Kumardan Sakınmak

"Ey iman edenler! İçki, kumar, (tapmaya mahsus) dikili taşlar, fal okları ancak şeyta­nın amelinden birer murdardır. Onun için bun(lar)dan kaçının ki muradınıza eresiniz"
(Sûre-i Mâide 90).
Kumar, "zar" gibi ne geleceği belli olmayan mu­hataralı bir şeye bağlı olarak mal almak veya ver­mek demektir.

Kumarda zahmetsizce mal çarpmak veya çarptır­mak olduğundan, Kur'ân-ı kerim lisanında kumarın her çeşidine MEYSİR adı verilmiştir.

Kumar oynamakta kullanılan vasıta ne olursa ol­sun, ne şekilde bir oyun takip edilirse edilsin, ku­marın tarifine dahildir. Yüce İslâm dini "Ben Müslü-manım" diyenlere kumarın her çeşidini haram kıl­mıştır. Herhangi bir kimsenin menfaatini "oyun" ile ve haksız olarak kendine aktarmak haramdır.

Kumarın Geçmişine Bir Bakış:
Araplar, İslâmiyetten önce "tavla" ve "satranç" oyunları ile kumar oynarlardı. "EZLÂM-Ü AK-LÂM" denilen fezz, tev'em, râkib, hils, nâfis, müs-bil, muallâ, menih, sefih ve vağd adındaki kumar ka­lemleri ile kazandıklarını hayra dağıtmak üzere pi­yango çekerlerdi.

Bunlardan ilk yedisinin, takip edilen sıraya göre artan hisseleri vardı. Şöyle ki: Fezz, 1; tev'em, 2; râ­kib, 3; hils 4; nâfis, 5; müsbit, 6; muallâ 7 hisseli ok­lardı. Bu hisselerin yekünü ise 28'i doldurmaktadır. "Menih, sefih ve vağd" isimli oklar boş ve hîssesiz-di. Bir deve satın alırlar ve yirmisekiz parçaya ayı­rırlardı. Ondan sonra bir torba içine konulan kumar kalemlerini bir araya gelmiş on kişi birer birer çe­kerlerdi. Boş olan ve hiçbir hissesi bulunmayan ok­ları çekmiş olanlar devenin bedelini sahibine öder­lerdi. Dolu okları çekmiş olanlar da kazandıkları et paylarını fakirlere verirler ve bunu, akıllarınca, ha­yır (!) olarak kabul ederlerdi.

Sûre-i Bakara (âyet 219)da içki ve kumarda bü­yük günâh bulunduğu açıklanarak müslümanların bunlardan sakınmalarına işaret olunmuş, Sûre-i mâi­de (âyet 90)da Şeytanın amelindendir. Ondan uzaklasınız" buyrulmuştur.

Günâhın küçüğüne bile cür'et etmeyen mü'min, büyüğünden uzaklaşmak isteyecek ve hele kumarın şeytanın işinden olduğunu Allah'ın kelâmından öğ-rendikten sonra kumardan tamamen el çekecektir. Çünkü dünya ve âhiretin felahı kumardan kaçmakla mümkündür.

Dünyadan âhirete doğru uzanan yolun yolcuları bulunan biz ümmetlerini uyaran Peygamberimiz, ku­marın nevilerini açıklayan bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:

"Üç (oyun) MEYSİR'den ibarettir; "Kumar, zarlar(ı atmak sureti) ile (tavla taşlarını bir yerden alıp diğer yere) vurmak ve bir de güvercine ıslık çalmak" (Feyz'ül-kadir c, 3, s. 292).

Kumarın Zararları:
Kumarın mübtelâsı olan insanlar, ya çocuklarının rızkını kumarbazlara çarptıracak veya başkasının aile efradına mahsus ekmek parasını, oyunla elin­den alıp onun yavrularını aç bırakacak ve muhtaç duruma düşürecektir.
Kumarbazın çocukları yetim, hanımı dul gibi peri­şan bir hayat sürerler. Gece yarısına kadar kocası­nın gelmesini bekleyen zavallı kadın, çıkacak bir kavgada onun bir cinayete kurban gideceğinden endişeli olarak, gündüz korku ve geceleri kâbus içinde yaşar. Kapısının vurulduğunu duysa, "Aca­ba gelen bir karahaber mi, yoksa kocam olacak der­beder mi" diye kalbi çarpar, saniyelerin uzadığı korkulu anları heyecanla yaşar.

