Hz. Ali'den, Hz. Ali de Hz. Hüseyin'in dedesi Hz. Peygamber'den şöyle rivayet etmiştir:

Ehil olan ya da olmayan herkese iyilik et! Eğer iyiliğin ehline isabet ederse zaten o iyiliğine ehildir. Eğer ehline isabet et mezse, o zaman sen iyiliğin ehli olursun.132

Hz. Hüseyin, Hz. Peygamber'den şöyle rivayet etmektedir:
Dinden sonra aklın başı, halka sevilmek ve iyi kötü herkese iyilik yapmaktır.133

Ebu Hüreyre şöyle anlatır: 'hz. Peygamber bir kimsenin elini tutup sıktığı zaman, karşısındaki kişi elini çekmedikçe, onun elini bırakmazdı. Hz. Peygamberin dizini, yanında oturanın dizinden daha ileride göremezdiniz. Hz. Peygamber kim olursa olsun ken disiyle konuşan bir kimseye yönelir ve o kimse konuşmasını bitir medikçe de yüzünü başka bir tarafa çevirmezdi'.

7. İznini almaksızın hiçbir müslümanın evine ve ikamet gâhına girmemelidir. Üç defa izin istenmeli; eğer müsaade edilmezse ısrar etmeksizin dönüp gidilmelidir.

Nitekim Ebu Hüreyre Hz. Peygamberin şöyle söylediğini rivayet ediyor:
izin talebi üçtür: Birinci defasında susarlar. İkincisinde içe riyi düzenlerler. Üçüncüsünde de ya içeri girmeye izin verir ler ya da geri çevirirler.134

8. Bütün müslümanlara karşı güzel ahlâklı olmalı ve onlara derecelerine göre muamele etmelidir: Çünkü cahil bir kimseyi ilimle, ümmî bir kimseyi fıkıhla ve âciz bir kimseyi de fesâhat ve belâğatla karşılamak hem karşılayana hem de karşılanana eziyet verir.

9. İhtiyarlara hürmet, çocuklara da şefkat ve merhamet göstermelidir. Câbir Hz. Peygamberin şöyle söylediğini rivayet etmektedir:

Büyüklerimize hürmet etmeyen ve küçüklerimize merha met ve şefkât göstermeyen bizden değildir.135

Saçı-sakalı ağarmış müslümanlara ikramda bulunmak Allah Teâlâ'nın iclâl ve tâzmindendir.136

İhtiyarların huzurunda, izinleri olmaksızın fuzulî konuşma mak da onlara karşı gösterilecek hürmete dâhildir. Câbir şöyle anlatıyor: Cüheyne kabilesinden bir heyet Hz. Peygamberin huzuruna geldiğinde içlerinden bir genç konuşmak üzere ayağa kalktı. Bunun üzerine Hz. Peygamber o gence şöyle hitab etti:

Sen sus! Yaşlınız nerede? (O konuşsun!)137 Hz. Peygamber bir hadîslerinde şöyle buyurur:

Bir ihtiyara hürmet gösteren hiçbir genç yoktur ki ihti yarın yaşma geldiğinde Allah Teâlâ da ona, kendisine hür met eden bir kimseyi müsahhar kılmasın.138

Hz. Peygamberin bu mübarek sözü, ihtiyarlara hürmet göste ren kimselerin uzun ömürlü olacaklarına dair bir müjdedir. Bu bakımdan bu ince ve hassas noktaya dikkat edilmelidir. O halde ih tiyarlara, ancak Allah Teâlâ'nın kendilerine uzun ömür verdiği kimseler hürmet gösterir! Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Çocuk anne ve babasına öfkelenip onlardan nefret etme dikçe, yağmur azalmadıkça, leîmlik (kötülükler) çoğal madıkça, (şeref yeryüzünden silinmedikçe), küçükler büyüklere hücum edip hürmetsizlik etmedikçe ve kötüler iyi lere saldırmadıkça kıyamet kopmaz.139

Çocuklara iltifatta bulunmak, Hz. Peygamber'in âdetlerinden idi. Hz. Peygamber bir yolculuktan döndüğünde bineğini kendisini karşılamaya gelen çocukların yanında durdurur ve sonra da ço cukların kaldırılıp bineğinin üzerine konulmasını emrederdi. Böylece kimisini önüne, kimisini de terkisine bindirirdi. Ashabına da çocukları bindirmelerini emrederdi. Çocuklar bilâhare bu ha reketten dolayı birbirlerine karşı övünürlerdi. Bir diğerine 'Hz. Peygamber beni önüne, seni ise terkisine aldı'; bir başkası da ar kadaşına 'Hz. Peygamber ashabına seni terkilerine almalarını em retti (beni ise kendi bineğine aldı)' derdi.
Hz. Peygambere, dua etmesi ve İsim vermesi için zaman za man mini mini yavrular getirirlerdi. Hz. Peygamber bu çocukları kucağına alırdı; bazen de çocuk üzerine çiş ederdi. Orada bulunan lardan bazıları bu durumu gördüklerinde onu azarlamak babından 'yapma!' diye bağırırdı. Böyle, bir durumda Hz. Peygamber şöyle derdi:
Çocuğun çişini yarıda bıraktırmayın!140

Böylece Hz. Peygamber, çişini tam manâsıyla yapıp rahat layıncaya kadar çocuğa dokunmadı. Sonra dua ederek ona güzel bir isim verdi ve çocuğun çişinden rahatsız olduğunu hissetmesin ler diye aile efradının onunla mesrur olacaklarını söyledi... Onlar gittikten sonra elbisesini yıkadı.
10. Bütün insanlara karşı güleryüzlü ve yumuşak olmalıdır. Hz. Peygamber bir gün şöyle sordu:

- Bilir misiniz, ateş kimlere haram kılınmıştır?
- Allah ve Rasülü daha iyi bilir.
- Ateş, yumuşak, kolaylık gösteren ve cana yakın kimselere haram kılınmıştır.141

Ebu Hüreyre Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Muhakkak ki, Allah Teâlâ, yumuşak ve güler yüzlü kimseleri sever.142

Hz. Peygamber 'Ey Allah'la Rasûlü! Bana, beni cennete dahil edecek bir âmel öğret!' diyen birine şöyle buyurmuştur:
Selâmı yaymak ve güzel konuşmak Allah'ın mağfiretine ve sile olan hareketlerdendir.143

İbn Ömer (r.a) şöyle demiştir: İyilik kolay bir şeydir; güleryüzlülük ve yumuşak konuşmadır'.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Bir hurma yarısıyla da olsa ateşten korununuz. Bunu bula mayanlar da güzel bir kelimeyle korunsun.144

Cennette, içi dışından, dışı da içinden görülebilen saraylar vardır.
Hz. Peygamber'in bu sözlerini duyan bir bedevî 'Ya Râsûlallah! O saraylar kimler içindir?' diye sordu. Hz. Peygamberde şöyle ce vap verdi.

Bu saraylar; güzel konuşan, yemek yediren, halkın uykuda olduğu bir sırada, geceleyin kalkıp namaz kılan kimse için dir.145

Muaz b. Cebel şöyle diyor: Hz. Peygamber bana şunları söyledi:
Sana Allah'ın takvâsını, doğru konuşmayı, ahde vefayı, emaneti edâ edip hıyâneti terketmeyi, komşu haklarını gö zetmeyi, yetime rahmet ve şefkat göstermeyi, yumuşak konuşmayı, selâmı yaymayı ve alçak gönüllü olmayı tavsiye ediyorum.146

Enes şöyle anlatıyor: Birgün bir kadın Hz. Peygamber'e gelerek 'Ya Rasûlullah! Senden bir isteğim var' dedi. O sırada Hz. Peygamber'in yanında ashahdarı birçok kimse bulunuyordu.

Buna rağmen Hz. Peygamber kadına şöyle dedi:
Çarşının hangi tarafında oturursan otur; yanına oturarak seni dinlerim!
Kadın bir yere oturdu. Hz. Peygamber de onun yanına oturarak isteğini yerine getirinceye kadar onu dinledi.147

Vehb b. Münebbih şöyle der: İsrâiloğulları'ndan bir kişi yetmiş sene oruç tuttu. Haftada bir defa iftar ediyordu. Bu arada da devamlı olarak Allah Teâlâ'dan şeytanın insanları nasıl dalâlete gö türdüğünü göstermesini talep ediyordu. Uzun zaman ısrarına rağmen duası kabul olunmayınca şöyle dedi: 'Eğer ben bütün bu müddet zarfında, rabbime karşı işlemiş olduğum günah ve hata larımı bilip bunların affedilmesini dileseydim çok daha hayırlı olurdu'.

Bunun üzerine Allah Teâlâ, kendisine bir melek gönderdi. Bu melek ona şöyle hitab etti: "Beni sana Allah Teâlâ gönderdi. O sana şöyle buyuruyor: 'Söylemiş olduğun şu söz benim nezdimde senin yetmiş senelik ibadetinden daha hayırlıdır'. Böylece Allah Teâlâ senin basiretini açmıştır. Artık istediğini görebilirsin". Bunun üzerine adam etrafına baktı ve İblisin askerlerinin yeryüzünü işgal etmiş olduklarını gördü. Öyle ki şeytanlar her insanın et rafını aç kurtlar gibi sarmışlardı. Bunun üzerine hayretler içeri sinde şöyle haykırdı:
- Ey rabbim! Bunlardan kim kurtulabilir?
- Muttaki ve yumuşak huylu kimse kurtulabilir!

11. Söz verildiğinde mutlaka yerine getirmelidir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Va'd bağışlamaktır.148

İnsanoğlunun, bağışladığı ve hibe ettiği birşeyi geri alması uy gun olmadığı gibi va'dinden caymasıda uygun değildir.
Va'd borçtur.149 Yani borç gibidir; mutlaka yerine getirmek gerekir.

Münafıkta şu üç haslet bulunur: Konuştuğu zaman yalan söyler; verdiği sözde durmaz; kendisine güvenildiği zaman hainlik yapar.160
Üç haslet vardır ki kimde bulunursa, oruç tutup namaz kılsa dahi o kimse münâfıktır
Hz, Peygamber devamla bir önceki hadîsteki üç hasleti söylemiştir.

12. Halka karşı insaflı davranmalı ve onlara, kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa öyle davranmalıdır.

Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Şu üç haslet bulunmadıkça kişi imanın kemâline eremez: Fakirlikte (fakirliğe rağmen) Allah yolunda infakta bulun mak, insaflı olmak ve selâmı yaymak.151

Kim ateşten uzaklaşıp cennete girmek istiyorsa, ölüm ken disini, Allahtan başka mâbud olmadığına, Muhammed'in de O'nun Rasûlü olduğuna şahidlik ettiği halde bulsun ve halka, ancak kendisine yapıldığında hoşlanacağı şekilde muamele etsin.152

Ey Ebu Derdâ! Komşularına karşı iyi komşuluk yap ki (tam mânâsıyla) mü'min olasın. Kendi nefsin için sevdiğini halk için de sevki (tam manâsıyla) müslüman olasın.153

Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Allah Teâlâ Hz. Âdem'e dört has let vahyederek şöyle buyurmuştur:
Ey Adem! Senin ve evladın için emrin özü bu dört haslette dir. Bunlardan biri sadece benim; biri de sadece senin için dir. Kalan ikisinden biri benimle senin aranda, diğeri de se ninle halk arasındadır. Benim için olan haslet; hiçbirşeyi or tak koşmaksızın bana ibadet etmendir. Sadece senin için olan haslet; amelindir ki kendisine muhtaç olduğun bir za manda seni onunla mükâfatlandırırım. Benimle arandaki haslet; senin bana dua etmen ve benim de o duayı kabul et memdir. Seninle insanlar arasındaki haslete gelince; bu, onlarla sana yapılmasını istediğin şekilde arkadaşlık yapmandır.

