Casusluk Teskilatina Giris

1 Mayıs 1914

Güneşli bir sabah. Bahardan ziyade koyu bir yaz sabahı. Sıcak ortalığı kavuruyor. Güneş; aynı bu mevsimde Varşo­va'da ve Karakoy'da geçirdiğimiz puslu ve serin günlerin bizden hıncını çıkarıyor gibi hırçın!.. Fakat öyle bir hırçınlık ki; meyveler ve ekinler üzerinde çok müsbet tesiri olduğu göze çarpıyor. Herşey kemale ermiş bulunuyor. Meyveler, sebzeler, bağlar, bostanlar. Çiçekler ve kuşlar, herşey,herşey. Canlı ve hareketli... Bu yaz gününün öğle vakti köyümüze esrarengiz iki misafir geldi. Biri kadın, ötekisi erkek!.. Köyün bütün halkı bu iki insanın etrafında çevrelendi. Babam her­kesten fazla bu yabancı misafirlere sokuldu, iltifat gördü ve onlara saygı gösterdi. Kadının ismi Sarah erkeğin ismi Aron'du.

Bunlar bütün gün babamla başbaşa verip birşeyler konuş­tular. Bize bir şey söylemediler. Gece şereflerine köyümüzün misafir salonunda ziyafet verdik. Köy kızlarının kırlardan topladıkları mavi, beyaz çiçeklerle sofrayı donattık. Fabrika bol şarab göndermişti, hepimiz birlikte içtik. Fakat bu misa­firler kim, fabrika onları nereden öğrenmiş ve bu şarapların manası ne? Onu da öğreniriz elbette...

Gece biz yataklarımıza çekildiğimiz zaman, kadın erkek, kardeş olduklarını sanıyorum, babamla başbaşa kalmışlardı. Ne vakte kadar konuştuklarını bilemiyorum. Uyuya kalmı­şım...




14 Mayıs 1914

Ne sıcak, ne büyüleyici, ne tatlı bir sabah. Kahvaltılarımızı bahçede yaptık. Yediklerimizi hepsi kendi emeğimizin mahsûlü. Ekmek, tereyağ, reçel!.. Bütün bunları biz kendi el­lerimizle yaptık. Çarşıdan pazardan alınan bir şey yok. Bunlara pis goyimlerın eli değmemiş.

Kahvaltıdan sonra babam, bu misafirlerle birlikte Yeruşalem'e gideceğimizi müjdeledi. Mukaddes .şehir, büyük bel­de!.. Asırlar boyu nıülevves insanların, pis hristiyanların, barbar Türklerin ve hatta Araplar'ın işgalinde olan güzel şe­hir!.. Seni görmek, toprağına yüz sürmek bana da müyesser olacakmış, sana binlerce minnet ey Adonay!

İki yağız atın çektiği mükellef bir fayton bizi akşam karan-lıında Yerüşalem'e getirdi. Kendimi David'in, Salomon'un ülkesinde sanıyorum, Fast otelinde babamla bana tertemiz, mükemmel bir oda hazırlamıştı. Otelde yiyip içtik. Bizi bura­ya getirenler ertesi sabah gelmek üzere ayrıldılar. Tatlı rüya-lı, hayalli, hülyah bir gece geçirdim ve Güneş Sahyun Dağla­rı'nın arkasından yüzünü göstermeden yataktan fırladım, gi­yindim, hazırlandım.




15 Mayıs 1914

İlk işimiz baba kız, Salomon mabedinin asırdîde temel du­varlarına yüz sürmek oldu. Kalabalık çarşıdan geçerken, kendimi asırlarca evvele gitmiş zannettim, Irkdaşlarımız ve dindaşlarımızı selâmlaya, selâmlaya ve sanki tarih yaprakla­rını tersine çevire, çevire, İsrail oğullarının ihtişam ve salta­nat devirlerine geri dönmüş sanıyordum. Titüs ve Ebuknazar'ın vahşi ve hâin gölgeleri de hafızamızda canlanmış, Babil sürgünü, Romalılar'ın zulmü, Goyimler'in işkencesi ve ondan Öte asırlık tarih sanki hep bir arada canlanmış, şahlan­mış, karşımızda dikilmiş gibi idi.

