Allah İçin Buğzetmek

Allah için seven bir kimseye Allah için buğzetmek de lazımdır. Çünkü sen, Allah'a itâat ediyor ve Allah nezdinde değerlidir diye bir insanı seversen eğer o insan, Allah'a isyan ederse, Allah'a is yan ettiği ve O'nun nezdinde değersizleştiği zaman da ona buğzetmen gerekir. Herhangi bir kimseyi bir sebepten ötürü sevi yorsa, o sebebin zıddından ötürü de buğzetmesi zaruridir. Bunların ikisi, biri diğerinden ayrılmayan lazım ve melzumlardır. Bu kaide âdetlerdeki buğz ve sevgide daimi bir kaidedir. Fakat sevgi ve buğzun herbiri kalpte saklı bir hastalıktır. Ancak galebe çaldığı zaman, sızar. Sevgililerin birbirine yaklaşması, düşmanların bir birinden uzaklaşması, birbirlerine uygun veya aykırı hareket et meleriyle meydana çıkar. Bu bakımdan ne zaman fiilde bu beli rirse, o fiile dostluk ve düşmanlık adı takılır.

Allah Teâlâ daha önce naklettiğimiz hadîs-i kudsîde kulundan şunu sorar:
Sen benim yolumda herhangi bir dostu dost edindin mi? Herhangi bir düşmana düşmanlık güttün mü?

Bu hakîkat senin için taat ve ibadetinden başka bir tarafı gö zükmeyen bir kimse hakkında apaçıktır. Çünkü sen böyle bir kim seyi sevmeye muktedirsin veya sana kötülüğünden başka birşeyi gözükmeyen kimseyi (düşünelim): Sen böyle bir kimseye buğzetmeye muktedirsin. Ancak girift ve çözülmez durum şudur: Adamın taat ve ibadetleri günahlarla karıştığı zaman dersin ki: 'Ben bu adam hakkında sevgi ile buğzu nasıl bir arada yürütebili rim. Oysa ikisi zıttırlar. İkisinin meyvesi uygunluk ve muhalefet, dostluk ve düşmanlık da zıttırlar'.

İşte cevap olarak derim ki: Bu durum, beşerî hazlarda müte nakız (zıt) olmadığı gibi, Allah Teâlâ'nın hakkında da zıt değildir. Çünkü bir kişide ne zaman ki birtakım hasletler bir araya gelirse, onların bir kısmı sevilir, bir kısmına da buğzedilir. Sen o kişiyi bir yönden seversin, diğer yönden ona buğzedersin. Bu bakımdan bir kimsenin güzel ve fâsık bir hanımı vardır veya güzel hizmet eden ve zeki bir evlâdı vardır. Fakat bununla beraber fâsıktır. İşte bu kimse bu tip yakınını bir yönden sever, öbür yönden de ona

buğzeder. Onunla iki hâl arasında bulunan bir halde olur. Zira adamın biri zeki ve itâatkâr, diğeri ahmak ve asi, üçüncüsü hem ahmak, hem de itâatkâr veya zeki ve asi üç evlâdı farzedilirse böyle bir kimse bu evlâtlarına karşı nefsinin üç değişik durumda bu lunduğunu görür. Onların hasletlerinin değişikliği sebebiyle nef sinin değişikliğini müşahede eder. İşte böylece senin de durumun, fısk u fücurun veya taat ve ibadetin kendisine galebe çalmış olduğu veya bu iki yönden birinin kendisinde bulunduğu bir kimseye izafe ten böyle olmalıdır. Üç değişik mertebe üzerinde olmalıdır. Şöyle ki; onların herbirine kendi durumlarına göre davranman gerekir. Her sıfata; sevgi veya düşmanlıktan hakkı ne ise onu vermeli, on dan tamamen yüz çevirmemelisin.

Soru: Her müslümanın İslâmiyeti ondan sadır olan bir taattir. İslâm'la beraber ben o müslümana nasıl buğzedebilirim?

