Evimizdeki Truva Atı

Birbiriyle alâkasız gibi görülen üç konudan bahsetmek istiyorum. Bunlardan ilki, bir Yunan efsanesi. Truvalılar ile Spartalılar arasında yaklaşık on yıl süren kanlı bir savaş yaşanır. Bu savaşın detaylarını aktarmayacağım. Ama Helena isimli bir kadın yüzünden çıktığını söylemekle yetineceğim.

Spartalılar bu on yıllık uzun süreye rağmen Truva surlarını aşıp şehre giremezler. Çok kayıp verdikleri bu savaşı, bir hileye başvurarak bitirmek isterler.

Plâna göre Spartalılar savaşı artık bırakıp, evlerine dönecekleri izlenimi verirler. Bunu yaparken de güya Truvalılara bir jest yapmak, gösterdikleri başarıyı takdir ettiklerini sergilemek için bir hediye vermek isterler. Hazırladıkları hediye ahşaptan yapılmış dev bir at heykelidir.

Truvalılar bir yandan on yıllık savaşın bitmesinden doğan sevinç, diğer yandan zafer kazanma sarhoşluğuyla yapılan hilenin farkına varamazlar. Truvalılar hediyeyi kabul ederek kutlamalara başlarlar. Gece herkes uyuduğunda, tahta atın içine ustalıkla gizlenmiş olan Sparta askerleri dışarı çıkarlar ve şehri kolayca ele geçirirler. Akşam “ZAFER” çılgınlığıyla uyuyan Truvalılar, sabah “ESİR” olarak uyanırlar.

Bahsedeceğimiz ikinci konunun da en önemli aktörü “Truva Atı.” Ama bu at Turuvalıları gafil avlayan at değil, 21. yüzyıla, her an yaşadığımız zaman diliminde varlığını sürdüren bir at. Tahtadan değil, dijital bir at. Bilgisayar çağına ait bir at.

Az-çok bilgisayar kültürü olan, internetle sanal âleme giren herkesin mecburen bildiği ve tanıdığı bu atın ismi “Trojan Horse.” Tercümesi, az önce zikrettiğimiz “Truva Atı.”

Truva Atı, Microsoft firmasının internet sitesinde “Yararlı gibi görünen ancak aslında zarara yol açan bir bilgisayar programı” şeklinde tanımlanıyor. Ardından bu yararlı gibi görülen zararlı programlar konusunda şu bilgiler aktarılıyor:

Truva atları, yararlı yazılımlar gibi görünen bilgisayar programlarıdır. İnsanların, meşrû bir kaynaktan geldiğini düşündükleri bir programı açmaya yöneltilmeleri yoluyla yayılır. Masum ve çok küçük görünseler de zararları çok fazladır. Güvenliğinizi tehlikeye atar ve pek çok zarara yol açarlar.

Trojan, yani Truva Atı kendisini zararsız bir program gibi (örneğin bir oyun ya da yardımcı program) gösteriyor. Görünümü ve ilk çalıştırıldığındaki aktivitesi zararsız bir program gibi. Çalıştırıldığında verileri silebiliyor veya bozabiliyor.

Uzmanlar, böylesi sinsi bir düşmana karşı bilgisayar kullanıcılarına çok önemli ve ibret dolu tavsiyelerde bulunuyor. “Hiç bir Truva Atı, siz izin vermediğiniz takdirde sizin bilgisayarınızda çalışmaz” dedikten sonra, bu tehlikeden korunabilmek için gayet kolay bir yöntem sunuyorlar: “Tanımadığınız kişilerden gelen hiç bir dosyayı almayın.”

Bahsedeceğimiz üçüncü ve son konunun ana aktörü bir at değil. Ama gördüğü görev ve açtığı yara çok daha derin ve ağır. Çünkü hedefte biz varız. En çok sevdiklerimiz, anne-babamız, eşimiz veya çocuklarımız var. Mutlu insanların kaynağı olması gerekli olan “Aile” kurumu var.

