Kardeşlik ve Sohbet Hakları

Kardeşlik akdi iki şahsın arasındaki bağlantıdır. Tıpkı eşlerin arasındaki nikah akdi gibi.. Nikah Adabı bölümünde geçtiği gibi ni kah, yerine getirilmesi farz olan birtakım hakları gerektirir ki, bu hakları nikahın hakkı olarak yerine getirmek mutlaka lazımdır. İşte kardeşlik akdi de böyledir. Bu bakımdan kardeşinin senin üzerinde malda, nefiste, dilde ve kalpte hakkı vardır. Onu affetmek, ona duada bulunmak, ona karşı samimi ve dürüst olmak, vafekâr bulunmak, kolaylık göstermek, tekellüf ve teklifi terketmek vazifendir. Bunların tamamı sekiz haktır.

Birinci Hak
Birinci hak maldadır. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
İki kardeşin misali, iki elin misali gibidir: Biri diğerini yıkadığı gibi kendisini de yıkar.49
Hz. Peygamber, iki kardeşi el ile ayağa değil, iki ele benzetmiştir. Çünkü iki el, aynı hedef için yardımlaştıkları gibi kardeşler de yardımlaşırlar. Kardeşlikleri ancak aynı hedef için kardeşlik yaptıkları zaman tahakkuk eder. Onlar bir yönden bir kişi gibidirler. Böyle olmaları onların sıkıntıda da, genişlikte de ortak olmalarını ge rektirir. Malda ve hâlde müşterek olmalılar. Özellik ve nefsin tercihi ortadan kalkmalıdır.
Arkadaşlarla beraber malda tâkip edilen yol üç mertebeye ayrılır.
1. O mertebelerin en düşüğü arkadaşını kölen ve hizmetçin gibi görüp, malın fazla kısmından onun ihtiyacını gidermektir. Onun ihtiyacı olduğu zaman, senin de ihtiyacından fazla malın varsa, o iste
meden vermelisin. Onu istemeye mecbur etmemelisin. Eğer onu istemeye mecbur edersen kardeşlik hakkında son derece kusurlu davranmış olursun.
2. İkinci derece, onu kendi nefsinin yerine koymaktır. Malında onun ortaklığına razı olmaktır. Onu kendi nefsinin yerine koymalısın ki, malının yarısını ona vermeye nefsin razı olsun.
HasanBasri (r.a) şöyle demiştir: 'Bizden önceki müslümanların herhangibiri peştemalını ortadan ikiye böler, bir kısmını kardeşine verirdi'.
3. Üçüncü derece ki derecelerin en yücesidir kardeşini kendi nefsine tercih etmen ve onun ihtiyacını kendi ihtiyacından önce görmendir. Bu derece, sıddîklerin derecesidir. Sevişenlerin derecelerinin en son mertebesidir. Kardeşinin nefsini kendi nefsine tercih etmen de bu derecenin meyvelerindendir.Nitekim rivayet edildi ki, sûfilerden bir cemaat halifeye ihbar edildi. Halife boyunlarının vurulmasını emretti. O grubun içinde Ebu'l-Hasan Nusî50 de vardı. Bu zat, bütün arkadaşlarından önce cellâdın önüne çıktı ki, ilk
öldürülen kendisi olsun. Kendisine neden böyle yaptığı sorulduğunda dedi ki: 'Ben şu anda kardeşlerimi nefsime tercih etmek istiyorum'. Onun böyle yapması, diğer arkadaşlarının kurtuluşuna vesile oldu.
Nitekim bu durum uzun bir hikâyede anlatılmıştır.

Eğer sen kardeşin hakkında böyle davranamıyorsan, bil ki kardeşlik akdi sizin içinizde daha yapılmamıştır. Böyle olmayan ar kadaşlık, samimi olmayan bir arkadaşlıktır. Böyle arkadaşlığın akıl ve din açısından hiçbir değeri yoktur. Meymun b. Merhan şöyle demiştir: 'Kim kardeşlerinin iyilik yapmayı terketmelerine razı olursa, o gitsin de kabristandakilerle arkadaşlık yapsın'.

Dünya derecesine gelince... Bu derece de din sahiplerinin nez dinde makbul bir derece değildir. Rivayete göre, zamanın şeyhlerinden biri olan Utbe el-Gulam, kardeş olduğu bir kimsenin evine gelerek, ona dedi ki:
Benim senin malından dört bin dirheme ihtiyacım var.
- İki bin al!
- Sen dünyayı Allah'a tercih ettin. O halde, Allah için kardeşlik iddiasından utanmaz mısın ki böyle dersin?

Dünya derecesinde olan kardeşlikler ile en uygun olan dünya işlerinde de muamele etmemektir. Ebu Hâzım şöyle demiştir: 'Allah yolunda senin bir kardeşin olduğu zaman dünya işlerinde onunla muamele etme'. Ebu Hâzım bu sözüyle dünyevî derecede olan kardeşliği kasdetmiştir. En büyük mertebeye gelince... O mertebe öyle bir mertebedir ki Allah Teâlâ mü'min kullarını onunla tavsif demiştir:

O kimselerdir ki, rablerine itaate icabet etmişler ve namazı gereği üzere kılmışlardır. İşleri de aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah yolunda) harcarlar. (Şura/38)

Yâni onlar, mallarını ayrılmayacak derecede birbirine katmışlardır. Onların bir kısmı yükünü kardeşinin yükünden ayırmazdı. Selef-i salihînden bazıları 'Benim pabucum' diyen bir kimse ile kardeşlik yapmazlardı. Çünkü böyle bir kimse, pabucu kendi nefsine izafe etmektedir. Feth el-Mevsılî bir kardeşinin evine geldi. Kardeşi evde yoktu. Onun aile efradına emretti. Kadın, sandığını çıkardı ve açtı. Feth, ihtiyacı kadar parayı aldı, gitti. Adam evine gelince cariyesi, Feth'in yaptıklarını aynen haber verdi. Adam sevinerek cariyesine şöyle dedi: 'Eğer senin bu dediklerin doğruysa sen Allah rızası için âzâd edildin'. Bütün bunları kardeşinin yaptığına sevindiği için yapmıştır.

Bir zat, Ebu Hüreyre'nin huzuruna gelerek dedi ki:
- Ben Allah rızası için seninle kardeş olmak istiyorum.
- Sen kardeşliğin hakkı nedir biliyor musun?
- Bana bildirsene!
- Kardeşliğin hakkı şudur: Sen dinar ve dirhemini benden daha önce kullanmamalısı!!.
- Ben şimdilik bu mertebeye varmış değilim.
- O halde benden uzaklaş!

Hz. Hüseyin'in oğlu Ali Zeynelabidin (r.a) bir kişiye şöyle dedi: 'Sizin herhangi biriniz elini kardeşinin cebine veya kesesine sokup onun izni olmadan istediği kadar parayı alabilir mi?'Adam 'hayır' deyince, Zeynelâbidin 'O halde siz kardeş değilsiniz!' dedi.
Bir grup Hasan Basrî'nin (r.a) huzuruna girip dediler ki:
- Ey Ebu Said! Sen namaz kıldın mı?
- Evet kıldım!
- Çarşıdakiler daha namaz kılmadılar!
- Kim dinini çarşıdakilerden alır? İşittiğime göre, onlar parayı kardeşlerinden esirgiyorlarmış!
Bu sözünü onların yaptıklarına hayret ettiği için söylemiştir. Bir kişi İbrahim b. Edhem'in yanına vardı. İbrahim b. Edhem Kudüs-ü Şerife gitmekteydi. Yanına varan kişi dedi ki:
- Seninle bu seferde arkadaş olmak istiyorum!
- Senin malına senden daha fazla tasarruf edip sahip olayım diyemi benimle arkadaşlık yapıyorsun?'
- Hayır, bunun için değil.
- Senin doğru söylemen hoşuma gitti.

Râvi der ki, İbrahim b. Edhem, kendisine bir kişi arkadaş olduğu zaman, ona muhalefet etmezdi ve ancak kendisine uygun olan kimse ile arkadaşlık yapardı.

Ayakkabı bağı yapan bir kimsenin bir ara İbrahim b. Edhem ile arkadaşlık yaptığı rivayet edilir. Adamın birisi seferde bir konakta İbrahim b. Edhem'e bir çanak yahni verdi. İbrahim arkadaşının dağarcığını açtı, ondan bir top ayakkabı bağı aldı. Onu tirit kabına ko yup hediyeyi sahibine verdi. Arkadaşı geldiği zaman 'Bağlar nerede?' diye sordu. İbrahim 'Senin yediğin tirit ne oldu?' (Yâni onun yerine verdim). Adam 'Sen ona iki veya üç tane verseydin yeterdi' dedi. İbrahim 'Sen müsamaha ot ki, sana müsamaha edilsin'. Yine bir de fasında arkadaşının merkebini verdi. Arkadaşı geldiğinde hiçbir şey söylemedi, arkadaşı İbrahim'in böyle yapmasını 'kerih' bile görmedi.

İbn Ömer (r.a) şöyle demiştir: 'Rasûîullah'ın sahâbîlerinden bir zata bir koyun kellesi hediye edildi. O zat dedi ki: 'Benim filân kardeşim benden daha muhtaçtır'. Kelleyi getireni ona gönderdi. O da başkasına göndermek suretiyle kelle dönüp dolaştı, yedi el değiştirdikten sonra yine eski zatın eline geçti'.
Rivayet ediliyor ki, Mesruk b. Ecda ağır bir borcun altına girdi ve aynı zamanda kardeşi Hayseme'nin de borcu vardı. Ravi der ki: 'Mesruk gidip Hayseme'nin haberi olmadığı halde onun borcunu ödedi. Hayseme de Mesruk'un haberi olmadığı halde onun borcunu ödedi'.

Rasûlullah (s.a) Abdurrahman b. Avf ile Said b. Rebi'i kardeş yaptığı zaman, Said b. Rebi, kardeşi Abdurrahman b. Avf ı malında kendi nefsine tercih etti. Bunun üzerine Abdurrahman 'Bunların ikisine de Allah Teâlâ senin için bereket versin' şeklinde dua ettikten sonra malı ikiye böldü. Abdurrahman'm yaptığı eşitliktir. Kardeşini kendi nefsine tercih etmek ise, müsavattan daha üstündür.

Ebu Süleyman Dârânî şöyle demiştir: 'Eğer bütün dünya benim olsaydı, ben o dünyanın tamamını kardeşlerimden birinin ağzına koysaydım, yine de onu kardeşime az görürdüm'.

Yine o şöyle demiştir: 'Ben kardeşlerimden herhangi birisinin ağzına lokmayı verdiğimde, o lokmanın tadını kendi boğazımda his sederim'.

Kardeşlere infak fakirlere sadakadan üstün olduğu için Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir: 'Muhakkak ki, Allah yolundaki kardeşime verdiğim yirmi dirhem bence miskinlere sadaka olarak verdiğim yüz dirhemden daha sevimlidir'.

Yine Hz. Ali şöyle demiştir: 'Bir avuç yemek yapıp Allah yolun daki kardeşlerimi çağırsam bence bir köleyi âzâd etmekten daha se vimlidir'.

Bütün bu zevât-ı kirâmın, kardeşini kendi nefsine tercih etmek teki çabaları şüphesiz ki, Hz. Peygambere uymalarından ileri gel mektedir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) bir ashabıyla beraber bir ağaçlığa girdiler. Hz. Peygamber o ağaçlıktan iki misvak kesti. Onların biri eğri, diğeri ise düzgün idi. Düzgün olanını ashabına uzattı. Ashabı 'Ey Allah'ın Rasûlü! Sen düzgün misvakı almaya daha lâyıksın. Bunun üzerine Rasûlullah şöyle buyurdu: Hiçbir arkadaş yoktur ki, günün bir saatinde bile birisiyle ar kadaşlık yapsın da onun arkadaşlığından sorulmasın. Acaba o arkadaşlıkta Allah'ın hakkını yerine getirmiş midir, yoksa zayi mi etmiştir?51

Rasûlullah bu hadîs-i şerîfleriyle işaret buyurmuştur ki, arkadaşı kendi nefsine tercih etmek, arkadaşlık açısından Allah'ın hakkını yerine getirmek demektir.

Hz. Peygamber bir ara yıkanmak üzere bir kuyunun yanına vardı. Bu arada Huzeyfe b. Yeman, Rasûlullah'a sütre (perde) olmak üzere bir elbise tuttu ve Rasûlullah'ı böylece setretti. Yıkanıncaya kadar bu durum devam eti. Sonra Huzeyfe (r.a) oturup yıkanmak isteyince Rasûlullah (s.a) bu sefer elbiseyi tuttu ve Huzeyfe'yi halkın gözünden örtmek istedi. Fakat Huzeyfe Rasûlullah'ın kendisine bu şekilde hizmet etmesine bir türlü razı olmayıp şöyle dedi: 'Annem ve babam sana fedâ olsun ey Allah'ın Rasûlü! Böyle yapma!' Fakat Huzeyfe'nin didinmesi boşunaydı. Çünkü Hz. Peygamber onun iyiliğine karşılık vermek istiyordu ve böylece Huzeyfe yıkanmcaya ka dar elbiseyi de tuttu.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Arkadaşlık yapan iki kişinin Allah nezdinde en sevimlisi ar kadaşına en şefkatli davranandır.52

Rivayet ediliyor ki, Mâlik b. Dinar ve Muhammed b. Vasi, Hasan Basrî'nin evine gittiler. O sırada Hasan evde değildi. Muhammed b. Vâsı, Hasan Basrî'nin yattığı karyolanın altından, içinde yiyecek bu lunan bir sepet çıkardı ve o sepetten yemeğe başladı. Malik kendisine 'Ev sahibi gelinceye kadar elini tut, yeme!' dediyse de Muhammed b. Vâsı kulak asmadan yemeye devam etti. Çünkü Muhammed b. Vâsı, Mâlik'ten daha cömertti. Ahlâk bakımından da Mâlik'ten daha üs tündü. Bu arada Hasan Basrî içeri geldi ve dedi ki: 'Ey Mâlik! biz de Muhammed'in yaptığı gibi yapıyorduk'.

Hasan Basrî (r.a) bu sözüyle arkadaşlarının evlerinde serbest davranmanın arkadaşlıktaki samimiyetten ileri geldiğine işaret et mektedir. Nasıl böyle olmasın? Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Yâhut anahtarları ellerinizde bulunan evlerden, yahut dost larınızın evlerinden yemenizde bir güçlük yoktur. (Nûr/61)

Bu ayette dostu, insanın ailesi gibi sayılmıştır. Çünkü eskiden kardeş, evinin anahtarlarını Allah yolundaki kardeşine teslim eder ve istediği gibi kullanmasına müsaade ederdi. Buna rağmen din kardeşi, takvânın hükmüne sarılarak yemekten sakınırdı. Tâ ki Allah Teâlâ Nûr sûresinin 61. ayetini inzâl buyurup arkadaş ve dost ların yemeklerinde rahat hareket edebileceklerine izin verinceye kadar.

İkinci Hak
Kardeşi istemeden önce. kardeşinin ihtiyaçlarını yerine getirmek ve bizzat onlara koşmak suretiyle yardım etmektir. Onun ihtiyaç larını özel ihtiyaçlarından önce görmektir. Nitekim mal ile yardım etmenin dereceleri olduğu gibi, hakkın da dereceleri vardır... O dere celerin en düşüğü kudreti olduğu ve kardeşi istediği anda onun ihti yacına koşmaktır. Fakat yardım ederken güler yüzle, seve seve ve kendisine bu vazifeyi yükleyen arkadaşına minnettar olarak yardım etmelidir.

Alimlerden biri şöyle demiştir: Sen kardeşinden herhangi bir ihtiyacının yerine getirilmesini istediğin zaman, senin o ihtiyacını yerine getirmezse, ikinci bir defa ona hatırlat. Belki de unutmuş olur. Eğer ikinci defa hatırlatmana rağmen yapmazsa, onun üzerine tek bir getir ve şu ayeti oku:
Ölüler! Allah Teâlâ onları diriltip haşredecektir. (En'am/36)
(Yani onun ölü olduğunu düşün ve cenaze namazını kıl).

İbn Şübrime53 kardeşlerinden birisinin büyük bir ihtiyacını yerine getirdi. İhtiyacı yerine getirilen zat, kendisine bir hediye getirdi. Bunun üzerine İbn Şübrime sordu:
- Bu getirdiğin ne?
- Bana yaptığın iyiliğin karşılığı...
- Allah sana afiyet ihsan etsin! Malını al götür. Sen kardeşinden herhangi bir ihtiyacının yerine getirilmesini istediğin zaman o da, o ihtiyacını yerine getirmek için kendini yormazsa hemen abdest al ve
o kardeşinin üzerinde dört tekbir getir ve onu ölmüş say!