Hz. Musa (a.s) Allah Teâlâ'ya şöyle sorar: Ya rabbî! Kullarının hangisi daha âdildir? -İnsaflı olanı...

13. Giyim-kuşamı derecesinin yüksekliğine delâlet eden kimse lere daha fazla hürmet göstermeli, bu bakımdan herkese derece sine göre muamele etmelidir.

Rivayet ediliyor ki Âişe validemiz bir yolculuk esnasında bir yerde konaklayarak yemek hazırlatır, O sırada bir dilenci gelir ve Allah rızası için birşeyler ister. Âişe validemiz 'Şu fakire bir ek mek veriniz!' diye emreder. Daha sonra oradan bineğinin sırtında bir kişi geçer. Âişe validemiz bu kez 'Şu kişiyi yemeğe dâvet edi niz!' buyurur. Bunun üzerine (itiraz kabilinden) 'Bu nasıl olur? Fakire bir ekmek veriyor, şu zengin kişiyi ise sofraya dâvet ediyor sun!' denilir. Hz. Âişe buna şöyle cevap verir: 'Allah Teâlâ, insan ları çeşitli mertebelerde yaratmıştır. Bizim de onlara mertebele rine göre muamele etmemiz gerekir. Şu fakir bir ekmeğe razı olur, fakat giyim-kuşamına rağmen zengin kişiye bir ekmek vermemiz çirkin kaçar'.

Rivayet ediliyor ki, Hz. Peygamber evlerinden birine girmişti. Arkasından ashab-ı kirâm da girip evi tıklım tıklım doldurdular. Son olarak Cüreyr b. Abdullah el-Becelî geldi ve oturacak bir yer bulamadığı için de eşiğin üzerine oturdu. Bunu gören Hz. Peygamber, abasını katlayıp Cüreyr'e attı ve 'Şu abanın üzerine otur!' buyurdu. Bunun üzerine Cüreyr Hz. Peygamberin abasını yerden alıp yüzüne gözüne sürerek öptü, hem de ağladı. Sonra abayı tekrar katladı ve Hz. Peygamberin yanına bırakarak 'Ben senin elbisen üzerine oturamam. Bana ikram ettiğin gibi Allah Teâlâ da sana ikram etsin' dedi, O zaman Hz. Peygamber sahabî lerine dönerek şöyle buyurdu: 'Ey ashabım! Size herhangi bir kav min kerîmi ve başı geldiği zaman ona ikramda bulununuz!'154
Eski dostlara da ikramda bulunulmalıdır. Hz. Peygamber yanma gelen süt annesini 'Merhaba anneciğim!' diye karşıladı ve onu yere serdiği abasının üzerine oturtarak 'Buyur dileğini söyle! Kabul olunacak ve istediğin sana verilecektir' dedi. Süt annesi 'Ben (esir düşen) kavmimi istiyorum' dediğinde de 'Benim hakkım ve Hâşimoğullarının hakkı senindir' buyurdu. Bunun üzerine halk ayağa kalkarak 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bizim haklarımız da onun dur' dediler. Hz. Peygamber ona ayrıca bir hizmetçi ile Huneyn muharebesinde payına düşen şeyleri verdi. Bilâhare bu paylar Hz. Osman'a yüzbin dirhem karşılığında satıldı.155

Hz. Peygamber, meclisine gelip de oturacak yer bulamayan kimseye, üzerinde oturmakta olduğu minderi verir ve gelen kişi onun üzerine oturmak istemediğinde de oturuncaya kadar ısrar ederdi.

14. Elden geldiğince müslümanların arasını bulmaya çalışmak: Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
- Size, derece bakımından namaz, oruç ve sadakadan daha faziletlisini haber vereyim mi?
-Evet!
- (Bu faziletli amel), müslümanların arasını bulup ıslah etmektir. Müslümanların arasının bozukluğu ise sıyrılıpatılması gereken bir durumdur.156

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Sadakaların en faziletlisi müslümanların arasını bul maktır.157

Hz. Enes şöyle anlatır:
Hz. Peygamber birgün sahabîleriyle birlikte otururken bir ara ön dişleri görünecek derecede gülümsedi. Bunun üze rine Hz. Ömer 'Anam-babam sana feda olsun ey Allah'ın Rasûlü! Niçin güldünüz?' diye sordu. Hz, Peygamber şöyle buyurdu: "Ümmetimden iki kişi, izzet ve azamet sahibi olan Allah Teâlâ'nın huzuruna çıkıp diz çökerek otururlar. Birisi Ya rabbî! Şu adamdan intikamımı al!' der. Bunun üzerine Allah Teâlâ, karşıdaki kişiye 'Kardeşinden zulmen aldığın şeyleri kendisine geri ver!' buyurur. O kişi şöyle der:
- Ya rabbi! Sen de biliyorsun ki hasene ve hayırlarımdan, verecek hiçbir şeyim kalmadı.
Allah Teâlâ bu kez şikayetçiye şöyle buyurur;
- Kardeşin hakkında ne düşünüyorsun? Gördüğün gibi hasenelerinden hiçbir şey kalmamış.
- O halde günahlarımın bir kısmını yüklensin.
Bunları söyledikten sonra Hz. Peygamberin gözleri doldu ve ağlayarak şöyle devam etti: 'O gün, muhakkak ki büyük bir gündür, İnsanlar o günde günahlarını başkalarının yük lenmesine muhtaç olurlar'. Devamla şunları söyledi: "Allah Teâlâ şikayetçiye 'Başını kaldır da cennete bak!" buyurur. Şikayetçi bu ilâhî emir üzerine başını kaldırıp bakar ve şöyle der:
- Ya rabbî! Orada gümüşten şehirler, incilerle tezyin edilmiş altından saraylar görmekteyim. Acaba bunlar hangi peygamberin veya sıddîkin ya da şehidin olacaktır?
- Bunlar, bedelini kira verirse onun olacaktır.
- Ya rabb'el-âlemîn! Bunların bedelini vermeye kimin gücü yetebilir?
- Senin gücün yeter.
- Ya rabb'el-âlemîn! Bunlara ne ile sahip olabilirim?
- Kardeşini affetmenle.
- Ya rabbî! O halde onu affettim.
- Kardeşinin elinden tutarak cennete birlikte girin!"158

Hz. Peygamber sözlerini şöyle sürdürdü: 'Allah'tan korkunuz ve aranızı düzeltip ıslah ediniz! Çünkü (görüldüğü gibi) Allah Teâlâ kıyamet gününde aracı olarak müzminleri barıştıracaktır'.159

Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
İki müslümanın arasını bulmaya çalışan kimse hayırlı şeyler söylediği takdirde yalancı değildir.160

Bu hadîs-i şerîf insanların arasını bulmanın farz olduğuna de lâlet eder; çünkü yalanı terketmek farzdır. Farz ancak kendisinden daha kuvvetli bir farz ile düşebilir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Yalanın tamamı yalancının defterine yazılır; ancak savaş halinde söylenenler müstesnadır; çünkü harp hiledir. Aynı şekilde iki müslümanın arasını bulmak ve hanımını razı etmek için (meşrû bir işte) söylenenler de müstesnadır.161

15. Bütün müslümanlarm ayıplarını örtmelidir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kim bir müslümanın ayıbını örterse Allah Teâlâ da dünya ve ahirette onun ayıbını örter.162

Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Bir kimsenin ayıbını örten hiçbir kul yoktur ki, Allah Teâlâ da kıyamet gününde onun ayıplarını örtmesin.163

Ebu Said el-Hudrî (r.a),Hz. Peygamber'in şöyle söylediğini nakleder:
Bir kardeşinin kusurunu görüp de örten bir mü'min Allah'ın cennetine girer.164

Hz. Peygamber kendisine, işlediği günahı haber veren Maiz b. Mâlik'e şöyle demiştir:
Bunu örtmüş olsaydın senin için daha hayırlı olurdu.165

Buna göre müslümanın kendi ayıbını da örtmesi gerekir; çünkü üzerinde diğer müslümanlarm hakkı olduğu gibi kendi nefsinin de hakkı vardır. Hz. Ebubekir Sıddîk şöyle buyurmaktadır: 'Eğer şarap içen ya da hırsızlık yapan birisine rastlasam Allah Teâlâ'nm onun ayıbını örtmesini isterim'.

Hz. Ömer bir gece Medine-i Münevvere sokaklarında emniyet ve âsâyiş maksadıyla geziyordu. Bu sırada zina eden bir erkekle bir kadına rastladı. Sabahleyin ashab-ı kirâma 'Acaba bir imam (devlet başkanı) zinâ eden bir erkek ile bir kadın görse ve buna da yanarak da onlara had (ceza) tatbik etse bu konuda ne dersiniz?' dedi. Bunun üzerine ashab-ı kirâm İmam sensin (istediğini yap)' dediler. Hz. Ali ise buna karşı çıkarak 'Sen böyle bir yetkiye sahip değilsin. Böyle bir cezayı tatbik ettiğin takdirde cezalandırılman gerekir; çünkü Allah Teâlâ bu hâdisede dört şahid getirilmesini emretmiştir' dedi. Hz. Ömer bilâhare bu durumu ashaba bir kere daha sordu. Ashab-ı kirâm daha önce vermiş oldukları cevabı tek rarladılar; Hz. Ali de önceki görüşünde ısrar etti.

Bu durum gösteriyor ki Hz. Ömer, devlet başkanının böyle bir durumda Allah'ın belirttiği cezaları tatbik etmeye yetkili olup ol madığı hususunda mütereddid idi. Bunun için de meseleyi onlara haber vermek amacıyla değil, aksine görüşlerini öğrenmek amacıyla arzetmiştir; çünkü o böyle bir yetkiye sahip olmayıp zina iftirası atmış (kâzif) olmaktan korkuyordu. Hz. Ali'nin görüşü de devlet başkanının böyle bir yetkiye sahip olmadığı yönündeydi. Bu hâdise fuhşiyatın örtülmesinin şeriatın isteği olduğuna en büyük delildir. Çünkü fuhşiyatm en çirkini zinadır. Zinanın ifşası da erkeğin uzvunu kadının uzvunda; kılıcı kınında, sürme aletini sürmedanlıkta gördükleri gibi gören dört adil şahide bağlanmıştır. Bu ise âdeta imkansız bir hâdisedir. Kadı bunu kesinlikle bilse dahi keşfetmeye yetkili değildir. Fuhşiyat kapısının ka patılmasındaki hikmeti dikkatlice düşün! Şöyle ki, Allah Teâlâ bu hususta, cezaların en büyüğü olan recmi (taşla öldürmeyi) farz kılmıştır. Sonra Allah Teâlâ'nm âsi kullarının üzerine gerdiği ör tünün delinmezliğine bakî Onu, keşfetme yolunu daraltmak sure tiyle nasıl örtmüştür? Buna dikkat et! Bu bakımdan gizlilerin açığa vurulduğu ve kalplerin delindiği günde Allah Teâlâ'nın bu lütuf ve kereminden mahrum olmamayı ümit ederiz.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Allah Teâlâ bu dünyada herhangi bir kulunun ayıbını örtmüşse o ayıbı ahirette teşhir etmemesi keremine daha lâyıktır. Eğer dünyada bu ayıbı göstermişse, ahirette ikinci bir defa teşhir etmesi şânına daha çok yakışır.166

Abdurrahman b. Avf şöyle anlatıyor: Bir gece Hz. Ömer'le bir likte Medine sokaklarında dolaşıyorduk. Bir ara gözümüze bir ışık ilişti. Oraya doğru yürüdüğümüzde bunun bir evin penceresinden geldiğini gördük. İçeriden bağrışmalar ve birtakım gürültüler ge liyordu. Bunun üzerine Hz. Ömer elimden tutarak şöyle dedi:
- Bu ev kimindir biliyor musun?
- Hayır bilmiyorum.
- Bu ev Rabia b. Ümeyye b. Halefin evidir. Onlar şu anda içki içiyorlar. Bu konuda ne dersin? (Ne yapalım)?
- Ya emîr'el-mü'minîn! Bence biz, Allah Teâlâ'nın yasaklamış olduğu bir fiili yapmak üzereyiz. Çünkü Allah Teâlâ 'Sakın tecessüs etmeyiniz (gizli hâlleri araştırmayınız!)' (Hucurat/12) buyur
maktadır.