Ayaklarında çorap sırtlarında giyecek ve evle­rinde yiyecek bulunmayan çocuklar, karnını doyu­racak ekmek bulamadıkları için, yarı aç ve yarı çıp­lak bir ömür geçirirler. Yaşamaları, akrebin kıskacın­da hayat sürmek kadar zordur. Buna, yaşamak de­ğil, "ölmemek için çırpınmak" denilmesi daha uygun bir ifade olur.

Kumarbaz, yalnız ailesini değil, kendi canını ve sağlığını da düşünmez. Havasız, gıdasız ve güneş ışığından uzak kalarak Allah'ın emaneti olan canına zulmederek, ya bir hastanede yatak esiri olup inle­yerek veya bir cinayete kurban giderek can verir. Kendini hayırla andıracak bir isim bırakmadığı için kimse onu rahmetle anmaz.

Şeytan, kumar vâsıtasiyle kalplere düşmanlık to­humunu eker, öfkeyle sular, cinayetle meyvesini dermiş ve muradına ermiş olur İki kişinin bîri mezarı, diğeri cezaevini boylar.

Can sıkıntısını gidermek için tavla, dama, satranç ve benzeri şeyleri oynamakta mahzur görmeyenlere şu hadis-i şerif açık bir ikaz olmaktadır: "Kim tavla oynarsa, sanki elini domuz eti ve kanı içine daldır­mış gibidir" (Ebû Dâvûd c. 4, s. 285).

Eşyanın mâhiyetini gören, maddi ve manevi kirle­ri aynül-yakin olarak müşahede eden Peygamberi­miz (s.a.v.), fıtrat itibariyle lekesiz ve tertemiz ya­ratılmış bulunan ümmetlerini, kirlerin her çeşidinden haberdar etmiş ve sakındırmış bulunmaktadır. Muh-bir-i sâdıkımızın verdiği bu haberlere aldırış etmeyip domuz kanının kirliliğine eş kumara ellerini bulaştı­ran kimsenin ahiret hayatında kendini mazur göster­mesi mümkün değildir.

Akl-ı selim sahibi bir müslümanın takip edeceği yol, mülevves bir hâle gelip te temizlenme çaresi a-ramak değil, kirli işlere hiç yanaşmamak ve bulaş­mamaktır.

Gafletteki ümmetlerini uyaran Resûl-i Ekrem (s.a.v.), bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: "Kim tavla oynarsa muhakkak Allah'a ve Resûlü'ne isyan etmiştir" (Muvatta şerhi Zürekâni c. 4, s. 356).

Bir şeyin kumar olup olmadığını tespit etmekte öl­çü, karşıdaki şahsın parasını oyunbazlıkla kendine mal etmek veya bu usûlle kendi parasını muhata­bına kaptırmaktır. Bu şaşmaz ve şaşırtmaz ölçüyü bı­rakıp, oyunda kullanılan âyetlere göre hüküm türet­mek ve "Şu şeyle oynarsan kumardır, bu aygıtla oy­narsan kumar değildir" demek, yanlışa saplanmak olur. İslâmî hükümleri enine, boyuna ve derinliğine tetkik eden ilim adamları, kumarın mâhiyetini ve hangi şeylerle oynanırsa kumar olacağını açık ve seçik olarak beyan etmişlerdir.
Bu izahlar muvacehesinde açıklamak isteriz ki, bazı kimseler satranc'ın oynanmasında mahzur ol­madığını söylemektedirler. Bu iddia, yanlış ve hatalı bir saplantıdır. Şu muhakkak ki, menfaat teminine vasıta olarak kullanılan her oyun kumardan sayıl­mıştır.

Hz. Ali (r.a.) Efendimiz, satranc'ın kumar olduğu­nu ifade etmiştir. İmam Azam, İmam Mâlik ve imam Ahmed bin Hanbel, satranc'ın haram olduğu husu­sunda ittifak etmişlerdir (Tefsîr-i ibni Kesir c. 2, s. 92).

Resûl-i âlîşân (s.a.v.), kuşbazların güvercin uçu­rarak yaptıkları yarışmayı kumardan saymıştır. Bu oyun şöyle oynanmaktadır: İki kuşbaz, kümeslerin­den birer güvercin alarak orta bir mesafeden onları uçururlar. Kuşun biri, havada uçuş yaparken, di­ğerini kandırıp ve peşine takip kendi kümesine getirir. "Kuşbaz" adı verilen kumarbaz o güvercine sa­hip çıkar. .

