MİLLİYETÇİLİKTE ÖLÇÜ

Millet, şeriat ve din aynı mânâya gelen değişik lafızlar olmaktadır. "Ak" kelimesini duyduğumuz zaman hangi rengi anlıyor isek "beyaz" lafzından da aynı rengi anlamaktayız. Bu mevzûu biraz açalım. "Millet", din kelimesi gibi, Allah Teâlâ'nın kulları için meşrû kıldığı şeyin ismidir. Din ile millet arasındaki fark, (kullanma yönündendir ve) ancak peygambere muzâf olarak istimâl olunur. Cenâb-ı Hakk'a ve insanlardan bir ferde izafetle istimâl olunmaz, "millet'ullah" veya "milleti Zeyd' denilmez. Din kelimesi bu istikamette kullanılabilmekte, "dinullah" ve "Zeyd'in dini (İslâmdır)" denilebilmektedir (1).

Şeriat, Allah Teâlâ'nın kulları için vaz etmiş olduğu din ve dünya hükümlerinin tamamıdır. Bu itibarla şeriat; din ile mürâdif olup hem ahkâm-ı asliye denilen inançla ilgili hususları hem de fer'î olan ameli hükümleri yani ibadet ve muamelatı ihtiva etmektedir (2).



Bu noktadan hareket edildiği zaman, "milliyetçilik", dine bağlılık; "milliyetçi" dindar kimse olarak anlaşılmalıdır. İslâmî terimler, bu hakikatı açık seçik olarak ortaya koymaktadır.

Meseleleri tedkike ve şahısların davranışlarını teftişe bu zâviyeden başlıyacak olursak, bazı kimseler ve mefhumlar bu perspektifin içine girmekte; bazı şahıslar ve mevzûlar da sadet dışı kalmaktadır. Şayet bir fert müslüman ise ve dinimizin hükümlerini eksiksiz olarak yerine getiriyorsa, İslâm'ın yükselmesi için çalışıyor ve "kelime-i tevhid inancı"nın en üstün olmasını gaye edinmiş ise, hangi ırka men-sup olursa olsun, milliyetçi sayılır.

Türk olduğu halde müslüman olmayan ve bizim gibi Türkçe konuşan bir kimse de milliyetçi sayılamaz. Bu gibi şahısların "milliyetçilik" iddiası, ırkçılık ve kavmiyetçiliktir. Kavram kargaşasına sebep olan husus, "milliyetçilik" kelimesinin bir mânâ hizasına konulmasında iki ayrı vâzının bulunmasıdır. Bunlardan biri, şeriat; diğeri, bunun dışında kalan ve kelimeyi daha dar bir zaviyeden tedkik eden kimsenin, bu lafzı kafasında mayalandırdığı bir mânâ hizasına koymasıdır.

Şer'î şerife bağlı bir müslüman, İslâmî ölçüleri dikkate aldığında, islâm dinine bağlı bir Türk'ü ne derece milliyetçi kabul ediyorsa, Nijeryalı bir müslümanı da o derece milliyetçi kabul etmek zorundadır. İslâmiyetle alâkası olmayan şimâl kutbunun bir ferdini milliyetçi olarak kabul etmeye nasıl imkân yok ise, İslâm dinini saf dışı etmiş ve kanun dışı ilan etmiş bir kimsenin de milliyetçi kabul edilmesi, bu ölçüler mü-vacehesinde, imkânsızdır.

İstiklâl marşımızın şairi Mehmet Akif bey, ırk itibariyle Arnavut olduğu halde asla kavmiyetçilik fikrine kendini kaptırmamış, ecdat yurdunun harap edildiğini gördüğü günlerde üzüntüsünü şu beyitle dile getirmekle yetinmiştir:

Bunu benden duyunuz, ben ki evet, Arnavudum...
Başka bir şey diyemem... İşte perişan yurdum.

Kendisini kavmiyetçilik taassubuna kaptıran kimseler, mensup bu-lunduğu ırkı tefâhur için değil, ancak teâruf (tanınmayı kolaylaştırmak) için dile getirebilir. Bu hikmeti billurlaşmış ifadeleriyle Akif bey şöyle dile getirmektedir:

Arab'ın Türk'e; Laz'ın Çerkez'e yahut Kürd'e;
Acem'in Çinliye rüçhânı mı varmış?
Nerde! Müslümanlıkta "anâsır"mı olurmuş?
Ne gezer! Fikr-i kavmiyyeti tel'in ediyor Peygamber.
En büyük düşmanıdır Rûh-ı Nebi tefrikanın,
Adı batsın onu İslâm'a sokan kaltabanın.

Ne Arab'lık ne de Türk'tük kalacak aç gözünü!
Dinle Peygamber-i Zîşân in ilâhî sözünü!
Türk Arabsız yaşamaz. Kim ki "yaşar" der, delidir! Arab'ın,
Türk ise hem sağ gözü hem sağ elidir...


(I)el-Müfredât, sh.472.
(2) Hukuk-i İslâmiye ve Istılâhât-ı Fıkhiye Kâmusu, c. 1, sh. 8-9.