"insan Allah'ın en canlı aynasıdır"

Ey günahkâr kullarına sırat-ı müstakimi bulmaları için fırsat üstüne fırsat veren yüce Mevlâ'mız! Bizler çok hatalar ettik, çok günahlar işledik. Şimdi "Tevbeler tevbesi!" diyor, huşû ile iki büklüm oluyoruz.
Şayet bizi cezalandıracak olursan adaletinle muamele etmiş olursun; yok eğer bize bütün kusurlarımıza rağmen, o hududu olmayan rahmet ve merhametinle muamelede bulunur ve affedersen, o da Sen'in fazlın olur.

İnsan Allah'ın en canlı aynasıdır
Cenab-ı Allah, kâinatı yaratırken pek çok maslahata ve umumi neticeye bakmıştır; murad-ı Sübhani olan neticeler elde edilirken meydana gelecek izafi (subjektif) şerler nazar-ı itibara alınmaz. Haddizatında insanların da "hayır" diye yaptıkları pek çok şeyin altında bir kısım izafî "şer"ler vardır.
Mesela insanlar atomu icad etmişlerdir. Şayet atom, milletler arasında sulh-i umumiyi temine matuf olarak kullanılsa atomun keşfi hayır olacaktır. Bu sebeple o, insanlığa zarar vermeden, denizaltılarını yürütmede, aydınlatma ve ısıtma işlerinde kullanılabilse insanlığın yararına olacaktı. Ama Hiroşima ve Nagasaki'ye atılan atom bombaları insanlığın yararına olmamış aksine büyük bir alanı senelerce canlı yaşamaz hale getirmiştir. O gün üç yüz binden fazla insanın hayatına mal olan bu bombanın, zararlı te'sirleri hâlâ devam etmektedir. Atom bu haliyle bir ma'nada şerdir ve olabildiğine çirkindir. Atomu insanoğlu icad etti, geliştirdi ve beşerin başına bela yaptı. Görüldüğü gibi şer için yapılmasalar bile insanoğlunun sebebiyet vermesiyle onun şerre dönüştüğü de olabiliyor.
Bir başka misal; elektriğin icadıdır. Bu icadı insanlığın en büyük keşiflerinden biri olarak kabul edenler arasında, "Elektriği keşfedenler, Hz. Muhammed'e inanmıyorsa bunca iyiliğine rağmen cennete giremez mi?" diye soranlar bile vardır. Demek ki, elektriğin icadının büyük bir iyilik olduğunu herkes kabul ediyor. Oysaki bulunan ışık ve ziya Allah'ın yarattığı bir madde ve onun tezahürüdür. Onu, Allah yaratmıştır. İnsan ise sadece Allah'ın yarattığını keşfetmiştir. Biz, insanlığa büyük bir iyilik yapmış olan kim olursa olsun eğer "La ilahe illallah" dediyse, bu şarta bağlı olarak Allah onu mesut etsin deriz. Ama keşfedilen bu elektrikte, pek çok hayrın yanında şer de vardır. Evet, sesimizin çok uzaklara gitmesini o elektrikle sağlıyoruz. Karanlıkta birbirimizin yüzünü onunla görüyor, fabrikaları onunla çalıştırıyor ve her yeri onunla tenvir ediyoruz. İlk bakışta bunların hepsi hayırdır ve o da bu hayırların sebebidir. İşte bunlar umumi neticelerdir. Fakat bunun altında bazen şer de olabilir. İçine su kaçırdığınız zaman kontak yapar; tedbirsiz ve ihtiyatsız olarak uğraşırsanız da sizi çarpıp öldürebilir. Görüldüğü üzere, mutlak hayır gibi görünen elektriğin bile bir kısım şer neticeleri olabiliyor. Şimdi elektriğin sadece bu şer yönünü düşündüğümüzde, "Allah cezasını versin bunu bulanların!" demeye hakkımız var mıdır? Evet, o zahiren insanlığın başına yedi başlı bir belayı salmıştır. Ne var ki bugün böyle bir şey söyleyen kimse yoktur. Aksine halk, onu umumi neticeleri itibariyle ele alıyor, ortaya çıkan kusurlardan da kendini veya elektriği suiistimal edenleri kınıyor.