Ancak bu “Truva Atı”nı içimize düşmanlarımız atmadı. Bilgisayar korsanları sanal dünyadan göndermediler. O modern Truva Atı’nı, yani “Televizyonu” kendi ellerimizle aldık, aile surlarının giriş kapısından, özene-bezene, en küçük bir endişe dahi duymadan içeri geçirdik. Yuvamızın emniyet ve güvenini hiçe sayarcasına, evimiz başköşesine koyduk.

Evimizdeki Truva Atı neler yapıyor?

Her şeyden önce beynimizi ele geçiriyor. Ondan sonra elimizdeki kumanda cihazının hangi tuşuna, ne zaman, ne kadar basmamız gerektiğini dikte ediyor. Ve biz, kumandaya hükmettiğimizi düşünüp kendi kendimizi avutuyoruz. “Efendi” konumundaki cam kutu önünde, günde ne kadar süre el-pençe divan duruyoruz dersiniz?

RTÜK tarafından en son 14 ilde gerçekleştirilen, 15 ve daha yukarı yaştaki toplam 4 bin 606 kişinin katıldığı “Televizyon İzleme Eğilimleri Araştırması”na göre televizyon seyretme süresi hafta içi ortalama 5.09, hafta sonu ise 5.15 saat. Bir diğer ifadeyle, Yüce Rabbimizin bize her gün hediye ettiği 24 saatin beşte biri heder olup gidiyor.

Beynimize hükmeden televizyonun en önemli icraatlarından birisi, beynin en temel ihtiyaçlarından birisi olan “bilgi” ve “öğrenmeyi” bizim için en azılı düşman hale getiriyor. Veya farkında olmadan bize öyle telkin ediyor.

Televizyon, aile fertlerini birbirlerine yabancılaştırıyor. Aile içi diyalogun zayıflaması, hattâ kopmasına varan felâketlere kapı aralıyor. Aynı odada, aynı ekrana bakıp da, birbirlerinin yüzünü görmeye hasret nice aile bireyleri, bir tür ailecilik veya evcilik oynunu oynamaya başlıyorlar.

Aile içindeki fertleri birbirinden ayıran ve uzaklaştıran televizyon, akrabalardan, komşulardan ve dostlardan da koparıyor. Unutturuyor. Neredeyse bir telefon edip, hal-hatır sormaya bile izin vermiyor, fırsat tanımıyor.

Televizyonun belki en savunmasız kurbanları çocuklar. Yani gözümüzün nuru, gönlümüzün sürur kaynakları olan evlatlarımızı kendi ellerimizle canavara gönüllü teslim ettiğimizin farkında değiliz. Dahası, pek çok anne veya baba, tazecik fidanlarını bir çocuk bakıcısı gibi televizyonun kucağına teslim ediyor. Çocukların hemen her türlü programı kontrolsüzce seyretmeleri, ruh dünyalarında tamir edilmez yaralar açıyor.

Televizyon seyreden çocukların hayal güçleri gelişmiyor. Her şeyi hazır paket halinde almaya ve uygulamaya küçük yaştan itibaren alışıyorlar. Çocuklar izledikleri filmlerden, çizgi filmlerden her şeyi hazır olarak alıyorlar ve zihinleri gün geçtikçe tembelleşiyor. Her şeyini televizyondan almaya, her şeyini televizyonla paylaşmaya başlıyor. Aile içinde olsa bile, kendini diğer aile bireylerinden soyutluyor. Yalnızlaşıyor ve bu yalnızlığını sadece televizyonla doldurmaya çalışıyor.

Yabancı kültürler doğrultusunda hazırlanan televizyon programları, çocuklarda farklı etkilenmeler meydana getiriyor. Çocuklar kendi öz kültür ürünleriyle değil, başka ülkelerde üretilen kahramanlar ve farklı değerlerin işlendiği programlarla büyüyorlar.

