GÖZLER NASIL KORUNUR

Hayatın en açık gerçeklerinden biri, kuralsız yaşanmadığıdır. En başta, hayat, bir kuralın meyvesidir. İçinde yaşadığımız kâinat, her zerresiyle, bir ?kural?la birlikte vardır. En küçük zerreden en büyük galaksilere kadar her bir şey, bir düzene tâbidir. Tüm mevcudlar ve tüm canlılar, varoluşlarıyla, ?kural? denilen evrensel bir gerçeğin varlığını fısıldar.

Öte yandan, insan, sair mahlukların aksine, duygu ve tutkularına sınır konulmamış bir canlıdır. Karnı doymuş bir aslan, yanından geçen en körpe ceylana bile yan gözle bakmaz. Bir ağaç ihtiyacı kadar suyu alır, biraz daha almaya kalkmaz. Oysa insan, sınır konulmamış duygularıyla, hep daha fazlasını ister. Dünyayı da yutsa, yine tok olmaz. Karnı doysa, yarın için saklar. Yarın için saklasa, önümüzdeki hafta için biriktirir. İşi aylara, yıllara, çoluk-çocuğuna ve sonraki tüm nesillere kadar uzatır; durmaksızın yığar, durmaksızın biriktirir. Duygularına sınır konulmadığı için, sık sık, diğer insanların hakkına da göz diker. Hatta, başka bütün varlıkların hukukuna ilişir.

Dolayısıyla, bir ?kural?ın varlığı kadar küllî bir gerçek daha vardır: Duygularına fıtraten had konulmayan insan için, onu sınırlayan belli kurallar koyma zarureti.

Bunun alternatifi bazı insanların başka insanların hakkına saldırmasıdır. Hatta, şu asırda yaşanan ekolojik ve nükleer felâketlerin açıkça gösterdiği gibi, bütün canlıların ve bütünüyle kâinatın varoluşunu tehlikeye atmasıdır.

İnsan için bir ?kural? koyma gereği böylece anlaşıldığında ise, karşımıza şu soru çıkar: Kuralı kim koyacak?

İnsanlık tarihinin belki de en can alıcı sorusudur bu. İnsan, tek bir Yaratıcının varlığını anlayarak ?Hüküm O?nundur? mu diyecektir? Yoksa, o Yaratıcıya ortaklar koşmasıyla birlikte, kural koymada da ortaklar mı icad edecektir? Meselâ, tüm kâinatta geçerli kuralları ?tabiat,? ?tesadüf,? ?zaman? ve ?kuvvetler?e mi mal edecektir? Keza, beşerî hayatta ?ben,? ?toplum,? ?çağ,? ?ulusal çıkarlar,? ?devletin bekası? gibi kural koyucular mı öngörecektir? Veya, bu unsurlardan sadece birini, meselâ kendisini kural koyucu ilan ederek ?biricik ben?e mi tapacaktır? Yahut, kural koyuculuk payesini faşizm ile devlete, sosyalizm ile işçi sınıfına, kapitalizm ile sermayedar kesime, aristokrasi ile asillere, milliyetçilik ile ırka mı verecektir?

Bir bütün olarak insanlık tarihine şekil veren en can alıcı hususlardan biri, budur. Bütünüyle düşünce tarihi, baştan sona, bu eksende döner durur. Ve dönüp kendi hayatımıza baktığımızda, o kısacık ömür içinde en temel konularımızdan biri olarak karşımıza yine bu husus çıkar.

Öte yandan, bu sorunun, insan, âlem ve kâinat anlayışımız ile doğrudan bir ilgisi vardır.

İnsanı kendiliğinden var olmuş varsayan birinin, kuralı ben koyarım demesi herhalde beklenen bir durumdur. Onu var eden devlet ise, kural koyma hakkı elbette devletindir. Keza var eden ırk ise, kuralı koyan da ırk olacak; yok eğer toplum ise, kuralı toplum koyacaktır.

Bu bakımdan, ?Kuralı ben koyarım? diyen bir kişinin, bunu temellendirmesi, yani kendi kendine varolduğunu isbat etmesi gerekir. Keza, ?Kuralı toplum koyar? diyen birinin varoluşunu topluma borçlu olduğunu göstermesi kaçınılmaz bir zorunluluktur. Var eden başka, kural koyan başka ise, açık bir çelişki sözkonusudur.

En başta insan fıtratı, bu çelişkiyi berrak bir şekilde ortaya çıkarır. Bir anne, kendisi çocuğunu dövüyorsa bile, başkasının en ufak bir fiskesine razı olmaz: ?Sen benim çocuğumun terbiyesine karışamazsın.? Eşinin kendisine kulak asmayıp başkalarını dinleyerek hareket etmesini normal karşılayan bir koca yoktur. Sahibi olduğu fabrikayı, kendisinin görevlendirmediği birilerinin kendi akılları uyarınca yönetmesine ses çıkarmayan bir patron; memurlarının emri kendinden değil, başkalarından almasına izin veren bir müdür hayal bile edilemez.

İnsanlık tarihine mührünü vuran ve de gündelik hayatımızda yaşadığımız böylesi hakimiyet mücadeleleri bir gerçeğin altını çizer: ?Malikiyet kiminse, hâkimiyet onundur.? Diğer bir deyişle, birşeye ilişkin kuralı, o şeyin sahibi koyar.

İşte bu sırdan olsa gerek, Kur?ân sayfaları arasında, insana sık sık sahibi ve maliki hatırlatılır. Tesadüfen var olmadığı, onu yapan Birinin olduğu uyarısı yapılır. Meselâ Şems sûresi, güneşe, aya, gündüze, geceye, semaya ve yeryüzüne dikkat çekerek başlar ve birdenbire insanın yaratılışına geçer. Başka birçok sûrede insana ?anılmaya değer birşey değil? iken, ?değersiz bir su?dan aşama aşama insan sûretini alışı; doğumundan sonra acizler acizi bir vaziyette iken en saf gıdayla beslenişi; bizatihî yürümeye ve karnını doyurmaya bile kâdir değilken hadsiz nimetlere mazhar edilişi sık sık vurgulanır.