Câfer b. Muhammed şöyle demiştir: 'Ben düşmanlarımın ihtiyaç larını karşılamaya acele ediyorum. Çünkü onların ihtiyaçlarını ye rine getirmeyip isteklerini vermediğim takdirde bir daha benden birşey istemeyeceklerinden korkuyorum'.

Düşmanlar hakkında hüküm bu ise dostlar hakkında nasıl ol malıdır? Seleften bazı kimseler arkadaşının aile efradının hâlini, ar kadaşının ölümünden kırk sene sonraya kadar sorar, onların ihtiyaçlarını yerine getirir, her gün onlara gider, onların ihtiyacını verirdi. Zaten onlar sadece babalarının vücudunu kaybetmiş sayılırlardı. Babalarının hayatında ondan görmediklerini dostundan görürlerdi. Onlardan herhangi biri kardeşinin kapısına gider ve derdi ki: 'Yağınız var mı? Tuzunuz var mı? Bir ihtiyacınız var mı?'
Kardeşinin haberi olmadan böyle yapardı. Şefkat ve kardeşlik de zaten böyle yapmakla belli olur. Kişi kendi nefsine şefkat ettiği gibi, kardeşine şefkat etmezse, onun şefkatında hayır yoktur. Meymun b. Mihran şöyle demiştir: "Dostluğu sana fayda vermeyenin düşmanlığı da sana zarar vermez'.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
İyi bilin ki Allah Teâlâ'nın yeryüzünde kapları vardır. O kaplar da kalplerdir. Bu bakımdan kalplerin Allah nezdinde en se vimlisi en saf en sağlam ve en ince olanıdır.54

Yani günahtan en saf olan, dinde en kuvvetli olan ve kardeşleri hakkında en ince olandır. Kısacası kardeşinin ihtiyacı, senin ihti yacın gibi olmalı veya ihtiyacından daha önemli olmalıdır. Sen kendi ihtiyaçlarını nasıl karşılıyorsan, kardeşinin de hallerinden gafil ol mayarak onun ihtiyaçlarını da araştırmalısın. Onu istemeye mecbur etmemelisin. Aksine onun ihtiyacını kendi ihtiyacın gibi görüp yerine getirmelisin. Bunu yaparken nefsine herhangi bir pay vermemelisin. Aksine senin yardımını kabul ettiğinden dolayı onun ihtiyacını yerine getirmeye fırsat verdiği için ona minnettar olmalısın. Sadece ihtiyacını yerine getirmekle kalmamalısın. Aksine başlangıçta ihtiyacından fazla vermek suretiyle ikramda bulunmalı, onu kendi nefsine tercih etmeli, akrabalarına ve evlâdına takdim etmelisin.

Hasan Basrî şöyle derdi: 'Allah yolunda ki kardeşini teşyi eden bir kimseyi, Allah Teâlâ kıyamet gününde arşının altında meleklerin refakatinde teşyi ettirir'.

Eserde vârid olmuştur. Allah yolundaki bir kardeşiyle bir araya gelmeyi arzu ederek ziyaret eden bir kimseyi bir melek arkasından şöyle çağırır: 'Güzel oldun! Yani attığın adımlar hayırlıdır ve cennet de sana güzelleştirildi'.55

Ata b. Ebi Rebah şöyle demiştir: 'Üç günden sonra kardeşlerinizi arayınız. Eğer hasta iseler ziyaret ediniz. Eğer meşgul iseler yardımda bulununuz. Eğer unutmuşlarsa onlara hatırlatınız'.

Rivayet ediliyor ki, İbn Ömer (r.a) Hz. Peygamberin huzurunda iken durmadan sağına soluna bakıyordu. Rasûlullah, dikkatini çeken bu durumu İbn Ömer'e sordu, İbn Ömer 'Yâ Rasûlallah! Ben bir kişiyi seviyorum. Onu arıyor, fakat bulamıyorum' diye cevap verdi. Hz. Peygamber (s.a) buna karşılık olarak şöyle buyurdu:

Sen bir kimseyi sevdiğin zaman, ismini, babasının adını ve evini sor! Bunları bildiğin takdirde, eğer hastaysa ziyaret, meşgulse kendisine yardım edersin.56

Diğer bir rivayette 'Onun dedesinin ismini, mensup olduğu soy ve sopunu sor!' ibaresi vardır. Şa'bî, birisinin yanına oturup sonra 'Ben onun yüzünü tanıyor, fakat ismini tanımıyorum' diyen bir kimse hakkında 'O ahmakların tanımasıdır' dedi.

İbn Abbas'a 'Sence insanların en sevimlisi kimdir?' diye so rulduğunda, şöyle demiştir: 'Arkadaşım'. Yine İbn Abbas şöyle demiştir: 'Hiçbir ihtiyacı olmadığı halde, üç defa benim meclisime gelen bir kimsenin mükâfatının ne kadar çok olacağını tahmin bile edemem'.

Said b. As şöyle demiştir: 'Üç defa benimle beraber oturan bir kimse için artık, bana yaklaştığı zaman onunla sevinirim. Konuştuğu zaman yüzümü ona çeviririm. Oturduğum zaman kendi sine yer açarım'.
Nitekim Allah Teâlâ Feth sûresinde şöyle buyurmuştur: 'Onlar aralarında merhametlidirler' Hakikî müslümanların şefkat ve ihti ramına işarettir bu ayet... Lezzetli bir yemeği veya sevinçli bir meclisi kardeşi olmaksızın geçirmemesi de şefkattendir. Hatta kardeşi olmadığı takdirde onun olmayışından dolayı hayatı kederli olmalıdır. Kardeşinden ayrıldığından dolayı üzülmelidir.

Üçüncü Hak
Bazen susan, bazen de konuşan dildir. Sükuta gelince... Kardeşinin bulunmadığı bir yerde onun ayıplarını söylemeyip sus maktır. Hatta kardeşinin konuştuklarını reddetmek hususunda da susmalı, duymamış gibi davranmalı, onunla mücadele ve münakaşa etmemeli, onun hâllerini araştırmaktan kaçınmalıdır. Onu bir yolda veya herhangi bir ihtiyacın peşinde koşarken gördüğü zaman o konuşmadan önce onun gayesini, geldiği yeri ve gideceği yeri sor mamalıdır. Çünkü çok zaman bunları belirtmek ona ağır gelir veya yalan söylemek mecburiyetinde kalabilir. Arkadaşının kendisine söy lediği sırlarını saklamalı, hiçbir zaman onları başkasına aktarma malıdır. Hatta en yakın arkadaşlarına bile... Arkadaşından ayrıldıktan sonra bile, onun arkadaşlık zamanına ait sırlarından bir şeyi açıklamamalıdır. Çünkü böyle yapmak tabiatın ve vicdanın kö tülüğünden ileri gelir. Arkadaşının arkadaşlarını, aile efradını ve çocuklarını tenkid etmekten de çekinmelidir. Başkasının arkadaşını tenkid etmemeli de hikâye etmemelidir. Çünkü başkasının küfrünü sana nakleden, sana küfretmiş olur.

Nitekim Enes (r.a) 'Hz. Peygamber hiçbir kimseye, hoşuna gitmeyecek bir sözü yüzüne vurmazdı der,57

Çünkü eziyet; haberi ilk getirenden, sonra da onu söyleyenden olur. Evet, başkasından arkadaşının lehinde dinlediklerini gizlemesi uygun bir hareket değildir. Çünkü arkadaşı önce hakkındaki medh ve senayı nakleden zattan sonra da o senayı yapandan razı olup onunla sevineceği muhakkaktır. Böyle bir durumu gizlemek, özellikle çekememezlikten gelmektedir. Kısacası arkadaşını üzen her konuşmayı ister mücmel, isterse mufassal olsun, nakletmekten çe kinmelidir. Ancak emr-i bi'l-mâruf veya nehy-i an'il-münker hususunda konuşmak kendisine gerekirse, o zaman durum değişir. Zira bu durumda arkadaşının kalbi kırılacaktır diye susmak doğru değildir. Çünkü böyle bir hususta konuşmak esasında arkadaşına iyilik yapmaktır. Her ne kadar arkadaşı böyle bir konuşmayı zahirde aleyhinde telâkki ederse de. Arkadaşının kötülüğünü, ayıplarını ve aile efradının kötülüklerini zikretmeye gelince... Bu, gıybet kısmına dahildir. Hangi müslümanın hakkında olursa olsun bu şekilde gıybet yapmak haramdır. Seni bu tür gıybetten iki şey alıkoymaktadır:

Birincisi, sen kendi nefsinin durumunu düşünmelisin. Eğer kendi durumunda tenkid edilecek birşey görürsen, o zaman müslü man kardeşinde gördüğün kusuru kendi kusuruna kıyasla normal kabul etmelisin. Takdir etmelisin ki, o kardeşin bu husus hakkında nefsini mağlup etmekten acizdir. Nitekim sen de bu gibi şeyleri yap makla nefsini mağlup etmekten aciz kalmışsın. Kardeşini kötü bir hasletinden ötürü işe yaramaz kabul etmemelisin. Çünkü (peygamberler hariç) hiç kimse tam mânâsıyla tertemiz değildir. Senin Allah'a karşı kusurların varken, onun sana karşı olan kusur larına aldırış etme! Çünkü senin, onun üzerindeki hakkın, Allah'ın senin üzerindeki hakkından daha fazla değildir.

İkincisi, muhakkak bilirsin ki, her ayıptan münezzeh ve uzak olan bir arkadaş aradığın zaman, bütün halktan uzaklaşman gere kir. Bu takdirde dünyada arkadaşlık yapacak hiçbir kimse bula mazsın. Bu bakımdan insanlardan hiçbir kimse yoktur ki, onun iyi ve kötü tarafları olmasın. O halde, iyilikler kötülüklere ağır bastığı za man hedefe varılır. Çünkü mü'min daima nefsinde kardeşinin iyiliklerini hazırlar ki, kalbinden kardeşine karşı hürmet ve muhabbet ek sik olmasın. Leim (kötü) münafık ise, daima kötülük ve ayıpları düşünür. Nitekim İbn Mübarek şöyle demiştir: 'Mü'min bir kimse mazeretleri, münafık ise günah ve hataları arar!'

Fudayl b. Iyaz şöyle demiştir: 'Erkeklik, arkadaşların kusurlarını affetmektir'. Bu nedenledir ki Hz. Peygamber (s.a) şöyle bu yurmuştur:
İyiliği gördüğü zaman örtbas eden, kötülüğü gördüğü zaman ilân eden kötü komşunun şerrinden Allah'a sığının.58

Hiçbir şahıs yoktur ki, hâlini özünde mevcut olan birtakım haslet lerle güzelleştirmekten mahrum olsun! Yine her şahıs kendisinde mevcut olan birtakım hasletlerle hâlini çirkinleştirebilir de...
Rivayet ediliyor ki, bir adam Hz. Peygamber'in yanından başka bir adamı övdü. Ertesi gün, aynı adam, övdüğü adamın aleyhinde konuşmaya başladı.

Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) şöyle bu yurdu:
Sen dün onun lehinde konuşuyordun, bugün ise aleyhindesin! Adam 'Ey Allah'ın Râsûlü! Allah'a yemin ederim, ben dünkü konuştuklarımda doğruydum ve bugün de onun aleyhinde ya lan söylemiş değilim. O, dün beni razı etmişti. Ben de onun hakkında bildiğim en güzel şeyleri söyledim. Bugün ise beni kızdırdı. Ben de hakkında bildiğim en kötü söyleri söyledim'.

Bu sözüne karşı Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Muhakkak sözün bir kısmı sihirdir.59
Sanki Hz. Peygamber bu sözüyle onun bu şekildeki hareketini ke rih görerek onu sihre benzetmiş olmaktadır.
Kötü söz ve belağatli konuşmak için zorlamak, münâfıklığın iki şubesidir.60

Muhakkak Allah Teâlâ, sizin fesahatinizi ve faziletinizi gös termek maksadıyla edebî konuşmalarınızı çirkin görür.61

İmam Şafiî şöyle demiştir: 'Müslümanlardan hiç kimse yoktur ki, Allah'a itaat edip de ona isyan etmesin ve yine hiç kimse yoktur ki, Allah'a isyan edip de ona hiç itaat etmesin. Bu bakımdan kimin itaati günahlarına galip gelirse onun hareketi adalettir'.

İmam Şafiî böyle bir hareketi Allah hakkında olsa dahi adalet saydığına göre, senin böyle bir hareketi kendi nefsin için ve arkadaşın isteği hakkında adil görmen daha uygun olur. Nasıl ki arkadaşının kötü tarafları hakkında susmak sana farz işe, kalbinle de bu tarafları hakkında sükût etmek sana farzdır. Kalbin sükûtu demek onun hakkında kötü zanda bulunmayı terketmek demektir. Bu bakımdan kötü zan kalben gıybettir. Bu da dil ile gıybet gibi yasaklanmıştır. Bunun tarifi şöyledir Arkadaşının fiilini, iyi bir şekilde yorumlanması mümkün oldukça kötü bir şekilde yo rumlamamaksın. Yakîn ve müşâhede ile bilinen kısma gelince, bunu bilmemezlikten gelmek senin imkanlarının dahilinde olan birşey değildir. Bu hareketlerini unutkanlık ve yanlışlık üzerine eğer mümkünse hamletmen gereklidir. Bu zann iki kısma ayrılır:
1. Teferrüs diye adlandırılan kısımdır. Bu kısım herhangi bir de lile dayanmaktadır. Bu delil zarurî olarak zannı tahrik eder ki insan bir türlü zannını bu tahrike kapılmaktan kurtaramaz.
2. İkinci kısmın kaynağı, onun hakkındaki kötü düşüncendir. Hatta adamdan iki yönlü bir fiil sadır olur, onun hakkındaki su-i zannın, seni o fiili en kötü şekilde yorumlamaya zorlar. Oysa o fiili bu şekilde yorumlamaya hiçbir delil ve alâmet de yoktur. Bu bâtınî bir cinayettir. Her mü'min hakkında haramdır.

Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle der:
Muhakkak ki Allah Teâlâ mü'min için mü'minin kanını, malını, namusunu ve onun hakkında kötü zanlarda bulun mayı haram kılmıştır.62

Kötü zanndan sakınınız. Çünkü kötü zann, konuşmanın en ya lanıdır!63

Kötü zann, insanı merak ve araştırmaya sevkeder. Oysa Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Tehassüs ve tecessüs etmeyin. Aranızdaki bağları koparmaym. Birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah'ın kulları! Kardeş olu nuz.64

Tecessüs, başkasının hakkındaki haberleri merak etmek ve araştırmak demektir. Tehassüs ise, onu göz hapsinde tutmak demek tir. Madem Hz. Peygamber (s.a) bu hareketleri yasaklamıştır, o halde mü'minlerin ayıplarını örtmek, onların ayıplarını görmemezlikten ve bilmemezlikten gelmek, dindar kimselerin ahlâkmdandır.

Mü'minin güzel taraflarını söylemek, kötü taraflarını örtbas et mek hususunda Hz. Peygamberin duasında Allah'ı bu vasıf ile vasıflandırması senin için en büyük delildir.

Nitekim o duada şöyle denildi: 'Ey iyiliği izhar eden ve kötülüğü örten Allah!'
Allah nezdinde en makbûl kul Allah'ın ahlâkıyla ahlâklanan kuldur. Çünkü Allah Teâlâ ayıpları örten, günahları affeden, kulun kusurlarından vazgeçendir. Bu bakımdan sen kim oluyorsun ki, se nin gibi veya senden daha üstün bir insanın kusurlarından vazgeç miyorsun? O insan ne senin kulundur, ne de mahlûkun! Nasıl olur da yaradan affederken sen etmiyorsun?

Hz. İsa havârilere şöyle demiştir:
- Siz uykuda olan kardeşinizin mahrem yerini rüzgârın açtığını görürseniz ne yaparsınız?
- Biz onu setredir, örteriz.
- Hayır! Siz onun avretini açarsınız.
- Hayret! Neden böyle yapalım?
- Sizden biri kardeşinin hakkında konuşulan bir lafı dinler, ona bazı ekler yaparak daha büyük bir yaygara ile etrafa yayar.

Kişi kendi için neyi seviyorsa, müslüman kardeşi için de onu sevmedikçe imam tamam olmaz. Arkadaşlık derecelerinin en azı, kişinin kendisi için istediğini kardeşi için de istemesidir. Şüphe yok tur ki, kardeş kardeşinden ayıbını örtmesini, kötü taraflarından söz etmemesini, ayıplarını açığa vurmamasını bekler. Eğer kardeşi bu nun tersini yaparsa, onun hakkında öfkesi gittikçe kabarır. Kardeşinden beklediğinin aksini ona yapmak elbette insafsızlıktır. Böyle bir kimseye, Kur'an'da azap va'dedilmiştir.

