çocuklarımız ve biz

Bana Babanı Anlat!
Ali Çankırılı


Bana Babanı Anlat!

ALİ ÇANKIRILI


DİNDAR BİR BABANIN OĞLUYDU. Zeki bir çocuktu. Daha beş yaşında iken babası ona namaz surelerini ezberletmeye başlamıştı. Her sure ezberleyişinde babası mutluluktan uçuyor, oğlunu kucağına alıp seviyor, kendisine böyle akıllı bir çocuk verdiği için Allah’a şükrediyordu. Babasının mutlu olduğunu ve kendisini sevdiğini görünce çocuk da gayrete geliyor, yeni bir sure ezberlemek için büyük çaba gösteriyordu. Gerçi bazen şaşırdığı oluyordu, ama babası tekrar yaptırarak ezberini kuvvetlendiriyordu.

Annesi: “Çocuğu fazla sıkıştırıyorsun, bey” deyince kızıyor:

“Sen karışma hanım, ağaç yaşken eğilir” diyordu.

Bu akıllı çocuk sadece sure ezberlemekle kalmıyor, babasıyla birlikte abdest almasını ve namaz kılmasını da öğreniyordu. “Önce eller yıkanacak. Sonra üç kere ağzımıza su alıp çalkalayacağız. İşte bak böyle. Sonra üç kere buruna su çekip...” diye devam ediyordu baba. O da babasına bakarak aynısını yapıyordu. Suyla oynamayı sevdiği için abdest almak hoşuna gidiyordu.

Sonra babasıyla birlikte namaza duruyor, onun gibi el bağlayıp ezberlediği sureleri okuyordu. Bazen şaşırıp ne okuyacağını unutuyor, ama babası üzülmesin diye söylemiyordu. Uzun süren namazlarda canı sıkılıyor, yine babası üzülmesin diye belli etmiyordu. “Eğer üzülürse beni sevmez,” diye geçiriyordu içinden.

Bir gün çocuk:

“Baba, dedi, neden namaz kılıyoruz?” diye sordu.

“Allah emrettiği için” dedi babası.

“Bazen namaz kılmasak ne olur?”

“Allah’ın emrine karşı gelmiş, günah işlemiş oluruz. Namaz kıldığımız ve iyi bir iş yaptığımız zaman sağ tarafımızdaki melek sevap yazar. Namaz kılmadığımız ve kötü bir iş yaptığımız zaman sol tarafımızdaki melek günah yazar. Öldüğümüz zaman sevaplarımız günahlarımızdan fazla ise Allah cennetine koyar. Günahlarımız fazla ise Allah cehennemine koyar.”

“Cehennem ne demek? Kötü bir yer mi?”

“Evet, oğlum; hem de çok kötü bir yer. İçi ateş doludur. ‘Zebani’ adı verilen cehennem bekçileri vardır. Günahı fazla olanları tutup ateşin içine atarlar.”

Çocuk korkudan titredi. Baba iyi niyetliydi, ama psikoloji bilmediği için cehennemden bahsederek çocuğun küçücük kalbine korkuya dayalı bir Allah inancı ektiğinin farkında değildi. Evet, Cehennem haktı, ama “Buluğa erinceye kadar çocuktan kalem kaldırılmıştır,” diyordu peygamberimiz. “Korkutmayın, müjdeleyin. Zorlaştırmayın, kolaylaştırın,” diyordu. Çocuğa önce cenneti olan Allah’ı anlatmalıydı. Sıkmadan, özendirerek, kolaylaştırarak namaza alıştırmalıydı. Cehennemi ancak anlayacağı yaşa gelince, Allah’ın “Âdil” ismiyle birlikte anlatmalıydı.

Oğlunun korktuğunu fark eden baba:

“Sana cenneti de anlatayım, dedi. “Cennet yemyeşil ağaçlarla, çiçeklerle dolu, içinden ırmaklar akan bir yerdir. Cennette çalışmak yok. Her istediğin şey yanına gelecek.”

“Cennette oyuncak da var mı?” dedi çocuk.

“Var” dedi baba.

“Bisiklet?”

“Bisiklet, oyuncak, çikolata, aklına ne gelirse.”

“Keşke Allah’ın cehennemi olmasaydı...” dedi çocuk.

“Tövbe!.. dedi baba. Olur mu öyle şey? O zaman Allah’ın emir ve yasaklarına karşı gelenler ve kötülük yapanlar da cennete giderdi.”