Ve bütün bunlar arasında, tekrar tekrar, şu soru sorulur: ?İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır??

Cevap bellidir. En küçük bir sineği bile birçok hikmetle yaratan, insanı elbette başıboş bırakacak değildir. Kâinatı şeriksiz ve nazirsiz idare eden, elbette insanı başka ellere teslim etmeyecektir.

Mâlik-i Zülcelâl O?dur. Mülk O?nundur. O halde, hüküm de O?nun olacak; lâf olsun diye yaratmadığı ve de başıboş bırakmadığı insan için, varediş amacı uyarınca belli kurallar koyacaktır.

Nitekim, Kur?ân, bir yanda insana kâinatın mâlikini ve kendi sahibini hatırlatırken, öte yandan kurallar koyar. Bu kuralların ?şakacıktan? konulmadığı konusunda da çok net uyarılarda bulunur. Gelen emri kulak ardı eden kimi geçmiş kavimlerin akıbetine dikkat çeker sözgelimi. Yahut, ?Kuralı ben koyarım? diyen Nemrut, Kârun veya Firavun?un hüsranıyla uyarır.

Gelen her bir emir, açık bir imanî talim de taşır. Kur?ân?la gelen her bir kural, imanî bir hatırlatma da yüklüdür. Meselâ, duygularına had konulmayan insan, midesini doldurma pahasına ona buna saldırabilir. Oysa Kur?ân, o midenin ve ona giren nimetlerin Rabbi namına konuşur: ?Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz.? İnsan iki ayağını sokaktan bulmuş değildir. O ayaklar adi birşey olup, başkalarınca verilmiş de değildir. Kur?ân, ayağı veren Biri namına hitap eder: ?Yeryüzünde böbürlenerek yürüme.? Kadınlara daha latif bir hal verilmiştir. Ama ola ki sahiplenir, ve nefisleri namına kullanırlar. Meselâ, sair insanları kendilerine râm edecek yürüyüşler icad ederler. Kur?ân, o latif biçimi veren Biri namına konuşur: ?Cahiliye kadınları gibi, vücudunun hatlarını belli edecek şekilde yürüme.? Keza, bir kudret harikasıdır göz. Bütün bir kâinatı küçük bir noktaya sığdırır, aklımızın önüne koyar. Ama insan o gözün malikini unutup, nefsine mal edebilir. Kur?ân, o gözün sahipsiz olmadığını, insanın da malı olmadığını hatırlatarak, o gözü veren Biri namına konuşur: ?Gözünü kaydırma.? ?Gözünü haramdan koru.?

Böylesi tüm emirler, açık bir mesaj taşır: Malikiyet kimin ise, hâkimiyet onundur. Mülk kimin ise, hüküm de onundur.

Açıkçası, böylesi âyetler bizi yaşadığımız çelişkiyi gidermeye davet eder. Çelişki, mülkü başkasına, kuralı bir başkasına vermemizdir. İnsan, gerçekten gözünün asıl sahibi ise, onu istediği gibi kullanır?burada bir çelişki yoktur. Ama o göz ona emaneten verilmiş ise, asıl sahibi başkası ise, o gözü ancak o Mâlik-i Hakikî?nin izni ve emri uyarınca kullanabilir. Emaneten verilmiş olan, asıl sahibi olmadığı gözü kendi keyfince kullanamaz?çelişki buradadır. Bu çelişkiyi aşmanın ise yalnızca bir yolu vardır: Gözü, onu verenin veriş amacına göre kullanma.

İşte Kur?ân, bütün olarak kâinatı yaratanın, kâinat içinde insanı yaratanın ve insana ?görecek gözler? verenin O olduğunu hatırlatmasıyla birlikte emirler verir: ?Gözlerini haramdan korusunlar.?

Bu emirler, bir yönüyle celâl yüklüdür. Çünkü, emre kulak asmayanlar için, çok açık tehditler de içerir. O emri veren emanet sahibinin herşeyden haberdar olan, izzetli, hesabı çabucak gören bir Rab olduğunu da bildirir; emrine uymayanları ?va?dedilen azab?la müjdeler! Ateşin azabını tadacağı gün konusunda uyarır.

Öte yandan, celâl yüklü bu emirler, bir cemal de içerir. Onlar, meselâ şu azametli gökyüzünü ürpertici ama son derece güzel bir manzara sûretinde gözümüze arzeden; dağların ve dağ gibi dalgaların azameti içinde eşsiz bir güzellik ve son derece hayatî faydalar derceden bir Rabbin emirleridir. Dolayısıyla, nefse ağır gelen bütün bu emirler, esasen insan içindir. Hatta, nefsin tüm duygular üzerindeki tahakkümünü kırdığı halde, nefsin de hayrınadır. Şefkat haddi aşmış bir hırsıza seyirci kalmayı mı gerektirir; yoksa ?Vazgeç, haddini bil, cezadan kurtul? diye uyarmayı mı?

Kur?ân?da yer alan bütün emirlerin hem celâl, hem de cemal barındıran bir muhtevası vardır.

Kur?ânî emirlerden özellikle biri ise, açık-saçıklığın kol gezdiği, çıplak bacaklar karşısında akılların baştan gittiği, hayasızca gözler önüne serilen vücut hatları karşısında kalblerin nefislere esir edildiği bir vasatta, akıl, kalb ve ruhuna rağmen gözlerini adi bir röntgenci durumuna düşüren bizler için manidar dersler taşır:

?Mü?min erkeklere söyle: Gözlerini harama kapasınlar, ırzlarını da korusunlar. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah onların yapmakta olduklarından haberdardır.?

Bu âyetin ardından, hanımlara yönelik bir âyet gelir. Bu âyette de, her iki emir tekrarlanır.

