Aşk kutsal mı?

Sabah Rüzgarı...

Aşkı önemsemiyorsun pek, bana öyle geldi... Hiç de iyi sözler söylememişsin... Eskiden sevmişsindir, âşık olmuşsundur sen de... Nedir bilirsin... Benimki bir tahmin elbette... Duygu yüklü bir kalbin var, senin gibiler aşksız yapamaz ki... Niye böylesin şimdi... Hayal kırıklıkları yaşadın sanırım, sevgiline kavuşamadın... Kedi ulaşamadığı ciğere pis dermiş... Dur, kırılma hemen, şakaydı... Akıllı adamsın sen, kişisel duygularını karıştırmazsın işe, biliyorum... Ama merak da etmiyor değilim hani, ne düşünüyorsun aşk hakkında... İyi bir şey mi sence... Kutsal mı mesela?

28.8.06

Ömer Sevinçgül...

Aşk derken insanlar arası şiddetli sevgiden, yakıp kavuran tutkudan söz ediyoruz yanılmıyorsam... "Zehirli bal"a benziyor bu aşk. Tadı bir, sancısı bin. Maşukunu kıskanıyor, "Kan tükürsün adını candan anan dudaklar!" diyor, derin acılarla kıvranıyor âşık... Araya ayrılıklar giriyor, ateşler içinde yanıyor... Bazen karşılık bulamıyor aşkına, keder uçurumlarına yuvarlanıyor, "vefasız, zalim, öldürdün beni"; diye feryat ediyor... Ardından büyük bir boşluk! Hayat azap oluyor, dünya zindan! Gözyaşları, içine kapanmalar, "kendimi intihar ederim"ler... Şiirlerden, şarkılardan acı dolu çığlıklar damlıyor hayata.

İnsan, gerçek bir insana âşık olmuyor aslında, bir hayale âşık oluyor... Daha doğrusu kendi hayalinde büyütüp bambaşka bir hale getirdiği sanal insana... Yemeyen, içmeyen, karnı guruldamayan, tuvalete gitmeyen, sabahları gözü çapaklanmayan, uyurken asla horlamayan, acıkınca sabırsızlık göstermeyen, neredeyse hiç hata yapmayan, zayıf yönleri olmayan bir sanal tip... Bir de ayrılık... Bütün büyük aşklarda ayrılık var, kavuşamama var... Hikâyesi günümüze dek gelen aşkların hepsi ayrılıklar üzerine kurulu...

Önce göz görüyor, gönül beğeniyor... Sonra ayrı kalıyor, hayalini kuruyor... Ayrılık olmadı mı aşk doğmuyor... Ayrılık ne kadar uzun, sevgili ne kadar ulaşılamaz olursa aşkın büyümesi de o kadar çok oluyor... Kişi, olmadık özellikler yüklüyor hayalinde kalan imgeye, şişirdikçe şişiriyor onu... Yepyeni bir kişilik kazandırıyor...

İşte bu hayale âşık oluyor olan... Kavuşma olunca bozuluyor büyü, gerçek kişilik çıkıyor ortaya... Hayal kırıklıkları başlıyor o zaman... Sevilen kişi, ne yaparsa yapsın, nasıl olursa olsun dolduramıyor hayaldeki resmi...

...

Aşk, karşı cinse duyulan arzunun inceltilip yaldızlanan sürümü gibi geliyor bana. Bir vesile... Başka türlü nasıl evlenirdi insanlar... Kim kimin kahrını çekerdi ki... Evlilikler olmaz, insan soyu kesilirdi o zaman...

İnsanlar arası aşkın bütün kıymeti aile kurumuna hizmetindedir kanımca... Aşk tahrik ediyor insanları, evlilik fikrini hatırına getirmeyenleri bile evlenmeye zorluyor... İşe yarar bir araç aslında... Onu şiirlerle, şarkılarla, romanlarla, filmlerle ulvileştirme çabası gerçeği perdeliyor. "Aşk kutsaldır!" yalanını uyduruyorlar.