Bunun üzerine Hz. Ömer gerisin geriye döndü ve onları olduğu gibi bıraktı. Onun bu hareketi, kulların ayıbının örtülmesinin farz olduğuna ve başkasının kusurunu aramanın yasak olup terkedil mesi gerektiğine delâlet eder.

Nitekim Hz. Peygamber, Muaviye b. Ebi Süfyan'a şöyle buyurmuştur:
Eğer halkın kusurlarını araştırırsan onları ifsad edersin veya ifsadlarma sebep olursun'.107

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Ey lisanlarıyla iman edip de kalplerine iman girmeyenler! Sakın müslümanların gıybetini yapıp kusurlarını araştırmayın; çünkü kim müslüman kardeşinin kusurunu araştırırsa Allah Teâlâ da onun kusurunu araştırır. Allah Teâlâ da kimin kusurunu araştırırsa, onu evinin içinde dahi olsa rezil eder.168

Hz. Ebubekir Sıddîk şöyle buyurmuştur: 'Eğer herhangi bir kimseyi Allah'ın yasaklarından birini işlerken görürsem, onu tutmadığım gibi bu konuda bana yardımcı olması için de hiç kim seyi çağırmam'.

Seleften biri şöyle anlatır: Abdullah b. Mes'ud'un yanında otu ruyordum. O sırada bir kişi adamın birini çekerek getirdi ve Abdullah b. Mes'ud'a onun sarhoş olduğunu söyledi. İbn Mes'ud getirilen adamın ağzının koklanmasmı istedi. Kalkıp ağzını kok ladılar. Gerçekten sarhoştu. İbn Mes'ud kendisine gelinceye kadar onu hapsetti. Sonra bir sopa istedi. Onun budaklarını yonttuktan sonra da haddi tatbik edecek olan kişiye 'Vur ve elini kaldır. Her âzasının hakkını ver' dedi. Böylece üzerinde bir aba ve yünden yapılmış bir elbise olduğu halde ona ceza tatbik edildi. Bundan sonra İbn Mes'ud onu getiren zata 'Sen bu adamın nesi oluyor sun?' diye sordu. O da 'Amcasıyım' dedi. Bunun üzerine İbn Mes'ud şunları söyledi: "Sen yeğenini güzel bir şekilde yetiştirmediğin gibi onun ayıbını da örtmedin. İmamın (kadı, dev let başkanı) ise kendisine aksettirilen suçların cezasını tatbik et mesi gerekir. Eğer böyle olmasaydı tatbik etmezdim; çünkü Allah Teâlâ affedicidir ve affedenleri de sever. 'Bağışlasınlar! Hoş gör sünler! Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz?" (Nur/22) Sonra şöyle dedi:

Ben uygulanan ilk el kesme cezasını hatırlıyorum. Hz. Peygambere bir hırsız getirilmiş; o da onun elini kes tirmişti. Bunu yaptıktan sonra mübarek yüzünün değişmiş olduğu görüldü. Bunun üzerine ashab-ı kirâm 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bu olaya çok üzülmüş görünüyorsunuz?' dediler. Hz. Peygamber 'Nasıl üzülmeyeyim! Sakın kardeşleriniz aleyhinde şeytana yardımcı olmayınız' buyurdu. Ashab-ı ki râm bu kez 'O halde neden onu affetmedin?' diye sordular. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: 'Sultanın, kendisine aksettiri len suçların cezasını tatbik etmesi gerekir. (Fakat) Allah Teâlâ affedicidir ve affı sever'. Sonra da Nûr sûresinin 22. ayetini sonuna kadar okudu.109

Diğer bir rivayette de 'Hz. Peygamberin mübarek yüzü o kadar solmuştu ki sanki kül serpilmişti' denilmektedir.

Hz. Ömer, bir gece Medine-i Münevvere sokaklarında gezi yordu. Bir evin içinde bir erkeğin şarkı söylediğini işitti. Duvarı aşıp içeri girdiğinde, yanında bir kadın ile şarap bulunan bir erkek gördü. Bunun üzerine şöyle haykırdı:
- Ey Allah'ın düşmanı! Kendisine isyan ettiğin halde Allah'ın seni örteceğini mi sandın?
- Ya emîr'el-mü'minîn! Acele etme! Sen de âsisin. Hem Allah'a karşı ben bir kere isyan ettimse, sen üç kere isyan ettin. Şöyle ki Allah Teâlâ 'Sakın tecessüs etmeyiniz' (Hucurat/12) dediği
halde sen tecessüs ettin. O, '(Câhiliyye devrinde yapıldığı gibi) evlere arkalarından girmeniz iyilik değildir. Lâkin iyilik ve hayır, haramlardan sakınanın iyiliğidir' (Bakara/189) demiştir. Oysa sen
içeriye duvardan tırmanarak girdin. Yine Allah 'Ey iman edenler! Kendi ev ve odalarınızdan başka evlere, izin alıp sahiplerine selâm vermeden girmeyin. Bu sizin için daha hayırlıdır. Umulur ki,düşünür, hikmetini anlarsınız' (Nûr/27) buyurduğu halde sen izin almaksızın ve selâm vermeksizin içeri daldın.
Eğer seni affedersem nasıl bir hayır yaparsın?
- Ya emîr'el-mü'minîn! Allah'a yemin ederim ki eğer beni affedersen bundan böyle bu işi yapmamaya söz veriyorum.Bunun üzerine Hz. Ömer adamı öylece bırakıp çıktı.

damın birisi Abdullah b. Ömer'e 'Ya Ebu Abdurrahmân! Hz. Peygamber kıyamet günündeki necvâ (gizli soruşturma) hakkında ne söyledi?' diye sordu. İbn Ömer de Hz. Peygamberin bu konuda şöyle buyurduğunu söyledi:

Allah Teâlâ mü'min kuluna yaklaşır. Onu himayesine alıp halkın gözünden gizleyerek kendisine 'Şu günahı biliyor musun?' diye sorar. O da 'Evet, biliyorum ve onu işledim' der. Böylece Allah Teâlâ ona bütün günahlarını ikrar ve iti raf ettirir. Bu şekilde kişi kesinlikle helâk olduğunu görür. Allah Teâlâ ona 'Ey kulum! Ben dünyada senin bu günah larını ancak bugün affetmeyi irade ettiğim için örttüm' der Bunun üzerine kişiye hasenat defteri verilir. Kâfirler ile mü nâfıklara gelince, bunlar hakkında hafaza melekleri şöyle
haykırırlar: 'Bunlar rablerini yalanlayan kimselerdir. Allah'ın lâneti zâlimler üzerinedir'.170

Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır:
Ümmetimin tamamı affolunmuştur (veya olunur). Ancak mücâhirler bu hükmün dışmdadırlar. Kişinin kötülüğü giz lice işleyip sonra onu sağda solda söylemesi mücâhirliğe gi rer.171

Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Dinlenilmelerini istemeyen kimselerin konuşmalarını dinlemek isteyen kişinin kulağına kıyamet gününde eritilmiş kurşun akıtılır.172

16. Töhmet yerlerinden sakınmalıdır. Müslüman, halkın kal bini kendisi hakkında su-i zannda bulunmaktan ve dillerini de gıybetini yapmaktan korumak için böyle yerlere gitmemelidir. Çünkü halkın, dedikodusunu yapmak suretiyle Allah'a isyan et melerine sebep olmuş olur. Dolayısıyla onların ortağı olur.

Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Müşriklerin Allah'tan başka taptıkları putlara sövmeyin ki, onlar da haddi aşarak bilgisizce Allah'a sövmesinler.(En'am/108)

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
- Anne ve babasına küfreden kimse hakkında ne dersiniz?
- Ey Allah'ın Rasûlü! Kişi anne ve babasına küfreder mi?
- Evet. Kişi başkasının ebeveynine küfreder. Onlar da dönüp onun ebeveynine (anne ve babasına) küfrederler.173

Enes b. Mâlik şöyle rivayet eder: Hz. Peygamber birgün hanımlarından birisiyle konuşurken yanlarından biri geçti. Hz. Peygamber onu çağırarak şöyle dedi:
- Bu, hanımım Safiye'dir.
- Ey Allah'ın Rasûlü! Senin hakkında da kötü zanda bulunacakdeğiliz ya!
- Şeytan, insanoğlunun bedeninde tıpkı kanın dolaştığı gibi
dolaşır.174

Başka bir rivayette şu fazlalık vardır: 'Sizi (ikinizi), kalbinize herhangi bir şüphe gelir korkusuyla çağırdım'.175

Bu rivayete göre Rasûlullah'ın yanından geçen, bir kişi değil iki kişidir. Rasûlullah onlara şöyle buyurmuştur: 'Bir dakika du rur musunuz? Bu yanımdaki kadın, hanımım Safiye'dir'.
Bu olayda Safiye validemiz, Ramazan'ın son on gününde (itikafta bulunan) Hz. Peygamberi ziyarete gelmişti. (Rasûlullah da onu uğurluyordu).

Hz, Ömer şöyle buyurmaktadır: 'Kendisini töhmet altında bırakacak yerlere devam eden kimse, hakkında su-i zannda bulu nan kimseleri kınamasın'.

Hz. Ömer birgün yol kenarında bir kadınla konuşan birini kamçıladı. Adam 'Bu benim hanımımdır' dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer 'O halde niçin hiç kimsenin sizi göremeyeceği bir yere çe kilmiyorsunuz?' buyurdu.

17. Müslüman meşrû işlerinde tanıdığı ve sözünün geçtiği kimseler nezdinde şefaatçı olmalı; gücü yettiğince müslümanlarm ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmalıdır. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: 'Benim yanıma gelinir. Benden sorulur ve ih tiyaçların giderilmesi istenilir. Böyle bir durumda gelenler için şefaatçı olunuz ki, sevap kazanmış olasınız ve Allah Teâlâ da sevdiği şeyleri peygamberinin eliyle yerine getirmiş olsun'176

Muaviye Hz. Peygamberin şöyle dediğini nakleder:
Nezdimde başkaları için şefaatte bulunun. Ben yapmak is tediğim bazı şeyleri, nezdimde şefaatçı olup sevap kaza nasınız diye geciktiriyorum.177

Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
- Dil sadakasından daha üstün bir sadaka yoktur.178
- Ey Allah'ın Rasûlü! Dil sadakası niçin diğer sadakalardan daha üstündür?
- Şefaat sayesinde kan dökülmesi önlenir. Onun vasıtasıyla bir müslümana fayda sağlanır ve yine onun vasıtasıyla başka bir müslümandan da bir zarar defedilir.