Televizyon çocukların dil gelişimini olumsuz yönde etkiliyor. Gerek yabancı ve gerekse yerli programlarda Türkçenin sıkça yanlış, kötü ve yabancı özentili kullanılması, argoya her fırsatta yer verilmesi, çocukları ileriki yaşlara kadar etkileyecek seviyede olumsuz yönde tesir ediyor.

Televizyon sağlık açısından da büyük tehlike arzediyor. Uzmanlara göre televizyon karşısında saatler boyunca oturan, hareketsiz duran, bu da yetmezmiş gibi sürekli bir şeyler atıştıran çocuklar veya ebeveynler kireçlenmeden şeker hastalığına, şişmanlıktan psikolojik hastalıklara kadar pek çok hastalığa yakalanma riskini taşıyor.

Elektrik kesildi, evler aydınlandı

Televizyonun girdiği hanede yaptığı tahribat ve açtığı yaralarla ilgili daha pek çok problem sayılabilir. Bu problemleri farkına varabilmek belki zor görünebilir. Belki asıl zorluk var olan problemleri görebilmektir. Zihninizi biraz zorlamanız bu yönde bazı ipuçlarını gözünüzde canlandırabilir.

Şöyle ki: Bir akşam vakti ailenizle birliktesiniz. Tabiî her zaman olduğu gibi, televizyonuz açık. Ailenizin her ferdi, hipnotize edilmişçesine gözünüz televizyon ekranına adeta çelik halatlarla bağlanmış. Birden herkesin koro halinde bağırarak tepki gösterdiği bir gelişme oluyor. Elektrik kesililiyor. Basit ve sıradan bir gelişme. Ama tüm ailenin tepkisi çok büyük.

Aradan beş dakika gibi “çok uzun” bir süre geçiyor. Hâlâ büyük bir sabırla elektriğin gelmesini bekliyorsunuz. Altıncı dakikada (herkese göre değişebilir) yine gelmiyor. Belki biraz da ümidinizi kaybediyorsunuz. Derken, aile büyüklerinizden birisi, birden geçmiş yıllara dair bazı anılarını dile getirmeye başlıyor. Elektriklerin olmadığı, gaz lambalarıyla evlerin aydınlatıldığı günlerden söz ediyor. Derken, aile bireyleriniz güzel güzel konuşmaya, paylaşmaya, şakalaşmaya ve eğer varsa dedelerle torunlar oynaşmaya başlıyor. Sanki herkes yeniden doğmuş gibi, uzun bir ayrılıktan sonra nihayet kavuşmuş gibi bir tablo meydana sergileniyor. Çok geçmeden, sabırsızlıkla beklenen ve bir türlü gelmeyen elektrik de unutuluyor. Ama birden elektrik sanki yokluğunda yaptıklarınızdan dolayı sizi cezalandırırcasına geliveriyor. Sanki ortalığı aydınlatacağına, muhabbet aydınlığını karanlığa gark ediyor. Elektriğin gelmesiyle, bir kenarda unutulmuş olan televizyonun hakimiyeti tekrar eline alması arasında sadece birkaç saniye geçiyor. Sahne değişiyor, tablo başkalaşıyor.

Bütün bu olumsuzluğa rağmen, elektriğin gitmesiyle gelmesi arasındaki dakikalarla ölçülen zaman dilimi, bir sonraki kesintide hatırlanmak üzere büyük bir kazanç olarak elimizde ve zihnimizde kalıyor.

Bu anlattığımız örneğin emsâlini, biraz az, biraz fazla hepimiz yaşamışızdır. Bu azlık veya çokluğun derecesini, televizyona olan bağımlılığımızın derecesi belirliyor. Zira bağımlılığın şiddeti arttıkça, televizyonsuz anların değeri ve kıymeti daha da artıyor.

