9 Ekim 2006 tarihli konular

Alt tarafı bir etek dersek?

  • imdat sezer

Bir köyde uzun etek giyen güzel bir hanıma,
birçok erkek evlenme teklif eder ama,
bayan fakir olmasına rağmen,
her nedense teklifleri geri çevirir.
İki genç iddiaya girer.

Yakışıklı olanı, "Ben bu bayana kendimi kabul ettiririm" der.
Bayana giderek, “Annem sizin namuslu bir kadın olduğunuzu söyledi.
Şu basit tokayı da hediye olarak gönderdi” der.

Bayan sevinerek alır ve annesine selam gönderir.
Genç, başka bir zaman, elmas taşlı altın bir yüzükle gelir,
bunu da ben size hediye etmek istiyorum der.

HARAMDAN KAÇANI ALLAH KORUR

  • imdat sezer

Ünlü hükümdar Timur'dan sonra yerine geçen oğullarından Şahruh (XV. y.yıl) babasının tersine bilime ve bilgine değer veren, dindar, halim, selim biriydi. Bilginlerle oturup kalkmaktan zevk alırdı. Şahruh'un çevresindeki bilgin kişilerden biri de Nimetullah Efendi idi. Aynı zamanda evliyadan olan Nimetullah Efendi'nin dilinden düşürmediği

bir söz vardı: "Allah haramdan kaçanı korur" (Yani kişi haramdan kaçarsa Allah ona haram yedirmez, nasip etmez, demek istiyordu.)

Bu sözü sık sık tekrar eder, bununla biraz da hükümdar ve adamlarını uyarmak amacı güderdi. Şahruh da bunun her zaman mümkün olmayacağını, insanın bazen bilmeden de harama el uzatabileceğini ileri sürerdi. Şahruh bir gün sarayında özellikle Nimetullah Efendi'yi ağırlamak üzere bir ziyafet düzenledi. Başta hükümdar ve Nimetullah Efendi olmak üzere davetliler sofraya oturdular. Baş yemek kehribar gibi kızarmış bir kuzu çevirmesiydi. Herkes gibi Nimetullah Efendi de iştahla yiyor, yedikçe "Allah haramdan kaçanı korur" sözünü tekrarlayıp duruyordu. Hükümdar ve adamları da bıyık altından gülüyorlardı. Nihayet yemek bitti. Şahruh Nimetullah Efendi'ye sordu:

ADEM ALEYHİSSELAMDAN BİZ EVLATLARINA ÖĞÜTLER

  • imdat sezer

İlk insan, ilk peygamber ve insanlığın atası olan ilk baba Hz. Âdem Aleyhisselâmın oğulları için Hz. Şit gibi kendi izinden gidenler olduğu gibi, şeytana uyarak çığırdan çıkanlar da vardır. Ama onun görevi doğruyu, güzeli ve gerçekleri akıl ve kalblere yerleştirmeye çalışmaktı. Hz. Âdem'in oğullarına pek çok öğütleri olmuştur. Şu öğüt sadece bir örnek mahiyetini taşımaktadır.

Hz. Âdem Aleyhisselâm, oğlu Hz. Şit'e beş nasihatte bulunmuştu. Şöyle diyordu:

Ey Şit! Oğullarına söyle:

Sihir Yapmak ve Yaptırmaktan Sakınmak

  • Deniz

"Helak edici şeylerden (bulunan) Allah'a şirk koşmaktan ve sihirden sakının" (Buharî c. 7, s. 29).

Sihir, sebebi gizli olduğu için, hakikate aykırı ola­rak tahayyül edilen göz boyacılığı ve hilekârlık yo­lunda cereyan eden bir şeydir. Esrarengizlik, sihrin sebebindeki gizlilik ve incelik zahiri bir câzibe, hile ve kötü maksat sihrin mâhiyetini teşkil etmektedir.

Sihir, muttarid sebepler hilâfına olarak bizzat Al­lah Teâlâ'nın dilemesiyle meydana gelen ve hârika sayılan işlerden değildir. Zira sihrin bir sebebi var­dır. Ancak bu sebebin herkes tarafından bilinmeme­sinden dolayı harikaymış gibi hayal edilir.