Cevap: İslâmmdan ötürü onu sever, masiyetinden ötürü de buĞzedersin. Onunla beraber öyle bir durumda olmalısın ki, eğer o durumu bir kâfir veya facirle beraber üzerinde bulunduğun du rumla kıyas edersen iki durumun arasındaki farklılığı derhal id râk etmelisin. İşte O farklılık İslâm için sevilmesidir ve hakkının yerine getirilmesidir. Allah hakkında tıpkı sana yapılan itaat ve itaatsizlik gibi olmalıdır. Bu bakımdan herhangi bir gaye üzerinde sana muvafakat eden, başka bir gayede sana muhalefet eden bir kimseye, bir konuda iyi, bir konuda kötü davranırsın. Bütün gaye lerinde sana uygun hareket eden bir kimseye, yapacağın ikramda göstereceğin fazlalığı bu tip kimseye yapacağın ikramda göstermez ve yine bütün gayelerinde sana muhalefet eden bir kimseye de gös termezsin. Sonra bu orta hareket bazen ihanet ve düşürme ta rafına meyleder. Bu da suçun galip geldiğindedir. Bazen de mü camele ve ikram tarafına meyleder. Bu da muvafakatin galebe çaldığındadır. İşte böylece hem Allah'a itaat ve hem de isyan eden bir kimseye karşı takınacağın tavır da böyle olmalıdır.

Soru: Buğzun açığa çıkması ne ile mümkündür?

Cevap: Söz ile yapılan buğzun göstergesi, buğzettiğin kimse ile konuşmaktan dili tutmaktır. Başka bir zamanda da konuşurken şiddet gösterip onu hafife almakla mümkündür. Fiilde ise, bir de fasında ona yardım etmeye koşmayı kesmekle, başka bir zaman onun maksatlarını bozmak ve boşa çıkarmaya çalışmakla müm kün olur. Bu gösterdiğin tavrın bir kısmı diğerinden daha şiddetliolur. Bunlar da buğzettiğin kişiden sadır olan isyan ve fasıklık de recelerine göre değişir. Küçük hatalarına ve yaptığından pişman olduğu bilinen ve üzerinde ısrar etmediği günahlarına gelince.,. O günahlarda adamın ayıbını örtmek ve hatalarına göz yummak daha evlâdır.

Üzerinde ısrar ettiği küçük veya büyük günaha gelince... Eğer bu günahı işleyen adamla aranda sevgi ve arkadaşlık güçlüyse, bunun başka bir hükmü vardır. Bu hüküm ileride beyan edilecek tir, Bu hususta âlimlerin çeşitli görüşleri vardır. Fakat aranızda dostluk ve sohbet kuvvetli değilse, buğzettiğini göstermen gerekir. Bu buğzun eseri bazen adamdan uzaklaşmak, adama az iltifat gös termek suretiyle olur veya adamı azarlamak, kendisiyle konuşurken sert şekilde konuşmak suretiyle olur. Bu ikinci suret adamdan uzak durmaktan daha şiddetlidir. Bu da adamdan sadır olan günahın ağır ve hafif olmasına göre değişir. İşte böylece fiilde de iki derece vardır. Biri yardımı ve dostluğu kesmektir. Bu ise, de recelerin en hafifidir, düşmanlıklarda yapıldığı gibi. Böyle yapmak da lazımdır. Fakat meşrû gayelerini ifsad etmek değil de, günah yolunu bozacak şekilde olmalıdır. O günah yolunu kesmekle tesir etmeyen fiillerine gelince, onlara tevessül edilmemelidir.