Her iki âyetin başlangıç hitabı manidardır: ?Mü?min erkeklere söyle...? ?Mü?mine kadınlara söyle...?

Açıkçası, iki âyet de ?iman? vurgusu taşır. Devamla gelen emre uymanın ?iman?la ilgisini açıkça gözler önüne seren bir vurgudur bu. Her iki âyet, ?gözünü haramdan koruma?nın ancak mü?min için sözkonusu olduğunu; onun da bunu imanı derecesinde başarabileceğini ihsas eder. Saniini ve Sahibini tanımayan biri, gözün kendisine Rabbi tarafından verilmiş bir emanet olduğunu hiç mi hiç tanımaz. Gözü emanet olarak tanımayan biri, elbette, onu emanet sahibinin emir ve izni dairesinde kullanma yükümlülüğünü de derketmez. Bunu derketmeyen biri, elbette, aksi halde emanete hıyanet edeceğini de düşünmez. Sonuç olarak, böyle birinin gözünü haramdan koruması sözkonusu olamaz.

Aynı şekilde, bir Yaratıcıya inandığı halde, o inancı hayatına taşımayan; yalnızca kendisini darda hissettiği anlarda bir ?emniyet sübabı? veya bir ?yedek lastik? olarak o imana müracaat eden bir gaflet ehli de bu emre kulak asmayacaktır. İstese bile, asamayacaktır. Çünkü, iç dünyasını her daim o Yaratıcının huzurunda olma şuuruyla diri ve uyanık kılmayan biri, vitesi boşalmış bir araba yahut dümensiz bir kayık misalidir. Eğime ve akıntıya uyar, nefis ve hevası onu nereye sürüklerse, oraya sapar. Vicdanı onu Yaratıcının emri ve de ahiret konusunda uyarsa bile, bunun bir faydası olmaz. Çünkü, ahiret o gaflet anında çok uzaklarda gözükür. Oysa, önünde nefsinin iştihasını kabartan bir manzara vardır. Ve nefis tam bir miyoptur; yalnız önündekini görür, ileriyi görmez, âhireti düşünmez.

Aynı şekilde, bir Yaratıcıya inanan, ama onu esma-i hüsnasıyla tanımayan biri de bu emri uygulamakta zorlukla karşılaşacaktır. Sözgelimi o Yaratıcıyı Hakîm ismiyle tanımayan; her bir mevcuda birçok hikmetler yüklediğini; meselâ bir ele veya bir ağaca binlerce vazife gördürdüğünü bilmeyen biri, o emirde de hikmet görmeyecektir. Görmediği için de, o hikmetli emre uymayacaktır.

Keza, meselâ Rahîm ve Hannân ismini tanımayan biri de bu emre uymakta zorlanacaktır. Kâinat, her bir mevcuduyla, küllî bir rahmet ve şefkat hakikatini fısıldar. Her âciz, acziyetine mukabil, eşsiz bir merhamet ve şefkatle doyurulur?herşeye ihtiyacına en uygun rızkı hazırlayan eşsiz bir Rahman-ı Rahîm?dir O. Hem, acziyetin büyüklüğü ölçüsünde, muhatap olunan merhamet ve şefkat de ziyadeleşir. Bebekler ve yavrular, bunun en açık örneğidir. Böylesi bir merhamet sahibi, elbette, eşsiz bir pırlantayı demirciler çarşısında hurda fiyatına satmaya kalkışan insanı rahmeti ve şefkati gereği uyarır. Ona verdiği gözün ne kadar da değerli olduğunu; onu harama kaydırmanın benzersiz bir elması basit bir cam parçası, eşsiz bir mücevheri bir hurda demir yerine koymak anlamına geldiğini bildirir. Oysa, o göz, haramdan uzak kılınsa, Rabbi namına bakacağı sayısız güzelliğin yanında, yine Rabbi namına kendi helâline de bakacaktır. Ama, bu helâl-haram, emir-nehiy dengesi içinde gözün Sanii ve Sahibi her zaman hatırda olacaktır. Çiçeğe de baksa, eşine de baksa, bakışını emr-i ilâhî belirlediği sürece, O?nu hatırda tutarak, O?nun namına, O?nun sanatını takdir ve tefekkür hesabına bakmış olacaktır. O göz, bütün kâinatı sayısız hikmet ve güzellikler içinde yaratan bir Rabbe nisbetle eşsiz bir değer kazanacak; otuz senede sönmeye yüz tutan basit bir et parçası hükmünde olmayacaktır. Ki, herşeye gücü yeten bir Kadîr-i Rahîm, verdiği gözü O?nun namına kullanan bir kuluna, bütün o san?atlı yaratışındaki sayısız güzelliği O?nun namına temaşa etmesi için, ebedî cennetlere lâyık gözler de verir! Buna muktedirdir.

Öte yandan, o emrin sahibini Rahman, Rahîm ve Hannân isimleriyle tanımayan biri, bütün bu anlamlardan uzak olacaktır. Emrin içerdiği rahmet ve şefkati göremediği için de ya emre zoraki uymaya çalışacak; açıkçası, pek de uyamayacaktır.

Bu bakımdan, her iki âyet, daha en başta ?mü?min erkekler? ve ?mü?mine kadınlar? tanımıyla, meselenin kilidini açmış olur. Oysa, çoğu kez bu kilit nokta kaçar gözümüzden. O yüzden, kapıyı zorlayarak açmaya çalışırız. Açamadığımız, gelen emre lâyıkınca uymayı başaramadığımız için de, içimizi hem suçluluk, hem de ümitsizlik duygusu kaplar. Oysa, daha en baştaki iman anahtarına hakkını versek, gerisi daha kolay gelecektir?tıpkı, bir emir vahyolunduğunda, tereddütsüz uyan sahabiler gibi. Sahabilerin emri duymaları ile emre uymaları arasında, bizim yaşadığımız gibi uzun zaman fasılaları olmadığı bilinen bir vâkıadır. Çünkü, onlar Kur?ân-ı Hakîm?in verdiği iman dersini, Resul-i Ekrem?in (a.s.m.) sunduğu marifetullah ve muhabbetullah talimini hakkıyla özümsemişlerdir. Vahiyle gelen her emri, bütün âlemleri ve insanı yaratan; hikmeti, rahmeti, şefkati ve kudreti sonsuz; bütün güzel isimler O?nun olan bir Rabb-ı Rahîmden bildikleri için, teslimiyette ne bir tereddüt, ne bir gevşeme, ne bir zorluk göstermişlerdir.