İçimden sert ve hiddetli bîr ses haykırıyor:

Yanılıyorsun Suzy! Arkana bakma, Önünde mes'ud bir is­tikbal var, onu gör! israilin istiklâli, İsrail oğullarının saadeti­ni gör!..

Öyle yaptım. Zıt hisler ve çeşitli tesirler altında tıbkı bir sâhir-i filmenâm(uyurgezer) gibi baba kız kendimizi büyük mabedin kalın duvarları önünde bulduk.

Diz çöktüm, gayri ihtiyarı gözlerimden yaşlar boşanıyor, babam cezbe halinde...

"— Ey büyük ve kudretli Yehova! Bu dökülen göz yaşları­nı görmüyor musun? Ne zamana kadar bu bedbaht seller böylece akıp gidecek. Bu mübarek göz yaşlarının vücûde ge­tirdiği deryalarda goyimleri boğ, yok et artık, yok et onları!"

Kendimden geçmiş gibi idim. Babam da öyle ve sonra her ikimiz birlikte okuyoruz:

"Ey İsrail, kendi yüksek yerlerin
Üzerinde öldürüldü izzetin!
Yiğitler nasıl düştüler!
Filistinlerin kızları sevinmesinler diye,
Sünnetsizlerin kızları sevinmesinler diye,
Sünnetsizlerin kızları sevinçle coşmasınlar diye,
Gatta bunu bildirmeyin,
Aşkelon sokaklarında yapmayın.
Ey Gilboa dağlan,
Üzerinizde ne çiğ ne yağmur, ne
De takdime tarlatan olsun;
Çünkü yiğitlerin kalkanım orada
Kaldırıp attılar,
Saulun yağlar mesholtınmamış
Kalkanını.
Öldürülmüş olanların kanından
Yiğitlerin yağından,
Yonatamn yayı geri gelmezdi,
Ve Saulun kılıncı boş dönmezdi.
Saul ile Yonatan hayatlarında
Tatlı ve sevimli idiler.
Ölümlerinde de ayrılmadılar;
Kartallardan daha çevik, Arslanlardan daha kuvvetli idiler. Ey israil kızları! Sanla Ağlayın, O size değerli kırmızı kumaş Giydirdi,
Esvabınız üzerine altın süsü koydu. Cenk ortasında yiğitler nasıl düştüler! Yoııatan senin yüksek yerlerinde
Öldürüldü.
Ey kardeşim Yonatan, senin için
Acıklıyım;
Sen benim içitvçok tatlı idin;
Senin sevgin benim için şaşılacak şeydi,
Kadının sevgisinden ziyade idi.
Yiğitler nasıl dövüştüler,
Ve cenk silâhlan nasıl yok oldular!


Bu ilâhiyi baba kız öyle içten, öyle, heyecanlı, öyle vecdle okumuştuk ki; âdeta kendimizden geçmiş ruhlarımız asırlar­ca evvelki zamanlara dönmüştü. Gözlerim ağlamaktan kıp­kırmızı olmuş, göz yaşlarım Salomon Mabedi'nin temellerini ıslatmıştı. Bunlar boş yere gitmiyor, bunlar Adonay'ın katın­da birikiyor, toplanıyor, Bîrgün sel olup düşmanlarımızı bo­ğacak, yağmur olup bahçelerimizi sulayacak!

Ey "Yehova! Büyük mâbud! Seslerimize kulak ver, bizi kurtar artık!..