Millet olarak televizyon bağımlılığımız veya köleliğimiz belki Batı ülkelerininki kadar olmayabilir. Ama, RTÜK’ün tespiti bizim hızla bu ülkelerin seviyesine ulaştığımızı gösteriyor. Tehlike çanları çoktan çalmaya başlamış durumda.

Truva Atına isyan hareketleri

Tam bu noktada, televizyon hâkimiyetinin en zirve noktalarda seyrettiği ABD’de 1995 yılında başlayan ve yine aynı durumdaki Batı ülkelerinde hızla yayılan bir organizasyon var. Televizyon esaretinden kurtulmak ya da en azından bu esareti ve bağımlılığı azaltmak gayesiyle bazı gönüllü aktiviteler düzenleniyor. Bunlardan en çarpıcı olanı ise, yine tüketim çılgınlığı karşısında kurtuluş reçeteleri arayışı içinde bulunan Sade Hayat grupları tarafından gerçekleştiriliyor. Her yıl Nisan ayının son haftasında Kanada’da Japonya’ya, İngiltere’den Avustralya’ya kadar onlarca ülkede Televizyonu Kapatma Haftası kutlanıyor.

Bu haftanın çok ilginç bir de sloganı var: “Turn off TV, Turn on life.” Yani, “Televizyonu kapat, hayatın düğmesini aç!”

Bu eylemin temel amacı insanların yılda bir hafta için de olsa televizyon karşısında harcadıkları zamanı azaltmak ve insanların zihnine daha faydalı şeyler yapabilecekleri anlayışını yerleştirebilmek. Bu haftayı düzenleyenler ve destek verenler, insanlara şu mesajı aktarıyorlar: “Sadece bir haftalığına televizyonunu kapat; sonra gör bak neler olacak!”

Batıdaki Sade Hayat gönüllüleri, esarette kurtuluş yolunda birlik ve beraberlikten daha fazla güç kazanabilmek için, çevrelerindeki herkese telkinde bulunuyorlar. Basın-yayın organlarının yanı sıra, bir takım duyurular ve ilânlarla “Gelin, TV kapatma gönüllüsü olun” çağrısında bulunuyorlar. Çocuklarını yetiştirme konusunda titiz davranan ve hem çocuklarının, hem de kendilerinin hayatlarında televizyonun meydana getirdiği olumsuz etkilerden kurtulmayı arzulayan bütün anne-babaları, öğretmenleri, yazarları, çizerleri, yöneticileri, kısacası hayatın her kesiminden insanları kendi çaplarında bazı önlemler almaya davet ediyorlar.

2006 yılı Televizyon Kapatma Haftası, yine pek çok ülkede 26-30 Nisan tarihlerinde çeşitli etkinliklerle gerçekleştirilecek. Siz de, kendi şartlarınız çerçevesinde bu bir haftalık terapiyi uygulayabilirsiniz. Eğer gerçekleştirebilir ve başarılı olabilirseniz, bu tedavi süresini istediğiniz kadar da uzatabilirsiniz.

Kısacası, “Hayatın düğmesini açmak” parmaklarımızın ucunda.

Gelin Truva atını fethedelim

Batı insanı yıllar öncesi teslim oldukları Truva Atını fethetmenin, evdeki hâkimiyetine son vermenin yollarını arıyor. Büyük ölçüde başarılı da olunuyor.

Şimdi böylesi bir uygulama karşısında, kendimize pay çıkarıp çıkarmama noktasında bulunuyoruz. Peygamber efendimizin “İlim Çin’de de olsa gidip alın” emri mucibince, kendi aile surlarımızın içine sinsice sızan televizyon Truva Atını ele geçirmenin tam zamanı. Bir haftalık çok uzun ve çok değerli bir yolculuk bizi bekliyor.

Yoksa, farkında olmadan, tıpkı Truvalılar gibi akşam zafer sarhoşluğuyla yatıp sabah esir olarak kalkmaya devam mı? 


Veli Sırım


Konular