Hanımların Din Rehberi

  • imdat sezer

Hanımların Din Rehberi / Ayet ve Hadislerle Hanımlara Sesleniş, Mehmed Emre
"Cennet Annelerin ayakları altındadır"

Hadis-i Şerif

Şüphe yok ki kadınlar erkeklerin dengi, benzeri ve eşidir.

Hadis-i Şerif

Kadın beş vakit namazını kılar, yılda bir ay orucunu tutar, ırzını muhafaza eder ve kocasına itaat ederse cennet kapılarının dilediğinden girsin.

Hz. Muhammed (S.A.V.)

"Evi için en faydalı kadın, geçimi en kolay ve masrafı en az olanıdır."

Hazreti Aişe (R.A.)

Livâta (cinsî sapıklık)tan Sakınmak

  • Deniz

"Lût'a da (peygamberlik vermiştik). O zaman kavmine (öyle) demişti: "Siz gözünüz göre göre hâlâ kötülüğü yapacak mısınız? Ger­çek siz kadınları bırakip da şehvetle mutlaka erkeklere yanaşacak mısınız? Hayır, sîz be­yinsizlikte (ahmaklıkta) devam edegelen bir kavimsiniz" (Sûre-i Neml 54-55).

Değerli Gençler!
Cinsî sapıklığı yeryüzünde ilk irtikap edenler, Lût (a.s.)ın peygamber olarak gönderildiği Sedum (Sodome) nahiyesi halkı olmuştur. Buranın ahâlisi, küfr-ü inkâr içinde bulunuyor ve cinsî sapıklık rezaletini işliyorlardı.

Hz. İbrahim'in oğlan kardeşi Harran'ın oğlu bulu­nan Hz. Lût, amcasıyle birlikte Bâbil'den ayrılıp Şam'a geldiğinde, Sedum halkına peygamber ola­rak gönderildi. Lût (a.s.); bu ahlâksızları, âyet-i ke­rime mealinden anlaşıldığı üzere, uyarmış ise de onun nasihatlerini dinlemediler ve çirkinin ötesi bayağı işin takipçisi oldukları için lanetlendilerBu alçaklığı irtikap eden kimse, akl-ı selimden soyunmakta ve haya duygusunu terketmektedir. Bu cürüm, halkın nazarında hırsızlık ve zina suçundan daha şeni ve âdi bir davranış olarak kabul edil­mekte ve Resûlullah (s.a.v.)in şu hadisiyle tel'in edilmektedir.

Sarhoşluk Verici Şeylerden Sakınmak

  • Deniz

"Ey îman edenler! İçki, kumar, (tapmaya mahsus) dikili taşlar, fal okları ancak şeyta­nın amelînden birer murdardır. Onun için bun(lar)dan kaçının ki muradınıza eresiniz"
(Sûre-i Mâide: 90).

Değerli Gençler!
Allah Teâlâ insanları halketmiş, onların hayat ve sıhhatlerine elverişli gıdalarla yeryüzünü bir nimet sofrası halinde döşemiş ve faydalanmalarına müsa­ade etmiştir. Fakat insanın sağlığına zarar verecek şeyleri de haram kılmıştır.
Kur'ân-ı Kerimin yasakladığı şeylerden biri de içkidir. İçerisindeki alkol nisbeti düşük veya yüksek olsun, hangi ismi alırsa alsın, serhoşluk verici her şey bir içkidir ve aynı zamanda "HARAM"dır.

Kumardan Sakınmak

  • Deniz

"Ey iman edenler! İçki, kumar, (tapmaya mahsus) dikili taşlar, fal okları ancak şeyta­nın amelinden birer murdardır. Onun için bun(lar)dan kaçının ki muradınıza eresiniz"
(Sûre-i Mâide 90).
Kumar, "zar" gibi ne geleceği belli olmayan mu­hataralı bir şeye bağlı olarak mal almak veya ver­mek demektir.

Kumarda zahmetsizce mal çarpmak veya çarptır­mak olduğundan, Kur'ân-ı kerim lisanında kumarın her çeşidine MEYSİR adı verilmiştir.

