10 Ekim 2006 tarihli konular

KİBRİ TEŞHİS VE TESBİTTE ÖLÇÜ

  • Nalan

Kısaca "Büyüklük taslama" diye mânâlandırılan kibir, "bir insanın, haddi zâtında büyük olmadığı halde, kendini büyük göstermeye çalışmasıdır"şeklinde tarif edilmektedir.

Bu hal, kendini beğenip hoşlanmaktan doğan ve gelişen kötü bir huydur. İblis, kibri sebebiyle lânetlenmiştir. Fir'avn ve Nemrûd'u tanrılık sevdasına sevk eden, kendilerini kibre kaptırmalarıdır. Aslî maddesi toprak olan insan, hâk ile yeksan olması gerekirken, büyüklük taslaması sebebiyle mahiyetini unutmuş olur. Şair Vâsıf bu noktayı hatırlatırken ne kadar güzel ifade etmiştir:

MÜSKİRATTAN SAKINMADA ÖLÇÜ

  • Nalan

Allah'a ve âhiret sorumluluğuna inanan bir müslüman edebini, bedenini ve servetini koruyabilmek için sarhoşluk veren içkilerden ve uyuşturucu maddelerden uzak durmak zorundadır. Bu sebeple bir âyeti kerimede "Ondan kaçının ki felah bulasınız" (1) buyrulmaktadır, İçkiyi haram kılan bu âyet-i kerimenin taşıdığı ifade, haram olan hususun sadece içmek olmayıp, içkiyle alâkası bulunan her işin bu yasağa dahil olduğunu açığa koymaktadır.

Uyuşturucu maddeler ve sarhoşluk veren içkiler, dert kaynağıdır, deva değil; hastalık sebebidir, şifa değil! Bu hikmeti tesbit eden bir hadis-i şerifte "Allah, sizin üzerinize haram kıldığı bir şeyde şifa yara-tacak değildir" (2) buyrulmaktadır. Sarhoşluk veren içkiler, Kur'ân-ı Kerim âyetlerine göre "Murdar" sayılmışlardır. Pis olan bir madde, Cenâb-ı Hakk'ın "eş»Şâfî" ismi şerifinin tecellisine mahâl olamaz.

NİKÂHI HARAM OLAN KADINLARI TANIMADA ÖLÇÜ

  • Nalan

İslâmî hükümlere göre kendileriyle evlenilmesi haram olan kadınlara "Muharremât" adı verilmektedir. Haramlığın müebbed ve muvakkat olmasına göre bu sınıf ikiye ayrılmaktadır.
Müebbeden haram olan kadınlar üç kısma taksim ve kendi bahsinde tafsil olunmuştur. Şöyle ki:

a) Soy itibarıyla haram olan kadınlar,

b) Musâheret (nikâh hısımlığı) sebebiyle haram olan kadınlar,

c) Süt emme ve emzirmeden dolayı haram olan kadınlar. Soy itibariyle haram olan ve kendileri hakkındaki bu hüküm ebediyyen kalkmayan kadınlar şu yedi sınıftan ibarettir:

1- Anneler: Anne tabirinin içinde baba ve ana tarafından olan büyük anneler de dahil olup, ister nikâhlı bir evlenmeden isterse zinâ suçundan gelmiş olsun, oğluna veya torununa ebediyyen haram bulun-maktadır.

DİŞ DOLDURTMA VE KAPLATMADA DİNÎ ÖLÇÜLER

  • Nalan

Diş doldurtma veya kaplatma mevzûunda hiçbir kayda dayanmadan ve dinî araştırmaya lüzum görmeden verilen müsade, ifratta yanılmadır. Hiç câiz olmayacağını iddia da tefritte bocalamaktır. Mâkul ve meşru olan davranış, dinî ölçülere dikkat ve riayet ederek çözüm aramaktır. Şöyle ki:

a) Önce zaruret olup olmadığının incelenmesi;

b) Zaruretin miktarı tesbit edilerek onun dışına çıkılmaması;