Bunun gibi suyu da Allah yaratmıştır. Su, Allah'ın emriyle buharlaşarak, yağmur oluyor, toprağı suluyor. Bu arada toprağın denizlere akmaması, şehirlerin ve köylerin sele kapılmaması insanlara emanet edilmiş bir sorumluluktur. Avrupa ülkeleri nehirleri kullanıyor, içlerinde gemileri yüzdürüyorlar. Bunun için de bazı yerlerde kanallar açarken bazı yerleri de derinleştirerek sorumluluklarını yerine getiriyorlar. Onlar eşya ve hadiselere hükmediyor ve Allah'ın kâinatta vazettiği tekvinî ayetleri iyi okuyorlar. Sel felaketi daha çok bizde ve bazı geri kalmış ülkelerde var. Şimdi asıl felaket olan şey, su ve sel değil, uyuşukluktur. Asıl korkulacak şey de eşya ve hadiseleri bilememe, varlığın ruhundan habersiz yaşama ve Allah'ın neyi niçin yarattığını idrak edememektir.
İnsan yeryüzünde Allah'ın halifesidir
Yukarıda anlatılan misallerde olduğu gibi bir kısım insanlarda da bazı şerler vardır. Ama bu hususta da asıl olan, büyük hayırlardır. Beşer, Allah'ın emriyle eşya ve hadiselere müdahale etme kabiliyetine sahiptir. Her şeyden evvel ahsen-i takvime mazhar olan beşer, yeryüzünde Allah'ın halifesidir. O öyle bir ağacı temsil eder ki, o ağacın potansiyel donanımı çekirdek ve meyvesi, melaike-i kiramı dahi geride bırakacak mahiyettedir. Miraçta mesafeler Efendimiz'in ayağının altında dürülüp en büyük nebülözler ayaklarının altında kaldırım taşı haline gelirken orada Cibril'in sesi duyulur: "Yürü ya Muhammed! Bundan öte bana bir adım atmak dahi mümkün değildir." İşte insanoğlu böyle bir meyve vermeye de müsaittir.
Mahz-ı hayır için yaratılan beşer, cismaniyette Allah'ın en canlı aynasıdır. O, hem maddede, hem manada, hem akılda hem de ruhta bütünüyle Cenab-ı Hakk'ın binbir isminin nokta-i mihrakiyesidir (odak noktasıdır). İşte bütün bunlarda, melekler dâhil Cenab-ı Hakk'a ayna olabilecek ikinci bir varlık gösterilemez. Beşer bu ayinedarlığı yaparken, kendisine cennete gitme ve Cemalullahı görme yanında bir imtihan kabiliyetini inkişaf ettirme adına ona şehevî, behîmî, gadabî duygular ve su-i istimalata açık akıl gibi kabiliyetler de verilmiştir. Bunlar şer gibi görünmekle beraber mutlak şer değil, hayırda da kullanılabilecek kabiliyetlerdir. Pürşer beşer bunları suiistimal ettiği zaman, kendi hazırladığı felaketlerde boğulmuş olacaktır. Yoksa haddizatında o hem potansiyeli, hem de kendinde mekni bulunan hakikatlerle mahz-ı hayırlar abidesidir. Evet, beşer mahz-ı hayırdır, onu şer haline getiren de yine kendisidir.
ÖZETLE
1- Cenab-ı Allah, kâinatı yaratırken pek çok maslahata ve umumi neticeye bakmıştır; murad-ı Sübhani olan neticeler elde edilirken meydana gelecek izafi (subjektif) şerler nazar-ı itibara alınmaz.

2- Beşer, Allah'ın emriyle eşya ve hadiselere müdahale etme kabiliyetine sahiptir. İnsan yeryüzünde Allah'ın halifesidir. Onun potansiyel donanımı, melaike-i kiramı dahi geride bırakacak mahiyettedir.