Müslümanları kumarın her çeşidinden haberdar edip sakındıran Peygamberimiz (s.a.v.), güverci­nin peşine takılıp koşan bir kimse görmüş ve şöyle
buyurmuş: "Bir şeytan, diğerinin peşine takılmış (ko­şuyor)" (Ebû Davud c. 4, s. 285).
Aklını kuşa takip işini gücünü yüzüstü bırakan, onu perendebazlığa alıştıran ve kendisiyle kumar oynayabilecek hâle getiren kimse şeytanın oyun­cağı hâline gelmiş olur. Ümmetlerinin bu sefil duru­ma düşmesini istemeyen Resûlullah (s.a.v.), hadis-i şerifte görüldüğü gibi ikazda bulunmuştur.

Kumarda ortaya konan menfaat, az veya çok ol­sun haramlık hükmünde bir fark yoktur. Çocukların sokakta oynadıkları ceviz oyunu, İslâm âlimlerince kumardan sayılmıştır (Tefsir-i ibni Kesir c. 2, s. 91).

Bazı şehirlerde yumurta ile kumar oynamayı ve oynatmayı iş edinen dalâlet erbabı, renklendirilmiş bir suyun içinde yumurtaları kaynatırlar. Daha sonra bu yumurtaları bir tablanın üzerine koyarak, "kıran kırılanı alır" usûlü üzerine kumar oynamaya alıştırıl­mış şahısların önüne koyarlar. Bu oyun, kumarın bir nevi olmaktadır. İddiamıza belge teşkil edecek fıkhî bir hükmü siz münevver gençlere nakletmek istiyo­rum. İbn-i Nüceym fetvalarında şöyle denilmektedir: "Kumarbazların kazandıkları kırık yumurtaların alın­ması câiz olmaz" (Hülasat'ül-ecvibe c. 2, s. 4).

Tabiin devrinde iki kişi, kendi aralarında bahse girmişler. Bunlardan biri, diğerine "Şu kadar yumur-ta yiyebilirsen şu para senin olsun" demiş. Bu işin doğru olup olmadığı hususunda tereddüde düşen bu kimseler, HZ. Ali (r.a.)e gitmişler ve durumu ken­disine anlatarak fikrini sormuşlar. Allah Resulünün ilim şehrinin kapısı" olarak tavsif ettiği Hz. Ali (r.a.), kendilerine izin vermemiş ve "Bu, kumardır" de­miştir.

Bazı memleketlerde "lâdes" adı verilen bir oyun vardır. Tavuğun göğüs kısmından çıkan çatal hâlin­deki kemiğin uçlarından tutan iki kişi, bir menfaat üzerine bahse tutup "lâdes lâdes olsun mu?" diye soran şahsa diğeri "olsun" der. Öbürü "vermeyen gâvur olsun mu? Diye sorar. Diğeri -hâşâ- "olsun" diye cevaplandırır. Bundan sonra tuttukları çatal ke­miği ikiye ayırırlar. Bunu takiben biri diğerinin eline herhangi bir şey vereceğinde, karşısındaki "aklım­da" der. Bunu söylemeyi unuttuğu zaman muhatabı, "lâdeees!" diyerek onu kandırmış sayılır ve bahsi müşterekleri olan parayı veya başka bir şeyi o kim­seden alır.

Tavla, dama, satranç vesâir oyunlar, ortaya hiç­bir mal ve para konulmadan oynanmış olsa bile, yi­ne günahtır. Çünkü ömür sermâyesi ve beşer haya­tının çok değerli vakitleri, boş ve faydasız meşgale­lerle zayi edilmektedir. Allah Teâlâ'nın ihsan ettigi
çok değerli ve sayılı nefeslerin boşa geçmesinden daha büyük bir zarar olur mu?
Bu hususta bizleri ikaz eden islâm ulemâsının şu uyarısı ile sözlerimi noktalamak istiyorum: "Seni Al­lah'ın zikrinden ve namazdan alıkoyan her şey ku­mardır" (Tefsir-i ibn-i Kesir c. 2, s. 91).






ONSEKIZINCI ÖĞÜT BITTI