Agac Altinda Bulusma

Güneş şaşmıyan bir intizamla şark ufuklarını sıyırıp Arz-ı Mev'ud'a yayıldığı zaman her günkü canlılık yeniden başla­mıştı. Askerler sabah vazifelerini yapıyor ve talime hazırla­nıyorlardı.

Adnan alay kumandanına sabah raporuna gitmişti. Genç zabitin kafasında ve düşüncesinde sabah taliminden bir saat sonra Suzy ile buluşmak ve onunla daha sıkı görüşmek, se­vişmek ve anlaşmak hülyaları vardı. Delikanlı bu tatlı hülya­ların sarhoşluğu içinde genç ruhunun akislerinden ilham alarak çarpan kalbinin tatlı vuruşlarını dinliyordu. Hayat yo­lunda ve hassaten aşk yolunda toy ve tücrübesizdi. Sinirleri­nin yanıp kavrulduğu o heyecanlı günlerde aşk denilen mef­humun en meşru ve makbul olan kısmında da nice bol hic­ranlar ve elemler saklı olduğunu düşünemiyordu bile...

O sanıyordu ki; Allah'ın eli böyle insanı özenerek halk ederse, onda bir hikmet ve icap vardı. Sevmek ve sevilmek bu icabın ve bu hikmetin sebeplerindendi. Bu bir hak, hattâ bir vazife idi.

İyi terbiye görmüş ve halis Türk sütü emmiş bir genç ilâhî bir aşkın arkasında korkunç hıyanetler ve cinayetlerin gizli olduğunu düşünemezse mazurdur.

Mademki genç, arslan gibi bir zabitti o halde yoluna dü­şen bu kızın da kendisini sevmiş olduğunu düşünmekte haklı idi.

Fakat heyhat! Irk ve milliyet tanımayan aşk bir Yahudi kı­zının iğfalkâr hüviyetinde en zehirli bir yılan gibi tehlikeli bir tuzak olmaktadır. Bu mukayeseyi yapamayan ve hakikatin bu işin korkunç iç yüzüne giremiyen kimbilir kaç Türk böyle parlak, cazip ve sehhar (büyüleyici) Yahudi tuzaklarının pençesinde bilmiyerek ne günahlar işlemişlerdi.

Şu kadar var ki; bu günahların büyük vebali onun masum mücrimlerinden ziyade onları ikaz etmemiş ve onlara:

"— Dişi casuslardan sakın! İşin ihtarında bulunmamış olanlarındır."

Alay kumandanı Hakkı Bey yaverine akşama kadar çadır­da meşgul olacak bir vazife vermişti.

Bu işleri ayni günde bitirecek ve akşam üstü de ordu karargâhına gönderecekti. Bu, çok aksi bir tesadüftü. Talim paydosundan bir saat sonra sevgilisini görmeğe mâni olacak bir aksilik...

Fakat çocukcağız düşündü. Bu bir harb vazifesi değildi. Ertesi sabaha kalmasında da büyük bir mahzur tasavvur olunamazdı. Gece de çalışır ve bitirir düşüncesile o günkü randevusuna bir hal çaresi buldu. Ve tam vaktinde atma at­layıp çadırların arkasından dört nala vadiye doğru yollan­dı...

Bir gece evvel konuştukları noktada bir ağacın dibine yarı uzanmış olan Suzy mahir ressamların meşhur tablolarındaki gibi şiiriyeti temsil ediyordu. Elbisesinin rengi kırların güzel­liğine nazirei teşkil etmekte idi. Adnan'ın bindiği at yumu­şak toprak üstünde gürültüsüz ilerledi ve tâ sevgilisinin ya­nına yaklaştı.

Suzy genci gördüğü zaman O'nu gamzelerinin keskin se­lamı ile karşıladı ve olduğu yerde doğruldu. Genç zabit çe­vik bir hareketle yere hopladı ve Suzy'nin yumuşak eline uzandı.

"— Seni çok beklettim mi Suzy? Zannederim tam vaktin­de geldim."

"— Teşekkür ederim ben de henüz birkaç dakikadır bu­radayım."

"— Kırları çok seviyorsun değil mi?"

"— Tabiatı çok severim..."

"— Senin gibi güzel olduğu için..."

İri gözlerinin kirpiklerini birbirine yaklaştırdı ve olgun göğsünü derince bir şişirdikten sonra manalı manalı gencin yüzüne baktı. Artık kalpleri ve ruhları konuşuyordu, dilleri susmuştu.

Bu sefer kız gence yaklaştı ve elini Adnan'ın yere dayan­mış elinin üzerine koydu. Her ikisini de yeni bir tereddüd ve şaşkınlık istilâ etmişti. Aralarındaki maddi mesafe son had­dine inmiş birbirlerine olabildiği kadar yaklaşmışlardı.

Tecrübesiz zabit sevgisini ve yahud duygularını açıkça ve sabırsızca ifşa etmeye başladı.

“— Siz beni ilk dakikadan beri çok sardınız, güzelliğinize beni hayran ettiniz Suzy...!"

"— Kalp kalbe karşıdır, sevgiler karşılıklıdır, Adnan Bey! Ben de sizi ilk gördüğüm akşam sevdim. Çok hoşuma gitti­niz. Siz müstesna bir erkek güzelisiniz!.." Ve çocuğun elini hararetle ve sımsıkı tuttu.

Adnan bu coşkun demden bilistifade yahudi dilberinin pembe yanaklarına İlk buseyi kondurdu. Önüne bakarak sustu.

İkinci teşebbüs akim kaldı. Beyaz ve güzel bir el göğsüne dayandı ve Suzy'nin âhenkdar sesi işitildi:

"— Biraz konuşalım Adnan Bey!.."

"— Peki öyle olsun..."

"— Birbirimizi görmek istediğimiz zaman hep böyle kır­larda buluşmak zor değil mi?"

"— Zor fakat başka çare var mı?"

"— Ben bir şey düşündüm. Siz yarın akşam köy otelinin kahve salonunda bir kahve içersiniz Ben de annem ve ba­bamla oraya geleceğim. O zaman bir çaresini bulur hep bir­den tanışırız, olmaz mı? Ondan ötesi kolay..."

"— Muvafıktır canım..."

Suzy ayağa kalktı, kendisini takip eden Adnan'ın iki elini birden tutarak vücûdunu kıvrak inhinalarla ilerletip geriletti ve:

“— Yine görüşelim, yarın akşamı unutma sevgilim!.."

Diye yavaş yavaş ayrıldı. Vadinin kıvrıldığı noktaya ka­dar bir iki defa arkasına dönerek delikanlıya buseler yolladı ve zavallı Türkü iyiden iyiye efsunladı...

Adnan yarım saat sonra karargâha, vazifesine dönmüş­tü...

* * *