* * *

Bugünün sabahı böyle geçti. Öğle yemeğini otelde yedik. Zihnimi kurcalayan bir şey var. Köyümüzden niçin beni seç­tiler ve buraya getirdiler. Babamın bu işte rolü nedir, yoksa sadece bana refakat etmek için mi? Elbette bütün bu olup bi­tenlerin iç yüzünü ergeç anlayacağım, muhakkak olan bir şey varsa, biz yeni bir hayatın, yeni ve parlak bir istikbalin eşiğindeyiz. Bir hissikablelvuku (ön sezi) asırlarca İsrail oğullarını sarmış olan kara bulutların dağılmakta olduğunu ve devletimizin doğmakta olduğunu bize haber veriyor, içi­mize böyle doğuyor. Hahamların, hükemâmızın (filozofları­mızın) vaadleri, sözleri, müjdeleri elbetteki boş değil!.. Bin­lerce sene oluyor. Binlerce azap ve işkence, sayısız ve hududsuz zulüm ve itisaf(yok ermek) biz bütün bunlara göğüs ger­dik. Hiç bir şey gözümüzü yıldırmadı, hiç bir engel bizi yo­lumuzdan döndürmedi. Bugünün İsrail kızları; bu fedakârlıklarının mükâfatını bekliyoruz. Bundan on sene ev­vel, Türklerin Kızıl Sultan'ı hiç bir ırkdaşımızı, hiç bir dinda­şımızı bu topraklara ayak bastırmıyordu. Babalarımız, abla­larımız, annelerimiz vapur güvertelerinde, üst üste, yığın, yı­ğın Türk topraklarına çıkmak için günlerce beklediler. Ne Amerika'nın, ne Avrupa'nın, ne de cihanı sarmış olan teşkilâtımızın teşebbüsleri para etmedi. Barbar Türklerin, zâlim sultanı Abdülhamid Filistin'de bir İsrail Devleti doğ­masın diye öylesine direndi, öylesine inat ettiki Evet biraz geç kaldık, fakat sultanın tahtını da başına göçürttük. İşte şimdi biz bu mukaddes ülkedeyiz. Hem de asla çıkmamak üzere!..

İçimize, ruhumuza, kabımıza sığmayan bir heyecan içinde çalkalanıyor, sarsılıyoruz. Öğleden sonra otele Sarah geldi. Beni yalnızca bir odaya çekti, yüzümü okşadı, benimle çok eski âşinâlar gibi konuşuyordu.

"Sevgili kız kardeşim, beni dinle!.." dedi. Bütün bu sami­miyete rağmen ellerim titriyor, dudaklarım titriyordu. İşte bir fevkalâdelik olduğunu hissediyorum, anlamadığım tek şey; köyümüzden sadece benim seçilmiş olmaklığım ve bana karşı bir ehemmiyet verilmiş olması idi. Bu düğümü çabuk çözdüm.

“— Sen çok güzel ve cazip bîr kızsın. Zekân da fazla!.. Üs­telik israilin büyük dâvasını tam manasiyie kavrayacak bir yaradılıştasın. Sahip olduğun bütün bu müstesna meziyetler ve güzellikleri İsrail davasına vakfedecek o yolda kullana­caksın..."

Bugünden itibaren sen köyümüzde "Nezach Yisraee Loyeschakev" teşkilâtının mümessilisin! Bu teşkilat, yarın kurulacak büyük İsrail Devleti'nin temel organıdır. Tarih sana bu şerefli vazifeyi lâyık görüyor, bununla iftihar edebilirsin. Her ayın ilk Şubat günü Yeruşalem'de Sir Levi'yi görecek ve ondan talimat alacaksın. O, icap ettikçe haberleri bana gön­derir. Ben Hayfa'ya yakın Sihron Jakop Köyü'nde oturuyo­rum. İcap ettikçe Yafa'daki çiftlikte de buluşuruz. Orada baş­ka kızkardeşlerinle de tanışırsın. Şimdilik acele bir şey yok. Araplar sadece menfaatlerini düşünüyor, başka şeylerle alâkadar olmazlar, Türk memurları belki senelerce köyümü­ze uğramazlar, lâkayd ve Dünya'dan bihaberdirler. Şayet bir vesile ile ayaklan oraya uğrarsa onları hoş tutup güzelliğini­zin sihriyle onları büyülemek, onlara saf ve sâdık gözükmek vazifenizdir. Hele hele, İsrail'in istikbalinden, idealinden hiç kimseye bir şey söylememeye ve hatta bu büyük idealden habersiz gözükmeye çalışmak vazifenizdir. Geldiğin yeri iyi hatırlıyorsun değil mi Suzy? Rutubetli, küflü ev ve sefil bir hayat!.. Goyimlerin daimi hakaretleri, kırbaş, zulüm,, işkence ve katliam... Daima bunları ve yarını düşüneceksin. Yarın; parlak güneşli, mes'ud ve büyük yarın...İşte o kadar benim güzel hemşirem, gerisi senin zekâna!.."