KIRMIZI BİSİKLET

Çocuğun hiç arkadaşı yoktu. Babası başına bir kaza gelir, küfür ve kötü huylar edinir diye sokağa çıkmasına izin vermiyordu. Altı yaşına geldiğinde okula başladı. Okulda namaz kılacak yer yoktu. Babası:

“Okulda kılamadığın namazlarını evde kaza yaparsın” dedi.

Daha birinci dönem bitmeden okumayı ve yazmayı öğrendi. Nihayet ikinci yarı yıl da bitmiş, karne günü gelmişti. Öğretmen çocuğun karnesini verirken:

“Aferin, dedi, hepsi pekiyi.” Çocuğu yanaklarından öptü.

Sıra arkadaşı Ahmet’in de karnesi pekiyiydi. Ahmet sevinçle bağırdı:

“Yaşasın, bir bisikletim olacak! Pekiyi ile geçersem babam bana kırmızı bir bisiklet alacağına söz verdi.”

Çocuk içini çekti. Babası kendisine böyle bir söz vermemişti. Yine de ümidini kaybetmek istemedi. Belki babası karnesini görünce ona da bir bisiklet alırdı.

Çocuk eve gittiğinde babası daha işten dönmemişti. Karnesini annesine gösterdi. Anne pekiyi ile dolu karneyi görünce çok sevindi. Oğlunu öpüp tebrik etti. Çocuk annesine sordu:

“Babam da karneme çok sevinir mi?”

Anne:

“Elbette, dedi, baban da çok sevinecek.”

Çocuk bu soruyu sorarken aklında kırmızı bir bisiklet vardı.

“Biliyor musun anne” dedi. “Pekiyi ile geçtiği için Ahmet’in babası ona kırmızı bir bisiklet alacakmış...”

Anne çocuğun niyetini anladı, ama kocasının huyunu bildiği için çocuğu ümitlendirmek istemedi, anlamamış gibi davrandı.

Akşam olup baba işten dönünce çocuk sevinç ve ümitle karnesini gösterdi.

Baba:

“Aferin, dedi, sana da bu yakışır.”

Çocuk, “Haydi baba, çok sevindiğini ve bana bir bisiklet alacağını söyle!” dercesine babasının gözlerinin içine baktı. Ancak bu gözlerde hiçbir ümit ışığı göremedi. Bütün hayalleri suya düşmüştü. Çocuk odasına gittiği bir sırada annesi, babaya bisiklet meselesini açtı. “Olmaz!” dedi baba. “Sokaklar tehlikeli. Araba çarpar, bisikletten düşer, kolu bacağı kırılır, sakat kalır. Hiç bunları düşündün mü?”

Bisiklet hayali suya düşmüştü. Çok üzgündü. Birden, karneleri dağıtmadan önce, öğretmenin söyledikleri aklına geldi:

“Bir yıl boyunca çalıştınız. Şimdi iyi bir tatili hak ettiniz. Dilediğiniz gibi oynayın, koşturun. Köyü olanlar köyüne gitsin. Bu arada adını yazdırdığım masal ve hikâye kitaplarını okumayı da unutmayın. Okula döndüğünüz zaman gezdiğiniz yerleri ve okuduğunuz kitapları sınıfta anlatacaksınız.” Bisiklet üzüntüsü köy sevincine dönüştü.

“Yaşasın, tatilde dedemin köyüne giderim!” dedi içinden.

Babası işe gittikten sonra köy hayalini annesine anlattı. Babasıyla böyle şeyler konuşmaz, hep annesine açardı.

Akşam yemeğinden sonra anne ve çocuk babaya köy meselesini açtılar.

Baba:

“Seneye belki, ama bu sene olmaz, dedi. Oğlumuz bu yaz Kur’an kursuna gidecek.”

Çocuğun ikinci hayali de suya düşmüştü. Üzüntüden yanakları soldu.

KOMŞU KIZI

Çocuk, cehennemine atmasın diye Allah’tan, sevgisini esirgemesin diye babadan korktuğu için Kur’an kursuna gitti. Kısa zamanda Kur’an okumayı öğrendi. Baba çok mutluydu. Ama çocuk hiç mutlu değildi. Aklında hep kırmızı bisiklet ve köy vardı.



Yıllar çok çabuk geçti. Çocuk başarıyla ilk ve orta okulu bitirip liseye başladı. Namazını hiç bırakmadı. Okulda iken kılamadığı namazların evde kazasını kıldı. Sınıf arkadaşları ona “Molla” adını takmıştı.