İkrime, İbn Abbas'tan şöyle rivayet eder: "Büreyre'nin kocası Mugis bir köle idi. Onun, hürriyetine kavuştuktan sonra kendisin den ayrılan karısı Büreyre'nin arkasına düşerek ağlayışı ve gözyaşlarının sakalı üzerine yuvarlanışı hâlâ gözlerimin önünde dir. Rasûlullah birgün bana 'Sen Mugis'in Büreyre'yi çılgınca sevişine; Büreyre'nin de ona, onun kendisini sevdiği derecede buğzedişine şaşmıyor masun?' dedi. Sonra da Büreyre'yi çağırtarak şöyle buyurdu: 'Ey Büreyre! Keşke kocana dönüp onu kabul etseydin. Çünkü o, çocuğunun babasıdır'. Büreyre 'Ya Rasûlallah! Bu sözünüzle ona dönmemi emrediyorsanız bunu ya parım' dedi. Hz. Peygamber de 'Hayır, ben sadece şefaat ve dilekte bulunuyorum dedi".179

18. Konuşmadan önce selâm vermeli ve selâm verirken de karşıdaki müslümanla musâfaha yapmalıdır:

Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kim selâmdan önce söze başlarsa, selâm verinceye kadar ona cevap vermeyiniz.180

Seleften biri şöyle anlatıyor: Rasûlullah'm huzuruna girdim. Selâm vermedim ve girmek için izin de istemedim. Bunun üzerine Hz, Peygamber 'Geri dön ve esselâmu aleyküm diyerek gir' bu yurdu.181

Câbir'in rivayetine göre Hz, Peygamber şöyle buyurmuştur:
Evlerinize girdiğiniz zaman orada bulunanlara selâm veri niz. Çünkü selâm vererek girdiğiniz eve şeytan girmez.182

Enes şöyle anlatır: Rasûlullah'a (s.a) sekiz sene hizmet ettim. Bana bir defasında şöyle demişti:
Ey Eııes! Abdesti güzelce al ki ömrün artsın. Ümmetimden kime rastlarsan selâm ver ki hasenelerin çoğalsın. Evine girdiğin zaman aile efradına selâm ver ki, evinin hayrı çoğalsın.183

Enes'in rivayetine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
İki mü'min karşılaştıkları zaman musâfaha ederlerse aralarında yetmiş mağfiret taksim olunur; bu yetmiş mağfiretin altmışdokuzu onlardan, daha güleryüzlü olup arkadaşını daha iyi karşılayana verilir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
(Bir mü'min tarafından) selâmlandığmız zaman ya daha güzeliyle karşılık verin ya da aynısıyla mukabele edin!
(Nisa/86)

Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur:
- Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Size, yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir ameli haber vereyim mi?
- Evet ey Allah'ın Rasûlü.
- Aranızda selâmı yayın!184

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Bir müslüman, müslüman bir kardeşine selâm verir ve o da mukabelede bulunursa melekler kendisi için yetmiş salât getirirler ve dua ederler.185

Bir müslüman diğer bir müslümanın yanından geçer de se lâm vermezse, melekler onun bu davranışına hayret eder ler.186

Binici yayaya selâm verir. Topluluktan biri selâm verdi mi, kâfidir.187

Katâde şöyle diyor: 'Sizden önceki kavimlerin selâmı secde et mekti. Allah Teâlâ bu ümmete selâmı (esselâmu aleyküm demeyi) verdi ki bu ehl-i cennetin selâmıdır'.

Ebu Müslim Havlânî bazı cemaatlerin yanından geçerken se lâm vermez;'Selâm vermememin sebebi, selâmımı almama larından ve dolayısıyla da meleklerin onları lanetlemelerinden korkmamdır' derdi
Musâfahanın (el sıkma) selâmla birlikte yapılması sünnettir. Birgün Rasûlullah'ın huzur-u saâdetine giren bir kişi 'Esselâmü aleyküm' dedi. Hz. Peygamber 'Bu on hasenedir' buyurdu. Sonra başka biri geldi ve 'Esselâmü aleyküm ve rahmetullah' dedi. Hz. Peygamber bu kez 'Bu yirmi hasenedir' buyurdu. Daha sonra üçüncü bir şahıs geldi ve o da 'Esselâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtühû' dedi. Hz. Peygamber ona 'Bu otuz hasenedir' bu yurdu.188

Enes çocukların yanından geçerken onlara selâm verir ve Rasûlullah'ın da böyle yaptığını söylerdi.189

Abdülhamid b. Behram şöyle rivayet eder: 'Hz. Peygamber bir» gün mescidden geçerken orada oturmakta olan bir cemaate eliyle işaret etmek suretiyle selâm verdi'. Abdülhamid bunu söylerken bir yandan da Hz. Peygamberin yapmış olduğu işareti eliyle gös iniştir.190

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Sakın yahudi ve hristiyanlara önce siz selâm vermeyin. Yolda onlardan birine rastladığınız zaman onu yolun en dar yerinden geçmeye mecbur edin.191

Ebu Hüreyre'den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Zımmîlerin elini sıkmayın. Karşılaştığınızda selâmı ilk veren olmayın. Yolda rastladığınız zaman onları yolun en dar yerinden geçmeye mecbur edin.192

Aişe validemiz şöyle anlatıyor: Yahudilerden bir cemaat, Rasûlullah'ın huzuruna girerek 'Essâmu aleyke!' (Ölüm senin üzerine olsun) dediler. Rasûlullah da 'Aleyküm' (Sizin üzerinize de olsun!) karşılığını verdi. Ancak ben atılarak 'Üzerinize hem sam (ölüm), hem de lânet olsun' dedim.

Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
- Ey Âişe! Allah herşeyde yumuşak davranmayı sever.
- Ya Rasûlallah! Onların ne dediklerini işitmediniz mi?
- Evet işittim; bunun için de 'Sizin üzerinize de olsun! dedimya!193

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Binici yayaya, yaya oturana, az çoğa ve küçük de büyüğe se lâm vermelidir.194
Sakın kendinizi yahııdi ve hristiyanlara benzetmeyin. Çünkü yahudilerin selâmı parmaklarla işaret etmek sure tiyledir, hristiyanların selâmı ise el işaretiyledir.195

Ebû isâ bu hadîsin isnadının zayıf olduğunu söylemiştir,
Bir meclise girdiğiniz zaman selâm verin. Oturmanız ge rektiğinde kalkıp giderken yine selâm verin; çünkü girerken verdiğiniz selâm, kalkıp giderken vereceğiniz selâmdan daha yerinde selâm değildir.196

Enes Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu nakleder:
İki mü'min karşılaştıkları zaman musâfaha ederlerse ara larında yetmiş mağfiret taksim edilir. Bu yetmiş mağfiretin altmış dokuzu onlardan, daha güleryüzlü olana ve ar kadaşını daha iyi karşılayana verilir.197
Hz. Ömer'in rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Bir araya gelen iki müslüman karşılıklı selâmlaşıp musâ faha ettikleri zaman onlar için yüz rahmet nâzil olur. Bunun doksan tanesi ilk yapana, kalan on tanesi de musâ faha edene verilir.198

Hasan Basrî 'Musâfaha sevgiyi artırır' buyurmuştur. Ebu Hüreyre Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Selâmlaşmanızın tamamlanması ancak musâfaha etme nize bağlıdır,199

Müslümanın kardeşini öpmesi, onunla musâfaha etmesidir.200

Buna rağmen dinde mertebesi büyük olan kimselerin elini te berrüken ve hürmeten öpmekte de bir beis yoktur. İbn Ömer'in 'Biz Rasülullah'ın elini öptük' dediği rivayet edilir.201

Ka'b b. Mâlik şöyle diyor: 'Tevbemin kabulü hakkında ayet nâzil olduğu zaman Rasülullah'm huzuruna çıkarak mübarek elini öp tüm'.202

Rivayet edildiğine göre bir bedevî Hz. Peygambere İzin ver, başını ve elini öpeyim' demiş; Rasûlullah'ın izin vermesi üzerine de mübarek başını ve elini öpmüştür.203

Ebu Ubeyde Âmir b. Cerrah Şam'da, karşılamaya çıktığı Hz. Ömer'in elini sıkıp öptü. Sonra ikisi birlikte yolun kenarına çekilip ağlaştılar.

Berrâ b. Âzib abdest almakta olan Hz. Peygambere selâm vermişti. Rasûlullah abdesti bitirinceye kadar cevap vermedi. Abdestten sonra selâmına mukabelede bulunarak onun elini sıktı. Bunun üzerine Berrâ şöyle dedi:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Ben bunu (musâfaha etmeyi) acemlerin âdetlerinden sanıyordum.
- İki müslüman biraraya geldiklerinde musâfaha ederlerseikisinin de günahı düşer.204

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Bir cemaatin yanından geçip de onlara selâm veren kişinin fazileti, selâmını alan cemaatinkinden bir derece daha fazla olur; çünkü o onlara selâmı hatırlatmıştır. Eğer onlar se lâmına karşılık vermezlerse onlardan daha hayırlı ve daha güzel bir cemaat karşılık verir.205

Başka bir rivayette Rasûlullah 'Selâmına, onlardan daha fazi letli bir cemaat cevap verir' buyurmuştur.
Selâm verirken eğilmek yasaklanmıştır. Enes şöyle diyor: Hz. Peygamber'e şöyle sorduk:
- Ya Rasûlallah! Selam verirken başımızı eğebilir miyiz?
-Hayır!
- Birbirimizi Öpebilir miyiz?
- Hayır!
- Peki musâfaha edebilir miyiz?
- Evet!206

Yolculuktan dönen kişinin arkadaşlarıyla kucaklaşıp öpüşmesi hakkında rivâyetler gelmiştir.207

Ebu Zer (r.a) şöyle diyor: 'Rasûlullah ile ne zaman biraraya gelsek elimi sıkardı. Birgün evde bulunmadığım bir sırada beni aradığı bana haber verildiğinde hemen Rasûlullah'a koştum. Karyolasının üzerinde oturuyordu. Beni gördüğünde kalkıp kucak ladı. Bu kucaklayış çok cömert bir şekilde yapılmıştı'.
Hürmet göstermek amacıyla âlimlerin üzengisini tutmak hakkında da rivayetler vardır: İbn Abbas, Zeyd b. Sabit'in üzengi sini tutmuştur.208

Hz. Ömer de Zeyd b. Sâbit'in binek devesinin hevdecini, onu bindirinceye kadar tutmuş ve 'Zeyd'e ve arkadaşlarına böyle dav ranınız!' demiştir.
Tâzim kastıyla ayağa kalkmak mekruhtur. Ancak ikram amacıyla olursa kerâhet ortadan kalkar. Enes şöyle der: 'Nezdimizde Hz. Peygamber'den daha makbûl ve mahbub bir kimse olmadığı halde biz ashab-ı kirâm onu gördüğümüz zaman ayağa kalkmazdık; çünkü Rasûlullah'ın böyle bir hareketten hoşlanmadığını biliyorduk'.
Rasûlullah şöyle buyurmuştur;
Beni gördüğünüz zaman, acemlerin yaptığı gibi ayağa kalk mayın!209

Kim kendisi için ayağa kalkıp âdeta put kesilen kimseler görmekten hoşlanıyorsa ateşteki yerine hazırlansın.210

Sakın bir kimseyi kaldırıp onun yerine oturmayın! Ancak, sıkışmak suretiyle birbirinize yer açın.211

Ashab-ı kirâm böyle yapmaktan sakınırlardı; çünkü bu hu susta bir yasak sözkonusuydu. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
İnsanlar, mecliste yerlerini aldığı zaman sonradan gelen bir müslüman, yer açarak kendisini çağıran kardeşinin da vetini kabul etsin, çünkü bu, çağrılan için bir ikramdır. Kardeşi onu bu ikram ve iltifata lâyık görmüştür. Eğer ken disine yer açan olmazsa bulduğu uygun bir yere otursun.212