3- Mahz-ı hayır için yaratılan beşer, cismaniyette Allah'ın en canlı aynasıdır. O, hem maddede, hem manada, hem akılda hem de ruhta bütünüyle Cenab-ı Hakk'ın binbir isminin odak noktasıdır.

Allah'ın sıfatları

Melaike ve ruhların, kâinat üzerinde cari kanunlar gibi olmaları hususu bir yönüyle doğrudur. Melekler ve ruhlar, hususiyle ruhlar, âlem-i emirden gelen şuurlu bir kısım kanunlardır.
Ancak melekler nurdan yaratılmışlardır ve sadece bir kanun-i emriden ibaret değillerdir. Aynı zamanda onların nurdan bir de cisimleri vardır ve onun için hulul ve haylûlet keyfiyetleri çok seri ve mükemmeldir. Bu itibarla da onların kendilerine has latif ve nurani birer cisimlerinin olması söz konusudur.
Ruhlar ise şuurlu bir kısım kanuni emirlerden ibarettir. Yani âlem-i emirden gelen kanunlardır. Ruh, tohumun içindeki neşv ü nema kanunu, rahm-i mâdere (anne rahmi) gelen spermdeki gelişme, rahmin cidarına yapışıp olgunlaşma kanunu, küreler arasında büyüklük, hacim, mesafe, sürat keyfiyetiyle meydana gelen câzibe ve dâfia (itme-çekme) kanunu gibi birer kanundur. Ancak onlar şuursuz, ruh ise şuurlu bir kanundur. Az önce sayılan kanunlarda şuur yoktur ama ilahi bir nefha olan insan ruhunda şuur vardır. O düşünür, yapar, eder, cesedi terk ettiği zaman da yine kendine has bir hayatı vardır ve o nuranî kılıfı içinde mevcudiyetini sürdürür. Bu vücut yer yer hayatta iken de görülür. Hayatta iken görülmesine tasavvufî ifadesiyle mevhibe-i vücud-i Rabbani denir. İşte bu bakımdan da melekler ve ruhlar birbirinden ayrılır. Onlar, kâinattaki kanunlara bir noktada benzer ve diğer bir noktada da benzemezler.
Allah'ın sıfatlarıyla bunların arasındaki fark veya münasebete gelince, bu doğru değildir. Allah'ın bildirmesiyle ve farklı müşahedelerle ruhlar, melekler ve cinler bilinebilir. Ancak Allah'ın sıfatları gerçek mahiyetleriyle tam bilinemez. Cenab-ı Hak esmasıyla malum, sıfatlarıyla muhat, zatıyla mevcud u meçhuldür. Biz, sıfatlar karşısında hayret yaşandığı, yaşanacağı kanaatindeyiz. Evet, onları tam bilemiyoruz ve bir hüküm de veremiyoruz. Öyleyse bilemediğimiz bir sahada bulunan sıfatları başka şeylere karıştıramamalıyız. Sıfat-ı ilahi başkadır, melek ve ruhlar tamamen başkadır. Cenab-ı Hakk'ın kudret, irade, semi', basar, ilim ve hayat gibi sıfatları zatının ne aynı ne de gayrıdır. Biz o vadide başı açık, yalın ayak, hayallerin hayreti içinde onu seyreder ve hayret yaşarız...

[HİS DÜNYASI] Sebât

Çark edip durma öyle, maksûda eremezsin;
Yerinde kalmayınca, meyveyi deremezsin!

Varan sebâtla vardı, gidip menzile erdi,
Sen sebât etmeyince, Dost yüzü göremezsin!

Yollar uzun ve yaman, yolcuya azık iman,
İnançla gerilmezsen, Cennet'e giremezsin.

Köprü yıkık, yol bozuk, elden tutan kimse yok,
Çözmüşse Hak örgünü sen onu öremezsin..

Derin dere, sarp yokuş, hak erine hepsi hoş,
Geçmek vazife sana kimseyi yeremezsin.

Varanlar vardı çoktan, varlığa erdi "yok"tan,
Yok olmayınca sen, huzûra yüz süremezsin..!
M.F.Gülen


Konular