c) Daha sonra dinimizin ruhsat esaslarından faydalanarak diş kaplatma veya doldurtma işinin yapılması.
Meselenin tedkik ve tahliline girişmeden önce bir hususu açıklamak istiyoruz: Hanefî mezhebi müctehidlerinin ve ilim adamlarının bu mevzudaki ihtilâfı, diş doldurtma veya kaplatmanın câiz olup olmadığında değildir. Bu hususun cevaz noktasında ittifak vardır. İhtilâf, dişi bağlatmak veya kaplatmakta kullanılacak maden üzerinde olmuştur. İmam Ebû Hanife, kaplatma işinin gümüş

HİTAN (SÜNNET) AMELİYATINDA İSLÂMÎ ÖLÇÜ

  • Nalan

Erkek çocuklarının sünnet ettirilmesine, dinî ıstılah yönünden "hitân" adı verilmektedir. Bu operasyon, İslâm fıtratına ve insan sağlığına uygun olması sebebiyle, çok eski tarihlerde başlamış ve halen devam etmektedir. İnsanın yaratılışı yönünden ele alındığı zaman, Hz. Âdem'e; insanlar tarafından tatbika başlanması cihetinden incelendiğinde Hz. İbrahim'e dayanmaktadır. "İbrahim aleyhisselâm, (ormanda odun kestiği sırada gelen vahiy üzerine) elinde bulunan keserle kendi-ni sünnet etmiştir (1). Oğlu Hz. İshâk'ı yedi günlük iken, İsmail aleyhisselâmı onüç yaşında bulunduğu sırada sünnet ettiği açıklanmaktadır (2).

PEYGAMBERİMİZİN SOY ŞECERESİNİ TANIMADA ÖLÇÜ

  • Nalan

Şecere-i Âdem'in en değerli semeresi bulunan Hz. Muhammed (s.a.v.)'in şeceresini tanımak, her müslüman için bir vazifedir. Resûlullah (s.a.v.), peygamberzâde peygamber Hz. İsmail'in soyun-dandır. Bu hususu muhtasaran açıklamak istiyoruz.

Hz. İbrahim'in dört evliliği olmuş ve bu izdivaçlardan ön üç evladı dünyaya gelmiştir. Şöyle ki: ilk evliliği Hz.Sâre ile olmuştur. Yaşı ilerlediği halde uzun müddet çocuğu olmamıştı. Aile içindeki bu boşluğu doldurmasını Cenâb-ı Hakk'a yaptığı "Rabbim! Bana sâlihlerden (bir çocuk hibe et" (1) duası ile niyaz etmiş idi.

Rîbadan (faizden) Sakınmak

  • Deniz

"Ribâ (fâiz) yiyenler, kendilerini şeytan çarpmış (birer mecnun)dan başka bir halde (kabirlerinden) kalkamazlar,.." (Sûre-i Bakara 275).

Ribâ, lügat itibariyle ziyadeleşmek ve nemalanıp artmak manasına olup daha sonra "fâiz" adî verilen hususi bir ziyadeye isim olmuştur. Dinî terimler dik­kate alındığı zaman bu ifade biraz daha genişlik ve derinlik kazanmaktadır. Şöyle ki: Akit yapan iki ki­şiden birisine şart kılınmış ve karşılıksız olan ziyadeliktir.

Cins ve miktarları bir olan iki şey, birbiriyle mü­bâdele edildiğinde bir taraf için kabul edilen mal fazlasına "fâiz" adı verilmektedir.

İhtikardan Sakınmak

  • Deniz

"İhtikâr yapan mel'undur (Feyz'ül-kadir c. 6, S. 262).
Allah Teâlâ'nın haram kıldığı davranışlardan biri de ihtikârdır. Halk dilinde buna "stokculuk" adı veril­mektedir.

İhtikâr, yaşadığı şehrin piyasasından umumun ih­tiyacına ait maddeleri, toplayıp pahalandığı zaman satma gayesi gütmektir.