Rivayet ediliyor ki, Hz. Peygamber küçük taharetini yaptığı bir sırada kendisine selâm veren bir kişinin selâmını almamıştır. Bu bakımdan def-i hacet yapan kimseye selâm vermek kerâhet-i tahrîmiyye ile mekruhtur.213
'Aleykesselâm' şeklinde selâm verilmesi mekruhtur; çünkü Rasûlullah, kendisine bu şekilde selâm veren birisine şöyle demiştir: 'Aleykesselâm ölülerin selâmıdır'.214 Bu sözü üç defa tekrar ettikten sonra şunları söylemiştir:
Bir kardeşinize rastladığınız zaman Esselâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berakâtühû deyin!
İçeri girip de selâm veren kimsenin, oturacak yer bulamadığı takdirde hemen savuşup gitmemesi müstehabdır. Böyle bir kişi safın arkasına oturmalıdır. Nitekim Hz. Peygamber birgün mes cidde oturuyordu. Bu sırada üç kişi geldi. Bunlardan birisi safın içinde bir açıklık bulup oraya yerleşti. İkincisi safın arkasına oturdu. Üçüncüsü ise sırtını çevirip gitti. Hz. Peygamber yaptığı işi bitirdiğinde şöyle buyurdu:
Size bu üç kişinin hâlini haber vereyim mi? Birincisi Allah'a sığındı; O da onu kabul eyledi. İkincisi utandı; Allah da on dan hayâ etti. Üçüncüsü ise yüzçevirdi; Allah Teâlâ dâ on dan yüzçevirdi.215
İki müslüman biraraya geldikleri zaman musâfaha eder lerse birbirlerinden ayrılmazdan önce Allah Teâlâ ikisini de affeder.216

Bir keresinde Ümmü Hâni Rasûlullah'a selâm verdi, Hz. Peygamber 'Bana selâm veren şu kadın kimdir?' diye sordu. Onun Ümmü Hani olduğu söylendiğinde 'Ümmü Hâni'ye merhabalar' buyurdu.217

19. Müslüman kardeşinin namusunu, canını ve malını müm kün olduğunca korumalı; ona gelen felâketleri göğüslemeli, onun için mücadele etmeli ve kendisine yardımcı olmalıdır. Bütün bun lar, Uhuvvet-i islâmiye (İslâm kardeşliği) gereğince farzdır.

Ebu Derda şöyle rivayet eder: Adamın biri Rasûlullah'ın huzu runda bir kişiye hakaret etti. Üçüncü bir şahıs da hakaret eden kişiye karşı o kardeşini savundu. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
Kim müslüman kardeşinin namusunu korursa bu hareketi kendisi için ateşin önüne perde olur.218

Müslüman kardeşinin namusunu koruyan bir müslümanı kıyâmet gününde dehşetli cehennem ateşinden korumak Allah Teâlâ üzerine hak olur.219

Enes'in rivayetine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kim yanında müslüman kardeşinin aleyhinde konuşulur da gücü yetmesine rağmen yardım etmez ve onu savun mazsa, Allah Teâlâ onu bu hareketinden ötürü hem bu dün yada hem de âhirette muahaze eğer. Kim de böyle bir du rumda müslüman kardeşine yardım ederse, Allah Teâlâ da dünya ve ahirette ona yardım eder.220

Kim bu dünyada müslüman kardeşinin nâmusunu korursa Allah Teâlâ da kıyâmet gününde ona, kendisini ateşten ko ruyacak bir melek gönderir.221

Câbir ve Ebû Talha'nın rivayet ettiklerine göre, Rasûlullah şöyle buyurmuştur:
Kim bir müslümanın namusunun payimal edilip hürmeti nin helâl sayıldığı bir yerde, o kardeşine yardım ederse Allah Teâlâ da yardıma en çok muhtaç olduğu bir yerde ona yardım eder. Kim de bir müslümanın namusunun payimal edildiği bir yerde o müslümanı zulümle başbaşa bırakıp yardımına koşmazsa, Allah Teâlâ da yardıma en çok muhtaç olduğu bir günde onu her türlü yardımdan mahrum bırakır.222

20. Aksırana dua etmelidir. Nitekim Hz. Peygamber aksıran kimse hakkında şöyle buyurmuştur: 'Aksıran elhamdülillâhi alâ külli hâl (Her hâlukarda Allah'a hamdolsun); onu teşmit eden de yerhamükümullah (Allah sizlere rahmet etsin) demelidir. Aksıran bu kez yehdîkümullah ve yuslihu kalbeküm (Allah sizi hidayet edip, kalbinizi ıslah eylesin) demelidir.223

İbn Mes'ud Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet et mektedir: 'Sizden herhangi bir kimse aksırdığı zaman elhamdülil lâhi rabb 'il-âlemin (Âlemlerin rabbi olan Allah'a hamdolsun) de sin. O böyle dediği zaman yanındaki şahıs yerhamükellah (Allah sana rahmet etsin) desin. Aksıran da ona yağfirullâhu lı ve leküm (Allah beni ve sizi affeylesin) karşılığını versin.224

Hz. Peygamber bir keresinde aksıran iki kişiden birine dua etti, diğerine ise etmedi. Kendisine dua etmediği kişi 'Bana neden dua etmedin?' diye sorunca da şöyle buyurdu: 'Dua ettiğim şahıs Allah'a hamdetti; sen ise sustun'225

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Aksıran bir müslüman üç defaya kadar teşmit edilir. Eğer üç defadan fazla aksırırsa o nezledir.226
Rivayet ediliyor ki, Hz. Peygamber aksıran bir kimseyi üç defa teşmit etmiş; dördüncü bir defa daha aksırınca da şöyle buyurmuştur: Sen nezle olmuşsun.227

Ebu Hüreyre şöyle der: 'Hz. Peygamber aksırdığı zaman sesini alçaltır ve ağzını da elbisesiyle veya eliyle kapatırdı'.

Rivayet ediliyor ki Hz. Peygamber aksırırken mübarek yüzünü kapatırmış.228

Ebu Musa el-Eş'arî şöyle anlatıyor: Yahudiler kendilerine 'Allah size rahmet etsin' demesi için Hz. Peygamberin yanına ge lip kasten aksırırlardı. Ancak bütün gayretlerine rağmen Rasûlullah Allah sizi hidayet etsin' diye dua ederdi.229

Abdullah b. Âmir b. Rabîa babasından şöyle rivayet eder: Adamın birisi Rasûlullah'ın arkasında namaz kılarken aksırdı ve şöyle dedi: Elhamdülillahi hamden kesîren tayyiben mütâreken fihi kemâ yerdâ rabbünâ ve ba'de ma yerdâ velhamdü lillâhi alâ külli hâl (Hamd Allah'a mahsusdur. Çok, güzel ve bereketli hamd, kendisinin razı olduğu gibi ve razı olduktan sonra her halükârda Allah'a mahsustur). Rasûlullah selâm verdikten sonra şöyle sordu:
- Bu sözleri söyleyen kimdi?
- Ben söyledim ve bunu yaparken de hayırdan başka birşey murad etmedim.
- Bunları söylediğinde oniki meleğin daha önce yazabilmek için birbirleriyle yarış ettiklerini gördüm.230

Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır:
Kim yanında aksıran kimseden önce hamdederse böğür sancısı çekmez.231

Aksırmak Allah'tan, esnemek ise şeytandandır. Bu bakımdan herhangi biriniz esnediği zaman eliyle ağzını ka patsın; çünkü esnerken 'Hâ-haaa' dediği zaman şeytan onun karnında gülmektedir.232

İbrahim en-Nehâî şöyle der: 'Def-i hâcet yaparken aksıran kimsenin Allah'ı anmasında herhangi bir beis yoktur'.

Hasan Basrî ise şöyle demiştir: 'Bu durumda kişi Allah'a için den hamdedecektir.
Ka'b'ul-Ahbar şöyle diyor: Hz. Musa Allah Teâlâ'ya şöyle dedi:
- Yârab! Sen yakın mısın, ki sana münâcât edeyim? Yoksa uzak mısın, ki seni çağırayım?
- Ben, beni ananın yanındayım.
- Yârab! Seni, cünüblük ve def-i hâcet gibi hallerde anmaktan hayâ ederim.
- Beni her hâlukarda an!

21. Şerli kimselerin eziyetine tahammül etmeli ve ondan ko runmalıdır. Seleften bazıları şöyle buyurmuştur: 'Mü'minlerle katıksız hulûs yolunu takip et (en güzel şekilde geçinmeye çalış)! Fâcirlerle de güzel ahlâk ile mücadele et; çünkü facirler zahirde güzel ahlâka razı olur'.
Ebu Derdâ şöyle buyurmuştur: 'Kalbimiz kendilerinden lânet ettiği halde bazı kimselerin yüzlerine karşı gülüyoruz'. İşte mudârâtın ve geçinmenin mânâsı budur. Bu, ancak şerrinden korkulan kimseler için yapılır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: 'Kötülükleri en güzel şekilde sav! (Mü'minûn/96)

İbn Abbas 'Kötülüğü iyilikle savarlar' (Ra'd/22) ayetini; 'Fahiş konuşmayı ve eziyeti, selâm vermek ve mudârât göstermek sure tiyle savarlar'; 'Eğer Allah insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla defetmeseydi yeryüzü fesad ve küfür karanlığına bürü nürdü' (Bakara/25) ayetini de 'Bir kısım insanları rağbet, korku, hayâ ve mudârât ile defetmeseydi' şeklinde tefsir etmiştir.

Âişe validemiz şöyle anlatır: Adamın biri Rasûlullah'tan içeri girmek için izin istedi. Rasûlullah 'İçeri girmesine izin verin. O aşiretinin en kötüsüdür' buyurdu. Adam içeri girdiği zaman ise onunla yumuşak bir şekilde konuşmaya başladı. Hatta adamın Rasûlullah nezdinde özel bir yeri olduğunu zannettim. Adam çıkıp gittikten sonra Rasûlullah'a 'Bu adam içeri girerken onun, kav minin en kötüsü olduğunu söyledin; içeri girdiğinde ise ona çok yumuşak davrandm. (Bu nasıl olur?)' dedim. Rasûlullah şöyle bu yurdu: 'Ey Âişe! Kıyâmet gününde Allah nezdinde insanların en şerlisi halkın, şerrinden dolayı kendisinden çekindikleri ve bu yüzden kendi haliyle başbaşa bıraktıkları kişidir'.233

Haberde şöyle vârid olmuştur: 'Kişinin, kendisiyle nâmusunu koruduğu şey onun için sadaka olur'.234
Eserde şöyle vârid olmuştur: 'Amellerinizle halka karışınız. Kalplerinizle onlara muhalefet ediniz'.
Muhammed b. Hanefiyye şöyle buyurmuştur: 'Birlikte yaşamak mecburiyetinde olduğu kimselerle iyi geçinemeyen kişi hakîm olamaz. Hakîm, Allah Teâlâ kendisine bir yol açmcaya ka dar çevresindekilerle iyi geçinmek mecburiyetindedir'.

22. Zenginlerin ihtilâtından kaçınarak fakirlerle oturup kalk malı ve yetimlere iyilik yapmalıdır. Hz. Peygamber şöyle dua ederdi:
Ey Allahım! Beni fakir olarak yaşat ve fakir olarak öldür! Ahirette'de fakirlerle birlikte hasret! 235

Ka'b'ul-Ahbar şöyle der: Hz. Süleyman (a.s) o kadar zen ginliğine rağmen mescitte bir fakir gördüğünde onun yanına otu rur; 'Bir fakir başka bir fakirin yanına oturdu' derdi.

Hz. İsa'nın nezdinde kendisine 'Ey miskin ve fakir denilme sinden daha sevimli bir kelime yoktu.
Ka'b'ul-Ahbar şöyle demiştir: Kur'an'daki 'Yâ eyyühellezîne âmenû2 (Ey iman edenler!) hitabları Tevrat'ta 'Yâ eyyühe'l-mesâ kin!' (Ey miskinler ve fakirler!) şeklinde varid olmuştur.