Hem, o emri veren, insanı bu fıtratla yaratandır. İnsan için en fıtrî ve en uygun hali, Fâtır-ı Hakîm?den başka kim bilebilir? Kim o fıtratı verenin üstünde söz söyleyebilir?

Fâtır-ı Hakîm, bu emriyle, bizi fıtratımızın gereği olan bir duruma davet eder. Gözünü haramdan sakınmama, her önüne gelene bakma, fıtratla çelişen bir durumdur. Çünkü, insana verilmiş hadsiz duyguları tek bir duygunun emrine verir. İradesini hükümsüz bırakır. Şu çağda örnekleri çok açık biçimde görüldüğü üzere, bütün hayatını, bütün dünyasını ve bütün düşüncesini uçkurunun hizmetine veren insan bozması kişilikler ortaya çıkarır. Nitekim, bugün nice göz harama bakarken, nice el, nice dil, nice akıl, nice ayak, nice hâfıza da ona eşlik etmektedir. Biraraya geldikleri anları gördükleri haram manzaraların sözünü ederek geçiren; yalnız kaldıkları zamanı da yine o haram manzaraların hayaliyle harcayan nice insan mevcuttur. Nice gözler, nice akıllar, nice ömürler bu yolda heder olup gitmektedir. O kadar ki, bu ruh hali içinde, gördüğü her insanı yalnız maddî bir sûrete indirgeyen, hatta o maddî sûretin de yalnızca belli kısımlarına bakan marazî kişilikler ortadadır. Başka bir amaçla söylenen sözlerden dahi cinsel çağrışımlar çıkaran marazî tipler mevcuttur.

Gözlerin harama kaymasının imanî bir zaafın eseri olup bu zaafı giderek beslemesinin yanısıra, insanı insanlıktan sukut ettiren böyle bir boyutu da vardır. Bütün kâinatı kapsayıp kuşatacak duygu ve kabiliyetlerle donanmış insanı uçkuruna hapsettiren; karşı cinsten olan insanları belli organlara indirgeyen; ?insan? tarifini bu denli bayağılaştıran bir boyuttur bu. Bu halin aile ve toplum hayatında getirdiği olumsuzluklar ise, işin ayrı bir yönüdür.

Peki, bu açıdan bakılırsa aslında bütün insanları ilgilendiren bu konuda Kur?ân neden yalnızca ?mü?minler?i muhatap almaktadır?

Çünkü, insan ancak imanının derecesi nisbetinde bu emrin içeriğini anlayabilir. Ancak imanı derecesinde gözünü Rabbinin yarattığı güzellikleri Rabbi namına ve Rabbinin izni uyarınca kullanma yükümlülüğünü kavrayabilir. Ancak imanı ile, gözünü nefsin elinde adi bir röntgenci kılan her tavrın emanete hıyanet anlamı taşıdığını bilebilir.

Ve ayrıca, insan ancak imanı derecesinde gözünü haramdan koruma iradesi gösterebilir.

Yoksa, imandan nasiplenmeyen en iradeli, en mert ve makamca en yüksek insanların bile gözünün önüne bir haram iliştiğinde nasıl basitleştiğine ve bayağılaştığına dair bir dizi gözlem hemen her insanın hafıza kaydında vardır.

Her iki âyetle gelen ?gözünü haramdan koruma? emrinin manidar bir veçhesi de, öncelikle içe dönük bir çabayı emrediyor olmasıdır. Gerek mü?min erkeklere, gerek mü?mine kadınlara söylenen ilk söz ?Gözünüz önüne gelen haramları ortadan kaldırın? değildir: ?Sen gözünü koru.?

Bu, Kur?ân?ın önceliği insana veren, düğümü fertlerde çözen genel üslubunun manidar bir yansımasıdır. Çünkü, problemin kökü, ?dış dünya?da değildir; içimizdedir. İç dünyası muhkem, iman kalesi sağlam olan biri, tüm dünya haram tablolarla dolu olsa bile, sarsılıp sapmayacaktır. Dış dünyada nice haram mevcut olsa bile, imanın içerdiği haya, şuur ve uyanıklık hali içinde, Rabbinin huzurunda olduğundan gafletle, kendini pazarlayan süflîlerin peşine düşmeyecektir. Hayası, edebi, sabrı ve sebatı buna izin vermeyecektir.

Nitekim, Yusuf (a.s.) kıssası, bunun bir örneğidir. Önünde kendini tüm zinetleriyle sunan birdünyalar güzeli karşısında, Yusuf?un tavrı, gözünü ve sırtını dönmek olmuştur.Yusuf aleyhisselâm, Kur?ân?da övgüyle aktarılan bu haliyle, tüm insanlığa şu dersivermektedir: İnsan, eğer ?gözünün sahibi?ni tanır ve O?nun emrini hakkıylabilirse, en ?baştan çıkartıcı? manzara bile onu baştan çıkartamaz.

Ki, Yusuf kıssasının birörneğini oluşturduğu peygamber kıssaları, gün gelip koca bir toplumu kendiyolunun yolcusu kılan nebilerin, yola tek başına koyulduklarını açık açıkortaya koymaktadır. Nebiler, fıtratların bozulduğu, Allah?ın ve ahiretinunutulduğu, insanların nefislerinin istediği gibi davrandığı bir ortamdagelmişlerdir. Ortam onları değiştirmemiş, bozulmuş bir ortamda birer imanabidesi olarak sarsılmadan kalmış; sergiledikleri imanî şuur ve irade ile onlarortamı değiştirmişlerdir.