Kumar oynamakta kullanılan vasıta ne olursa ol­sun, ne şekilde bir oyun takip edilirse edilsin, ku­marın tarifine dahildir. Yüce İslâm dini "Ben Müslü-manım" diyenlere kumarın her çeşidini haram kıl­mıştır. Herhangi bir kimsenin menfaatini "oyun" ile ve haksız olarak kendine aktarmak haramdır.

YATIP UYUMADA ÖLÇÜ

  • Nalan

Uyku, yorulmuş bulunan insanın dinlenmesi için Allah Teâlâ tarafından lütfedilen bir istirahat halidir. Uykunun tesiri altında bulunurken yapılacak mütalaa verimsiz, eda edilecek ibadet feyizsiz olur. Uyku, "ölüm"ün küçük bir benzeridir. Kişi, elbiselerini çıkarıp yatacağında, kabre girercesine, yatağa uzanmakta ve toprak mesabesindeki yorga-nı kendi eliyle üzerine çekmektedir.
Allah Resûlü'nün sünnetine mutabık ve İslâm ölçülerine uygun bir şekilde uyumak isteyen bir mü'min, abdestli olarak yatmalıdır. Zira abdestin sağlık yönünden olan faydalarına ilaveten, uykuda geçen vakit,boşa geçen bir zaman olmaktan çıkarak ibadet hüviyetine bürünür ve ruhumuz için ulvî âlemlere yücelme imkanı hasıl olur. Görülecek bir düş, "Rüyai sâdık" haline gelir.

HÜKÜM VERMEDE ÖLÇÜ

  • Nalan

Bazı insanlar arasında zaman zaman anlaşmazlık zuhur eder ve bunların arasını bulmak zarureti doğar. Bu iş, bazan hakeme çok kere de hakime havale edilir. Her iki taraf haklı olamıyacağına göre, hak sahibi ile haksızı teşhis ve tefrik edip hüküm vermede bir takım müeyyideler konulmuştur. Bu sahadaki ölçülere riayet edilecek olursa, isabetli bir sonuç elde etmek kolaylaşır.
Davacı, belge ibraz etme ve şahit gösterme hakkına sahiptir. Hak iddiasında bulunan şahıs, istenecek beyyineyi ibraz edemezse, onun iddiasını inkâra kalkışan davalıya Cenâb-ı Hakk'ın ismi üzerine yemin teklif olunur.

SÖZÜN HÜKME BAĞLANMASINDA ÖLÇÜ

  • Nalan

"Kelâmda aslolan, mânâyı hakikattir". Bu itibarla, söylediğimiz bir sözü veya dinlediğimiz bir kelâmı bu ölçüyü dikkate alarak değerlendirmek ve hükme bağlamak mükellefiyetindeyiz. Bir kelâmı hakiki mânâya yüklemek imkânsız olursa ve mecâza gidebilmek için aranan şartlar mevcutsa ancak o zaman mecâzî bir mana murat etmek mümkün olabilir. Hakiki mânâyı kasdetmeye engel olacak bir karine yok iken, benzeyen ile kendisine benzetme yapılan arasında ortak bir yön (vech-i şebeh) bulunmadığı halde, mecâzî mânâya gidilmesi ilmî yön-den bir isabetsizlik örneği teşkil eder.

ŞAHİTLİKTE ÖLÇÜ

  • Nalan

İnsanların arasındaki medenî muamelelerde veya aralarında çıkan münakaşalarda ve rızaya dayalı muamelelerde çok kere şahide ihtiyaç duyulmaktadır. Cemiyet hayatında görülen birçok medenî ve tarihî hadiseler, şahidin açıklamalarına dayanarak hükme bağlanmış ve anlaşmazlıklara çözüm yolu bulunmuştur. Bu sebeple şahitliğin ehemmiyeti izaha hacet bırakmayacak kadar açıktır.
Münâzaaya sebep olmuş bir vak'anın tahkikatı sırasında, bazı kimseler, şahitlik yapmaktan kaçmaktadırlar. Hangi his ve sâikle olursa olsun, böyle bir ihmâl asla doğru değildir. Zira bir hadisenin kapalı kalmış tarafları, şahitlerin beyanları ile açıklığa kavuşacak ve adil bir hüküm verilmesine medâr olacaktır. Şahitlikten çekinmek, davanın sürüncemede kalmasına sebep olur. Bu davranışı yasaklayan bir âyeti kerimede şöyle buyrulmaktadır: "Şahitliği gizlemeyin. Kim onu giz-erse, hakikat şudur ki, onun kalbi günahkârdır" (1).