Ubâde b. Sâmit şöyle buyurmuştur: Ateşin yedi kapısı vardır: Üçü zenginler, üçü kadınlar, biri de fakir ve miskinler içindir.
Fudayl b. Iyaz şöyle diyor: Peygamberlerden birisi şöyle demiştir:
- Yâ rabbî! Benden razı olduğunu nasıl bilebilirim?
- Fakirlerin senden razı olup olmadıklarına bak(arak benim rızamı takdir et)!
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
- Ölülerle oturmaktan sakınınız!
- Ölüler dediğiniz kimlerdir ya Rasûlullah?
- Zenginler.236

Musa (a.s) Allah Teâlâ'ya şöyle demiştir:
- Yâ rabb! Seni nerede arayayım?
- Beni, kalpleri kırılmışların nezdinde ara!

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Sakın herhangi bir nimetten ötürü bir fasığa veya facire gıbta ile bakma; çünkü sen, ölümden sonra onun başına ge lecekleri bilemezsin. Onun arkasında yorulmaz bir takipçi vardır.237

Yetime gelince; Rasûlullah şöyle buyurmuştur:
Müslüman anne ve babadan yetim kalan bir çocuğu, kendi sini sevk vc idare edebilecek hâle gelinceye kadar kanatları altına alan kimseye cennet vâcib olur.238

Ben ve yetimi besleyen kimse cennette bunların ikisi gibi yanyanayız.239
Rasûlullah bunları söylerken iki parmağını işaret etmiştir.
Kim bir yetimin başını şefkat ve merhametle sıvazlarsa, ona, elinin değdiği kıllar sayısınca hasene yazılır.240

En hayırlı müslüman evi, içerisinde kendisine iyi dav ranılan bir yetimin yaşadığı evdir. En kötü müslüman evi de içerisinde kendisine kötü muamele yapılan bir yetimin bu lunduğu evdir.241

23. Bütün müslümanlara nasihat etmeli ve elden geldiğince onları sevindirmeye çalışmalıdır. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Mü'min, kendi nefsi için sevdiği şeyleri mü'min kardeşi için de sevmelidir.

Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Herhangi biriniz kendi nefsi için sevdiği şeyleri mü'min kardeşi için de sevmedikçe iman etmiş sayılmaz.
Mü'min, mü'min kardeşi için aynadır; onda gördüğü (kötü) şeyleri silmelidir.242

Kim kardeşinin bir ihtiyacını karşılarsa hayatı boyunca Allah'a hizmet etmiş gibi olur.243

Kim bir mü'mini sevindirirse Allah Teâlâ da kıyamet gü nünde onu sevindirir.
Kam yerine getirsin veya getirmesin gündüz ya da gece, kardeşinin ihtiyacı için bir saat koşarsa bu hareketi kendisi için iki ay itikafa girmesinden daha hayırlıdır.244

Kim bir mü'mirıin üzüntüsünü giderirse veya bir mazluma yardımcı olursa Allah Teâlâ da onun yetmiş üç günahını af feder.245

Hz. Peygamber bir keresinde şöyle buyurdu:
- Zâlim de olsa mazlum da olsa kardeşinize yardım ediniz!
Bunun üzerine şöyle soruldu:
- Zâlime nasıl yardım edebiliriz?
- Zâlime, kendisini zulümden menetmek suretiyle yardım edilir.

Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Allah Teâlâ nezdinde amellerin en sevimlisi, bir mü'minin kalbini sevindirmek veya bir gam ve üzüntüsünü uzaklaştırmak veya borcunu ödemek veyahut açlığını gi dermektir.246

Kim bir mü'mini bir münâfığın şerrinden koruyup himaye ederse Allah Teâlâ da ona, kıyamet gününde kendisini ce hennem ateşinden koruyacak bir melek gönderir.
İki haslet vardır ki şer bakımından onlardan daha kötü birşey yoktur: Birincisi Allah'a ortak koşmak, ikincisi Allah'ın kullarına, durup dururken zarar vermektir. Yine iki haslet vardır ki hayır bakımından onlardan daha üstün birşey yoktur: Birincisi Allah'a iman etmek, ikincisi Allah'ın kullarına yararlı olmaktır.247

Müslümanlara ehemmiyet verip ihtimam göstermeyen kimse (kâmil) müzminlerden değildir.248

Mâruf-u Kerhî şöyle buyurmuştur: "Her gün 'Yârab! Hz. Muhammed'in ümmetine rahmet et' diyen kimse Allah'ın 'abdal5 kullarından yazılır". Başka bir rivayette de "Her gün üç defa 'Ey Allahım! Hz. Peygamberin ümmetini ıslâh edip, hidayet eyle! Ey Allahım! Hz. Peygamberin ümmetinin üzüntülerini gider' diye dua eden kimseyi Allah Teâlâ 'abdallar'dan yazar" buyurmuştur.

Ali b. Fudayl'ın ağladığını görenler ona 'Niçin ağlıyorsun?' diye sordular. Şöyle cevap verdi: 'Bana zulmedenin haline ağlıyorum. Yarın Allah'ın huzurunda, yapmış olduğu zulümler için ne gibi bir mazeret beyan edecektir? Bu konudaki sualleri nasıl cevaplandıracaktır? Kendisini ne ile kurtaracak?'

22. Müslümanların hastalarını ziyaret etmelidir Tanışıklık ve müslüman olmak, bu hakkın sabit olup tekerrür etmesine ve fazi letine nail olmaya kâfidir.

Ziyaret âdâbı, az oturmak, az sormak, hastaya şefkat ve mer hamet göstermek, afiyeti için dua etmek ve hastanın bulunduğu yerin kusurlarını görmezlikten gelmektir.

İçeriye girmek için izin istenilirken, açıldığı takdirde evin içe risini görecek şekilde kapının tam karşısında durmamalıdır. Kapıyı yavaşça vurmalıdır. 'Kimsiniz?' diye sorulduğu zaman da 'Benim' dememeli, ismini söylemelidir. İçerideki insanı 'Ey hiz metçi!' diye çağırmamalıdır. İçeridekine kapıda durduğunu işittirmek istediği zaman bunu 'elhamdülillâh' veya 'sübhânallah' demek suretiyle yapmalıdır.

Rasûlullah şöyle buyurmuştur:
Hasta ziyareti ancak ziyaretçinin, elini şefkatle hastanın alnına koyup veya onun elini tutup halini sormasıyla ta mamlanır. Tahiyye ve selâmın tamamlanması ise musâ faha edip el sıkışmaya bağlıdır. (Tabiidir ki burada, hastaya yaklaşmanın tıbben mahzurlu olmaması şartı vardır.)
Bir hastayı ziyaret eden, onun yanında oturduğu sürece cennet bahçelerinde oturmuş (gibi)dir. Oradan ayrıldıktan sonra da ona, kendisini korumak ve geceye kadar (kendisine) dua etmek üzere yetmiş bin melek tahsis edi lir.249

Hasta ziyaretine giden kimse rahmete dalar. Hastanın yanında oturduğu sürece de gözü aydın olur.250

Müslüman, hasta kardeşinin halini sormak veya sıhhatli bir kardeşini ziyaret etmek üzere gittiğinde Allah Teâlâ kendisine şöyle hitap eder: 'Sen ve adımların iyi oldunuz; bu suretle cenne-i âlâda kendin için bir konak yapmış ol dun'.251

Kul hastalandığında Allah Teâlâ ona iki melek gönderir. Bunlara 'Kulumun, ziyaretçilerine söylediği sözlere dikkat ediniz' buyurur. Eğer o kul ziyaretçiler geldiği zaman Allah'a hamd ü senada bulunursa bu melekler Allah Teâlâ kendilerinden daha iyi bildiği halde kulun sözlerini Allah'a iletirler. Bunun üzerine Allah Teâlâ şöyle buyurur: 'Bu ku lumun canını alacak olursam kendisini cennete dâhil ede rim; eğer şifa verecek olursam ona önceki etinden ve kanından daha hayırlısını verir ve günahlarını affede rim'.252

Allah Teâlâ kime hayır irade ederse o, hayırdan nasibini alır (veya Allah ona hayırdan nasip verir).253

Hz. Osman şöyle anlatıyor: Hastalandığımda Hz. Peygamber ziyaretime geldi ve şöyle dedi:
Bismillâhirrahmânirrahim! Seni, bu hastalığın şerrinden, bir olan, her yaratığın kendisine muhtaç olduğu, doğur mayan ve doğurulmayan ve eşi ve dengi bulunmayan Allah Teâlâ'nın himayesine havale ederim!
Hz. Peygamber bu duayı birkaç defa tekrar etti.254

Hz. Peygamber hastalanan Ali b. Ebi Tâlib'in ziyaretine gitmiş ve ona şöyle demiştir: "Ya Ali! 'Ey Allahım! Senden afiyetimin acele gönderilmesini (acil şifalar vermeni) veya vermiş olduğun belâya karşı sabır ihsan etmeni veya dünyadan senin rahmetine çıkmayı istiyorum' de! Bu isteklerinden biri pek yakında sana veri lecektir".255

Hasta olan kimsenin şöyle demesi müstehabdır: 'Hissettiğim ve korktuğum şeylerin şerrinden Allah'ın izzet ve kudretine sığmıyorum'.

Hz. Ali şöyle buyurmuştur:
Herhangi biriniz karın ağrısından şikayet ettiği zaman hanımına vermiş olduğu mehirden birşey istesin. Hanımının verdiğiyle bal alsın. O bala yağmur suyu katsın ve içsin. Böylece kendisinde afiyet, kolaylık, şifa ve bereket bi raraya gelmiş olur.256

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
- Ey Ebu Hüreyre! Sana, hastalanan kimsenin yatağa ilk girdiği anda söylediği takdirde Allah Teâlâ'nın kendisini ateşten kurtaracağı birşeyi haber vereyim mi?
- Evet yâ Rasûlallah!
- Şöyle diyecektir: Allah'tan başka ma'bud yoktur. O diriltir ve öldürür. O diridir ve asla ölmez. Kulların ve memleketlerin yaratıcısı ve sahibi olan Allah müşriklerin dediklerinden münezzehtir. Bol, temiz ve her hâlükârda bereketli olan hamd Allah'a mahsustur. Allah herşeyden yücedir. Rabbimizin azameti, celâli ve kudreti her mekânda hâzır ve nâzırdır. Ey Allahım! Eğer şu hastalık ölümüme sebep ola
caksa ruhumu, İlm-i ezelinde kendileri için en güzel dereceler hazırlanan ruhlarla birlikte hasret. Ezelî ilminde kendileri için en güzel nimetler bulunan velî kullarını ateşten ko ruduğun gibi beni de ateşten koru!257

Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Hasta ziyareti üç günden sonra yapılmalı ve bir devenin sağılması kadar sürmelidir. Ziyaretçi pek fazla oturmamalı, biraz oturduktan sonra kalkmalıdır).258

Tavus şöyle buyurmuştur: 'Hasta ziyaretinin en faziletlisi en hafif olanıdır'.
İbn Abbas şöyle buyurmuştur: 'Hastayı bir defa ziyaret etmek sünnettir. Bir defadan fazla olanlar nafiledir'.
Âlimlerden biri şöyle buyurmuştur: 'Hastayı üç günden sonra ziyaret etmelidir'.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Hasta ziyaretini bir gün sonra yapınız! İkinci ziyareti ise iki gün ara verip dördüncü günde yapınız.259
Sabretmek, az şikayette bulunmak ve az inlemek, duaya sarılmak, tedaviden sonra, şifayı verecek olan (Allah'a) tevekkül etmek, hastanın riayet etmesi gereken hususlardandır.