Ortada bir ?haram? varsa,bundan uzak durmanın yolu, o haramı kaldırmaktan değil, öncelikle kendini oharama karşı korumaktan geçer. Tepeden inme halledilmiş hiçbir şer hali yoktur.O takdirde belki şer zahiren ortadan kalkmakta, yeraltına çekilmekte, ama içteniçe, alttan alta varlığını sürdürmektedir. Aslolan, sokak manzaralarına elatmak değil, gözlerimizi bu ?haram?lardan korumamızı mümkün kılan bir imanîdonanıma ulaşmaktır. Bu yol diğerine göre daha zor ve uzun gözükür. Oysa kısave kolay olan, işte bu yoldur. Diğerinde yalnızca ?görüntü? kurtarılmakta;hastalık satıh altında öylece kalmaktadır. Yusuf misali bir imanî donanımaerişip Rabbin emaneti olan gözleri Rabbin rızasına uygun bir şekilde kullanıp?haram?dan koruma cehdiyle yaşanırsa, haram tüm dünyada kol gezse dahi, gözlerondan sakınacaktır.

Kaldı ki, haram manzaralaresasen gözlerin harama bakmaya talip olduğu bir ortamda arz edilir. Züleyha?yıhidayete getiren, Yusuf?un onun sergilediği harama karşı gözünü sakınması değilmidir? Meselâ kadın çıplaklığını ele alalım: Erkekler imanî bir şuura erişipgözünü haramdan koruduğunda, hangi kadın açılıp saçılarak sokağa çıkar? Onunsokağa o vaziyette çıkışının ardındaki dürtü, gözünü haramdan korumayanerkekler tarafından zinetlerine bakılması değil midir? Demek, mü?min erkeklergözlerini haramdan koruduğunda, kadınların açılıp saçılmaması yolunda entemelli adım da atılmış olmaktadır.

Bu bakımdan, tesettüremrinin, ?mü?min erkekler?in gözlerini haramdan sakınmasını emreden âyetinardından gelmesi elbette manidardır.

Nur sûresinin 30. âyeti,mü?min erkeklere, ?gözlerini haramdan sakınma?larını emrettikten sonra, ikincibir emir daha verir: ?ferclerini [ırzlarını] koruma.? Bu da, manidar birhusustur. Zira, ferclerin zinaya düşmesinin ilk basamağı, gözlerin haramabakışıdır. Göz harama kaydığında, irade hükümsüz kalmış ve akıl nefsin çekimalanına girmiş demektir. Gözü harama kaydıran nefis, bu haram yolculuk nihayeteulaşmadan teskin olmayacaktır. Gözü Rabbinin emaneti bilip öylece kullanmaktanuzaklaşmanın varacağı yer, fercin de Rabbin emaneti olduğundan gafletle onunbir zina aleti derekesine düşürülmesidir. İsra sûresindeki ?Zinaya yaklaşmayın?emrinin de dikkat çektiği gibi, tüm şehvanî şeylerde en kritik husus,yaklaşmaktır. Nefsin hoşuna giden, şehveti kabartan hususlarda, bir eşiknoktası vardır: o geçildi mi, gerisi çorap söküğü gibi gelir. Meselâ, açıkbacaklara bakan bir göz, onunla yetinmez, daha fazlasının izini sürer. Dahafazlasına eriştikçe, teskin olmak bir yana, daha da azgınlaşır. Ardından, hayalve heves gibi duyguların da tahrikiyle, ?zina? gibi bir son durağa doğru hızlayol alır. Çünkü, ?gözü haramdan korumama? gibi eşiklerde, artık iradeyi devredışı bırakan, insanı kalben ve vicdanen istemese bile günahın son kertesinesürükleyen şeytanî bir çekim vardır. Sonuçta, bugün gözünü haramdan sakınmayan,yarın fercini de koruyamaz. Nitekim, bir bütün olarak şu çağ ve şu toplum,bunun aşikâr örnekleriyle doludur. Öte yandan, göz haramdan sakındığında, fercde harama bulaşmayacaktır.

Rabbimizin, öncelikle?gözünü haramdan sakınma?yı emredişinde, şu çağda ve şu toplumda bilfiilgözlenen bir boyut daha vardır.

Son bir asır içinde, gazeteve dergi sayfaları, sinema filmleri, TV programları ile insanların giyimleri veyaşayışları arasında, şöyle bir bağlantı karşımıza çıkar: Bütün sefahet,rezalet ve müstehcenlikler, ilk olarak dar bir kesimde kendini ifade imkânıbulmuştur. Bu kesim ya ?sosyete?dir, ya ?sanatçı?lar zümresidir yahut herikisidir. Bu dar zümre içinde dahi, herkes aynı açık saçıklığı aynı andairtikap etmez. Bir baloya o güne kadar kimsenin giymediği bir açık kıyafetlegelen bir sosyete kadını, belki ilk anda yadırganır; ama bir eşik aşılmış olur.İçinde böylesi bir meyil olanlar, ?yapılabilir? olduğunu görür ve yapmacesaretini?daha doğrusu cür?etini?bulurlar. Dar kesimde sergilenen biraşırılık, gazete ve sayfalarıyla umuma arzedilir. Diğer yandan, film karelerinede benzer dozajda bir aşırılık taşınır. Bu ?kitle iletişim araçları?ylasözkonusu aşırılığı seyreden toplum, göre göre, zaman içinde bunu ?kanıksar.?İlk anda ahlâksızlık olarak görüp tepki verdiği şey, göre göre ?normal?leşir.Normalleşince, kendisi de öyle yapar. Bu esnada, sözünü ettiğimiz dar kesimdedaha ileri bir aşırılık sergilenmekte; o, bu kez ona tepki vermektedir. Amaüç-beş yıl sonra, göre göre onu da ?normal? görür hale gelip uygulayacaktır.