Buna misal şudur: Adamın biri içki içmek suretiyle Allah'a isyan etmiştir. Aynı zamanda bir kadına talip olmuştur. Eğer o kadınla evlenirse, o kadının malından, güzellik ve mevkiinden istifade ede cektir. Ancak bu kadınla evlenmesi kendisini içkiden alıkoymakta herhangi bir tesir göstermez veya kendisini içki içmeye teşvik de etmez. Bu durumda sen onun yardımına muktedir bulunuyorsan, yardımınla hedefine varıp maksuduna nail olabiliyorsan veya o durumu bozup da hedefine varmasına mani olmaya muktedir bu lunuyorsan, böyle bir kimsenin durumunu bozmak için çalışmaya yetkili değilsin. Ama fasıklığından ötürü buğzettiğini göstermek için kendisine yardım etmeyi terk edersen, bunda da bir sakınca yoktur. Fakat bu yardımı terk etmek de sana farz değildir. Çünkü çoğu zaman ona yardım etmek suretiyle onu yola getirmek niyetini ve ona karşı şefkatli olduğunu gösterirsen, böylece o da senin ken disini sevdiğine inanır ve dolayısıyla nasihatini dinler. Bu ise güzel bir şeydir.

Eğer kendisine yardım etmeni istemezse dahi sen ken diliğinden müslüman oluşunun bir hakkı olarak hedefine var makta kendisine yardım etmeyi uygun görürsen, boyle bir yardım yasak değildir. Hatta daha güzeldir. Eğer onun masiyeti senin veya seninle ilgili bir kimsenin hakkına tecavüz etmek suretiyle olursa... İşte bu hususta şu ayet nazil olmuştur:

Bir de içinizde fazilet ve servet sahibi olanlar akrabalara, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere vermemek üzere yemin etmesinler, (kusurlarını) bağışlasınlar, aldırmasınlar. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah gafûrdur (çok bağışlayıcıdır), rahimdir (çok merha metlidir). (Nûr/22)

Mıstah b. Esase, ifk (Hz. Aişe'ye yapılan iftira) olayında konuştuğu için, Hz. Ebubekir Sıddîk (r.a) ondan yardımını ke seceğine dair yemin etti. Oysa daha önce ona malen yardım edi yordu. Mıstah'ın günahının büyüklüğüne rağmen bu ayet-i celile nazil oldu. Acaba Rasûlullah'm harem-i pakına dil uzatmaktan hangi günah daha büyük olabilir? Hz. Âişe gibi Rasûlullah'ın pak zevcesine dil uzatmak gibi büyük günah olur mu? Hz. Ebubekir Sıddîk (r.a) bu hâdisede öz nefsine saldırılmış gibiydi. Zulmedeni affetmek, kötülük yapana iyilik yapmak, sıddîklarm ah lâkmdandır. Şunu bil ki; sana zulmedene ihsan etmek güzeldir. Başkasına zulmeden ve ona zulmetmekle Allah'a isyan eden bir kimseye gelince... Böyle bir kimseye ihsan etmek iyi birşey değildir. Çünkü zâlime ihsan etmek, mazluma kötülük yapmak demektir. Oysa mazlumun hakkını gözetmek daha evlâdır. Zâlimden yüz çe virmek suretiyle mazlumun kalbini takviye etmek, zâlimin kalbini takviye etmekten daha fazla Allah'ın hoşuna gider. Ama mazlum isen, senin için en güzeli affetmek ve zâlimden yüzçevirmektir.

Selef-i sâlihînin günahkârlara karşı buğzlarını göstermekte yolları değişikti. Fakat hepsinin ittifak ettiği bir nokta vardı. O da zâlimlere ve bid'atçılara buğzetmeyi ilan etmekti. Başkasının hakkına tecavüz etmek suretiyle Allah'a isyan eden herkesten nef ret etmekti. Ama öz nefsinde Allah'a isyan eden bir kimseye ge lince...

Seleften bazıları bu gibi asilerin hepsine rahmet gözüyle bakmıştır. Bazıları da şiddetle hücum edip onları terketmeyi tercih etmiştir. Ahmed b. Hanbel (r.a) ümmetin büyüklerini dahi ilahî nizama uygun düşmeyen bir kelimeyle terkediyordu. Hatta Yahya 1). Main gibi bir imamı 'Ben hiç kimseden birşey istemiyorum, eğer Sultan bana birşey getirirse onu da kabul ederim' dediğinden dolayı terketmiştir. Haris Muhâsibi mutezile aleyhinde kitap yazdığı için İmam-ı Ahmed onu terkederek şöyle demiştir: 'Sen önce on ların şüpheye düşdüğü noktaları açıklamalıydın. Halkın o nokta larda düşünmesini sağlamalıydın. Sonra o noktaların hatalı olduğunu belirtip onların görüşlerini reddetmeliydin'.