Muhtekir, günahkârdır ve bu yoldan elde edilen kazanç haramdır. Halkın ihtiyaçlarını başka bir bel­deden getirip de pahalandığı vakit satma gayesiyle saklamak, imam Ebû Yusuf'a göre ihtikar olup mek­ruh sayılmıştır.

Kâmil bir imana sahip olan bir kimse, halkın muh­taç olduğu gıda ve sair ihtiyaç maddelerini dışardan temin ederek halkı sıkıntıdan kurtarırsa, hem faydalı bir iş görmenin sevabına ve hem de rızık bolluğuna erişmiş olur. Zîrâ halkı darlıktan kurtaran kimseye Cenab-ı Hak bol rızık verir.

Haram Yemekten Sakınmak

  • Deniz

"Ey insanlar, yerdeki şeylerden helâl ve temiz olmak şartıyle yiyin. Şeytanın adımla­rına uymayın. Çünkü o, size hakikaten apa­çık bir düşmandır" (Sûrei Bakara 168).

Yiyip içme, hayatın gayesi değil, yaşamanın va­sıtasıdır. Bu noktadan söze başlayarak ifade etmek isterim ki, "yemek için yaşamıyoruz, ancak yaşa­mak için yiyoruz". Bu ince farkı dikkatten uzak tut­mayan münevver bir genç, rızkını kazanırken helâl ve temiz olmasına çok dikkat etmelidir. Canımızın çektiği veya önümüze getirilen her şeyi değil, dini­mizce yasaklanmayan şeyleri yiyip içmeliyiz.

Emânete Hıyanet Etmekten Sakınmak

  • Deniz

"Emâneti sana emanet eden (sahibine) ver. Sana hıyanet edene dahî hıyanet etme" (Ebû Davud c. 3, s. 290).

Değerli Gençler!
Emânete riâyet, imanın kemâl derecesine ulaş­masına ve insanlar arasında itimat ve mahabbetin devamına sebeptir. Emânete hıyanet, imanın zeva­line ve halkın arasında güvensizliğin yayılmasına müessir olmaktadır.

Emânet "korunup saklanması ve eksiksiz olarak sahibine iâde edilmesi gereken şey" demektir. Ko­runması gereken şey, bir mal olabileceği gibi, bir namus ve milletin geleceğiyle ilgili bir devlet sırrı da olabilir. Hangi çeşit emanet olursa olsun, onu koru­mamak hıyanet suçu işlemek olur.

Sözleşmeye Vefasızlıktan Sakınmak

  • Deniz

"Emânet(e riâyet)i olmayanın imanı yoktur, ahd(e vefâs)ı olmayanın dini(ne bağlılığı) yok­tur" (Feyz'ül-kadir c. 6, s. 381).

İslâm dininin potasında erimiş ve sünnet-i seniy­ye kalıplarında şekillenmiş bulunan bir müslüman, sözünde doğru ve sözleşmesinde vefalı olmak zo­rundadır. İctimâî huzurun uzun ömürlü olabilmesi, mü'minlerin bu yüksek seviyeyi korumasına bağlı­dır.

Sözleşmeye sadakat ve ahde vefa, İslami bir mü­kellefiyettir. İsterse muahedeyi yapan taraflardan bi­ri gayri müslim olsun. Zirâ verilen söz, Allah adına verilmiş olmaktadır.

Fitne ve Fesattan Sakınmak

  • Deniz

"Fitne uyumaktadır. Allah onu uyandırana lâ'net etsin" (Feyz'ül-kadir c. 4, s. 461).

Fitne, insanların hak olan yoldan ayrılmasına, cemiyetin nizamının ve halkın ahlâkının bozulma­sına sebep olan hadiselerdir. Fesat, halkın arasın­daki sevgiyi sarsan ve cemiyette tedavisi imkânsız yaralar açıp kardeşi kardeşe hasım hâline getiren bozgunculuktur.