Nitekim, ?gözünü haramdansakınmayan,? kural koyuculuk makamına ?çağ?ı, ?toplum?u ve ?kendi?ni de oturtaninsanların üç-beş yıl sonra nasıl giyinip nasıl dolaşacağını bugününfilmlerinden, sosyete sayfalarından, sanatçı kostümlerinden, TV sunucularınınkıyafetinden.. çıkarmak mümkündür. Bakan kanıksar, kanıksayan normal görür,normal gören uygular!

Yüzyıl önce tiyatro İslâmtopraklarına girdiğinde, artistler yalnızca boynu açıkta bırakan bir türbanlasahneye çıkmışlardır. Göre göre bu tarza alışılmış; boynun açıkta kalmasıtesettür emrine aykırı olduğu halde, ?gözü haramdan koruma? emri çiğnendiğiiçin, bu noktadaki hassasiyet aşınmıştır. Ardından türban da atılarak saçlartamamen açılmıştır. Aynı şekilde, kolu bileğine kadar örten elbiselerin yeriniyarım kollu elbiseler almış; bir adım sonra kolsuz elbiseler gelmiştir. Minieteğe giden yolun başında, topuğun yalnızca bir karış üstüne çıkılan modellervardır. Onu diz boyu modeller, onu da dizin beş parmak üstüne gelen modellerizlemiştir. Kısalma adım adım devam etmektedir.

Kısacası, hususî birhayasızlığın umumîleşmesi görme yoluyla gerçekleşir. Göz göre göre,?kural-dışı? olan ?kural? haline gelir; anormal olan ?normal?leşir. Gerekmü?min erkeklere, gerek mü?mine kadınlara yönelik ?gözlerin haramdan korunması?emri, işte bu umumî yozlaşmayı ta başından kesmektedir.

Gözlerin haramdan korunması,Allah böyle emrettiği içindir. Böyle emreden Allah ise, Hakîm ve Kerîm birRabbdir. Her emri gibi, bu emrinde de bir hikmet, rahmet, kerem ve terbiyevardır.

İçki, Allah haram kıldığıiçin haramdır. Bu haram kılmada ise, çok hikmetler ve rahmetler saklı olduğugörülür. İrademizi iptal eden, duygularımızı uyuşturan, düşüncemizi dumurauğratan, aklımızı hükümsüz kılan birşeydir içki. Bizi tüm kâinatta sergilenenilâhî sanatın nâzenin bir nâzırı olmaktan çıkarıp, aklını ve şuurunu yitirmişbir bakar kör durumuna getirmektedir. Gözlerin harama bakışında da aynı durumsözkonusudur. Nitekim, ciddi bir tefekkür içinde iken gözüne ilişen ?haram? birmanzaraya bakmayı sürdürdüğünde, o tefekkür halini devam ettiren biri varmıdır? Yolda yapıyor olduğumuz bir tesbihat, okuduğumuz bir vird, gözümüzüharam manzaralardan alıkoymadığımız ölçüde, aklımızdan kayıp gitmiyor mu?

Duyguları manen uyuşturma,bizi Allah?ın sanatını ve isimlerini tefekkürden alıkoyma noktasında, haramabakmanın, alkol veya uyuşturucudan bir farkı yoktur. Harama nazar da, onlargibi, tertemiz duyguları nefsin kirli emellerine alet etmektedir. Rabbinemuhatap olmak üzere yaratılmış insana emanet edilmiş göz gibi harika bir organıgayrimeşru tatminler peşinde heder etmektedir.

Âyet, bir sonraki cümlede,?gözün harama kapanması ve fercin korunması?nın, ?ezkâ? yani asıl temiz olan davranış olduğunu belirtir. Ki butemizlik, ?tezkiye? çağrışımıyla da düşünülürse, esasen manevî bir temizliktir;düşünce ve duygu noktasında bir temizlenme halidir. Bu temiz davranış tercihedilmezse, bütün kâinatı Rabbi adına tefekkür ve tenezzühe vesile olan eşsizbir cihaz hükmündeki göz, süflî hevesler çukuruna atılarak değersiz ve kirlikılınmaktadır.

Âyet, bir uyarıyla sonbulur: ?Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarındançok iyi haberdardır.? Genel olarak, böylesi âyetlerin sonunda ?yaptıkları?anlamını karşılamak üzere ?ya?melûn? veya ?yef?alûn? ifadesi kullanılır. Oysabu âyette ?yesneûn? denilir. Dikkatli bir Kur?ân talebesi, bu nüanstan şöylebir anlam çıkarır: ?Yesneûn? ifadesi, gözlerin harama bakması noktasındayapılanların ?sanatla yapılan?lar cinsinden olduğuna, keza bunun bir sanayihaline geleceğine işaret eder.

Gerçekten, ilahî emre veinsanın fıtratına aykırı düşen açık saçıklık, her zaman sanat adı altındameşruiyet kazanma çabasında olmuştur. Hatta buna ?erotizm? gibi iç gıdıklayıcıama dokunulmaz bir kılıf bulunmuştur. Bugün ortalık vücudunu bir metayadönüştüren, bedeninin açık kalacağı yerin oranına göre fiyat belirleyen?sanatçı?larla doludur!