Bir komşu kızı vardı. Okula aynı servisle gidip geliyorlardı. Bir sabah boş yer kalmadığı için kız onunla aynı koltuğa oturmak zorunda kalmıştı. Kızın yanına oturduğunu görünce, utancından yüzü kıpkırmızı oldu, bütün vücudu titriyordu. Kalkmak istedi, ama bir türlü kalkamadı.

O gün akşamı zor etmişti. Okula nasıl gitmişlerdi, servisten nasıl inmişlerdi, hatırlamıyordu. İçinden, anlam veremediği, tuhaf cinsel hisler geçiyordu. “Allah’ım affet, bu hissettiklerim için günah yazma” diye dua ediyordu. O gün anlatılan hiçbir dersi hatırlamıyordu. Aklında komşu kızından başka bir şey yoktu.

Eve gelince doğruca odasına gitti. Kapıyı kapatıp yatağına yattı. Annesi merak etmişti. Odasına girdi.

“Neyin var oğlum, dedi, hasta mısın?”

Genç, yorganı başına çekti.

“Yok bir şeyim, dedi, yalnız kalmak istiyorum.”

Uyumak ve o gün olanları unutmak istiyordu; ama uyuyamıyordu.

Annesi gelip akşam yemeğinin hazır olduğunu, babasının kendisini sofrada beklediğini söyledi. Babasını bekletmek olmazdı. Hiç iştahı yoktu. Babası huylanıp soru yağmuruna tutmasın diye, önüne konan her şeyi yedi. “İzninizle, ders çalışmaya gidiyorum” dedi. Aslında ders çalışacak durumda değildi. Odasına girip çalışma masasına oturdu. Rastgele bir kitap açtı, ama okumuyordu. Babası kontrol için geldiğinde, çalıştığını zannetmeliydi.

Bir süre aynı sayfanın başında oturduktan sonra, yatsı namazını kılmak için, kalkıp abdest aldı. O tuhaf duyguları bir türlü aklından atamıyordu.

Namaza durmak için el kaldırdı. Kızın hayali gelip karşısına dikildi. Gözlerini yumdu. “Allah’ım affet! Şeytan peşimi bırakmıyor. Beni şeytanın şerrinden koru” dedi. Namaza durdu. Aynı hayal ve aynı duygular zihninde belirdi. Onlardan kurtulmak için sureleri sesli okudu. O kurtulmak istedikçe duygular daha şiddetle aklına hücum ediyordu.

“Bu namaz olmadı,” dedi. Bir kere daha kıldı. Olmadı. Bir kere daha kıldı...

Aklına gelen kötü duygular yüzünden kalbinin bozulduğunu, şeytana uyduğunu ve günaha girdiğini zannediyordu. O böyle zannedip aklına gelen kötü duyguları önemsedikçe, güçlenip zihnini bulandırıyorlardı. Halbuki aklımıza kötü bir fikir gelse, bu fikri işlemediğimiz sürece günah yazılmadığını; ama iyi bir şey yapmak isteyip de buna imkân ve fırsat bulamadığımız zaman sevap yazıldığını bilmiyordu.

İLK ISLAK RÜYA

Bitkin bir halde yatağa yattı. Peş peşe sureler okudu, dualar etti, Allah’tan af diledi. Gecenin yarısından sonra ancak uyuyabildi. O gece ergenliğin belirtisi olan ilk ıslak rüyayı gördü. Dehşet ve korkuyla uyandı. “Eyvah, büyük bir günah işledim” dedi. Anne ve baba onu bu konularda hiç bilgilendirmemiş, ergenliğe hazırlamamıştı.

O günden sonra gençte belirgin değişiklikler olmaya başladı. Anne ve babasıyla eskisi kadar konuşmuyordu. Odasına kapanıyor, uzun süre namaz kılıyordu. Annesi odasına girdiği zaman çoğu kez onu namaz kılarken görüyordu. Her akşam banyoya giriyor, uzun süre yıkanıyordu. Ayakkabısını çıkardıktan veya kapı koluna dokunduktan sonra lavaboya gidiyor, defalarca ellerini yıkıyordu.

Okul başarısı düşmeye başlamıştı. Çok çalıştığı halde yazılı sınavlardan zayıf alıyordu. Halbuki sözlü sınavlarda iyiydi. Yazılı sınavlarda zamanın yetmediğinden yakınıyordu. Bir paragrafı veya problemi okuduktan sonra, anladığından emin olamıyor, tekrar okumak zorunda kalıyordu. Soruların yarısına geldiğinde sınav süresi bitmiş oluyordu.