Bu şiirleri, öyküleri okuyanlar, sinema perdelerine dalıp gidenler, bir an önce âşık olmak arzusuyla yanıp tutuşuyorlar... Böyle bir kızla konuşmuştum bir zamanlar... Aşka âşıktı... Sevgiye aşka dair ne bulursa okuyordu. Yalnız aşkı anlatan filmleri seviyor, sadece aşkı terennüm eden şarkıları dinliyordu. Kiminle konuşsa sözü döndürür dolaştırır aşka getirirdi. "Hiç sevdin mi?" diye sordum bir gün. "Evet, sevdim" dedi. Sonra acele ederek ekledi, "ama hiç âşık olmadım, o devlet kuşu henüz konmadı kalbime."
Aşka âşıklar, aşkı özleyenler, "Herkes âşık, ben niye âşık olamıyorum acaba?" diye soruyorlar yalnız başlarına kalınca. Ardından, "Bende bir eksiklik var galiba" diyor, kendilerinden kuşku duyuyorlar. Âşık olmak için fırsat kolluyorlar adeta. Sonra, tanıdık birine duydukları arzuyu yüceltiyor, filmlerde gösterilen rolleri oynamaya başlıyorlar. Kızlar Leyla, Aslı, Jülyet, Şirin, Zühre, Türkan oluyor, erkekler Mecnun, Kerem, Romeo, Ferhat, Tahir, Ayhan... Ve bu trajik oyuna iyice kaptırıyorlar kendilerini! Zindanlarını kendi elleriyle yapıyor, çıkış kapılarını kilitliyor, anahtarları da fırlatıp atıyorlar kayıp denizlere taş atar gibi.

Hadi itiraf edelim... Biz, biraz da âşık rolü oynamak için âşık oluyoruz! Aşka âşığız da ondan... Bir de can sıkıntısı... Kendine bir meşgale arayanlar aşkın kollarına atılıyor, iş alıyorlar başına... İlgilerini bir başkasına yönlendirmekle kendi kendilerini yiyip bitirmekten kurtuluyorlar bir derece... Acılı bir oyun oynuyorlar adeta, jön kendileri... Bir roman kahramanı, bir özel filmin başrol oyuncusu olmak...

...

Aşkı yücelten bütün yayın araçları etkili oluyor kuşkusuz. Ama dini içerikli ya da din kokulu kitaplarda "mecazî" aşkın yüceltilmesi daha da büyütüyor bu etkiyi... Onun bir kutsal gaye gibi gösterilmesi, önce nefsi harekete geçiriyor, sonra da kalbi etkiliyor. Yazar, belki de mecazî aşkı basamak yapıp, ilahi aşka ulaştırmak istiyor okuyucusunu. Ama tehlikeli bir yol bu. Çünkü perdeyi delip ilahi aşka ulaşanlar yok denecek kadar az. Manevi esintilerle ruhunu beslemek için şiirsel bir üslûpla yazılmış dinî kitaplara yöneliyor okuyucu. Önündeki sayfalarda insanlar arası aşkın meziyetlerini okuyor, güvenilir bir kaynaktan fetva almışçasına içi rahat, aşk ateşine atıyor kendini. Sonra da roller geliyor ardından, özlemler, beklentiler, acılar, sitemler...

"Artık benimsin!" diyene kadar sürüyor bu yangın. Her türlü kavuşma öldürüyor bu aşk heyulasını. Kabuk kırılır kırılmaz, istekler, beklentileri çıkıyor içinden, azgın nefis hayvanı fırlıyor dışarıya. Bu aldatıcı nefis, amacına ulaşmak için kalbi, dili, duyguları kullanıyor bir bakıma, böylece ulaşıyor amacına.

Bunu, Yusuf kıssası güzel anlatır... Züleyha, evinde büyüyen güzel gence "âşık"tır. Yanar tutuşur Yusuf için. Onu tanıyanlar hemen sezerler bu durumu. Şehrin sosyetesi dedikodu eder, "Aşkından kalbinin zarı yırtılmış kadının" derler.

Ne yapar Züleyha? Evde yalnız kalır kalmaz, ilk fırsatta, bütün cazibesiyle Yusuf'a yönelir, "Hadi gel!" der.
İşte "kutsal" aşkın meyvesi!

Yusuf reddeder onu, ama nafile, kadın bırakmaz peşini. İffetini yırtamayınca gömleğini paralar...

Sonra zindan yılları başlar Yusuf aleyhisselâm için. Kıssa sürer gider bu minval üzere...

Biz hisseye bakalım!