METİN KARABAŞOĞLU


110 yorum

Re: GÖZLER NASIL KORUNUR

arkadaşlar zikirle kesin kurtulacaksınız başka türlü olmaz namaz kılarsınız oruç tutarsınız fakat zikir yoksa zor olur biraz kesinlikle zikir çekiniz bir ttarikate üye olunuz bir mürşide bağlanınız adıyaman menzil gavsı gavsı sani abdulbaki hazretlerine yada başka ALLAH dostlarına intisap ediniz ve oradan zikir dersi alınız kalp zikri veriyorlar bununla nefis terbiye oluyor şehveti sönüyor kalp iman nuru ile doluyor degahlara sohbetlere gidin temizlik vs yapın sofilerle takılın bakın hiç birşey kalacakmı her ilde dergahlar mevcuttur bende eski hastayım artık neredeyse ALLAHIN izni ile şifa buldum bu günahtan zikir yapın ALLAH dostlarının hayatlarını izleyin okuyun fıkıh öğrenin nefsinizi devamlı dinle imanla meşgul edinki o sizi şehvetlerle meşgul etmesin yoksa tek başına namaz yada oruç sizi belki kurtarmayabilir bol zikir ve istiğfar yapın efendimiz ben günde 100 sefer ALLAHA cc istiğfar ederim buyurmuştur diğer taraftan 100 kerede salavat fetirirsin her gece mürşidinin verdiği virdi yani zikride çekersin dergaha gider sohbet dinler temizlik vs yaparak nefsindeki ucup ve kibirdende kurtulursun bak işte ozaman yaşadığını hissedersin imanını hissedersin o imanlada sen karıya kıza bakmayı bırak aklından bile geçirmessin ilaç bu şekildedir,yoksa ben bugün bakmıcam diyerek evden çıkak değildir kendini şartlamak hiç değildir ,yukarıda söylediklerim uygulanırsa ALLAHIN CC izniyle 100% şifa ihsan olucaktır hatta nefsiniz vuslata ericek hakka doğru vasıl olma durumu ortaya çıkacak kalplerden perdeler kaldırılacak öyle hallerki bunlar dışardan söylemekle olmaz yaşamakla olur ha deyince kurtulunmaz günahlardan günahları giderecek manevi hallerle donanmadıkça gözlerinize dilinize hakim olamassınız kalp ALLAH demedikçe gözlere dile hakim olamassınız insanda kalp sır ahfa hafi ruh vardır bunlar nefsin kollarıyla kuşatılmıştır bu tabak zikirle dolarsa nefis kollarını çeker insanın göğsünden oraya iman nuru gelir şifası budur kardeşler derhal bir mürşide gidin dergaha gidin kurtulmaya çalışın

08.12.2013 - Zehirliok Ziyaretçisi

bekar erkeğim cvp bekliyorum

bu tür soruları gerçekten normal hayatta birine sormak çok zor ben üniversite öğrencisiyim hamd olsun harama bulaşmamak için gayret ediyorum yaşadıklarımdan ders aldım nasıbımde varsa evleneceğim kişiyi bekliyorum otobüste bana laf atan kızların olduğu bi ortamda şükürelr olsun halimize benim sıkıntım hani bu sitede de çok var eşler arası cinsel doyumsuzluk bende kendimde erken boşalma olduğunu düşünüyorum bazen kendiliğinden bile oluyor birşey yapmadan böyle bi sorun olduğu evlenmeden öğrenilebilr mi ya da ne yapabiliriz erkekliğine güvenmiyorsan evlenme diye bir söz var nasipse benim evleneceğim kişinin de edebli biri olmasını isterim böyle bı sıkıntı olursa çift taraflı sıkıntı çeker insanlar ya da bunlar vesvese mi şeytan akla neler getiriyor

23.10.2013 - Zehirliok Ziyaretçisi

Re: GÖZLER NASIL KORUNUR

Ağzınıza ,yüreğinize sağlık...

05.06.2013 - Zehirliok Ziyaretçisi

Re: GÖZLER NASIL KORUNUR

Ya okadar güzel derleyip, toparlayıp hazırlayıp, anlatmışsınız ki; gerçekten sonuna kadar böyle bir yazı denk geldiği için şükrederek okudum. Keşke facebook,twiter vs.. sosyal sitelerde yayınlacak tarzda(fotağraf, sesli veya görsel destekli kısa sunumlar halinde) hazırlanabilse paylaşıp başkalarınında istifade etmesi sağlanabilir. emeğinize sağlık Allah razıolsun

30.01.2013 - Zehirliok Ziyaretçisi

Bu Durum

Selamün aleyküm
bugünkü şartlarda bir müslümanın şeytana uyup defalarca yenilebileceği şeylerdendir, çaresi inanılmaz zordur, yalnız kalmamalıyız evliya da olsan yalnız kaldığın zaman şeytan seni bir şekilde mahvediyor, ben de istanbulda üniversitedeyim hem de neredeyse hiç arkadaşım yok, o kadar zor bi durum ki kendimi ben bakmazsam Allah da bana başkalarına bakmayan bi eş nasib eder falan diye avutabiliyorum biraz, bunun kısadan en etkili çözümü en kısa zamanda Allah ın kurallarına uygun güzel vücutlu ve huylu bir eşle evliliktir, evleneceğin insan ben kariyer peşindeyim şu şu sebeplerden dolayı çocuk yapamam zihniyetindeyse kendini yine tehlikeye atıyosun demektir bu şehvet seni sadece 20 li yaşlarda etkilemez ihtiyarlığa kadar sürer,
tabi yazması kolay kaçımızın ebeveyni kendilerini bizim yerimize koyup şu zor durumdaki halimizi anlıyorlar Allah bilir, onlar rahat tabi öyle bir dertleri yok akıllarında olan çocuğum okusun adam olsun vs.
ne mutlu kendini çocuğu yerine koyabilen velilere sahip olan çocuklara.
Bu bir savaştır, er meydanındaki cihad küçük cihaddır bu ise büyük cihaddır buyurmuş Efendimiz sav.
yine de çok sıkışan kardeşlerime tavsiyem evlilik mevzuunu anne ya da babalarına dile getirsinler bi şekilde cesaret edip, hatta tehdit edip sen bana gelin-damat bulmazsan ben bulurum falan gibi şeylerle de tehdit edip onları ruhen etkilemek işe yarayabilir(ah larını almamak,sert davranmamak şartı ile ana babanın ahı çok fena tutar)
Allah yar ve yardımcımız olsun kardeşlerim
Selamün aleyküm

29.12.2012 - Zehirliok Ziyaretçisi

Gözler KALBİN Aynasıdır...