* * *

Böylece umûmi bir talimat ve umûmi bir izahat alarak bir­birimizden ayrıldık. Demek ki, ben köyümüzde, İsrael tarihi­nin, İsrail istikbalinin en mühim teşkilâtı olan "Nezach Yisrael Loyeschakev" mümessiliyim, ne bahtiyarlık, ne şeref bu!

Acaba üç dört köy içinde niçin beni seçtiler. Bu pek gizli bir şey değil. Ben de farkındayım. Fakat babam açıkça ve sa­rahaten bunu şöyle izah etti:

"— Yakıcı bir güzelliğe sahipsin Suzy! Zekâ ve zarafetin de ondan aşağı değil. Bu silâh sende oldukça çok gönüller yakar, çok budalaları avlarsın. Zamanı gelecek bütün bu ni­metleri müstakbel İsrail Devletinin menfaati uğruna kullana­caksın! Senin bu büyüleyici güzelliğin karşısında kaç erkek, kaç irade mukavemet edebilir. Sen bu sılalarla goyimleri ye­re serecek, onların sırlarını öğrenecek ve istikbale hizmet edeceksin!.."

Türkler, asırlarca bu yerleri, bu bizim ecdat yurdumuzu bize zindan ettiler. Türk Sultanı Abdülhamid ırkdaşlarımız buralara sokmamak için bütün Dünya'ya kafa tuttu. Ona kimse sözünü geçiremedi. Fakat bak bugün biz buralarda, âdeta müstakil bir devlet gibi yaşıyoruz. Bu devlet, yarının büyük Salomon saltanatının bir provasından başkabir şey değil!.. Kendimize mahsus postalarımız var, hatta paramız, namımıza basılmış paralarımız var. Türklerin ses çıkardık­ları yok. Mecalleri yok ki!.. Onlarda buralarda iğreti otur­duklarının farkındalar. Bir gün buralardan çekilecekler ve buraları tamamiyle bizim hükümranlığımız altına girecek. Şunu unutmamalıyız ki, Türkler'in bugünkü müsamahaları ve sessizliğine inanmak hiç de doğru değil. Bu vaziyet anormal, arızî ve muvakkattir. Şimdi onlar kendi dertlerine düş­müşlerdir. Yarın içlerinden biri ön ayak olur, onları kışkırtır­sa vaziyet tamamiyle tersine döner. Onların ayranları kabarırsa her şeyi altüst eder, canlarımıza bile kıyarlar. Bereket versin burada memurlardan başka kimsecikler yok. O me­murlar da kendi geçimleri ve dertleriyle meşguller!.. Şayet bunlarda bir hareket, bir anlayış, bir uyanış görülecek olursa işte o zaman, Suzy; bunlar sizin güzelliğiniz ve zekânız önünde, Güneş görmüş kar gibi erimelidir. Biz, İsrail oğulla­rının ba's-ü badelmevt günlerini yaşıyoruz..."

Gece yarısını geçti, bir yandan uykusuzluk, bir yandan heyecan, bir yandan gerilen sinirler beni yatağa sürükledi ve ölü gibi kendimden geçtim...

* * *