Rehber öğretmen gencin babasını çağırdı. “Oğlunuzu bir psikologa götürün, ruhsal durumu iyi değil” dedi. Baba da oğlundaki değişiklikleri fark etmişti. “Dindar bir psikolog tanıyor musunuz? Oğluma nazar değdiğini düşünüyorum” dedi. Rehber öğretmen güldü. Babayı ikna etmek için:

“Merak etmeyin, dedi, sizi iyi bir psikologa göndereceğim.”

Baba, rehber öğretmenin adını ve adresini verdiği psikologa gitmek üzere oğluyla birlikte okuldan ayrıldı. Rehber öğretmen psikologu telefonla arayıp bilgi verdi. Psikolog babayı ve oğlunu dinledikten sonra bazı testler uyguladı. “Oğlunuzda, ‘obsesif kompulsif bozukluk’ adını verdiğimiz ruhsal bir rahatsızlık var” dedi. İlaç tedavisi ile birlikte terapi görmesi gerektiği için bu konu beni aşıyor, bir pikiyatriste gitmeniz gerekiyor, dedi. Ayrıca sizin de terapi görmeniz lâzım. Hatalı tutumlarınız yüzünden oğlunuz bu duruma gelmiş.”

Baba psikologun söylediği çoğu şeyi anlamadı, ama iyi şeyler olmadığı belliydi. “Kusura bakma efendi, dedi, ne demek istediğinizi tam anlamadım. Oğlumun nesi var? Ben ne gibi hatalar yapmışım?” Psikolog test sonuçlarını ve kendi kanı raporunu babaya uzattı: “Bunları adını vereceğim psikiyatriste götürün, gerekli açıklamaları o yapar,” dedi.

Baba, yıkılmış bir halde, çaresiz, ikinci adrese gitmek üzere, oğluyla birlikte oradan ayrıldı. Psikiyatrist, test sonuçlarını ve psikologun tanı raporunu okuduktan sonra babaya:

“Siz lütfen bekleme salonunda oturun, oğlunuzla görüştükten sonra sizi de çağıracağım,” dedi. Baba dışarı çıktıktan sonra, psikiyatrist gence döndü: “Bana babanı anlat,” dedi. Genç şaşırdı. Böyle bir şeyi hiç beklemiyordu. Doktor tekrarladı: “Tâ çocukluğundan itibaren, baban hakkında ne hatırlıyorsan anlat” dedi. Genç anlatmaya başladı.


İYİ NİYET YETMİYOR

Baba iyi niyetliydi. Her şeyi çocuğunun iyiliği için yaptığına inanıyordu. Onu dindar, Allah’ını, kitabını bilen bir insan olarak yetiştirmek istemişti. Ancak yaklaşımı çocuk psikolojisine aykırıydı. Aşırı koruma içgüdüsüyle ona çocukluğunu yaşama fırsatı vermemişti. Aşıladığı Allah inancı gerçek değildi, korkuya dayalıydı. Oysa Peygamber Efendimiz’in (asm.) ifadesiyle, Allah, çocuklara karşı annelerinden daha şefkatliydi. Buluğa erinceye kadar çocuğa cehennem kapalıydı. Baba cehennemle korkutarak çocuğun zihninde yanlış bir Allah inancının doğmasına yol açmıştı. Çocuk sevdiği için değil, cehenneme gitmekten korktuğu için Allah’a ibadet ediyordu.

Baba cinsiyet konusunda çocuğuna bilgi vermemiş, onu ergenliğin belirtilerine karşı hazırlamamıştı. Çocuk, ergenliğe geçişte yaşadığı hızlı hormon değişikliği ve bunun getirdiği cinsel uyanış karşısında paniğe kapılmış; temeli çocukluğa dayanan günahkârlık duyguları ağır basmış, obsesiyonlara (saplantılara) dönüşmüştü.

Psikiyatrist gence ilaç tedavisi ile birlikte terapi uygulamaya başladı. Babayı da terapiye alarak tutumunun hatalı olduğunu örnekler vererek ikna etmeye çalıştı. Bir süre sonra anne de terapiye katıldı. Ailenin tutum değiştirme çabaları bir süre sonra gençte iyi sonuç vermeye başladı. Çünkü kendisini seven bir ailesi, Gafur ve Rahim olan (müminlerin günahlarını affeden, kusurlarını örten, yüksek merhamet sahibi) bir Rabbi vardı.


1 yorum

Teşekkürler

Allah Razı Olsun sonunu zor getirdim, çok güzel yazı..

27.10.2008 - Pasha

Konular