MELEKLERİN BÜYÜKLERİ VE VAZİFELERİ

Melekler arasından dört tanesine meleklerin peygamberleri ve reisleri unvanı verilmiştir. Bunlardan biri Hz. Cebrail'dir.

Cebrail; İbranice bir isim olup "Abdullah" manasına gelmektedir (52).
Cebrail aleyhisselâmın hususiyetlerini ve gördüğü vazifeleri açık-lamak gerekirse şöyle ifade edebiliriz:

İbni Mes'ud'dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte buyrulmaktadır ki;
"Peygamber (s.a.v.) Cebrail'i (yaratıldığı hal üzere) gördü. Onun altıyüz kandı vardı" (53).

Hz. Cebrail, Kur'an-ı Kerim'de şu sıfatlarla anılmış bulunmaktadır:

a) Resûl-i Kerim (şerefli elçi).

b) Zî-kuvvet (çetin bir kudret sahibi).

c)Mekîn (çok itibarlı).

d) Muta (itaat olunan).

e) Emin (güvenilen)

Bu sıfatları içinde toplayan âyet-i kerimelerin meallerini aşağıya alıyoruz:
"Şüphesiz, muhakkak o (Kur'an) çok şerefli bir elçinin (getirdiği) kelâmdır. (Bir elçi ki) çetin bir kudrete mâliktir. Arşın sahibi (olan Allah) katında çok itibarlıdır. Orada kendisine itaat olunandır, bir emindir" (54).

h) Rûhu'l-kuds (tertemiz ruh).
Bu sıfatın zikri, bir âyet-i kerimede şöyle ifade edilmektedir:
"De ki: Onu -iman edenlere tam bir sebat vermek, müslümanlar bir hidayet ve bir müjde olmak için- Rabbin (cânibin) den hak olarak Rûhu'l-kuds indirmiştir" (55).

g) Rühu'l-emîn:
Güvenilen ruh manasına gelen bu sıfat, bir âyet-i kerîmede şöyle açıklanmaktadır:
"O (Kur'an) muhakkak ve muhakak âlemlerin Rabbi (cânibinden) indirilmedir. Onu Rûhu'l-emîn, inzâr edicilerden olasın diye, senin kalbine manası açık Arabca bir dil ile indirilmiştir" (56).

h) Nâmus-ı Ekber:
Nâmus, hayırlı sırlara vâkıf olup onu saklayan manasına gelmektedir. Cebrail aleyhisselâm, emin-i vahy-i ilâhî ve sefir-i sübhânî olarak vâkıf olduğu sırları, korumakta bulunduğu için kendisine bu ünvan verilmiştir.

Cebrail aleyhisselâmın başlıca vazifeleri:
1- Peygamberlere, Cenâb-ı Hak tarafından, vahiy getirmek. Bu hususla ilgili âyet-i kerime mealleri yukarıdaki bahiste geçmiştir.

2- Peygamberleri desteklemek. Bu ciheti açıklayan bir âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır:
"Meryem'in oğlu İsa'ya da beyyineler (gâyet açık nüshalar ve mucizeler) verdik ve onu Rûhu'l-kuds ile destekledik" (57).
Cenâb-ı Hak; Hz. İsa'yı, çocukluğundan itibaren, takviye buyurduğu için yahudîlerin ve din düşmanlarının tecavüzünden selamette kalmıştır.

3- Ashâb-ı kirâmı desteklemek.
İslâm dini ve müslümanlarla istihza etmek isteyen müşrik şâirlere karşı, küfrü ve müşrikleri hicveden ve İslâm dinini medheden ashâb-ı kirâmın şairlerinden Hassân (r.a.)'a Resulullah Efendimiz -müşrikleri kasdederek- buyurdu ki:

"Onları hicvet. Cebrail seninle beraberdir" (58) buyurdu. Diğer bir hadis-i nebevîde de şöyle ifade edilmektedir:
"Resulullah'tan yana müdafaaya devam ettikçe Rûhu'l-kuds Hassân ile beraberdir" (59).

4- Azabı hak eden kavimleri helâk eder.
Semûd kavmi Hz. Salih'e karşı küfür ve zulmü son hadde vardırınca Cenâb-ı Hak, o kavmi br sayha ile helâk etmiş ve yerlere sermişti. Bu hususla ilgili bir âyet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır:
"O zalimleri ise korkunç bir ses alıp götürdü de yurtlarında diz üstü çöken (canları çıkan) kimseler oluverdiler" (60).

Bu korkunç ses, Hz. Cebrail'in bağırması idi (61).
Cebrail aleyhisselam, son derece bir haşyet-i ilâhî içinde bulunmaktadır. Peygamber Efendimiz Mirac gecesi melei âlâya uğradığında onu, Allah korkusundn eski bir çul parçası gibi, haşyetle yerlere kapanmış gördü.