Ebu Sağîr (İmam Şafiî'nin talebesidir) 'Allah, Adem'i kendi sûretinde yarattı'41 hadîsini te'vil ettiği için İmam Ahmed onu da terketti. Bu durum, niyete göre değişen bir durumdur. Niyet de hâle göre değişir. Kişi, insanların acziyetini ve takdir önündeki durumlarını düşünerek buğz ve düşmanlıkta temkinli davranarak müsamaha gösterir. Bunun da caiz olan tarafı vardır. Fakat bu durum, bazen nemelazımcılık ve yağcılıkla karıştırılır.

Günahlara göz yummaya sevkeden sebeplerin çoğu neme lazımcılık ve kalplerin kırılmamasmı gözetmektir. Kalplerin kırılmasından ve ürkmesinden korkmaktır. Bazen de şeytan, ah mak kişiyi yağcı olduğu halde 'rahmet gözüyle bakıyorsun' diye aldatır. Bunun mihenk taşı şudur: Eğer cani kendisinin özel hakkına tecavüz ediyorsa ona rahmet gözüyle bakıp 'Bunun böyle yapılması kader-i ilâhînin teshir ve cilvesidir, kaderin önünde ha zer ve tedbirin hiçbir faydası yoktur. Bu adam nasıl bunu yapma yacaktır? Oysa bunun yapılması bu adamın defterine yazılmıştır' diyebilir.

İşte bunun gibisine bazen Allah Teâlâ'nın hakkına yapılan saldırganlıkta da göz yumulabilir. Eğer kendi hakkına yapılan te cavüz anında öfkelenir, Allah'ın hakkına yapılan tecavüzde mer hamet gösterirse, böyle bir kimse yağcıdır. Şeytanın hilelerine kur ban gitmiştir. Bu şeytanî desiseye dikkat etmelidir.
Soru: Buğzun gösterilmesinde en az derece adamı terk ve on dan yüz çevirmek, arkadaşlığını kesmek ve yardımına koşmamaktır. Acaba böyle yapmak farz mıdır ki, böyle yapmayan bir kul yapmadığından ötürü günahkâr sayılsın?

Cevap: İlmin zahirinde böyle yapmak teklif ve farziyet altına girmez. Çünkü biz biliyoruz ki, Rasûlullah'ın (s.a) asr-ı saadetinde ve ashâb-ı kiramın devrinde içki içenler ve fahiş şeyleri işlemeyi âdet edenler tamamen terkedilmezlerdi. Kimisine sözle ve şiddetle hücum edilir, kendisine buğzettiklerini gösterirlerdi. Kimisinden sadece yüz çevriliyor, başka birşey söylenmiyor, kimisine de mer hamet gözüyle bakılıyor, o terkedilmiyor ve ondan uzak durulmu yordu. İşte bunlar dinî inceliklerdir. Ahiret yolunun yolcularının bu husustaki yolları değişiktir. Her birinin ameli, hâlinin ve vakti nin gerektirdiği gibi ayarlanır. Bu işlerde hâllerin gereği, ya mek ruh olmak veya mendup olmaktır. Bu bakımdan faziletlerin dere cesi sözkonusudur. Haram veya farziyet derecesine varmaz. Çünkü teklifin altına giren, Allah marifetinin ve sevgisinin esasıdır. Bu ise, bazen sevgiliden başkasına sirayet etmez. Ancak şu var: Sirayet eden, sevginin ifrat derecede olan ve bütün varlığı istilâ eden kısmıdır. Bu ise, fetva kısmına ve halkın avamı hakkında teklifin zâhirine asla sığmaz bir hakikattir.




41) Müslim, (Ebu Hüreyre'den)