23. Müslümanların cenazelerini teşyi etmelidir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Bir cenazeyi teşyi eden müslüman için bir kıratlık ecir vardır. Eğer cenaze defnedilinceye kadar beklerse ecri iki kırata çıkar.260

Haberde vârid olduğuna göre; 'Kırat Uhud dağı kadardır'.261
Ebu Hüreyre'nin rivayet ettiği bu hadîs hakkında İbn Ömer şöyle buyurmuştur: 'Biz şimdiye kadar birçok kırat kaçırmışız'.
Cenazeyi teşyi etmekten gaye müslümanlarm hakkını yerine getirmek ve ondan ibret almaktır. Dimeşkli Mekhûl, bir cenazeyi gördüğü zaman şöyle derdi: 'Onlar sabahleyin gittiler; biz de akşama gideceğin (veya 'Onu götürünüz; biz de akşama geleceğiz). Bu cenaze beliğ bir nasihat ve süratli bir gaflettir. Giden gidiyor, kalanlar ise ibret almıyor'.

Mâlik b. Dinar kardeşinin cenazesini ağlayarak takip ediyor ve şöyle diyordu: 'Allah'a yemin ederim ki senin nereye vardığını (âkıbetini) bilmedikçe gözlerimin yaşı dinmeyecektir ve yine Allah'a yemin ederim ki, hayatta kaldıkça bunu bilmem mümkün değildir'.

A'meş şöyle diyor: 'Biz cenazelere giderdik. Gelenlerin hepsi mahzun olduğu için cenaze sahiplerinin kim olduğunu anlayarak başsağlığı dilemek güçleşirdi'.

İbrahim ez-Ziyad bir ölü için rahmet talebinde bulunup hayıflanan bir cemaate bakarak şöyle demiştir: 'Siz kendi nefsiniz için rahmet isteyip hayıflansanız daha iyi edersiniz; çünkü bu ölen zat şu üç şiddetten kurtuldu: Ölüm meleğinin yüzünü gördü. Ölümün acılığını tattı. Akıbet korkusundan da emin oldu'.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: 'Üç şey ölüyü mezarına ka dar takip eder; bunların ikisi geri gelir, biri ise onun yanında kalır. Bunlar; aile efradı, malı ve amelidir. Aile efradı ile malı geri döner, ameli kalır'.

24. Müslümanların kabirlerini ziyaret etmelidir. Kabir ziyare tinden gaye içindekilere dua etmek, ibret almak ve kalbi yumuşatmaktır. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: 'Ben hiçbir manzara görmedim ki, kabir ondan daha korkunç ol masın'.262

Hz, Ömer şöyle anlatıyor: Birgün Rasûlullah ile beraber kabris tana gittik ve bir kabrin yanıbaşına oturduk. Hz. Peygamber ağlamaya başladı. Bunun üzerine biz de ağladık. Sonunda bize ni çin ağladığımızı sordu. 'Sen ağladığın için ağlıyoruz' dediğimizde de şöyle buyurdu: 'Bu kabir (annem) Vehb'in kızı Âmine'nin kab ridir. Onu ziyaret etmek için rabbimden izin istedim. Bana bu ko nuda izin verdi. Onun için af dilemek hususunda izin istedim; fa kat buna izin vermedi. Şu anda benim yakama çocuğun annesine karşı duyacağı şefkat yapışmış bulunuyor'263

Hz. Osman bir kabrin yanında durduğu zaman sakalı ıslanacak kadar ağlar, Rasûlullah'tan şöyle işittiğini söylerdi:
Kabir, ahiretin ilk durağıdır. Kişi kabirden kurtulursa on dan sonrası kolaydır. Eğer ondan kurtulamazsa, sonrası daha da zordur.264

Mücâhid şöyle buyurmuştur: 'Kabri, insanoğluna ilk olarak şöyle der: Ben kurtlar ve yalnızlıklar eviyim. Gurbet eviyim. Karanlıklar eviyim. İşte ben sana bunları hazırladım. Bakalım sen benim için ne hazırladın?'
Ebu Zer şöyle der: 'Size fakirlik gününü haber vereyim mi? O gün, kabrime konulduğum gündür'.

Ebu Derdâ mezarlıklarda çok otururdu. Kendisine 'Niçin böyle yapıyorsun?' diye sorulduğu zaman şöyle cevap vermiştir: 'Bana ahiretimi hatırlatan bir kavmin yanında oturuyorum. Üstelik yanlarından ayrıldığımda aleyhimde bulunup gıybetimi yapmazlar'.

Hatem-i Esamm şöyle buyurmuştur: 'Kabirlerin yanından ge çip de nefsi için düşünmeyen ve kabirde bulunanlara dua etmeyen kimse hem kendisine, hem de onlara ihanet etmiştir'.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: 'Hiçbir gece yoktur ki, bir tellâl şöyle bağırmasın: 'Ey kabirler ehli! Siz kime gıbta ediyorsu nuz?' Kabirlerde bulunanlar şöyle cevap verirler: 'Biz camilerin ehline gıbta ediyoruz. Çünkü onlar oruç tutarlar, namaz kılarlar ve Allah'ı zikredip anarlar; biz ise bunların hiçbirini yapamayız'.
265
Süfyan es-Sevrî şöyle buyurmuştur: 'Kim hayatta iken kabri çok düşünür ve hatırlarsa onu cennet bahçelerinden bir bahçe ola rak, kim de hayatta iken kabri hatırlamaktan gafil olursa onu ce hennem çukurlarından bir çukur olarak bulur'.

Rebî b. Hayseme, evinin içine bir mezar kazdırmıştı. Kalbinde katılık hissettiğinde hemen oraya girip uzanır ve bir saat kadar durduktan sonra çıkarak şu ayeti okurdu:
Nihayet o müşriklerden birine ölüm geldiği vakit 'Rabbim! Beni dünyaya geri çevir ki terkettiğim imanı yerine getirip sâlih amelde bulunayım' der. Hayır! Bu onun söylediği (boş) bir sözdür. Önlerinde, diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır. (Mü'minûn/99-100)

Sonra kendi kendine şöyle derdi: 'Ey Rebî! İşte dünyaya geri çevrildin. Dünyaya bir daha geri çevrilmeyeceğin gün gelmezden önce sâlih ameller işle!'

Meymun b. Mihran şöyle anlatıyor: Birgün Ömer b. Abdülaziz'le birlikte kabristana gittik. Hz. Ömer kabirlere baktığı zaman hüngür hüngür ağlayarak şöyle dedi:
Ey Meymun! Bunlar Benî Ümeyye soyundan gelen ecdadımın kabirleridir. Sanki bunlar hiçbir zaman dünya eh liyle beraber olmamışlar ve dünyanın lezzetlerini tatmamışlardır. Şu anda hepsi upuzun yatmakta olup başlarına gelen felâketlerle başbaşa kalmışlardır. Bedenlerini haşereler darmadağın etmektedir.
Bunları söyledikten sonra tekrar ağlamaya başladı ve şöyle de vam etti:
Allah'a yemin ederim ki bu kabirlere Allah'ın azabından emin olarak gelen kimseden daha talihli ve nimetlere ondan daha fazla mazhar olan bir kimseyi tanımıyorum.
Kanadını indirmek, üzüntüsünü belirtmek, az konuşmak, (değil gülmeyi) tebessümü (dahi) terketmek başsağlığı dileyenin riâyet etmesi gereken hususlardandır.

Huşûdan ayrılmamak, konuşmamak, ölüyü düşünmek ve ölüm hakkında derin derin düşünceye dalmak ve ölüme hazırlanmanın yollarını araştırmak, cenaze yakınında yürümek de cenazeyi teşyi edenlerin riâyet etmesi gereken hususlardandır.
Cenazeyi mezara acele götürmek sünnet-i seniyyedir.266

İşte buraya kadar söylediklerimiz bütün müslümanların dik kat ve riâyet etmesi gereken birtakım muâşeret âdâbıdır. Bütün bunları şu şekilde özetleyebiliriz: İster ölü olsun, ister diri, hiçbir müslümanı küçümsememelisin ki helâk olmayasın; çünkü belki de o küçümsediğin kimse senden daha hayırlıdır. Küçümsediğin zaman fâsık olsa bile belki de senin hayatın onun şu anda üzerinde bulunduğu fâsıklık gibi bir hal üzerinde, onun hayatı ise salâh ve takvâ ile sona erer. Sahip olduğu dünyalıklardan dolayı hiç kim seyi gözünde büyütme ve yine bu konuda hiç kimseye gıbta etme; çünkü dünya ve içindekiler Allah nezdinde küçüktür. Dünya eh lini kalbinde büyüttüğünde dünyayı da büyütmüş olursun. Böyle yaptığın takdirde de Allah'ın kudret gözünden düşersin. Onların dünyalıklarından elde etmek için dininden taviz verme. Şâyet böyle yaparsan onların gözlerinde küçük düştüğün gibi dünyalıkla rından da mahrum kalırsın.

Dünyalıklarından mahrum kalmasan dahi geçici ve en alçak birşeyi en hayırlı ve ebedî bir hayata tercih etmiş olursun. Onlara karşı düşmanlığını açığa vurma. Böyle yaptığın takdirde düşmanlıklarını üzerine çekmiş olursun. O vakit senin dinin ve dünyan onların yüzünden; onların dinleri de senin yüzünden el den gider. Ancak dinin yasaklamış olduğu amellerde iş değişir. Onların çirkin fiillerine buğzet fakat kendilerine merhamet gö züyle bak; çünkü onlar, Allah'ın gazabına ve isyanlarından ötürü ikabına mâruz kalmışlardır. Müstehak oldukları bu cezalar kendi lerine kâfidir; o halde sen onlara niçin buğzedeceksin? Sana gös terdikleri sevgiden ötürü onlara ısınma. İsyan edip durdukları halde seni övmelerinden dolayı onlara güvenme. Yine isyan ettik leri halde sana güzel müjdeler verip yüz göstermelerinden dolayı onlarla dost olma! Çünkü onların bu yapmacık hareketlerinin ha kikatini araştırırsan ancak yüzde birinin hakîki olduğunu görebi lirsin. Hatta bunu da göremezsin.

Hiçbir zaman hâlini onlara şikayet kabilinden arzetme. Böyle yaptığın takdirde Allah'ı onlara şikayet etmiş olacağından, Allah da seni onlara havale eder. Onların zâhirde ve yüzüne karşı olduğu gibi gizlide ve gıyâbında da arkadaşların olacaklarını zan netme; çünkü bu boş bir ümidden başka birşey değildir. Böyle bir ümide nasıl kapılabilirsin? Onların elindeki servete tamah etme.

Böyle yaptığın takdirde zelil olursun ve hedefine de varamazsın. Kendilerine muhtaç olmadığında kibir ve gurura kapılıp onlara karşı büyüklük taslama. Bunu yaptığın takdirde Allah Teâlâ seni kibrinin cezası ve zenginliğini belirtmenin karşılığı olarak onlara muhtaç eder.

Onlardan biri bir ihtiyacını giderirse, o kendisinden istifade edilen bir kardeştir, İhtiyacını yerine getirdiği takdirde ona itab edip serzenişte bulunma. Zira böyle yaptığında sana düşman kesi lir. Kabul edecek gibi görünmeyen kimselere va'z u nasihat et mekle meşgul olma! Zira böyle bir kimse, va'zını dinlemediği gibi sana düşmanlık da eder. Va'z u nasihatin, hakîkati arzetmek ve ortaya koymak için olsa dahi herhangi bir şahsı hedef alıp isim be lirterek konuşma! Kendilerinden bir ikram ve hayır görürsen, on ları sana müsahhar eden ve sözünü dinleten Allah'a şükret ve seni onlara havale etmekten koruması için Allah'a sığın. Onlardan herhangi bir kötülük veya hoşuna gitmeyen bir hareket gördüğünde (sakın intikam almaya kalkışma), işlerini Allah'a ha vale et ve şerlerinden Allah'a sığın.