SULH YAPMADA ÖLÇÜ

  • Nalan

Müslümanların birbirleri ile sulh ve selamet içinde yaşamaları en hayırlı ve medenî bir hayat tarzıdır. Buna rağmen bazı insanlar arasında geçim ahenginin bozulduğu ve münakaşa çıktığı olmakta ve aralarındaki düşmanlığı kaldırabilmek için sulh yoluna teşvik zarureti doğmaktadır. Peygamber (s.a.v.)'de Hudeybiye'de bu yolu tercih etmiş ve müşriklerle musâlâhada bulunmuştur. Çünkü "Sulh daha hayırlıdır"(1).

Yapılacak sulh, İslâm dininin düşmanları ile müslümanlar arasında olacak ise önce iki tarafın "Ateşkes"i temin etmesi, ondan sonra barış masasına oturması gerekir. İki tarafın arasında muharebe ve çekişme devam ederken sulhu gerçekleştirmek güçtür. Zira harbin devam etmesi öfkeleri tahrik eder. Sulhun temini, asâbın teskin edilmesiyle mümkün olur.

HÜKÜMLERİN DEĞİŞMESİNDE ÖLÇÜ

  • Nalan

"Mecmûat'ül-hakayık" adlı kitabtan alınan ve "Zamanların değişmesi ile hükümlerin değişmesi inkâr olunamaz" şeklinde dilimize aktarılan bir hukuk kaidesini, bazı kimseler, ya gaflet ve cehaletlerinden, veya İslâma dost olmayışlarından, kendi arzuları istikametinde sündürüp zorlamaktadırlar. Cahilâne bir teârüf edası içinde, zamanın şartlarını ve karşılaşılan zorlukları ileri sürerek ve bu kaideyi numarasız gözlük gibi her meseleye teşmil ederek fetva vermekte ve ahkâm kesmek tedirler.

Âyet ve hadisle hükme bağlanmış bir meselede ictihada bile mesâğ bulunmazken, karakûşî usullerle hüküm vermeye asla müsade yoktur. Yukarıda belirtilen kaide, sadece örf ve âdet kabilinden olan şeylerle sınırlıdır (1). Bu sebeple, âyet ve hadisle sabit olmayan küllî hükümlerden bulunmayan bir takım cüzî hükümler zamanın değişmesi ile değişebilir (2). Mesela çok eski zamanlarda, namaz vakitlerinin ha-ricinde, camilerin kapıları kilitlenmezdi. Zamanın geçmesi ile hırsızlık vakaları çoğaldığı için, ibadethane kapılarını kilitlemek câiz görüldü (3).

GÜNAHI TEŞHİS ETMEKTE ÖLÇÜ

  • Nalan

Yüce Rabbimiz biz kullarını hatadan korumak ve günahlardan sakındırmak için birçok ölçüler koymuş bulunmaktadır. Bunların pek çoğu Kur'ân-ı Kerim'de açıklanmıştır. Yasaklamayı getiren dinî esaslardaki "Lâmelif", geçeceğimiz yolun başına durup da, "Durun ey islâm yolcuları! Bu sokak günah bataklığına gider, çok tehlikelidir, aman geri dönün!" dercesine iki kolunu havaya kaldırmış bizleri ikaz etmektedir.

Kur'ân-ı Kerim tedkik edilecek olursa bu hususun belgesini teşkil eden birçok âyet-i kerimeye tesadüf etmek mümkündür. Günahtan sakındırmakla alâkalı beyanların bir kısmı günahı tesbit etmekte, bir kısmı da ilâhî hükümleri açıklayıp isyan vadisine yaklaşılmamasını hatırlatmaktadır. Bunlardan bir kaç örnek sunarak mevzûumuza açıklık getirmek isteriz.