28.8.06
Ömer Sevinçgül

http://www.zaferdergisi.com/book/?kitap=526


4 yorum

AŞK ÜZERİNE

Bu sitenin kurulmasına vesile olan ve takip eden müdavimlerine merhaba diyor,azim ve gayretlerinin;"Ticeraten len tebüra"olmasını "aşıklar Aşığı olan Yüce Mevladan niyaz ediyorum...
Arkadaşlar!"Aşk"'ın bir çok tarifi ve değerlendirilmesi,eleştirilmesi yapılmış;aşk üzere bir çok söz söylenmiştir..Aslında yapılan "Aşk"tan bi-haber olanların bilemedikleri,tadamadıkları bir şeyin tarifini yapma gayretlerinden ibarettir..Bu gayret çabası aşkın kutsal da,zehirli de anlaşılmasına sebeb olmuştur..
En iyisi aşkı aşıklardan öğrenmektir..Hz.Mevlana gibi..Aşkı sormuşlar;"Benim gibi ol!Anlarsın!.."demiştir..Aşk, sırrı ilahidir;yaratılışın gayesi,kulluk hakikatidir..Aşk, kulluk gerçeğini her zerrede hissederek Cenab-ı Hakk'ın ebedi,engin,anlatılamaz olan "varlığında","kul"'un kendi varlığını "Yok"etmesidir..Merhum Necip Fazıl'ın ifadesi ile;"Yok'lukta Var'lığı bulmaktır..
Aşk,Yaratandan başlayıp Yaratanda biten ebedi bir serüvendir..Aşık Yunus aşığın halini bir çok mısralarda anlatır;Kimi zaman aşığın ölmeyeceğini,ölenin hayvan olduğunu..Kimi zaman aşığın zehirle pişmiş aşı yemeye gelen kişi olduğunu..Buna benzer bir çok eşsiz benzetmelerle Divanında aşığın hallerini anlatır..
Hz Mevlana ise,kendisi "Peygamber değildir ama bir kitabı vardır,Mesnevi.."Bu kitabında aşığın halinden başka bir şey anlatmamıştır..Aşk halinin sözlere sığmayacak kadar engin,muhteşem olduğunu görünce ise başlamıştır cezbe ile "sema"ya..
Arkadaşlar! AŞK ilmi Hakikat ilmidir.Hakikat ilminden habersiz olanların AŞK'tan bahsetmesi, Aşık Yunus'un tabiriyle "Haramdır",Aşık kişilerin sohbeti ise yine Aşık yunus'un tabiriyle aşksızların belasıdır..
Dünyevi,nefsani heva ve heveslerimizi "Aşk" ile karıştırmamak gerekir,Velev ki safiyane olsun..O da sadece Aşk'a ulaşmak için bir basamak,bir vesiledir..Vesselam...Selam ve Dua ile..

17.01.2007 - Esfiya

Aşk kutsal mı?

evt aşk kutsaldı bi zamanlar,bi zamanlar diyorum çünkü şimdiki gibi aşk ayağa düşüp,aşkın içi boşaltılmamıştı,
aşk sadece ...... ve anlık zevklerden ibaret değildi.şimdi aşktan bahsedenler post modern görüntünün altında kendilerine ve nefislerine yenildiler,aşk ayaklar altında sürülmeye mahkum gibi görünüyor.tüm insanlık olarak aşkı bedende değilde ruhta aramaya karar vermediğimiz müddetçe aşk denen olgu,sadece kitaplarda yaşanıp kutsal sayılacak,değilmiydiki yaratılış gayemiz bir aşk ileydi," evt " "aşk vardı "! bi zamanlar tabi....

16.01.2007 - ilknur hatipoğlu

Aşıkların yalanları!

Yanlışsınız hanfendiler!.. Aşk hiç bir zaman kutsal olmadı, bunu söylemek apaçık küfürdür! Kısaca:

1- Kutsallık, din çerçevesinde mübarek sayılan mevzulara mahsustur.. Kabe kutsaldır, Kuran-ı Kerim kutsaldır, ibadetler kutsaldır, aşk asla! Kulun kulun ile insanın aşırı/ölçüsüz/haram alakasına değil!

2- Aşıklar, layık olmadığı sıfatlarla maşukunu medh-ü sena eder. Günahkar, aciz, muhtaç "kulları"..

3- Aşk=şehvettir, ya tümden, yada "neticesi itibariyle..." Ruh aşkı vs. gibi bahaneler dümendir...

4- Din evliliğe teşvik eder. Lakin aşık insanlar evlendiğinde aşkları biter, hatta ve bazen düşmanlıkla!.. Zira aşkı besleyen kavuşamamak ve uzaklıktır!

5- Maşukunuzun -afedersiniz- geğirdiğine, yellendiğine, sümkürdüğüne şahit olduğununda taptığınız o "kutsal aşkınız" yerle bir olacaktır...

Şu yazılar dikkatle okunmalıdır:

http://www.zehirliok.com/node/1656

http://www.zehirliok.com/konu/ask-acisi-ceken-kadinlar.html

17.01.2007 - arif

"Aşk kutsal mı?" adlı yazıya...

arkadaşım çok güzel söylemişsin de sadece senin söylediğine eklemek istediğim aşk artık ayaklar altında değil afedersiniz utanarak söylüyorum iki bacak arasına sıkışmış durumda...
Ve bunu yapan yine biziz...
Selam ve dua ile...
D.Ö...

16.01.2007 - dilek

Konular