Azap olsun ölçüde, tartıda noksanlık edenlere ki onlar insan lardan ölçüp (haklarını aldıkları zaman) tam olarak alırlar, fakat insana (verilmek üzere) ölçtükleri yahut onlara tarttıkları zaman eksiltirler.
(Mutaffifin/1-3)

Bu bakımdan nefsinin başkasına karşı gösterdiği müsamahadan daha fazlasını başkasından beklemek hasleti kimde varsa, o kimse ayet-i celilenin mefhumuna dahildir.

Başkasının kabahatlarım örtmeyip daha fazla ortaya çıkarmak için çalışmanın kaynağı insanoğlunun içinde saklı bulunan müzmin bir hastalıktır. Ona kıskançlık ve hased denilmektedir. Zira kıskanç ve hasedçi bir kimsenin içi kötülüklerle doludur. Fakat o kötülükleri içinde hapseder, gizler, fırsat bulmadıkça onları açığa vurmaz. Ne zaman bir fırsat bulursa, hayâ ortadan kalkar, içindeki pislikler dışarıya çıkmaya başlar. İçi hased ve kıskançlıkla doluysa, böyle bir kimseden uzaklaşmak en uygun bir hareket olur.

Nitekim hukemâdan biri şöyle demiştir: 'Açık azarlama, içte gizlenen hasedden daha iyidir. Hasûd bir kimseye karşı gösterilen nazikane hareketler, gittikçe onun vahşetini kabartmaktadır'.

Kalbinde herhangi bir müslümana karşı kin bulunan bir kimse nin imanı zayıf olduğu gibi, sonu da tehlikelidir. Böyle bir kalp habis olduğu için Allah Teâlâ'nın huzur-u ilahîsine elverişli değildir.
Abdurrahman b. Câbir b. Nefir65 babasından şunları rivayet et mektedir:
Ben Yemen'de bulunuyordum. Yahudi bir komşum vardı. Bu komşum bana sık sık Tevrat'tan bahsediyordu. Bir ara yahudi komşum yolculuktan dönmüştü. Yanma giderek şöyle dedim: 'Allah Teâlâ bizden (Araplardan) bir peygamber göndermiş... O peygamber bizi İslâm dinine dâvet etti ve bizde müslüman olduk ve aynı zamanda Tevrat'ı tasdik eden bir kitabı da Allah Teâlâ bize göndermiştir'. Bu sözlerimi dinleyen yahudi şöyle dedi:'Doğru söyledin. Fakat sizin o peygamberin getirdiklerini yerine getirmeye gücünüz yetmeyecektir. Çünkü biz peygambe rin ve onun ümmetinin vasıflarını Tevrat'ta görmekteyiz. O peygamberin ve ümmetinin vasıflarından birisi şudur: Hiçbir müslümana helâl değildir ki, kapısının eşiğini kalbinde başka bir müslümana karşı nefret olduğu halde geçmiş olsun.

Bu cümleden olarak müslüman kardeşinin kendisine emanet ettiği sırrını ifşa etmemelidir. Yalan olsa dahi o sırrını inkâr edebilir. Çünkü her yerde doğruyu konuşmak farz değildir. Nitekim yalan söylemeye mecbur olduğunda nefsinin sır ve ayıplarını örtmek kişi için caiz olduğu gibi... Öyle ise müslüman kardeşinin hakkında da aynı şeyi yapabilir. Çünkü kardeşi ile kendisi arasında fark yoktur. İkisi ancak bedenle ayrılırlar, hakikatte ise bir şahıstırlar, İşte kardeşliğin hakikati budur. Hatta gizli yapılması gereken şeyleri onun yanında açıktan yapmakla riyakâr da olmaz. Çünkü kardeşinin onun amelini bilmesi onun kendi amelini bilmesinden farklı değildir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Kim kardeşinin ayıbını örterse Allah Teâlâ dünya ve ahirette onun ayıbını örter.66

Müslüman kardeşinin ayıbını örten bir kimse sanki diri diri gömülen bir kız çocuğunu diriltmiştir.67

Kişi etrafına bakınarak konuşursa, o konuşma oradakiler için bir emanettir.68

Meclisler, emanetle kurulur; (orada konuşulan ifşa edilmez). Ancak üç meclis bu hükmün dışındadır: Birincisi haram bir kan akıtılan meclistir. (İkincisi haram bir namusun payimal edildiği meclistir. Üçüncüsü de helalinden kazanılmayan bir malın helâl sayıldığı meclistir).69

Aynı mecliste oturan iki kişi emanetle otururlar; (manevi te minat almış olurlar). Bu bakımdan hiç kimse için helâl değildir ki arkadaşının ifşa edilmesi hoşuna gitmeyen her hangi bir sırrını ifşa etsin. 70
Ediblerden birisine denildi ki: 'Senin sır saklaman nasıldır? O edib de şöyle cevap verdi: 'Ben sırrın mezarıyım'. Denilmiştir ki: 'Hür insanların göğüsleri sırların mezarlarıdır'.

Yine şöyle denildi: 'Ahmak bir insanın kalbi ağzındadır, akıllı bir kimsenin dili ise kalbindedir'. Yani ahmak kimse nefsindekini giz lemeye gücü yetmez ve bilmediği halde açığa vurur. İşte bundan do layıdır ki ahmak bir kimsenin dostluğunu kesmek ve onun sohbetin den uzak durmak gerekir. Hatta ahmakları görmekten bile kaçınmalıdır.

Birisine şöyle soruldu: 'Sen sırrı nasıl muhafaza edersin?' Cevap olarak dedi ki: 'Haber vereni inkâr ederim. Haber almak isteyene de yemin ederim'.

Başka biri diyor ki: 'Sırrı gizlerim ve gizlediğimi de gizlerim'.

İbn Mutez71 buna şöyle belirtmiştir: 'Bana emanet edilen sırrı göğsüme yerleştiririm de göğsüm o sırra mezar olur'.

Başka biri, İbn Mutez'in bu şiirine şunları ilave ederek şöyle dedi: 'Göğsümdeki sır, kabrinin içinde yatan bir kimse gibi değildir. Çünkü kabirde yatanı görürüm ki, bir daha dirilip haşrolmayı bekli yor. Fakat ben göğsümdeki sırrı öyle unuturum ki, sanki hiçbir za man o sırra muttali olmamışımdır. Eğer benimle onun arasında sırrı sırdan gizlemek mümkün olsaydı, sır da bilmezdi'.

Seleften biri bir arkadaşına sırrını ifşa etti. Sonra ona 'Benim sırrımı korudun mu?' dedi. O da cevap olarak '(Korumak değil) onu unuttum bile.. dedi.

Ebu Said es-Sevrî72 şöyle demiştir: 'Herhangi bir kimseyle ar kadaşlık yapmak istediğin zaman, onu öfkelendir. Sonra senin du rumunu ondan sormak için birini gönder. Eğer buna rağmen o, hakkında iyi şeyler söyler, sırrını saklarsa onunla arkadaşlık yap'.

Ebu Yezid-i Bistamî'ye şöyle soruldu: 'Sen halktan kiminle ar kadaşlık yaparsın?' Cevap olarak dedi ki: 'O kimse ile ki, Allah'ın bildiğini senin hakkında bilir. Sonra Allah Azimüşşan'ın bildiğini örttüğü gibi örter'.

Zünnun-i Mısrî şöyle demiştir: 'Seni masum olarak görmek iste yen bir kimsenin arkadaşlığında hayır yoktur. Öfkelendiği zaman arkadaşının sırrını ifşa eden bir kimse alçaktır. Çünkü normal za manda sır saklamak tabiatın gereğidir'.

Hukemadan biri şöyle demiştir: Dört durumda sana karşı değişen bir kimse ile akadaşlık yapma!
a) Öfkeli iken
b) Razı iken
c) İstekli iken
d) Hevasına uyduğu anda... Arkadaşlığın gereği, bu durumların değişikliğine rağmen sadık kalmaktır. Bu sırra binaen şöyle denilmiştir: 'Kerim bir kimseyi, ar kadaşlığını kestiğin zaman senin kötülüklerini gizler, iyiliklerini söyler görürsün. Alçak bir kimsenin ise, onunla arkadaşlık kesildiğinde dostunun iyi taraflarını örtbas edip, iftiralar savurduğunu görürsün'.

Hz. Abbas,73 oğlu Abdullah'a şöyle demiştir: Ben şu kişiyi Hz. Ömer'i kastediyor görüyorum ki, seni ashab-ı kiramın ihtiyarlarından daha öne alıp kendisine yaklaştırıyor. O halde benden beş nasihat dinle:
1. Sakın onun hiçbir sırrını ifşa etme.
2. Sakın onun yanında hiç kimsenin aleyhinde bulunma.
3. Sakın ona yalan söyleme.
4. Sakın onun hiçbir emrine isyan etme.
5. Sakın o, senin herhangi bir hiyanetine muttali olmasın.

Şa'bî şöyle demiştir: 'Hz. Abbas'ın bu beş nasihatinin herbiri bin altından daha hayırlı ve faydalıdır'.
Arkadaşlığın icabından biri de arkadaşının her konuştuğunda onunla muhaseme ve mücadele etmeyi bırakmaktır. Nitekim İbn Abbas (r.a) 'Sakın sefih bir kimse ile mücadele etme ki, sana eziyet etmesin! Hâlim bir kimseyle de mücadele etme ki, sana buğzetmesin demiştir.

Hz. Peygamber (s.a) de şöyle demiştir:
Haksız olduğu halde, haksızlığını anlayıp mücadeleyi bırakan bir kimse için cennetin etrafında bir köşk inşa edilir. Haklı olduğu halde tatsızlık olmasın diye, herhangi bir meselede mücadeleyi terkeden bir kimse için ise cennetin en yüce ve yüksek yerinde bir köşk yapılır.

Kişinin haksız olduğu halde mücadeleyi terketmesi, farz olmasına rağmen böyle bir terkin karşılığı olarak Allah Teâlâ hadîste geçen mükâfatı ihsan eder. Haklının haklılığına rağmen mücadele ve münakaşayı terketmesinin sevabını Allah Teâlâ daha da büyük kılmıştır. Zira nefse, haklı olduğu halde susup mücadeleyi terketmek, haksızlığından dolayı mücadeleyi terketmekten daha şiddetli ve ağır gelir. Allah nezdindeki ecir ise, zahmet nisbetinde verilir. Arkadaşlar arasında hased ateşini alevlendiren sebeplerin en şiddetlisi, muhasamat ve biri diğerini küçük düşürmek niyetiyle mücadele etmeleridir. Boyle yapmak, uzaklaşma ve aradaki bağları koparmanın ta kendisidir. Çünkü aradaki bağların kopması, önce fikir ayrılığından başlar, sonra sözlerin çatışmasıyla daha sonra da bedenlerin ayrılmasıyla kendini gösterir. Oysa Hz. Peygamber (s.a) mü'minlere şöyle hitap etmektedir:

Birbirinize sırt çevirmeyin. Birbirinize buğzetmeyin. Birbirinizi kıskanmayın. Aranızdaki sevgi ve muhabbeti kesmeyin. Ey Allah'ın kulları! Kardeş olunuz. Çünkü müslüman müslü manın kardeşidir. Ona zulmetmez. Onu yardımlarından mah rum etmez. Onu mahcub etmez. Müslüman kardeşini tahkir etmek, şer olarak kişiye yeter de artar. Müslümanın kanı, malı, namusu diğer müslümana haramdır.74

Hakaretlerin en şiddetlisi müslüman kardeşinle mücadele et mektir. Çünkü başkasının konuşmasını tenkid eden bir kimse, konuşmacıyı cehalet ve hamakata nisbet etmiş olur veya bu konuştuğu konunun hakikatini anlamaktan gafil olmakla suçlamak demektir. Bütün bunlar müslüman kardeşine hakarettir. Karşısındaki insanı vahşet ve nefrete sürükler. Ebu Umame Bahilî'nin rivayet ettiği hadîs-i şerifte şöyle denmektedir: Hz. Peygamber, biz mücadele ederken çıkageldi. Bu durumumuzu müşahede eden Rasûlullah (s.a) kızarak şöyle dedi:

Ey ashabım! Tartışmayı bırakın. Çünkü onun faydası azdır. Çünkü o, arkadaşlar arasında düşmanlığı körükler.75

Seleften birisi şöyle demiştir: 'Kim arkadaşıyla münakaşa ederse, onun mürüvveti azalır, şerefi, gider.

Abdullah b. Hasan (r.a) şöyle demiştir: 'Erkeklerin mücadelesin den sakın! Çünkü sen mücadele ettiğin takdirde hâlim bir kimsenin hilesinden veya alçak bir kimsenin ani çıkışlarından emin ola mazsın!...'

Seleften biri şöyle demiştir: İnsanların en âcizi arkadaş edinmek hususunda kusur gösterendir. Bundan daha aciz olan o kimselerdir ki, elde ettiği arkadaşlarını elinden kaçırır. Fazla mücadele etmek arkadaşları kaybedip aradaki bağın kopmasına vesile olur. Düşmanlığın yerleşmesine zemin hazırlar!'

Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Bin kişinin sevgisiyle bir kişinin düşmanlığını satın alma!'
İnsanın dostuyla mücadele etmesine, ancak akıl ve fazilet bakımından ondan daha üstün olduğunu belirtmek, onun cehaletini açığa vurmak suretiyle ona hakaret etmek gibi korkunç bir hastalık vesile olabilir. Bu hastalık aynı zamanda kibir, başkasını hakir gör mek, başkasına eziyet vermek, ahmaklık ve cehaletle ona küfretmeyi de içine alır. Zaten düşmanlık da bu demektir. Böyle bir durumla kardeşlik ve dostluk nasıl bağdaşabilir?

İbn Abbas Hz. Peygamber'den şöyle rivayet eder:
Sakın kardeşinle mücadele etme! Onunla alay etme! Ona yerine getiremeyeceğin bir sözü verme.76

Muhakkak ki, malınızı vermek suretiyle herkesi memnun edemezsiniz. Fakat güler yüzle ve güzel ahlâk ile memnun edin.77

Arkadaşla mücadele etmek ise, güzel ahlâka ters düşer. Selef-i Sâlihîn arkadaşlarla mücadele etmekten o kadar kaçınmış ve sakındırmışlar ki, ondan daha iyisini yapmak mümkün değildir. Arkadaşlara yardım etmek hususunda o kadar teşvikte bu lunmuşlardır ki, artık bu teşviki dinleyip tatbik eden arkadaşlarının isteğine meydan bırakmaz. Demişler ki: Sen arkadaşına 'kalk!' dediğin zaman, o da 'nereye' derse, böyle bir kimseyle arkadaşlık yapma! Aksine arkadaşlık 'Nereye?' diye sormak değil, derhal kalkıp sormaksızın arkadaşına tâbi olmaktır.

Ebu Süleyman ed-Daranî şöyle demiştir: Irak'ta bir arkadaşım vardı. Musibetler ânında ona gidiyordum. Ona, malından bana birşey ver diyordum. O da kesesini bana atar istediğimi kesesinden alırdım. Birgün kendisine geldim ve 'Birşeye muhtacım' dedim. O bana dedi ki: 'Ne kadar istiyorsun?' Bunun üzerine onun arkadaşlığı benim gözümden düşmüş oldu.

Başka biri şöyle demiştir: "Arkadaşından bir mal istediğin zaman, o da sana 'Ne yapacaksın?' diye sorarsa o, arkadaşlık hakkını terketmiş olur". Arkadaşlığının devamı ve payidar olması, ancak sözde, fiilde ve şefkatte uygun hareket etmeye bağlıdır. Nitekim Ebu Osman Hıyfî78 şöyle demiştir: 'Arkadaşlara uymak onlara şefkat göstermekten daha hayırlıdır'. Ebu Osman'ın bu sözü doğrudur.

Dördüncü Hak
Dilin hakkıdır. Çünkü arkadaşlık kötü şeyleri söylememeyi gerektirdiği gibi, güzel şeylerin söylenmesini de gerektirir. Güzel şeyler söylemek arkadaşlığın daha da güzel olmasını sağlar. Çünkü susmak kabir ehline arkadaş olmaktır. Arkadaşlar kendilerinden istifade edilsin diye edinilir. Yoksa onların eziyetlerinden kurtulmak için değil. Bu bakımdan kişiye düşen vazife diliyle arkadaşına kendi sini sevdirmek, sorması gerektiği ve arkadaşının kendisince sevi len ahvalini araştırıp sormaktır. Meselâ; arkadaşında olan bir sıkıntı ile ve sağlığıyla ilgilenmek gibi. Arkadaşının hoşlanmadığı bütün durumlarını lisan ve fiilleriyle arkadaşına belirtmesi gerekir. Arkadaşının hoşuna giden bütün hâllerini diliyle belirtip onlardan hoşnut olduğunu bildirmesi lâzımdır. Bu bakımdan arkadaşlığın mânâsı kolaylıkta ve zorlukta, sıkıntıda ve genişlikte bütün durum ları paylaşmak demektir.

Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle bu yurmuştur:
Sizden herhangi biriniz arkadaşını sevdiği zaman ona 'Seni Allah rızası için seviyorum diye' haber versin.79

Sevginin açıklanması, sevgiyi artırdığı için Hz. Peygamber böyle bir sevgiyi haber vermeyi emretmiştir. Çünkü arkadaşın senin ken disini sevdiğini bilirse, şüphesiz onunda sana karşı sevgisi artar. Böylece sevgi iki taraftan da gelişir, kökleşir ve artar. Müslümanlar arasındaki sevgi ise şer'an istenen güzel birşeydir ve dinen makbul dür.

Bunun için Hz. Peygamber sevgi hususunda yol göstererek şöyle demiştir:
birbirinize hediye veriniz ve (dolayısıyla) birbirinizi seviniz.80

Arkadaşını gerek hazır olduğu ve gerekse olmadığı zamanlarda en güzel isimleriyle çağırmak da, arkadaşlığın gereklerindendir. Nitekim Hz. Ömer şöyle demiştir: Üç haslet vardır. Bu üç haslet arkadaşının sevgisini sana karşı kesinlikle ortaya çıkarır:
1. Karşılaştığında önce ona selâm vermek.
2. Oturduğun yere geldiğinde ona yer açmak.
3. Sevdiği isimlerle onu çağırmak.

Arkadaşlığın gereği, övülmeyi seven ve yanında övülmek istediği kimselerin yanında, bildiğin en güzel durumlarıyla onu övmendir. Çünkü böyle yapmak, sevginin kazanılmasında en büyük sebeptir. Onun çocuklarını aile efradını, sanatını, fiilini, hatta aklını, ahlâkını, şeklini, yazısını, şiirini, telifini ve sevineceği her şeyini övmek de böy ledir. Fakat bütün bunlar, ifrata kaçmaksızın ve yalan olmaksızın yapılmalıdır. Ancak süslendirmeyi kabul edeni süslendirmek de ge rekir. Bundan başka onu övenlerin yapmış olduğu medh ü senayı ona ulaştırıp, bundan memnun olduğunu göstermen gerekir. Çünkü böyle bir durumu gizlemek hasedden başka bir mânâ taşımaz.

Senin için yaptığı iyiliğe karşı ona teşekkür etmek de ar kadaşlığın gereklerindendir. Hatta bilfiil sana iyilik yapmamışsa bile iyilik yapmak niyetinden dolayı da ona teşekkür etmen gerekir. Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir: 'Arkadaşına iyi niyetinden ötürü teşekkür etmeyen bir kimse, onun iyiliğine karşı da teşekkür etmez'. Sevginin kazanılmasında bütün bunlardan daha tesirli olan şey, arkadaşını, gıyabında kendisine bir kötülük yapılmak istendiği, açık, yahut da do laylı yollardan şerefine dil uzatılmak istenildiği zaman müdafaa et mektir. Kardeşliğin hakkı onu himaye etmek veya yardımına koşmak hususunda kollarını sıvamak, ona saldıranı susturmak, saldırgana karşı şiddetli ve göz açtırmayacak derecede hücuma geçmektir. Bu durumda susmak, arkadaşın kalbini öfkeyle doldurur ve nefretini açığa çıkarır. Bir de arkadaşlık hakkında kusurlu davranılmış olur. Hz. Peygamber (s.a) 'Arkadaşların biri diğerine yardım eder ve birbi rinin vekâletini yapar' diyerek iki arkadaşı iki ele benzetmiştir.

Müslüman müslümanın kardeşidir. Kardeşine zulmetmez, ondan yardımını esirgemez ve onu mahrum edip ihmal et mez.81

Kişinin müslüman kardeşine yardımcı olmaması, onu düşmana teslim ve mahrum etmesi demektir. Zaten arkadaşının haysiyeti ayaklar altına alınsın diye ihmal etmek, vücudunun delik deşik ol masını ihmal etmek gibidir. Köpeklerin sana saldırdığını, etlerini parçaladığını gördüğü halde sükût edip İslâmî şefkatin ve kardeşlik hamiyetinin seni müdafaa etmek için hareket etmediğini müşahede ettiğin bir arkadaş ne kötü arkadaştır! Oysa namus ve şerefe yönelti len saldırganlık, şerefli nefislere etin parçalanmasından daha fazla tesir eder. Bu sır ve hikmete binaendir ki, Allah Teâlâ gıybeti 'ölü eti yemeye benzeterek şöyle demiştir:

Acaba sizden herhangi biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? (Hucurat/12)

Ruhun levh-i mahfuzdan mütalaa ettiğini müşahhas misallerle uyku âleminde temsil edip gösteren melek, gıybeti 'ölü etlerinin yenilmesiyle' temsil eder. Hatta rüyasında ölü etini yediğini gören bir kimse, halkın gıybetinde bulunuyor demektir. Çünkü o melek gös terdiği misalde 'şey ile 'misali' nin arasındaki münasebet ve ben zerliği gözetir. Tabiidir ki, suretin zahirine değil, aksine ruhun ye rine o misalde gösterilen mânâyı temsil eder. Bu bakımdan durum bu iken arkadaşından düşmanların saldırısını defetmek, saldırganların saldırılarını önlemek, arkadaşlık akdinde farzdır.

Mücahid şöyle der: Sen nasıl hatırlanmak istiyorsan, kardeşini de öylece hatırla.O halde, bu hususta senin elinde iki ölçü vardır:

Birincisi, şayet senin hakkında birşey söylenir ve arkadaşın da orada hazır bulunursa o arkadaşının senin için neyi söylemesini is tiyorsan, arkadaşının şerefine saldıran bir kimseye senin kendin için arkadaşından beklediğin davranışı göstermen gerektir. İkincisi, ar kadaşının duvar arkasında olduğunu, senin onun hakkında söyledik lerini dinlediğini, fakat senin, onun duvarın arkasında olduğunu bilmediğini düşünmelisin. İşte böyle bir durumda nasıl davranırsan, o olmadığı zamanda da böyle yapman gerekir.

Nitekim seleften biri şöyle demiştir: 'Ben arkadaşımın bulunmadığı bir sırada sanki yanımdaymış gibi düşünürüm. Eğer orada olup da neyi dinlemeyi se viyorsa, onun için onu söylerim'.

Başkası da şöyle dedi: 'Benim herhangi bir arkadaşım konuşulduğu zaman, kendi nefsimi onun yerine koyarım. Kendim için söylenilmesini sevdiğimin benzerini onun için söylerim'. Bütün bunlar İslâm'ın doğruluğundan kaynaklanır. Kişi kendi nefsi için is tediğini arkadaşı için de istemelidir.

Ebu Derdâ (r.a) aynı boyunduruğa bağlı çift süren iki öküze baktı. Onların biri bedenini yalamak ve kaşımak için durduğunda öbürü nün de durduğunu görünce ağlayıp şunları söyledi: İşte Allah için arkadaş olan bir kişinin durumu da aynen böyledir. Onlar Allah için çalışırlar. Onlardan biri Allah için durduğu zaman, ötekisi de ona uyar. Ona uymakla ihlâsı tamamlanır. Kim arkadaşlığında ihlâslı değilse, o münafıktır. İhlâs ise, kardeşinin hazır bulunduğu ve bu lunmadığı zaman da eşit olacağı gibi, onun hakkında dili ile kalbi, gizlisiyle açığı, cemaat içerisindeki durumu ile tenhadaki durumu bir olmalıdır. Bu saydıklarımızın herhangi birinde ayrılık varsa, bu sevgi ve muhabbetin yok olması demektir. Sevginin yok olması ise, dine nifakın karışması, mü'minlerin yoluna aykırılığın girmesi demektir.

Kim böyle yapamayacağından emin değilse, onun için herkesten ayrılmak, arkadaşlık yapmaktansa uzlete çekilmek daha evladır. Çünkü arkadaşlık hakkı ağırdır. Ancak onu muvaffak olan bir kimse taşır. Bu bakımdan arkadaşlığın ecrinin de çok büyük olduğunda ve onu ancak bu şartları yerine getiren bir kimsenin elde edebileceğinde de şüphe yoktur.

Bu sırra binaen Hz. Peygamber (s.a) şöyle bu yurmuştur:
Ey Eba Hirre! Sana komşu olanla iyi komşuluk yap. Bu tak dirde hakikî müslüman olursun. Sana arkadaşlık yapanın ar kadaşlığını güzel yap. Bu takdirde hakikî mü'min olursun.82

Dikkat edilsin! Hz. Peygamber bu hadîs-i şerifinde arkadaşlığın mükâfatını iman olarak zikretmiştir. İslâm'ı da komşuluğun müka fatı olarak göstermiştir. Bu bakımdan iman fazileti ile İslâm fazileti arasındaki fark, tıpkı komşusunun hakkını yerine getirmekteki zor luk ile arkadaşlığın hakkını yerine getirmekteki zorluk arasındaki fark gibidir. Çünkü arkadaşlık daimi bir şekilde birçok hakları gerek tirir. Komşuluk ise, bazı zamanlarda bazı haklar gerektirir. Arkadaşlığın hukukundan biri de, öğretmek ve nasihat etmektir.

Unutmamalısın ki arkadaşının ilme muhtaç olması, hiçbir zaman mala muhtaç olmasından daha az değildir. Eğer sen ilmen zengin sen faziletinden onun ihtiyacını gidermelisin. Din ve dünyada onun için en faydalı olana onu irşad etmelisin. Eğer sen ona öğrettiğin ve irşad ettiğin halde, o ilmin gereğiyle hareket etmezse, bu sefer ar kadaşa düşen ona nasihat etmektir. Onun yaptıklarının âfet ve fela ketlerini kendisine hatırlatmalısın. Yaptığı çirkin hareketleri ter kettiği takdirde bunun faydalarını anlatmalısın. Onu dünyada ve ahirette korktuğu şeylerle korkutmaksın. Bütün bunları o çirkin fi ilinden vazgeçsin diye yapmalısın. Onun ayıplarına dikkatini çekme lisin. Kötüyü onun gözünde kötü göstermeli, iyiyi de kendisine iyi gös termelisin. Fakat bunları yaparken hiç kimsenin bunlara muttali olmamasına dikkat etmelisin. Zira cemaat huzurunda yapılan ten kidler, azarlamak ve rezil etmekten başka birşey değildir.

Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Mü'min, mü'minin aynasıdır.83
Yani mü'min, karşıdaki mü'minden kendi nefsinden gör mediğini görür. Böylece kişi arkadaşından nefsinin ayıplarını öğrenir. Eğer tek başına olsaydı bu ayıplarını göremezdi. Nitekim in sanoğlu ayna sayesinde bedenî kusurlarına vakıf olmak suretiyle faydalanır.

İmam Şâfiî şöyle der: 'Kim gizlice arkadaşına nasihat ederse, o kimse gerçekten ona nasihat etmiş ve onu süslemiş demektir. Kim arkadaşına açıkça nasihat yapar, halkın huzurunda kusurlarını sa yarsa, o kimse de onu rezil edip çirkinleştirmiştir'.

Musir'e84 şöyle denildi: 'Sana ayıplarını haber veren bir kimseyi sever misin?' Musir 'Eğer yalnızken nasihat ederse başım üzerinde yeri vardır. Ama topluluk içerisinde başıma kakarsa sevmem' dedi.
Musir doğru söylemiştir. Çünkü toplum içinde nasihat rezil et mekten başka birşey değildir. Zira Allah Teâlâ kıyamet gününde, mümin kulunu örtüsünün gölgesine, himayesinin altına alarak ona hitap eder ve gizlice ona günahlarını bildirir. Bazen onu cennete uğurlayan meleklerin eline onun amel defteri mühürlü olarak veri lir. Melekler cennet kapısına yaklaştıkları zaman okuması için mü hürlü bulunan kitabını kendisine verirler. Allah'ın gazabına müste hak olanlara gelince, şahidler huzurunda suçları ilan edilir. Onların azapları, dünyada yaptıkları rezaletleri teker teker saymaktır. Böylece daha fazla rezil olup mahçup olurlar. En büyük hesap gü nünde bizi rezaletten koruması için Allah'a sığmıyoruz. Bu bakımdan tenkid ile nasihat arasındaki fark, gizli ve açık söylemekten meydana gelir. Gizli nasihatla, toplum içindeki nasihat arasındaki fark, insanı göz yummaya sevkeden müdârâ ile müdahene arasındaki fark gibidir. Eğer sen dininin selâmeti için göz yumarsan, göz yummakta kardeşinin faydasını görürsen, senin bu göz yummana müdâraat denir. Eğer nefsine uyarak şehvetlerini elde etmek için dünyevî çıkarlarına zarar gelmesin diye göz yumarsan, bu takdirde sen müdâheneci ve yağcı olursun!

Zünnun-i Mısrî şöyle demiştir: 'Allah ile ancak O'nun rızasına uygun hareket ettiğin takdirde sohbet et. Halk ile ancak nasihat et mek ve nasihati dinlemek kaydıyla arkadaşlık yap. Nefis ile ancak ona muhalif hareket etmek suretiyle arkadaşlık et. Şeytanla ancak ona düşmanlık gütmekle arkadaşlık yap'.

Eğer dersen ki, nasihatta muhatabın ayıplarını belirtmek olduğu zaman karşıdaki insanın kalbini ürkütmek var demektir. Bu bakımdan nasihat nasıl kardeşliğin gereklerinden olabilir? Bil ki, kalbin nefreti ancak arkadaşının öz nefsinden bildiği ayıbını zikret mekle meydana gelir. Onun bilmediğine dikkatini çekmek ise, şefkat ve merhametin ta kendisidir. Bu kalbin nefretine değil, aksine yakınlaşmasına ve sevinmesine vesile olur. Bu kalplerden akıllı kim selerin kalplerini kastediyorum. Ahmaklara gelince, onlara iltifat bile edilmez. Senin yapmış olduğun kötü bir fiile veya sıfatlandığın çirkin bir sıfata nefsin ondan uzaklaşsın ve temizlensin diye dikka tini çeken bir kimse tıpkı eteğinin altında bulunan ve seni öldürmek isteyen bir akrep veya yılana dikkatini çeken bir kimse gibidir. Eğer sen bunu kerih görürsen çok ahmaksın demektir. Çirkin sıfatlar, ak repler ve yılanlardır. Onlar ahirette insanı öldürürler. Çünkü bu sıfatlar kalpleri ve ruhları ısırırlar. Onların vereceği elem, ısıranların eleminden daha şiddetlidir. Bunlar Allah'ın alev alev ya nan ateşinden yaratılmış varlıklardır.

Bu sırra binaen, Hz. Ömer (r.a) arkadaşlarından ayıplarını yü züne vurmayı talep ederek şöyle diyordu: 'Arkadaşina ayıplarını he diye edip bildiren bir kimseden Allah razı olsun'.
Yine bu sırra binaen Selman-ı Farisî Hz. Ömer'in yanına vardığı zaman, Hz. Ömer kendisine şöyle sordra: 'Ya Selmân! Benim hakkımda hoşuna gitmeyen ne gibi sıfatlar kulağına geldi?' Selman, Hz. Ömer'den bu hususta kendisini affetmesini istedi. Buna rağmen Ömer, bu hususu kendisine İsrarla sordu. Bunun üzerine Selman şöyle dedi: 'Duyduğuma göre, senin iki tane cübben varmış. Birini gündüz, ötekini de geceleyin giyiyormuşsun ve yine kulağıma geldi ki, sen aynı sofrada iki katığı bir araya getiriyormuşsun'. Hz. Ömer cevap olarak şunu söyledi: Bu söylediklerinin ikisinden de kurtul dum. Bunların dışında başka birşey işittin mi?' Selman 'hayır' dedi.

Meraşli Huzeyfe, Yusuf b. Esbat'a şöyle bir mektup yazdı:
Kulağıma geldi ki, sen dinini iki habbeye satmışsın. Şöyle ki: Sen bir sütçünün yanına varmışsın. 'Sütü kaç kuruşa sa tarsın' diye sormuşsun. Sütçü 'kuruşun altıda birini' deme sine rağmen sen 'Hayır altıda biriyle olmaz, sekizde biriyle ol sun' demişsin. Sütçü de seni tanıdığı için 'Senin için öyle ol sun' demiş. Bu bakımdan sen artık bundan sonra başından gâ filler perdesini kaldır. Ölüm uykusundan uyan.