Efendimiz bir gün Hz. Cibrîl'e "Rabbini hiç gördüğün olur mu?" di-ye sormuştu. (Hz. Cibril'i şiddetli bir titreme aldı ve) "Yâ Muhammed, benimle onun (Allah Teâlâ'nın) arasında nurdan yetmiş perde vardır. Bilfarz, onlardan bir kısmına yaklaşmış olsam elbette yanardım" (62) cevabını verdi.

Hz. İsrafil
İsrafil aleyhisselâm, meleklerin reislerinden olup, haşyet-i ilâhîye müstağrak bulunduğundan gözünü semâya doğru kaldırıp bakamaz. Bu isim, İbrânice bir kelime olup Abdurrahman manasına gelmektedir (63).
Hz. İsrafil'in vazifeleri:

1- Kıyâmetin kopması zamanında sûru üflemek.
Hâkim'in rivayet ettiği bir hadis-i şeriften öğreniyoruz ki efendimiz bir hadis-i şeriflerinde:
"İsrafil, sûrun sahibi (vazifelisi)dir. Cebrail onun sağında, Mikail ise solunda; o, bu ikisinin arasında (durmakta)dır".
Bu hususla ilgili bir âyet-i celîlede buyuruluyor ki:
"(Birinci) sûra üfürülmüş (üfürülecek), artık Allah'ın diledikleri müstesna olmak üzere göklerde kim var, yerde kim varsa hepsi düşüp ölmüştür. Sonra ona bir daha üfürülecektir. O anda görürsün ki (ölüler dirilip) ayakta bakınıp duruyorlar" (64).

2- Sûrun son defa üflenmesiyle hayat tamamen sona erecektir. Hâlik-ı Azîm, insanların tekrar haşrini murad edecektir. Bunun üzerine Hz. İsrafil yaratılmışların aslî eczasına şöyle hitap edecektir:
"Ey çürümüş kemikler, yırtılmış ve parçalanmış deriler, kopmuş saçlar! Allah Teâlâ hesapların (görülüp) ayrılması için sizin bir araya toplanmanızı emrediyor".
Bu hususla alâkalı bir âyet-i kerimede buyruImaktadır ki:
"O halde (habibim) onlardan yüz çevir. O davet edicinin (misli) görülmemiş, tanınmamış bir şeye davet edeceği gün gözleri zelil ve hâkir (dönmüş) olarak hepsi de çıvgın (ve yaygın) çekirgeler gibi kabir-ler(in)den çıkacaklar" (65).
Hz. Mikâil

Mikâil aleyhisselam da meleklerin peygamberlerinden ve reislerindendir. Bu isim İbrânî dilinde Ubeydullah mânâsına gelmektedir (66).
Hz. Mikâil, yağmurların yağması ve rüzgârların esmesiyle ilgili iş-lere memur kılınmıştır.

Hz. Azrail
Cenâb-ı Hak, yaratmış olduğu canlılar için bir ömür takdir etmiş ve eceli gelen mahlûkatın ruhunu almaya Hz. Azrail'i vazifelendirmiş bu-lunmaktadır. Bu isim, İbrânî lisanında Abdülcebbâr manasına gelmek-tedir. Bu meleğin ismi, Kur'an-ı Kerim'de, "melekül-mevt" diye geç-mektedir.
Hayatı ve ölümü yaratan Rabbimiz, verdiği fâni hayatla dünya nimetlerine eriştirmiş olup ölüm ile de ebedî hayatın nimet ve saadetlerine eriştirmeyi dilemiş bulunmaktadır. Bu itibarla ölüm, mü'mini cemâli ilâhîye ve ebedî saadete ulaştıran bir nimet olmaktadır. İnsan bu nimeti Hz. Azrail'in eliyle tatmak suretiyle Rabbine kavuşacaktır.

(51) Sûre-ı Şûra, 5.
(52) Tefsir-i Kurtubî, c. 2, s. 38.
(53) Buhârî, c. 4, s. 83.
(54) Sûre-i Tekvir, 19-21.
(55) Sûre-i Nahl, 102.
(56) Sûre-i Şuarâ, 192-195.
(57)Sûre-i Bakara, 87.
(58) Buhârî, c. 4, s. 79; Müslim, c. 7, s. 163.
(59) Müslim, c. 7, s. 165.
(66) 5ûre-i Hûd, 67.
(61) Tefsir-i Kurtubî, c. 9, s. 61.
(62) Feyzü'l-kadir, c. 4, s. 78.
(63) Tefsir-i Kurtubî, c. 2, s. 39.
(64) Sûre-i Zümer, 68,
(65) Sûre-i Kamer, 6.
(66) Tefsir-i Kurtubî, c. 2, s. 38.