Nefsini, karşılık vermekle meşgul etme. Böyle yaptığın takdirde zararın daha da artar. Bununla meşgul oldun mu ömrün zayi olur. Sakın onlara 'Benim değerimi, kadir ve kıymetimi bilemedi niz' şeklinde çıkış yapma ve şuna inan ki, eğer müstehak olsaydın Allah Teâlâ senin kadr ü kıymetini,mertebe ve rütbeni onların kalbine yerleştirirdi. Bu bakımdan sevdiren ve buğzettiren Allah Teâlâ'dır; çünkü kalpler Allah Teâlâ'nın kudret elindedir. Onları istediği gibi evirip çevirir. Onların, hak ve hukuklarına riâyet et! Kim neye müstehak ise o hakkı yerli yerine sarfet. Onların bâtıl sözlerini ve fuzulî konuşmalarını dinlemek hususunda sağır ol! Haklarını çatır çatır müdafaa et. Batıl sözlerini sanki kulaklarına üst üste birkaç kilit vurulmuş gibi duymazlıktan gel.

İnsanların çoğunun sohbetinden kaçın! Çünkü insanların birçoğu karşısındakinin zelle ve hatalarını affedip ayıbını örtmez ler. Onlar en ufak birşeyden dolayı karşısındaki insanı didik didik hesaba çeker; kılı kırk yararcasma muhasebe ederler. Az ve çok herşeyde insanları çekemezler. Kendi haklarını mutlaka alır veya almaya çalışır; fakat başkasının hakkını vermeye yanaşmazlar. Onların defterinde yanlışlıkla ve unutkanlıkla yapılan şeyler için af yoktur; mutlaka cezalandırırlar. Kovuculuk ve iftira etmek suretiyle kardeşi kardeşe kışkırtırlar. Bu bakımdan onların çoğunun arkadaşlık ve sohbeti zararlıdır. Onlardan uzaklaşmak ve kendile riyle arkadaşlık yapmamak en iyisidir. Onlardan uzaklaşmakta selâmet vardır. Eğer razı olurlarsa zahirleri yağcılıktır. Eğer öfke lenirlerse içleri kin, hased ve nefretle doludur. İnsanlar onların kinlerinden hiçbir zaman emin olmaz. Yağcılıklarından hiçbir hayır umulmaz. Görünür tarafları elbisedir; fakat içleri ise kurt tur. Onlar zannlarla hüküm verirler, itham ederler; arkandan göz kırparlar. Seninle arkadaşlık kurduklarında kusurlarını araştırırlar.

Bundan gayeleri öfkelendikleri veya bozuştukları za man karşına bunlarla çıkmaktır. Bir evde veya bir yerde hakkıyla denemediğin kimsenin sevgisine güvenme. Sevgisine güvenip gü venemeyeceğini öğrenmek istediğin kimseyi vazife başında ve vazi feden uzaklaştırıldığında; zengin ve fakir olduğu zamanlarda dene veya kendisiyle yolculuk yap veya dünyevî işlerde ve para hu susunda muamelede bulun. Bundan sonra sağlam görürsen sev gisine güven, arkadaşlığına itimat et. Bir felâket anında kendisine muhtaç olduğun zaman da imtihanı tam mânâsıyla verirse bütün bu durumlarda kendisinden razı olursan onu, büyükse baba, kü çükse evlât edin. Eğer yaşıtın ve emsalin ise kardeş edin. işte halk arasındaki âdâb-ı muâşeretin özü bunlardır.







108) Müslim ve Buhârî, (Ebu Said'den)
109) Müslim ve Buhârî, (Sa'd b. Ebî Vakkas'dan)
110) Taberânî (Ebı Ümame'den). 'Ben Allah'ın habibi ve haliliyim' sözü bu rivayette yoktur.
111) Ayrıntılı bilgi için bkz. İthafus-Saade, V1/251-252
112) Deylemî, Müsned'ül-Firdevs
113) Müslim vc Buharı
114) Müslim ve Buhârî
115) Müslim ve Buhârî
116) Müslim ve Buhârî
117) Müslim ve Buhârî
118) Taberânî ve Hâkim
119) Müslim, (Ebu Hüreyre!den)
120) Müslim, (Ebu Berze'den)
121) Ahmed, (Ebu'd-Derdâ'dan)
122) İbn Mübârek, (Hamza b. Ubeyd'den zayıf bir senedle
123) İbn Mübârek
124) Ebu Dâvud ve İbn Mace
125) Adı Alkame b. Hâlid olup, ashâb-ı kirâm darıdır. Hudeybiye muharebesine iştirak etmiştir. Rasûlullah'tan sonra uzun süre yaşamış, H. 87 senesinde Küfe'den son sahabî olarak vefat etmiştir.
126) Nesâî ve Hâkim
127) Müslim ve Buhârî
128) Bu zat nahiv ilminde meşhur bir imamdır,
129) Müslim ve Buhârî
130) Ebu Dâvud ve Hâkim
131) Müslim, (Ebu Hüreyre'den)
132) Dârekutnî, el-ilel; Kuddaî, Müsned-i şihab, (zayıf bir senedle)
133) Taberânî, Evsat ve Ebu Nuaym, Hilye
134) Dârekutnî, {zayıf bir senedle)
135) Taberânî, Evsat, {zayıf bir senedle)
136) Taberânî, Evsat, (zayıf bir senedle)
137) Hâkim
138)Tirmizî
139) Harâitî ve Taberânî
140) Müslim, (Hz. Âişe'den)
141) Tirmizî, (İbn Mes'ud'dan)
142) Beyhakî, Şuab'ul-İman, (zayıf bir senedle)
143) İbn Ebi Şeybe, Taberânî ve Harâitî
144) Müslim ve Buhârî
145) Tırmızi
146) Harâitî, Beyhakî ve Ebu Nuaym
147) Müslim
148 taberan,
149) Taberâni ve Ebu Dâvud
150) Müslim ve Buhârî
151) Harâitî
152) Müslim ve Harâitî
153) Harâitî
154) Hâkim, (Câbir'den)
155) Ebu Davud ve Hâkim
156) Ebu Davud ve Tirmizî
157) Harâitî
158) Harâitî, Mekârim-i ahlak
159) Hâkim, (sahih bir isnadla ve Ebu Yala el-Mavsılî. Buhârî ve İbn Hibban'a göre zayıftır.
160) Müslim, Buhârî
161) Harâitî, Mekârim-i Ahlâk
162) Müslim
163) Müslim
164) Taberânî
165) Ebu Davud, Nesâi
166) Hâkim
167) Ebu Dâvud
168) Ebu Dâvud
169) Hâkim
170) Müslim, Buhârî
171) Müslim, Buhârî
172) Buhârî
173) Müslim, Buhârî
174) Müslim
175) Müslim Buhârî
176) Müslim, Buhârî
177) Ebu Dâvud, Nesâî, İbn Asâkir
178) Harâitî
179) Hz. Âişe Büreyre'yi azad eder. Büreyre'nin Ebu Ahmed'in kölesi olan bir kocası vardı. Hz. Peygamber, hürriyetine kavuşan Büreyre'ye İster köle olan kocanla dur, istersen ayrıl' dedi. Bunun üzerine Büreyre kocasından ayrıldı.Eğer kocası hür olsaydı ondan ayrılmaya hakkı yoktu.Kocası Büreyre'yi bu fikrinden caydırmak için günlerce arkasına düşüp ağladı. Metinde görüldüğü gibi Rasûlullah aracı olduğu halde Büreyre ikinci bir defa kocasını istememiştir.
180) Taberânî ve Ebû Nuaym
181) Ebû Dâvûd ve Tirmizî
182) Harâitî
183) Beyhakî
184) Müslim
185) Deylemî, Müsned'ül-Firdevs
186) Irakî aslına rastlamadığını söylemektedir.
187) İmam Mâlik, Muvatta
188) Tirmizî Beyhaki Ebu Dâvud
189) Müslim, Buhârî
190) Tirmizî, (Abdülhamid b. Behram, Hezarî kabilesine mensuptur. Hadîste güvenilir bir kimsedir)
191) Müslim, (Onlara yolu daraltmak ancak yolda genişlik yoksa caiz olabilir. Eğer genişse boşuboşuna onlara eziyet vermek yasaktır.)
192)Beyhaki
193) Müslim ve Buhârî, (Hadîste geçen sam kelimesi ölüm, zulüm zillet ve meskenet mânâsına gelir).
194) Müslim ve Buhârî
195) Tirmizî
196) Ebu Dâvud, Tirmizî
197) Harâitî, Beyhâkî
198) Bezzar, Harâitî, Beyhaki
199) Harâitî, Tirmizî
200) Harâitî, İbn Adiyy
201) Ebu Dâvud
202) Ebu Bekir b, Mukrî
203) Hâkim
204) Harâitî
205) Harâitî ve Beyhakî
206) Tirmizî, İbn Mâce, Ahmed, Beyhakî
207) Tirmizî
208) Kitab'ul-İlim'de geçmişti.
209) Ebu Dâvud, İbn Mâce
210) Ebu Dâvud, Tirmizî
211) Müslim, Buhârî
212) Beğavî
213) Müslim
214) Ebu Dâvud, Tirmizî, Nesâî
215) Müslim ve Buhârî
216) Ebu Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce
217) Müslim
218) Tirmizî
219) Ahmed
220) İbn Ebî Dünya, (zayıf bir senedle)
221) Ebu Dâvud, (zayıf bir senedle)
222) Ebu Davud
223) Buhârî, Ebu Davud
224) Nesâî, Ebu Dâvud, Tirmizî
225) Müslim, Buhârî
226) Ebu Dâvud
227) Müslim
228) Ebu Dâvud, Tirmizî
229) Ebu Dâvud, Tirmizî
230) Ebu Davud
231) Taberanî
232) Müslim, Buhârî, (Ebu Hüreyre'den)
233) Müslim, Buhârî
234) Sbu Ya'lâ, İbn Adiy
235) İbn Mâce, Hâkim, Tirmizî
236) Tirmizî, Hâkim
237) Buhârî, Tarih; Taberânî, Beyhakî
238) Ahmed, Taberânî
239) Buhârî
240) Ahmed, Taberânî
241) İbn Mâce
242) Ebu Dâvud, Tirmizî
243) Buhârî, Tarih) Taberânî, Harâitî
244) Hâkim, Taberânî
245) Harâitî, İbn kıbban
246) Taberani:
247) Deylemi ve.sened'ül-Firdevs, (Hz. Ali'den)
248) Hâkim
249) Sünen sahipleri, Hâkim
250) Hâkim, Beyhakî
251) Tirmizî, İbn Mâce
252) İmâm Mâlik
253) Buhârî
254) İbn Sinnî, Taberânî, Beyhakî
255) İbn Ebî Dünya
256) Hanımından aldığı mehir nasda kolay ve rahat bir maldır. Bal ise yine nassla şifadır. Yağmur suyuna gelince; o da nassla tertemiz sudur. Hz. Ali bu hususlara işaret etmektedir.
257) İbn Ebî Dünya
258) İbn Ebî Dünya
259) İbn Ebî Dünya
260) Müslim, Buhârî
261) Müslim
262) Tirmizî, İbn Mâce, Hâkim
263) Müslim (Ebu Hüreyre'den); İmam Ahmed, (Büreyde'den)
264) Tirmizî, İbn Mâce
265) Irakî bu hadisin aslına rastlamadığını kaydetmektedir.