Kur'an'ı okuyup onunla herşeyden müstağni olmayan ve dünyayı ona tercih eden bir kimse hakkında 'Allah'ın ayetleriyle alay etmiyor' dense de, ben bundan emin değilim. Allah Teâlâ yalancıları, nasihat edenleri sevmemekle vasıflandırarak şöyle demiştir:
Fakat siz nasihat edenleri sevmiyorsunuz. (A'raf/79)

Bu husus, muhatabının gâfil olduğu bir ayıbını ona söylemek ve dikkatini çekmek hakkındadır. Onun bizzat bildiğini fakat bir türlü nefsinin pençesinden yakasını kurtaramadığını bildiğin bir ayıbı ise, eğer onu senden gizliyorsa, o ayıbını, ona söylemen uygun değildir. Eğer gizlemiyorsa, incitmeden güzel bir şekilde nasihat etmen gere kir. Bu nasihati bazen tariz yoluyla bazen tasrih yoluyla yapmalısın. Fakat nasihat ederken onun nefretini çekecek dereceye vardırmaman da gerekir. Eğer nasihatin müsbet bir tesir yapmayacağını biliyorsan ve o adamın da yaratılış bakımından o ayıbı işlemeye bir nevi mecbur olduğunu hissediyorsan, bu takdirde onu söylememek söylemekten daha evlâdır.

Bütün bunlar, kardeşinin din ve dünyasındaki maslahatlarıyla ilgili meselelerdir. Senin hakkındaki kusuruyla ilgili meselelere gelince... Bu hususta göğüs germek, onu affetmek, onun suçunu gör memezlikten gelmek, kusurlarından yüzçevirmek senin için farzdır. Bunu belirtmek nasihat nevine girmez. Evet, eğer hakkındaki ku surlu davranışının devamı aranızdaki arkadaşlığın kesilmesine ve sile olursa, bu takdirde gizlice onu bu fiilinden ötürü tenkid etmek, arkadaşlığı kesip bozmaktan daha hayırlıdır. Bu hususu açıkça değil de târiz şeklinde söylemek daha hayırlıdır. Bu hususu mektupla bil dirmek, şifahi söylemekten daha faydalı olur. Fakat göğüs germek ve tahammül etmek, bütün bunlardan daha güzel ve faydalıdır. Zira se nin arkadaşlıktan kastın, onu gözetmek suretiyle kendi nefsini ıslah etmek olmalıdır. Ona arkadaş olmaktan gayen, onun yardımından istifade etmek, onun arkadaşlığım istismar etmek olmamalıdır.

Ebu Bekir Kettanî85 şöyle anlatır: Adamın birisi benimle arkadaş oldu. Aslında bu kimse, kalbime çökmüş ağır bir yüktü. Birgün kal bimdeki nefret gitsin diye ona birşey hibe ettim. Fakat ne yazık ki, kalbimdeki his bir türlü gitmedi. Bir ara onun elinden tutup eve gö türdüm. Ona dedim ki: 'Ayağını yanağımın üzerine koy' O ise 'Bunu yapmayacağım' dedi. Ben onun böyle yapması için ısrar edince mec bur kalarak öyle yaptı. Bunun üzerine kalbimde ona karşı duyduğum nefret hissi kayboldu.

Ebu Ali er-Ribatî diyor ki: Abdullah Razî'nin sohbetinde bulun dum. Bu zat çoğu zaman herşeyden uzaklaşmak için çöllere dalıyordu.Bir ara bana şöyle dedi:
- Sen mi emîr olacaksın, yoksa ben mi?
- Hayır ben emîr olmam, sen ol.
- O halde sen de bana itaat edeceksin.
- Evet, ben de sana itaat edeceğim.
Bunun üzerine bir fileyi alıp azığımızı filenin içerisine koyup sırtladı. Ona ne zaman 'Yoruldun! Bana ver' dediysem, 'Sen bana 'sen emîrsin' demedin mi? O halde itaat etmen lâzımdır' dedi. Bir gece yağmura tutulduk. Sırtında bir aba olduğu halde yağmur bana isabet etmesin diye başımda ayakta bekliyordu. Ben, kendi kendime şöyle diyordum: 'Keşke ölseydim de ona sen emîrsin demeseydim!'

Beşinci Hak
Beşinci hak, arkadaşının sürçmelerini ve kusurlarını affetmek tir. Destur yoldan sapması ya bir günah işlemek suretiyle dinî hu suslarda olacaktır veya kardeşlik hususunda kusur yapmak suretiyle arkadaşı hakkında olacaktır. Günah işlemek ve günahta ısrar etmek suretiyle dinde yapmış olduğu sapıklığa gelince, onun kusurunu düzeltecek şekilde münasib bir dille nasihat etmen gerektir. Onun dağınık ve perişan hâlini ıslâh etmeye çalışman lâzımdır. Eğer sen buna güç yetiremezsen, o da yaptığında ısrar ederse, bilmiş ol ki, ashab-ı kirâm ve tâbiinin böyle bir kimsenin ar kadaşlığının devam ettirilip ettirilmemesi hususunda değişik görüşleri vardır. Ebu Zer Gıfârî böyle bir kimsenin arkadaşlığının kesilmesine taraftardır.

Nitekim 'Kardeşin eski durumunu muhafaza etmediği zaman, onu sevdiğin noktadan hareket ederek bu takdirde ona buğzet' demiştir. Gıfârî'nin görüşü, Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek nev'ine girer. Ebu Derdâ ve diğer bir grup sahabîye göre bunun tam aksi makbûldür. Hatta Ebu Derdâ diyor ki: 'Arkadaşın bozulduğu ve eski durumunu terkettiği zaman sakın bunun için onu terketme. Çünkü arkadaşın bir defa yanılırsa başka bir defa da isabet etmesi mümkündür'.

İbrahim en-Nehâî 'Arkadaşın günah işledi diye sakın onu terke dip arkadaşlığını kesme. Çünkü o bugün günah işler, yarın terkeder' demiştir. Başka bir sözü de şöyledir: 'Sakın halka, âlim kişinin yoldan sapmasını açıklama, çünkü âlim bir hata yapar, sonra terkeder'.
Alim kişinin hatasını ifşâ etmeyin ve (ondan ötürü) onunla aranızdaki bağı koparmayın ve onun dönüşünü bekleyin.86

Hz. Ömer (r.a) daha önce kardeş olduğu bir kimsenin hâlini sordu. Bu zat Şam'a gidecekti. 'Şam'a gideceğin zaman bana haber ver' dedi ve gittiği zaman Hz. Ömer kardeşine hitaben şu mektubu
yazdı: Bismillahirrahmanirrahim. Hâ Mim. Bu kitâbın indirilişi aziz, âlim olan Allah'tandır. O günahları bağışlayan, tevbeleri kabûl eden, azâbı şiddetli olan, ihsan sâhibi Allah'tandır ki, ondan başka ilâh yoktur. Dönüş ancak O'nadır, (Mü'min/1-3)

Bu ibareyi yazdıktan sonra Hz. Ömer, arkadaşına hitap edip yaptıklarından dolayı onu kınadı. Adam mektubu açıp okuduğu za man hüngür hüngür ağlayarak 'Allah Teâlâ doğru söylemiş ve Ömer de bana nasihat vermiştir' deyip tevbe etti.

Rivayete göre, iki arkadaştan biri bir aşka mübtelâ oldu. Arkadaşım bu sırrına muttali ederek 'Ben bu şekilde bir hastalığa tu tuldum, eğer istersen Allah rızası için aramızdaki arkadaşlığı boza bilirsin' dedi. Bunun üzerine karşısındaki zat şu cevabı verdi: 'Senin günahından ötürü, hiçbir zaman arkadaşlık akdini bozamam'. Sonra, arkadaşı bu beladan kurtuluncaya kadar, yiyip içmeyeceğine dair niyyet etti. Böylece kırk gün yemedi içmedi. Bütün bu müddet zarfında kardeşinden hastalığım sordu. Kardeşi de 'Kalbimde hâlâ o durum devam etmektedir' cevabım veriyordu. O da gittikçe, açlıktan ötürü erimekteydi. Arkadaşının kalbinden, kırk günden sonra, o illet kaybolup kendisine haber verinceye kadar bu perhize devam etti. Haberi aldıktan sonra zayıflık ve hastalıktan telef olmaya yaklaşmışken yemeye ve içmeye başladı.

Yine selef-i sâlihînden arkadaş olan iki kişiden şöyle hikâye edi lir: Onların birine, istikametten şaşmış arkadaşı hakkında denildi ki: 'istikametten sapan bu kimsenin arkadaşlığını artık kesip onu ter ketmeyecek misin?' O şu cevabı verdi: 'O, şu anda her zamankinden daha fazla, bana muhtaçtır. Çünkü şu anda günahın içine düşmüş bulunuyor. Onun elinden tutup ince ve hikemâne bir şekilde kendi sine nasihatta bulunmak ve eski durumuna gelmesi için dua etmek hususunda her zamankinden daha fazla bana ihtiyacı vardır'.

İsrâiliyat'ta87 rivayet edilmiştir ki bir dağda ibadet eden iki ar kadaş vardı. Onlardan biri biraz et satın almak için şehre indi. Kasap dükkanında zâniye bir kadına tesadüf etti. Kadına göz kırptı, aşık oldu. Onu tenha bir yere çekip kendisiyle zinada bulundu. Üç gün sonra kadınla beraber otururken arkadaşı içeri daldı, boynuna sarıldı. Onu öpüp bağrına bastı. O ise utandığı için 'Sen kimsin? Seni tanımıyorum?' diye arkadaşını azarladı ve tanımamazlıktan geldi. Arkadaşı kendisine 'Kardeşim, ben senin durumunu ve hikayeni bi liyorum. Kalk gidelim. Sen şu anda benim yanımda o kadar sevimli ve azizsin ki, hiçbir zaman bu kadar seni sevmiş ve bağrıma basmış değilim'. Suçlu arkadaş kardeşinin gözünden düşmediğini görünce ayağa kalkıp onunla beraber gitti.

İşte bu şekilde hareket etmek selef-i sâlibinden bir kavmin yolu dur. Bu yol Ebu Zer Gifârî'nin yolundan daha ince ve siyasete daha uygundur. Ebu Zer Gifârî'nin yolu ise, daha güzel ve daha selâmetli dir.

İtiraz: 'Neden bu yol Ebu Zer Gifârî'nin yolundan daha ince ve si yasete daha uygundur?' dedin. Oysa bu günahı işlemek, başlangıçta arkadaşlığın caizliğini ortadan kaldırır! Bu bakımdan sonunda da bu günah işlenildiği takdirde arkadaşlığın kesilmesi farzdır. Çünkü hüküm, herhangi bir illetle sabit olduğu zaman, kıyasa göre o illetin kalkmasıyla o hüküm de ortadan kalkar. Arkadaşlık akdinin illeti ise. din hususunda yardımlaşmaktır. Din hususunda yardımlaşma ise, bir tarafın günah işlemesiyle beraber devam etmez.

Cevap: O yolun, Ebu Zer Gifârî'nin yolundan daha ince olması hususuna gelince, o yolda şefkat, kalbi kazanmak, karşıdaki kişiyi günahtan çevirme ve tevbeye zorlayıcı bir sevgi vardır. Çünkü ar kadaşlığın devamı hâlinde hayâ da devam eder. Ne zaman ar kadaşlık kesilip, adamın artık arkadaşlıktan ümidi kırılırsa günaha ısrar ve devam eder. O yolun Ebu Zer Gifârî'nin yolundan daha fa kihçe olması hususuna gelince, bu husus şu noktadan ileri gelir: Arkadaşlık, kan bağının yerine geçen bir akiddir. Bu akid yapıldığı zaman, karşılıklı olarak, hakların müdafâsı daha da kuvvet kazanır. Akdirı gereğince onları yerine getirmek farz olur. Arkadaşını fakir olduğu ve muhtaç bulunduğu günlerde ihmal etmemek o hakkı ye rine getirmektendir. Din hususundaki fakirlik, mal hususundaki fa kirlikten daha fazla yardıma ihtiyaç gösterir. Oysa burada ar kadaşına bir felâket isabet etmiştir. Onun başına bir âfet inmiştir ki, o âfet sebebiyle din hususunda fakir düşmüştür; Bu bakımdan onu gö zetmek, kalbine riayet etmek ve durumunu ihmal etmemek gerekir. Onu ihmal bir yana hakimâne bir şekilde başına gelen çirkeften onu kurtarmaya daimi bir şekilde çalışmak gerekir. Çünkü arkadaşlık, musibetlere karşı zamanın şartlarına göre bir silâhtır. Adamın başına gelen bu durum ise musibetlerin en şiddetlisidir.

Fâsık bir kimse, muttaki bir kimse ile arkadaşlık yaptığı zaman, o muttakînin Allah'tan korkmasına, ibadete devamlılığına baka baka yakın bir zamanda dönüş yapabilir. Günahta ısrar etmekten utanır. Tembel bir kimse, çalışkan bir kimseyle arkadaşlık yaptığı zaman utanarak çalışkan olur. Nitekim Câfer b. Süleyman88 şöyle demiştir. Ne zaman ibadette gevşeklik göstersen Muhammed b. Vâsıa, onun ibadet ve taatine bakarak ibadetteki hevesim bana geri geliyor, tembel lik benden uzaklaşıyor. Bu neşe ile bir hafta var kuvvetimle ibadet ve taatime devam ediyorum.

Bu tahkik ve tedkik şudur: Dostluk ve doğruluk, soydan gelen yakınlık gibidir. Oysa soydan gelen yakınlığını, masiyetten ötürü ter ketmek caiz değildir.

Bu sırra binaendir ki Allah Teâlâ (c.c) peygam ber-i zişanma, aşiret ve soyundan gelenler hakkında şöyle hitab etmiştir:
Şayet sana (uymaz ve) karşı gelirlerse 'Ben sizin yaptıkla rınızdan uzağım' de. (Şuara/216)

Dikkat edilirse, peygamber-i zişan Allah'ın emriyle burada 'Sizin yaptıklarınızdan uzağım' diyor. 'Sizden beri ve uzağım' demiyor. Akrabalık hakkına riayet olsun diye böyle demesi emredilmiştir. Bu keyfiyete, Ebu Derdâ'ya 'Arkadaşın şöyle yapmasına rağmen hâlâ ona buğzetmeyecek misin?' denildiği zaman 'Ben ancak onun ame line buğzederim. Eğer onun o kötü ameli olmazsa o yine de benim ar kadaşımdır' demek suretiyle işaret edilmiştir.

Hâl böyleyken, din kardeşliği soydan gelen kardeşlikten daha kuvvetlidir ve bu sırra binaen bir hakime şöyle denildi: 'Kardeşin mi, yoksa dostun mu sence daha sevimlidir?' Hakîm 'Ben kardeşimi an cak bana dost olduğu zaman severim' diye cevap verdi.

Hasan Basrî şöyle derdi: 'Nice kardeşlerim vardır ki, onları annem doğurmamıştır.'
Bunun için denilmiş ki: "Yakınlık sevgiye muhtaçtır. Sevgi ise, yakınlığa muhtaç değildir'.

Cafer-i Sâdık (r.a) şöyle demiştir: 'Bir günlük sevgi, sılayı rahim dir. Bir aylık sevgi yakınlıktır. Bir senelik sevgi, sıkı fıkı bir yakınlıktır.Kim onu keserse,Allah Teâlâ da onu rahmetinden uzaklaştırır'.

Bu bakımdan daha önceden yapılan kardeşlik bağına vefa gös termek vaciptir. İşte fâsık olan bir kimseyle, arkadaşlıktan sonra gü naha dalan arkadaş arasındaki fark ve bununla ilgili sözlerimiz bundan ibarettir. Çünkü öteden beri sapık yolda olan bir kimseyle ar kadaşlık bağı kurulmamıştır. Eğer kan bağı varsa, şüphe yoktur ki, bu durumda onu terketmek uygun değildir. Aksine onunla iyi ge çinmek, onun bazı şeylerini göğüslemek gerektir. Buna delil olarak şu hakîkat gösterilir: Başlangıçta herhangi bir kimseyle arkadaşlığı terketmek, onunla arkadaş olmaya rıza göstermemek yasak ve çirkin değildir. Aksine birçok kimse 'Tek başına yaşamak, arkadaş edin mekten daha evlâdır' demişlerdir. Devam eden bir arkadaşlığı 'arkadaşı günah işledi' diye kesmek ise, yasaklanmış bir husustur. Aslında kötü ve çirkindir. Başlangıçta arkadaşlığı bozmak, evliliği bozmak gibidir. Oysa Allah katında talâk (boşanma), nikahı terket mekten daha çirkindir.

Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle bu yurmuştur:
Allah'ın kullarının en şerlileri kovuculuk yapanlar ve dost ların arasını bozanlardır.89

Seleften biri, arkadaşın kusurlarını örtmek hususunda şöyle demiştir: 'Şeytan dostlarınızın kusurlarını yüzüne vurmanızı, on larla aranızın açılmasını arzu eder. Acaba siz düşmanınızın sevin mesinden ne kazanacaksınız?' Bu söz şu bakımdan doğrudur; dost ların arasını bozmak şeytanı sevindiren hususlardandır. Nitekim günah işlemek de onu sevindiren bir hareket olduğu gibi... Bu bakımdan şeytan, iki hedefinden birini elde ettiği zaman, ona ikinci hedefini de elde ettirmemeye dikkat etmek gerekir.

Günah işleyen kişiye küfreden birini susturan Hz. Peygamber (s.a)
'Sus! Böyle söyleme!' deyip onu azarladıktan sonra şöyle bu yurmuştur: Sakın kardeşinizin aleyhinde şeytana yardımcı olmayınız.90

Bütün bu söylediklerimizle arkadaşlığın devamı ile başlangıçta arkadaş olunması arasındaki fark açığa çıktı. Çünkü fâsık ve fâcir kimselerle oturup kalkmak mahzurludur. Ahbab ve dostlardan ayrılmak da mahzurludur. Başkasının mücadelesinden uzak kalan bir kimse başkasının mücadele ve münakaşasından uzak kalmayan bir kimse gibi değildir. Baştan arkadaş edinmemekle kişi hiçbir kınamaya mâruz kalmaz. Bu bakımdan biz şöyle diyoruz: Fâsıklardan uzaklaşmak, onlara yaklaşmaktan daha evlâdır. Fakat dostluğu devam ettirmek hususunda âlimlerin çeşitli görüşleri vardır. Bu bakımdan dostluğun hakkını yerine getirmek daha uy gundur. Bütün bunlar, kişinin din hususundaki sapmasına bağlıdır.

Arkadaşının nefretini çekecek şekildeki kaymasına gelince, böyle kusurları affetmek ve sineye çekmek ittifakla muahaze etmekten daha evlâdır. Hatta ister uzak, ister yakın bir mazaret gösterme im kânı tasavvur edilen ve iyi bir mânâya hamledilmesi muhtemel olan her hatayı affetmek, kardeşliğin gereken bir hakkıdır, vâcibdir. Nitekim denildi ki: "Arkadaşının kusur ve hataları için yetmiş çeşit mazeret kabul etmen uygundur. Eğer buna rağmen kalbin onu kabul etmezse, sen suçlu olarak nefsini gör ve kalbine 'Amma da katı imişsin, arkadaşın senden yetmiş çeşit özür dilediği halde sen hâlâ kabul etmiyorsun. Bu bakımdan kusurlu olan arkadaşın değil sen sin' de!" İyi bir mânâya hamledilmeyecek şekilde hataları başgösterirse, bu defa mümkün olduğu kadar dikkat etmen daha uy gundur, fakat bu da pek mümkün değildir. Nitekim İmam Şâfiî şöyle demiştir. 'Kızdırıldığı halde kızmayan bir kimse eşşektir. Razı edil mesine çalışıldığı halde razı olmayan kimse şeytandır'.

Bu bakımdan sen ne merkep ne de şeytan olmamaya bak. Arkadaşının vekili olarak kalbini razı et. Onun razı edilmeye çalışıldığı halde razı olmamak suretiyle şeytan olmamasına dikat et. Ahmed b. Kays şöyle demiştir: Dostluğun hakkı üç şeyi sineye çekmektir:
1- Öfke anındaki zulmünü
2- Nazlanmayı
3- Sürç-i lisanın zulmünü
Bir başkası da 'Hayatımda hiç kimseye küfretmedim. Çünkü bana küfreden şerefli bir insansa, ben ona küfretmektense onu bağışlamayı tercih ederim. Eğer bana küfreden alçak bir kimse ise, ben hiçbir zaman namusumu ona hedef yapmam'.

Bu sözünü söyledikten sonra şu şiirlerle temsil getirerek devam etti:
Kerim bir kimsenin kötü konuşmalarını cömertliğine bağışlarım!
Alçak bir kimseye küfretmekten de lütfen ve keremen imtina ederim!

Denilmiştir ki; 'Dostundan temiz olanı al! Bulanık olanı terket! Zira ömür, bulanıklıktan dolayı dosttan alınmayı gerektirmeyecek kadar kısadır.
Arkadaşın, ister yalancı, ister doğru olsun, senden özür dilediği zaman, onun özrünü derhal kabul et.

Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Kim arkadaşı kendisinden özür dilediği halde onun özrünü kabul etmezse, sultapın yardımcılarının alışveriş yapanlardan zulmen aldıkları vergiden yüklendikleri günah gibi, günah yüklenmiş olur.91

Mü'min çabuk kızar; çabuk razı olup barışır.92

Dikkat edilirse Hz. Peygamber 'Mü'min kızmaz' dememiştir. Allah Teâlâ 'Öfkelerini yutarlar' (âlu İmran/134) buyurmuştur. Allah Teâlâ 'Mü'minler öfkesizdir' dememiştir. Çünkü tabii olarak insanın yaralanıp elem duymaması mümkün değildir. Aksine in sanoğlu elem duymasına rağmen ona karşı sabır gösterip, bir dere ceye kadar tahammül edebilir. Nasıl yaradan elem duymak, bedenin tabiati ise, öfkenin sebeplerinden elem duymak da kalbin ta biatındandır. Bunu kalpten söküp atmak mümkün değildir. Ancak iman sayesinde onu kontrol altına almak, yutmak ve onun tersine hareket etmek mümkündür. Çünkü insan öfkelendiği zaman inti kam almak ve karşılık vermek suretiyle yüreğini rahatlatmak ister. Fakat bunları yapmamak mümkündür. Nitekim şair şöyle demiştir: 'Eğer kusuru ve dağmıklığıyla beraber kabul etmezsen hiçbir ar kadaş edinemezsin! Oysa dört başı mamur ve tam temiz olan kaç kimse vardır?'

Ebu Süleyman Daram, Ahmed b. Ebu'l-Havârî'ye 'bu devirde, herhangi bir kimse ile kardeş olduğunda sevmediklerini onda görür sen kızma, onu kınama. Çünkü o gördüğünden daha şerlisinin gö rülmeyeceğinden emin değilsin' demiştir. Ahmed diyor ki: 'Onun dediğini denedim ve söylediği gibi olduğunu müşahede ettim'.
Seleften bazıları demişlerdir ki: 'Arkadaşın nahoş hareketlerine karşı göğüs gerip sabır göstermek, ona kızmaktan daha hayırlıdır. Ona kızmak ise, onu terketmekten daha hayırlıdır. Onu terketmek ise, onun aleyhinde uygun olmayan şeyleri söyleyip nakletmekten daha hayırlıdır'. Onun aleyhinde nakli uygun olmayan şeyleri nakle derken, öfkeden pek fazla mübalağalı hareket etmemeli ve ifrat gös termemelidir. Çünkü Allah Teâlâ (c.c) Mümtâhine sûresinde aynen şöyle buyurmaktadır:
Belki de Allah sizinle, onlardan düşman olduklarınız arasına bir sevgi koyar.

Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur:
Dostunu ifrata kaçmaksızın normal bir sevgi ile sev. Çünkü o herhangi bir günde senin buğzettiğin bir kimse olabilir.

Sevmediğin bir kimseye de ifrat derecede buğzetme. Umulur ki bir gün sana dost olabilir!93
Adil Halife Hz. Ömer de şöyle demiştir: 'Senin sevgin sana yük, buğzun da telef olmasın'.

Altıncı Hak
Gerek hayatında ve gerekse ölümünden sonra arkadaşa, aile ef radına ve kendisiyle yakın ve uzak ilgisi olan kimselere dua etmektir. Bu bakımdan sen, kendi nefsine dua ettiğin gibi arkadaşına da dua etmelisin. Arkadaşın ile kendin arasında bir ayrılık gözetmemelisin. Çünkü ona yapmış olduğun dua hakikatte senin nefsinedir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kişi yanında olmayan arkadaşına dua etiği zaman melek ken disine 'Sana da onun benzeri olsun' der.94
Başka bir lafızla hadîs şöyle rivayet edilmiştir:

Allah Teâlâ 'Ey kulum! Seninle bu işe başlıyorum' der.95

Kişinin arkadaşı için yapmış olduğu dua, Allah tarafından ka bul edilir. Oysa aynı duayı kendi nefsi için yapmış olsaydı kabul edilmezdi.96

Kişinin arkadaşına gıyabında yaptığı dua geri çevrilip redde dilmez.97

Ebu Derdâ şöyle dedi: 'Secdeye vardığımda isimlerini teker teker zikretmek suretiyle yetmiş arkadaşıma dua ederim.

Muhammed b. Yusuf el-İsfehanî derdi ki: Salih arkadaşın ben zeri nerede var? Öldükten sonra aile efradın mirasını taksim edip ge ride bıraktıklarınla zevk u safâya dalarlar. Sadece senin için üzülen, senin akibetini merakla izleyen ve son vardığın merhaleyi titizlikle takip eden gecenin karanlığında sen toprağın altında olduğun halde sana dua eden, salih arkadaşındır. Sanki salih arkadaş bu hususta Allah'ın meleklerine uymaktadır.

Kul öldüğü zaman insanlar 'Geride ne bıraktı?' diye sorarlar. Allah'ın melekleri ise 'Acaba ölmeden önce azık olarak neyi gönderdi?' diye sorarlar.98

Mekikler onun, daha önce gönderdiği azıkla sevinirler. Onun o azığını sorarlar. Kendisi için şefkat gösterirler. (Salih arkadaş da meleklerin yaptığını yapar).

Bir kimsenin kulağına Allah yolunda arkadaşı olan birisinin ölüm haberi geldiğinde ona rahmet dileyip günahının affını Alah'tan isterse onun defterine sanki ölenin cenazesinde bulunmuş ve namazını kılmış gibi sevap yazılır. Hz. Peygamber şöyle bu yurmuştur:

Ölünün kabrindeki misali, boğulmakta olan bir kimsenin mis âline benzer. O herşeye sarılır. Oğlundan veya babasından veya kardeşinden veyahut herhangi bir yakınından gelecek bir duayı bekler. Muhakkak ki, ölülerin kabirlerine dirilerin du alarından dağlar gibi nûr huzmeleri gider."

Seleften biri şöyle demiştir: Ölüler için yapılan dua dirilere veri len hediyeler mesabesindedir. O duayı ölüye ulaştıran melek, ölünün huzuruna elinde nûrdan bir tabak olduğu halde girer, tabağın üzeri nûrdan bir mendil ile örtülüdür. Melek ölüye der ki: 'Bu filân kardeşinden gelen hediyedir. Filân yakınından sana gönderilen armağandır'.

Bu haberi rivayet eden zat diyor ki: 'Meleğin bu sözünü dinleyen ölü, diri bir kimsenin hediye ile sevinmesi gibi sevinir'.

Yedinci Hak
Yedinci hak, vefâkarlık ve ihlâstır. Vefanın mânâsı ölüme kadar sevgiye devam edip üzerinde sebat etmektir. Ölümden sonra da dos tunun evlât ve dostlarına sevgiyi devam ettirmektir. Zira sevgi ancak ahiret için istenir. Eğer ölümden önce sevgi kesilirse, o sevgiden elde edilen amel boşa gider. O yapılan gayret boşa gider. Bunun için Allah'ın Rasûlü (s.a) Allah tarafından kıyamet gününde arşın gölge sine alman yedi sınıfın arasında birbirini sevenlerin hâlini şu şekilde ifade etmiştir:

İki kişi ki Allah yolunda sevişirler, o sevgi üzerinde toplanır ve o sevgi üzerinde ayrılırlar.
Seleften biri şöyle demiştir: 'Ölümden sonra gösterilen az vefak ârlık hayatta iken gösterilen çok vefakârlıktan daha hayırlıdır'. Bunun için rivayet ediliyor ki, Hz. Peygamber (s.a) huzuruna gelen ihtiyar bir kadına ikramda bulundu. Rasûlullah'a 'Neden bu kadına bu kadar ikram ediyorsun?' diye sorulduğunda şöyle buyurdu:

Bu kadın Hatice zamanında bize gelip giderdi. Ahde vefa din dendir.100

Arkadaşın dost, akraba ve taallûkatım gözetmek, ona gösterilen vefakârlıktandır. Onları gözetmek, arkadaşın bizzat kendisini gözet mekten daha fazla ve müsbet bir tesir uyandırır arkadaşta... Çünkü onun yakını olan kimselerin hâlini sormak onu daha fazla sevindirir. Zira şefkat ve muhabbetin kuvveti ancak arkadaşın ötesinde arkadaşınla ilgili bulunan kimselere teşmil edilmesiyle bilinir. Hatta arkadaşın kapısında nöbet bekleyen köpeği, kalbinde diğer köpeklerden farklı tutmalıdır. Ne zaman muhabbetin devamının kesilmesiyle vefakârlık sona ererse, şeytan sevinir. Zira şeytan, Allah için kardeş olan ve Allah için sevişen iki kişiye hased ettiği kadar, hayırlı bir işte yardımlaşan iki kişiye hased etmez. Çünkü şeytan var kuvvetiyle Allah için arkadaş olan ve Allah için sevişenlerin arasını bozmaya çalışır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Kullarıma söyle; en güzel sözü söylesinler. (İsra/53) Allah Teâlâ Hz. Yusuf'tan haber vererek şöyle demiştir:
Zira şeytan,benimle kardeşlerim arasına fitne soktuktan sonra..(Yusuf/100)

Deniliyor ki: 'Allah için iki kişi arkadaş olduğunda ancak onlar dan birisinin işlediği bir günah aralarını bozabilir'.

Bişr el-Hafî derdi ki: 'Kul Allah'ın taat ve ibadetinde kusur gös terdiği zaman ona ceza olarak Allah Teâlâ dostlarını kendisinden soğutur'.

Bunun hikmeti şudur: Arkadaşlar insanın kalplerine ve üzüntü lerine teselli olur ve dinine yardım ederler. Bu sırra binaen İbn Mübârek şöyle demiştir: 'En güzel şey arkadaşlarla oturmak ve idare edecek kadar nafaka ile yetinmektir. Sevginin devamlı olanı ise Allah yolunda olan sevgidir. Herhangi bir gaye için gösterilen sevgi, o gaye nin ortadan kalkmasıyla ortadan kalkıp yok olur. Allah yolundaki sevginin semerelerinden biri de bu sevginin gerek din ve gerekse dünya hususundaki hasedle beraber olmamasıdır. Kişi arkadaşına nasıl hased edebilir? Zira arkadaşında bulunan her meziyetin faydası aynı zamanda kendisine de olur.Allah Teâlâ kendi yolunda sevişenleri bununla vasıflandırmıştır.

Onlar, verilen şeylerden dolayı nefislerinde bir kaygı duymaz lar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa bile, onları nefislerine tercih ederler. (Haşr/9)

Arkadaşına gösterdiği tevazu hâlinin değişmemesi vefak ârlıktandır. Dünyevî mertebesi şanı ve şöhreti ne kadar yücelirse yü celsin, nûfuzu ve gücü ne kadar genişlerse genişlesin, arkadaşlara karşı büyüklük taslamak, alçaklıktan başka birşey değildir. Nitekim şair şöyle demiştir: 'Muhakkak ki şerefli kimseler zengin oldukça fa kirlik zamanında kendisiyle oturup kalkan kimseleri daha iyi hatırlarlar.'

Seleften biri oğluna şöyle tavsiyede bulundu: 'Oğlum! İnsanlardan ancak fakir düştüğün zaman sana yaklaşan, zengin olduğun takdirde senden fazla birşey beklemeyen, mertebesi yük seldiği takdirde seni hor görmeyen kimse ile arkadaşlık yap!'

Hakimlerden biri şöyle demiştir: 'Arkadaşın herhangi bir ma kama sahip olduğu zaman sana karşı olan eski sevgisinin yarısını muhafaza ederse bu çok demektir'.

Rebî101 hikâye ediyor ki, İmam Şâfiî Bağdad'da bir kişi ile kardeş oldu. Sonra onun kardeş olduğu zat, Irak'ın aşağı ve yukarı 'Sıb' diye bilinen bölgesinin valisi oldu. Vali olduktan sonra İmam Şâfiî'ye karşı olan tavrı değişti. Bunun üzerine İmam Şâfiî eski arkadaşına şu şiiri yazıp gönderdi:
Git! Senin sevgin kalbimden çıkmıştır, hem de ebedî olarak.. Fakat üç talakla olan bir boşamayla değil. Eğer sen uyanır, dönüş yaparsan bir talakla boşanmıştır. O zaman sevgi ve mu habbetin, benim için iki talakla devam eder. Eğer imtina eder, dönüş yapmazsan o talakı ikilerim. Yani ikinci bir defa mu habbetini kalbimden boşanırım. Böylece iki ayrı hayız zamanında vaki olan iki talak olmuş olur. Sana kesin olarak benden
üçüncü talak geldiği zaman, Sıbeyn (iki Sıb'ın) valiliği seni bu durumun vehamet ve felâketinden kurtaramaz.
Din ile ilgili bir işte kardeşin hakka muhalefet ederse, bu hususta ona uymanın vefakârlıkla uzaktan yakından zerre kadar alakası yok tur. Aksine vefakârlık bu hususta ona muhalefet etmeyi gerektirir.