Arkadaslar tavsiyem göz sadakasıdır dışarıda isteyerek baktığınız her kız için sadaka verebilirsiniz ne kadar sadak ayerie gecer ne olur bilmem ama ben böyle bir yöntem uyguluyorum.Bu sayede bayagı azaltmıştım.Bu arada İzmirde yeşadığımı da belirteyim.''Örneğin öğrenciyseniz her gözünüzün kaymasında 1 TL gibi bir meblağ sadaka vererek bunu azaltabilirsiniz zaman geçtikçe farklı seyler de düsünebilirsiniz.Tesekkürler

29.10.2012 - Asla Pes Etmek YOK

Göz Zinası

Selamın Aleyküm arkadaşlar, size bir sorum olacaktı.. Lise3e gidiyorum ve geçen sene namazlarıma başladım, okulum genelde tüm halkı ilgilendiren bir yer olduğu için kız talebeler çok fazla ve ben göz zinasından kaçamıyorum yaptıkça pişman oluyorum. Bugün bir arkadaşım koluma girdi kanka manasında ve ben de sonuçta erkeğim aklıma birden kötü şehvet hisleri geldi ve çok özürdilerim afedersiniz cinsel organım da bile değişiklikler meydana geldi. Bu ona karşı kul hakkına girer mi? çok üzülüyorum böyle olunca dinimden uzaklaşıyorum tövbe namazı kılasım gelmiyor. Çünkü her defasında Allahıma aynı mazeretlerle gidiyorum.. Çok üzülüyorum nasıl sakınabilirim bilmiyorum. Bazen de isterse açık saçık bayanlar göreyim yine de birşey olmuyor. Kendimizi o psikolojiye bağladığımızdan da olabilir. Düşündüğümüzden dolayı çok yakalanıyoruz. Kaçarsan kovalanırsın. Kaçmayı düşünmeyeceksin ama asla da yanaşmayacaksın.

26.09.2012 - gkhnuls34

CVP:Göz Zinası

Bu tür durumlar seni ibadetten soğutmamalı, uzaklaştırmamalı. Şeytan dışarıdaki kızların hallerini kullanarak sana vesvese verecek ve namazından uzaklaştırmaya çalışacaktır. Bazı şeyler erkeklik içgüdüsüdür. Şehvet hissetme vs her erkekte olan şeylerdir. Bunlar olmazsa nasıl çoğalım.. Allah böyle yaratmış. O hissettiklerinden korkma.. Fakat gerçek erkeklik hissetiklerine rağmen yanlıştan da kendini koruyabilmendir. Başkası kanka deyip sarıldı diye sen de ona sarılırsan veya prim verirsen işte o zaman hatadasındır. Gözlerin önünde yüzlerce kızın olması değil sen onlara bakıp dalarsan ve onlara bakmaya devam edersen işte o zaman hatadasındır.

ŞEytanın vesvesesine uyma

27.09.2012 - dikkat

Göz Zinası

Eyvallah kardeşim teşekkür ederim cevabın için kolay değil her yer haramlar ile kaynıyor ama bunu başarmak, şeytanla savaşmak zorundayız. Zina edenlerin durumlarını görüyoruz, pişmanlıklarını..
Allaha emanet olun

29.09.2012 - Zehirliok Ziyaretçisi

gozler

birine oylece uzaktan bakmak harammi sadece bir kisiye

25.07.2012 - gulerman@abv.bg

Re: gozler

O kişi ile en azından günaydın, merhaba vs. bir şekilde konuşman iyi olur bence. Kendi dünyanda o kişiyi öyle yerlere getirirsin ki gerçeği ile hiç alakası olmaz. Yani hayalinde haşa sanki aynı görünüşte fakat farklı karakterde birini yaratırsın.Bu gibi durumlarda ilgilendiğin kişi ile konuşmanın faydası önemlidir.Uzaktan bakmak Haram mı demişsin hangi düşünce ile baktığına bağlı? Gıpta ederek mi bakıyorsun yoksa nefsin için mi?

15.11.2012 - Zehirliok Ziyaretçisi

Re: GÖZLER NASIL KORUNUR

ben evlenilecek tertemiz birini arıyorum.kendim yaptıklarımdan tövbe ediyorum...tertemiz birini istemeye hakkım varmı ?benden önce aklında kalbinde biri kalsın istemem alacağım bayanın.....ama kimseyede güvenmiyorum.evlenmek zorunda olduğumu biliyorum.çünkü ilerisi için iffetimi koruyabileceğimden emin deilim.bu çıkmazlardan nasıl kurtulucam bilmiyorum.yardımcı olmak isteyenleri dinlerim...

22.07.2012 - Ziyaretci

Re: Re: GÖZLER NASIL KORUNUR

O halde daha önce birisiyle ciddi bir ilişkisi olmamış bakire bir bayan alacaksın. Bir kadın ilk erkeğini asla unutmaz ve sonrakini daima öncekiyle kıyaslar.

24.07.2012 - KarateKa

Re: Re: Re: GÖZLER NASIL KORUNUR

peki dediğiniz gibi bir bayanı bulmak?Böyle zamanda.yardımcı olursanız sevinirim.

14.02.2014 - Zehirliok Ziyaretçisi

Allah razi olsun

Allah sizden razi olsun. Men Azerbaycandan yaziram. bu yazilari oxudugum ucun cox sevinirem. hele o universiteli karkesh meni cox etkiledi sevinirem ki bu yolda tek deyiliz ve desteyiniz icin sagolun. Allah bizi seytandan seytanida bizden uzak eylesin.
Allahu teala imanimizi hic zeifletmesin ve bizi dogru yolda sabit kilsin. AMIN

30.05.2012 - Zehirliok Ziyaretçisi

Konular