Zira İmam Şâfiî, Muhammed b. Abdülhakem'le kardeş oldu.102 Ona yaklaşır, ona özel bir ilgi gösterirdi ve derdi ki: 'Beni Mısır'da durdu ran Muhammed b. Abdülhakem'den başka birşey değildir'.
Bir aralık Muhammed hastalandı. İmam Şâfiî onu ziyarete giderek şu şiiri okudu:
Dost hastalandı. Ben onu ziyaret ettim. Onun için korktuğumdan hasta düştüm. Muhammed b. Abdülhakem de cevap olarak şu şiiri okudu: Dost beni ziyaret etmeye geldi. Ona baktım ve şifa buldum.
Halk bu iki zatın arasındaki büyük sevgiden ötürü zannederdi ki, İmam Şâfiî öldükten sonra tedrisat halkasını bu zata teslim edecek tir. Bunun üzerine İmam Şâfiî'nin ölüm hastalığında kendisine şöyle soruldu: 'Ya Ebu Abdullah! Senden sonra kimin meclisinde oturalım?' O anda İmam Şâfiî'nin baş ucunda oturan Muhammed b. Abdülhakem, İmam'a baktı ki İmam ona işaret etsin! Bunun üzerine İmam Şâfiî hayret ederek şöyle dedi: 'Sübhânallah! Bu hususta şüphe mi var? Ebu Yâkub Buveytî'den103 başka kimin meclisinde oturacaksınız?'
Muhammed bu söze kırıldı. İmam Şâfiî'nin en iyi takipçilerinden olduğu halde, İmam Şâfiî'nin talebeleri Ebu Yâkub'a akın ettiler.

Çünkü ondan daha üstün, zühd ve takvaya daha yakındı. Dikkat edi lirse İmam Şâfiî burada Allah için ve müslümanlar için nasihatta bulunup yağcılık ve müdaheneciliği terketmiştir. Halkın rızasını Allah'ın rızasından üstün tutmamıştır. İmam Şâfiî vefat ettiği za man Muhammed b. Abdülhakem onun mezhebinden ayrılıp ba basının mezhebini kabul etti. İmam Mâlik'in kitaplarını okuttu. Çünkü o, Mâlikin en büyük talebelerindendi. Ebu Yakub Buveytî ise zühd ve takvayı ve sessizliği tercih etti. Toplantılar ve ders halka larında oturmak onun hoşuna gitmedi. Sadece ibadetle meşgul oldu. Rebi b. Süleyman'a nisbet edilen 'Ümm' adlı kitabı yazdı. Kitap, Buveytî'nin telifi olduğu halde Rebi b. Süleyman'a maledilmektedir. Fakat 'Buveytî orada kitabı kendisine nisbet etmiştir. Rebi, kitaba bazı ekler yaparak bir kısım tasarruflar yapmış, anlaşılmayan birtakım noktaları açığa kavuşturmuştur. Bu macerayı nakletmekten gaye sevgiyi gözetip dosta vefa göstermenin Allah için yapılan nasihat olduğunu belirtmektir.

Ahnef b. Kays şöyle demiştir: 'Dostluk ince bir cevherdir. Onu ko rumazsan felâketlere uğrar. Bu bakımdan dostluğu korumak için sana zulmedenin özrünü kabul edip öfkeni yutmalısın. Kendi fazile tini ve dostunun kusurunu çok görmemek için rıza ile kardeşliği muhafaza et'.
Tam vefakârlığın, ihlâs ve sadakatin eserlerinden biri de ar kadaşından ayrıldığında üzülmek ve ayrılmanın sebeplerinden nef ret etmektir. Nitekim şöyle denilmiştir: 'Arkadaştan ayrılmak hariç, zamanın bütün musibetlerini kolay atlatılabilir gördüm!'

İbn Uyeyne bu şiiri okuduğu zaman şöyle dedi: 'Hatırlıyorum! Otuz seneden beri ayrıldığım bir kısım ahbablarım vardır. Hâlâ da onların ayrılığından gelen üzüntünün kalbimden çıkmadığını hisse diyorum'.
Vefakârlığın alâmetlerinden başka biri de halkın dostu hakkında söylediklerine kulak vermemektir. Hele önce kendisini dostunun dostu olarak gösteren, dostunun aleyhinde konuşmasından dolayı it ham edilmesin diye tariz yoluyla dostuna hücum edene hiç kulak vermemelidir. Bu adamın dostu için naklettiği nefret çekici şeyleri asla dinlememeli. Çünkü bu şekilde hareket etmek, aleyhinde bulu nulan kimseyi vurmak için başvurulan hilenin ince taraflarıdır. Böyle bir şeyden sakınmayan bir kimsenin sevgisi hiçbir zaman de vamlı olmaz.

Bir adam hakîm bir zata dedi ki:
- Senin sevgi ve muhabbetini istemek için geldim.
- Eğer üç şey verirsen onu sana veririm.
-Onlar nelerdir?
- Benim aleyhimde söyleneni dinlemeyeceksin, hiçbir işte bana muhalefet etmeyeceksin, körü körüne beni çiğnemeyeceksin veya beni herhangi bir rüşvet karşılığında satmayacaksın.
Dostunun düşmanına dost olmamak da fedakârlıktandır. Nitekim İmam Şâfiî şöyle demiştir: 'Ne zaman ki dostun düşmanına itaat ederse bil ki, ikisi ortaklaşa senin düşmanlığını gütmektedirler'.

Sekizinci Hak
Kardeşine yük olmamalı, gereksiz tekliflerde bulunmamalıdır. Kardeşine ağır geleni teklif etmemeli, aksine ihtiyaçlarını ona belli etmemeli, mümkün olduğu kadar gizlemelidir. Ondan mal ve mevkî hususunda yardım istememelidir. Gereksiz tevazû, hürmet, hizmet gibi şeylerle ona sıkıntı vermemeli, sevgisi sadece Allah için ol malıdır. Onun duasından faydalanmak, onunla yakınlaşmak, din hususunda yardım istemek için dost olmalıdır. Onun hak ve huku kuna riayet etmek suretiyle onun birtakım ihtiyaçlarını giderirken Allah'a yakınlaşmayı kasdetmelidir. Seleften biri şöyle demiştir: 'Kim arkadaşlarından onların almadığını veya istemediğini alır veya isterse onlara zulmetmiş olur ve kim arkadaşlarının kendisinden aldıklarının benzerini alırsa bu kimse de onları yormuş demektir. Onlar kendisinden aldıkları halde onlardan birşey almazsa bu tak dirde onlara ihsanda bulunmuş olur'.

Hükemadan biri şöyle demiştir: 'Kim nefsini, arkadaşlarının yanında kıymetinin üstünde tutarsa, hem kendisi, hem de ar kadaşları günahkâr olur. Kim nefsini tam kıymetinde tutarsa hem kendisini, hem de arkadaşlarını yormuş olur. Eğer nefsini kıymetinin altında tutarsa hem kendisi, hem de arkadaşları felâket ten emin kalırlar'.

Arkaaşlıktaki yük olmamanın tamamı ancak teklif sergisini tamamen ortadan dürüp kaldırmakla olur ki kendi nefsinden utan madığı konularda arkadaşından da utanmasın.

Cüneyd-i Bağdadî şöyle demiştir: 'İki kişi Allah için arkadaş ol dukları zaman biri diğerinden çekinirse muhakkak bu birisinde olan bir illetten ileri gelir',

Hz. Ali şöyle demiştir: 'Dostların en şerlisi, senin için külfetlere katlanan ve seni özür dilemeye mecbur bırakandır!'

Fudayl b. Iyaz şöyle demiştir: 'İnsanlar ancak arkadaşlık husu sunda gösterdikleri yapmacık hareketler ve zorluklardan ötürü ayrılırlar. Biri Allah yolundaki kardeşinin ziyaretine gider. Ziyaret edilen zatta onun için birtakım külfetlere girer. Böyle hareket etmek, kişinin ikinci bir defa ziyarete gelmesine mani olur'.
Hz. Aişe şöyle demiştir: 'Mü'min mü'minin kardeşidir. Mü'min, ne mü'mini ganimet gibi görür, ne de onu haşmetli görür'. (Bazı nüshalarda 'ganimet gibi görür' yerine 'ona hile yapmaz' sözü vardır).

Cüneyd-i Bağdadî şöyle demiştir: 'Sûfilerin dört grubuyla ar kadaşlık yaptım. Her grup otuz kişiden ibaretti. Birincisi Hâris el-Muhâsibi ve grubudur. İkincisi Hasan Mesuhî ve grubu, üçüncüsü Sırrî es-Sakatî ve grubu, dördüncüsü İbn Kureyş ve grubu idi. Bunlardan hiçbir zaman görmedim ki, Allah için arkadaş olan iki kişiden biri kendisini arkadaşından daha büyük görsün veya ondan çekinsin. Ancak birisinde herhangi bir bozukluk olursa o başka...'

Seleften birine şöyle soruldu: 'Biz kimlerle arkadaşlık yapalım?' Cevap olarak şöyle dendi: 'Senden teklif ağırlığını kaldıran, seninle arasındaki resmiyet zorluğunu düşüren bir kimse ile arkadaşlık yap'.
Câfer b. Muhammed Sadık (r.a) şöyle derdi: 'Benim için ar kadaşlarımın en ağırı ve çekilmez olanı o kimsedir ki, benim için bir takım zahmetlere girer ve ben de ondan çekinir ve resmiyete bürünü rüm. Arkadaşlarımın en hafifi o kimsedir ki, onunla beraber sanki tek başımaymışım gibi olurum'.

Seleften biri de 'Dünya ehli ile olduğun zaman zahirî edepten ayrılma! Ahiret ehliyle beraber olduğunda ilimden ayrılma. Ariflerle beraber olduğunda ise istediğin şekilde davran' demiştir.

Başka biri 'Sakın günah işlediğin zaman senin yerine tevbe eden, kötülük yaptığın zaman senin yerine özür dileyen, öz nefsinin yükle rini senin yerine sırtlayan ve aynı zamanda sana kendi yüklerinden herhangi birisini yüklemeyen bir kimseden başkasıyla arkadaşlık etme' demiştir.
Böyle diyen zat 'dostluk ve arkadaşlığın' yolunu oldukça da raltmıştır. Bu bakımdan durum onun dediği gibi değildir. Aksine her dindar ve akıllı kimse ile arkadaşlık yapmak gerekir. Öyle bir kimse ile arkadaşlık yapmalısın ki, bütün bu zikrettiğimiz şartları yerine getirmeye, bu şartları başkasına yükletmemeye azimli ve niyetli ol sun. Böylece arkadaşlar çoğalır. Zira bununla ancak Allah için ar kadaş edinmiş olursunuz. Aksi takdirde arkadaş olmak sadece nef sinin isteklerine dayanmış olur.

Bu sırra binaendir ki, sıradan bir adam Cüneyd-i Bağdadî'ye şöyle sordu: 'Arkadaşlar bu zamanda görünmez oldu. Acaba Allah için kardeş edineceğim bir kimse var mıdır?' Cüneyd yüzünü çevirip cevap vermedi. Adam bu suâli üç defa tekrar edince, Cüneyd kendi sine şöyle dedi: 'Eğer sen, senin yükünü sırtlayabilecek, eziyetlerine tahammül edecek bir arkadaş arıyorsan, yemin ederim ki böyle ar kadaş pek azdır. Eğer sen Allah için bir arkadaş arıyorsan ki, sen onun yükünü alasın, onun eziyetine katlanasın, bu vasıfta benim yanımda birçok kimseler vardır, onları sana göstereyim ve tanıtayım!' Bunun üzerine adam sustu.
İnsanlar üç sınıftır:
a) Sohbetinden faydalandığın insan.
b) Kendisine faydan dokunup, ondan zarar görmediğin insan.
c) Kendisine faydan dokunmadığı gibi, ondan zarar gördüğün insan. Bu ahmak veya ahlâksız bir kimsedir, işte esas sakınman gereken bu üçüncü şahıstır. İkinci şahıstan ise, sakınmaya gerek yok. Çünkü ahirette ondan faydalanırsın.

Allah Teâlâ Hz. Musa'ya 'Eğer bana itaat edersen arkadaşların çok olacaktır. Yani onların zahmetlerine katlandığın, eziyetlerine göğüs gerdiğin ve onları kıskanmadığın takdirde çoğalacaktır' diye vahyetmiştir.
Seleften biri 'Elli sene halkla arkadaşlık yaptım. Benimle onlar arasında herhangi bir ihtilaf olmadı. Çünkü ben onlarla beraber da ima nefsimin aleyhindeydim' demiştir. Ahlâkı boyle olan bir kimse nin elbette arkadaşları çoğalacaktır.

Arkadaşlığın alâmetlerinden biri de, nâfile ibadetlerde ona zorluk çıkarmamaktır. Dört şeyde eşitliğe riayet etmek şartıyla arkadaşlık yapmalıdır.
1. Eğer onlardan biri gündüzleri devamlı yeyip içse bile arkadaşı ona 'oruç tut' dememelidir.
2. Eğer bütün sene oruç tutarsa, arkadaşı kendisine 'orucunu ye'dememelidir.
3. Eğer bütün gece uyursa, arkadaşı kendisine 'kalk' dememelidir.
4. Eğer bütün gece, sabahlara kadar namaz kılarsa, arkadaşı kendisine 'uyu' dememelidir.
Bunlardan ötürü onun durumu arkadaşının yanında ne artmalı ne de eksilmelidir. Çünkü durumların tefavut göstermesi, tabiatı ri yakarlığa ve çekingenliğe sürükler.

Denilmiş ki, külfeti terkeden bir kimsenin muhabbeti devam eder. Külfeti az olan bir kimsenin sevgisi devam eder. Ashab-ı kirâmdan biri şöyle demiştir: 'Muhakkak ki, Allah Teâlâ zorluk gösterenlere lânet etmiştir!'

Nitekim Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur
Ben ve ümmetimin muttakîleri zorluk çıkarmaktan uzağız.104

Biri de şöyle demiştir: Kişi arkadaşının evinde dört şeyi yaparsa aralarında ünsiyet tamam olmuş demektir:
a. Arkadaşının evinde yemek yerse
b. Onun helasına girerse
c. Arkadaşının evinde namaz kılarsa
d. Arkadaşının evinde uyursa..."
Bu söz, meşayihten birine söylendiği zaman dedi ki: 'Beşinci bir şart daha vardır. O da şudur: (Eğer) helâliyle beraber kardeşinin evine gidecekse orada guslü gerektiren harekette dahi çekinmeden bulunabilmelidir. Çünkü ev, esasında bu sayılan beş şey hususunda kolaylık olsun diye edinilir. Kişi bunları yaptığı takdirde arkadaşının evini kendi evi olarak görüyor demektir. Çünkü ev, bunları yapabil mek için inşâ edilir. Eğer böyle olmazsa, ibadet için mescidler daha müsaittir. Bu bakımdan kişi, arkadaşının evinde bu saydığımız beş şeyi yaptığı takdirde arkadaşlık tam mânâsıyla güçlenir. Çekingenlik ortadan kalkar. Karşılıklı sevgi tamamlanır.

Arapların selâmında bu mânâya işaret vardır. Zira araplardan biri arkadaşına 'Merhaba, ehlen ve sehlen' der. Merhaba; yani 'senin için bizim nezdimizde genişlik vardır. O da, hem kalbimizdeki hem de evimizdeki genişliktir. Ehlen; yani senin için bizim ailemiz senin ailendir. Bizden hiç çekinme. Sehlen; yani senin için bütün bu husus larda kolaylık mevcuttur. Yani senin istediğin her meşrû şey bize ağır gelmeyecek ve temin edilecektir' demektir.

Kişi, nefsini arkadaşlarından daha aşağı görmedikçe ar kadaşlığın gereği olan kolaylık ve teklifsizlik tamamlanmaz. Kişi ar kadaşları hakkında iyi zan beslemedikçe ve nefsinin hakkında su-i zann etmedikçe arkadaşlığın gereği olarak istenilen kolaylık olmaz. Ne zaman kişi onları nefsinden hayırlı görürse, o vakit onların hep sinden daha hayırlı olmuş olur. Nitekim Ebu Muaviye Esved şöyle demiştir: 'Bütün arkadaşlarım benden hayırlıdır'.
Bu söz üzerine kendisine soruldu:
- Bu nasıl olur?
- Onların herbiri beni kendisinden daha faziletli görür. Oysa beni
kendi nefsinden daha faziletli gören kimse, benden daha hayırlıdır.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kişi dostunun dinr üzerindedir. Kendisi için istediğini senin için de istemeyen bir kimsenin arkadaşlığında hayır yoktur.105

İşte bu derece derecelerin en düşüğüdür. Kemâl, fazileti ar kadaşından bilmektir. Bu sırra binaen Süfyan es-Sevrî şöyle demiştir:

"Sana insanların en şerlisi' denildiğinde sen de kızarsan hakîkaten insanların en şerlisi olursun". Bunun izahı Kibir ve Ucub bölümünde gelecektir.

Tevâzuun mânâsının, arkadaşlarını kendinden faziletli görmek olduğu hakkında şu beyitler söylenmiştir:
Öyle bir kimseye karşı gönül alçaklığı göster ki, senin bu hare ketini gördüğünde hamakata değil de fazilete hamletsin.

Dostlara karşı kendisini faziletli olarak gören bir kimsenin dostluğundan kaç!
Başka bir şair de şöyle diyor:
Nice dostu diğer bir dost vasıtasıyla tanıdım.
Fakat o benim nezdimde eski dosttan daha değerli oldu.
Nice arkadaş vardır ki, onu yolda gördüm,
O benim nezdimde hakikî dost oldu.
Kişi, nefsini daha faziletli gördüğü zaman, arkadaşlarını hakir görmüş olur. Böyle bir telâkki ise bütün müslümanlar için kötü bir telâkkidir.

Nitekim, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Müslüman kardeşini hakir görmek bir mü'mine şer bakımından yeter de artar bile.106

Her yapacağı iş hususunda arkadaşlarıyla istişare edip onların söylediklerini dikkate almak, arkadaşlığın gereği olan teklifsizlik ve kolaylığın tamamlanmasındandır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle bu yurmuştur:
(Yapacağın) işler hakkında onlara" danış. (Âlu İmran/159)
Arkadaşlarından hiçbir sırrını gizlememelidir. Nitekim bu hu sus Mâruf-u Kerhî'nin yeğeni Yâkub'dan rivayet edilmiştir: Esved b.Sâlim ahiret kardeşi olan, amcam Mâruf-u Kerhî'ye gelerek şöyle dedi:
Bişr el-Hafî seninle arkadaşlık yapmayı istiyor. Fakat gelip bunu sana şifahen söylemekten utanıyor. Beni, onunla aranda arkadaşlık akdini yapman için sana gönderdi. Öyle bir ar kadaşlık akdi yapmalısın ki, Bişr el-Hafî onu kendisi için bir kâr saymalıdır. Ancak Bişr'in bu kardeşlik hususunda bir takım şartları vardır:
1. Bu arkadaşlığın yayılmasını ve bilinmesini istemiyor.
2. Seninle kendisi arasında ziyaret istemiyor.
3. Mülâkat istemiyor.Çünkü kendisi fazla mülakattan hoşlanmaz.
Buna karşılık olarak Mâruf-u Kerhî şöyle demiştir:
Fakat ben aynı fikirde değilim. Eğer birisiyle arkadaş olursam gece gündüz ondan ayrılmak istemem. Onu her an ziyaret eder, her durumda kendi nefsimden daha mümtaz görürüm.
Mâruf bunu söyledikten sonra arkadaşlığın ve Allah için sevişmenin fazileti hakkında vârid olan birçok hadîs zikretti. Sonra bu hususta dedi ki:

Hz. Peygamber (s.a) Hz. Ali ile kardeş oldu. Bu kardeşlikten ötürü onu ilimde ve kurbanda kendisine ortak yaptı. Kızlarının en faziletlisini ve nezdinde en sevimli olanını ona nikahladı. Bütün bunları aralarındaki kardeşlikten dolayı Hz. Ali'ye tah sis etti. Ben seni Allah için şahid tutuyorum ki, kendimle Bişr arasında kardeşlik akdettim. Allah için onun kardeşliğini is tediği ve seni gönderdiği için kabul ettim. Şu şartla ki, eğer hoş görmüyorsa beni ziyaret etmesin. Fakat ben istediğim an onu ziyaret ederim. Ona söyle ki bizim bir araya geldiğimiz yerlerde benimle beraber olsun. Ona söyle ki, durumundan hiçbir şeyi benden gizlemesin. Bütün durumlarına beni muttali kılsın.

Bunun üzerine İbn Sâlim, Bişr'e giderek Mâruf-u Kerhî'nin ken disine söylediklerini ona iletti. O da razı olup buna sevindi.

Buraya kadar zikrettiğimiz vasıflar, sohbet ve arkadaşlığın hak larını toplayan vasıflardır. Biz bir defasında bu hususları mufassal olarak beyân etmiştik. Bu vasıflar ancak arkadaşlar için nefsine za rar vermek, nefsin için arkadaşlarda zarar vermemekle tamam olabi lir. Nefsini onlara hizmetçi yaparak kemâle erdirebilirsin. Bu bakımdan bunun tamamlanması için bütün azalarınla onların hak ve hukuklarına riayet etmen gerekir.

Göz
Göze gelince, onlara muhabbetle bakmalı, böyle baktığını onlara sezdirmelisin, onların güzelliklerini görüp, kusurlarına gözlerini kapamalısın. Onlar seninle konuştukları zaman gözünü onlardan kaydırmaman ve onları itibâra alman gerekir.

Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a) huzurunda oturan herkese teveccüh eder, yüzüne bakma fırsatı verirdi.107 Rasûlullah'ı dinleyen herkes zannederdi ki, Rasûlullah'm nezdinde ondan daha faziletli bir kimse yoktur. Rasûlullah'ın meclisi; tevazu, hayâ ve em niyet meclisiydi. Rasûlullah arkadaşlarının yüzüne gülüp tebessüm etmek bakımından, arkadaşlarının konuştuklarını dinlemek ve on lan benimsemek yönünden insanların en üstünü idi.
Ashab-ı Kirâmın Rasûlullah'm nezdindeki gülüşmeleri tebessümden ibarettir. Bu hususta Rasûlullah'a uymakta ve ona tâzim etmekteydiler.

Kulak
Kulağa gelince, arkadaşının konuşmasına kulak verip onun söz lerinden tat alıp tasdik ederek konuşmasından hoşlandığını göster melisin. Arkadaşının konuşmasını mücadele, münâzaa, müdâhale ve itiraz etmek sûretiyle kesmemelisin. Eğer konuştukları esnada senin âcil bir işin çıkarsa onlardan özür dileyerek konuşmalarını ke sebilirsin. Onların hoş görmediklerini dinlemekten kulağını tıkamaksın!

Dil
Dile gelince... Biz dilin haklarını daha önce zikretmiştik. Çünkü dil hususunda konuşmak oldukça uzar. Fakat dilin vazifelerinden biri arkadaşlarına yüksek sesle konuşmamak, arkadaşlarının anla yamayacağı şekilde onlara hitap etmemektir.

Eller
Ellerin vazifesine gelince, arkadaşlarına elle yapılacak yardımlardan geri durmamaktır.

Ayaklar
Ayaklara gelince, arkadaşlarının arkasında tâbi olan bir kimse nin yürüyüşü ile yürümeli, hiçbir zaman efendinin yürüyüşü gibi yürümemelidir. Arkadaşlar kendisini ne kadar öne geçirirlerse, o kadar öne geçmeli, kendisini ne kadar yaklaştırırlarsa, o kadar yaklaşmalı, arkadaşları geldiğinde ayağa kalkmalı, ancak onlar oturduğu zaman oturmalıdır. Oturduğu yerde mütevazi bir şekilde oturmalıdır.

Arkadaşlık ilerlediği zaman bu hakların bir kısmı hafifler. Arkadaşın önünde ayağa kalkmak, arkadaştan özür dilemek ve ar kadaşını övmek gibi... Çünkü bütün bunlar sohbetin haklarındandır. Bunlar da bir nevi yabancılık ve külfet vardır. Arkadaşlık tam yerleştiği zaman külfet tamamen ortadan kalkar. Sanki yalnızmış gibi olur. Çünkü bu zahirî edepler, bâtın edeplerin ve kalbin saf ve temiz olmasının başlangıcıdır. Ne zaman ki, kalpler saflığa kavuşursa, artık bunlara ihtiyaç kalmaz. Gözü insanlarda olan bir kimse bazen eğri, bazen de doğru hareket eder. Fakat gözü Allah'a bakan bir kimse, zahir ve bâtında istikametten ayrılmaz. İç âlemini Allah'ın sevgisi ve ondan ötürü kullarının sevgisiyle bezer. Zahirini de Allah için ibadet, halk için hizmetle süslendirir. Böyle yapmak, Allah için yapılan hizmet nevilerinin en güzelidir. Zira bunlara an cak güzel ahlâk ile yetişilebilir. Kişi güzel ahlâkıyla gece ibadet, gün düz oruç tutan ve daha fazlasını yapan bir kimsenin derecesine yükselir.







49) Bundan önceki bölümde geçmişti.
50) İsmi Ahmed b. Muhammed'dir. Sırrı es-Sakatî ile uzun zaman arkadaşlık yapmıştır. Cüneyd'in emsallerindendir. H. 295 senesinde vefat etmiştir.
51) Irakî bu hadisin aslına rastlamadığını kaydetmiştir. Ancak Zebidî İthaf us Saade adlı şerhinde böyle bir hadisin mevcudiyetine taraftar görünür ifadeler kullanmaktadır.
52) Daha önceki bölümde geçmişti.
53) Künyesi Ebu Abdullah'tır. Kadı ve fakihti. Kûfe'de tabiînden sayılıyordu. Şâyân-ı itimad bir kimseydi. H. 44 senesinde vefat etmiştir.
54) Taberânî, (Ebu Utbe'den)
55) Daha önceki bölümde geçmişti.
56) Harâitî, Mekârim-i Ahlâk; Beyhakî, Şyab'ul-İman, (zayıf bir senedle); Tirmizî
57) Ebu Dâvud, Tirmizî, Şemâil', Nesâî, Amel'ul-leyl ve'n-Nehar, zayıf bir se nedle)
58) Buhârî, Tarih, (Ebu Hüreyre'den zayıf bir senedle); Nesai, (Ebu Hüreyre ve Ebu Said'den sahih bir senedle)
59) Taberânî, Evsat; Hâkim, Müstedrek
60) Tirmizî ye Hâkim, (Ebu Umâme'den zayıf bir senedle)
61) Çünkü böyle konuşmak, kişiye konuşma hususunda başkalarından üstün olduğu fikrini telkin eder.
62) Hâkim, Târih, (İbn Abbas'tan)
63) Müslim ve Buhârî, (Ebu Hüreyre'den)
64) Müslim ve Buhârî, (Ebu Hüreyre'den)
65) Bu zâtın künyesi Ebu Humeyd'dir. Nesâî'ye göre şâyân-ı itimad bir kimse dir. H. 118 senesinde Hişam'ın hilafetinde vefat etmiştir. Rasûlullah'ın zaman ı saadetine ermiş, fakat cemal-i risalet ile şerefyab olmadığından tabiin-i ki râmın büyüklerinden sayılmıştır.
66) İbn Mâce, (İbn Abbâs'tan); Müslim ve Buhârî, (İbn Ömer'den)
67) Ebu Davud, Nesâî ve Hâkim
68) Ebu Dâvud ve Tirmizi
69)Ebu Dâvud
70) Ebu Bekr b. Lâl, (İbn Mes'ud'dan)
71) Lakâbı Muntasırbillâh, adl Abdullah b. Mutezubillâh'tır. Babası Abbasî hali felerinin onüçüncüsüdür. Kendisi şiirde parmakla gösterilecek derecede şöhret bulmuştur.
72) İsmi Süfyan b. Said'dir. Meşhur künyesi Ebu Abdullah'tır.
73) Abdülmuttalibin oğludur. Rasûlüllah'ın en küçük amcasıdır. H. 32 sene sinde iki gözünü kaybetmiş olarak 83 yaşında vefat etmiştir. Künyesi Ebu'l Fadl'dı.
74) Müslim, (Ebu Hüreyre'den)
75) Taberârıî, Kebir, (Ebu Umame ve Ebu Derdâ'dan)
76) Tirmizî
77) Ebu Yalâ, Taberânî ve İbn Adiy
78) Künyesi Said b. İsmail'dir. Nişabur'da'ikamet ederek Şah Kirmanî ve Yahya b. Muaz er-Razi ile arkadaşlık yapmıştır.
79) Ebu Dâvud, Tirmizî ve Hâkim
80) Beyhakî, (Ebu Hüreyre'den)
81) Daha önce geçmişti.
82) Tirmizî ve İbn Mâce, (birinci şıkkını sadece Ebu Hüreyre'den)
83) Ebu Davud, (Ebu
84) Künyesi Ebu Seleme'dir. İbn Main, şâyân-ı îtimad bir kimse olduğunu, H.
155 senesinde vefat ettiğini söyler.
85) İsmi Muhammed b. Ali'dir. Aslen Bağdadlıdır. Cüneyd, Bâris ve Nevri gibi zatların sohbetinde bulunmuştur. H. 322 senesinde vefat edinceye kadar Mekke'de kalmıştır.
86) Begavî, Mu'cem; İbn Adiy, el-Kâmil, (Amr b.. Avf tan)
87) Beni İsrail peygamberlerine Allah tarafından gönderilen kitaplar demektir. Bu kitapların çoğu tahrif edildiğinden dolayı artık şâyân-ı itimad olarak kabul edilmemektedirler. Bunun için de onlardan yapılan rivayetlere pek güvenil mez. Nitekim İmam Gazâlî de İsrâiliyat'ta rivayet edilmiştir' demek suretiyle, İsrailliyat'ın zayıf olup, şâyân-ı itimad olmadığını vurgulamıştır
88) Bu zat Basralıdır. Benî Debia kabilesine mensuptur. Ahmed b. Hanbel bu zata güvenilebileceğini söylemiştir, İbn Sa'd, Tabâkat adlı eserinde bu zâtın şâyân-ı itimad elmasına rağmen şiiliğc meyyal olduğunu söylemiştir. H. 178 senesinde vefat etmiştir.
89) Ahmed b. Hanbel, (Yezid'in karısı Esma'dan zayıf bir senedle)
90) Buhârî, (Ebu Hüreyre'den)
91)bn mace, Ebû Dâvud
92) Irâki, bu hadîsi bu şekliyle görmediğini söyler.
93) Tirmizî, (Ebu Hüreyre'den)
94) Müslim, (Ebu Derdâ'dan)
95) Irâkî hadisi bu ibare ile görmediğim kaydeder.
96) Irâkî, hadisi bu ibare ile görmediğini kaydeder. Ancak Ebu Davud ve Tirmizî 'Kabûl olunmak yönünden duanın en süratlisi gaibin gaibe duasıdır' hadîsini Abdullah b. Ömer'den zayıf bir senedle rivayet etmiştir.
97) Dârekutnî, el-ilel, (Ebu Derdâ'dan). Bu hadis aynı zamanda Müslim tarafından da rivayet edilmektedir. Ancak 'reddolunmaz' yerine 'kabul olunur'ibaresi vardır.
98) Beyhakî, Şitab'ul İman, (Ebu Hüreyre' den zayif bir senedle)
99) Deylemİ
100) Hâkim, (Hz. Âişe'den)
101) Künyesi Ebu Muhammed'dir. Mısırlıdır. Müezzin idi. Şâyân-ı itimad bir zattır. H. 270 senesinde vefat etmiştir. İmam Şafii'nin mümtaz talebelerindendi.
102) Mısırlıdır. İmam Mâlik'in büyük talebelerindendir. Kitab'ul İlim de
hakkında bilgi verilmişti.
103) Yusuf b. Yahya Kureyş kabilesine mensuptur. Mısırlı meşhur bir fakîhtir...Buveyt Mısır'ın bir
köyüdür. Kendisi İmam Şâfiî'nin en büyük talebesidir. et Muhtasar adlı bir eseri vardır. Bu eserini İmam Şâfiî'ye okumuştur. İmam Şâfiî fetva hususunda Buveytî'ye itimat eder, kendisine bir mesele geldiği za
man ona havale ederdi. Büveytî Kuranın mahlûk olup olmaması meselesinde zincire vurularak Mısır'dan Bağdad'a sürülmüş, H. 231 senesinde vefat edinceye kadar bu şehirde hapiste kalmıştır. (Bkz. İthafus-Saade, VI/238)
104) Dârekutnî
105) İbn Adiy, el-Kâmil (zayıf bir senedle)
106) Müslim
107) Tirmizî
107) Tirmizî