Geçmiş zamanlarda halkı birbirine düşüren ve dövüştüren bir takım fitneler olmuş; zamanımızda da olmaktadır. Gelecek yıllarda böyle sarsıntıların ol­ması ihtimâl dahilindedir.

Tarih boyunca bir takım kargaşalar zuhur etmiş ve beşeri toplulukları çeşitli ve feci felâketlere sü­rüklemiştir. Geçmişteki fitnelerin bir kısmı siyasi ka­nallardan gelmiş, bazısı da İslâm dininin düşmanları tarafından tezgahlanmıştır.

PEYGAMBERİMİZİN SÜT ANNELERİNİ VE SÜT KARDEŞLERİNİ TANIMADA ÖLÇÜ

  • Nalan

Kâinatın biricik efendisine süt annelik yapan üç muhterem kadın vardır. Bunları sırası ile ifade edelim:

1- Süveybe:
Ebû Leheb'in cariyesi bulunan Süveybe, oğlu Mesruh ile birlikte Peygamber (s.a.v.)'i emzirmiştir Daha önce, Resûl-i Ekrem'in amcası bulunan Hz. Hamza (r.a.)'e de süt annelik yapan Süveybe, daha sonra Ebû Seleme (r.a.)'i de emzirmiş bulunmaktadır. Bu emzirme, Halime-i Sa'diye'den önceki günlerde olmuştur.

Resûlullah (s.a.v,), Mekke'de bulunduğu sırada, Süveybe'yi ziyaret eder, hatırını sorar ve kendisine yardımda bulunurdu. Medinei Mü-nevvere'ye hicret ettikten sonra da bu ilgisini devam ettirmiş ve ona giyecek elbiseler göndermiştir. Hz. Hatice vâlidemiz, bu kadını alıp azat etmek istemiş ise de, Ebû Leheb buna rıza göstermemiş, daha sonra kendisi onu hürriyetine kavuşturmuştur.

VAKIF KURMADA VE VAKIFLARI KORUMADA ÖLÇÜ

  • Nalan

Vakıf; bir mülkün menfaatini halka tahsis edip aynını, Allah Teâlâ'nın mülkü hükmünde olarak, temlik ve temellükten ebediyyen men etmektir. Dinimizin yayılması, halkın istifade edeceği ilimlerin çoğalması ve hastaların tedavisi gibi düşünceler ile hayır müesseseleri kurmak ve bunların korunması için çalışmak, islâmî bir vecibe olduğu kadar insâni bir vazifedir.

İçlerinde Allah Teâlâ'ya ibadet edilen camiler ve mescidler, ilim neşreden medreseler ve mektepler, kütüphaneler ve içinde bulunan değerli eserler, çeşmeler ve bekâr hamamları, dârüşşefekalar ve hastaneier hep bu hayırlı niyyetin tezahürü olarak vücut bulmuş kıymetli eserler olmaktadır.

YOLCULUĞA ÇIKACAK KİMSELERİN RİAYET EDECEĞİ İSLÂMÎ ÖLÇÜLER

  • Nalan

İnsan, çeşitli sebeplerle yolculuk yapmak zorunda kalmaktadır. Bu seyahat, gerek ticaret maksadı ile olsun, gerekse hac vazifesini ifa gibi ibadet düşüncesiyle yapılsın, İslâmî ölçülere uygun bir şekilde devam ettirilmelidir. Bilgisiz davranışlarla ve ölçüsüz hareketlerle yapılan sefer, hayırdan uzak olur. Yolculuğumuzu Allah Resûlünün sünnetleri ile renklendirmeli, İslâmî ölçülerle ahenklendirmeli ve dualarla bereketlendirmelidir. Şöyle ki:

a) Yolculuğa çıkacağında iki rek'at namaz kılmalı:
Sefer hazırlığı tamam olunca iki rek'at namaz kılmalı; birinci rek'atte Fâtihadan sonra "Kâfirûn" sûresini, ikinci rek'atte sûrei ihlâsı okumalıdır. Güven içinde ve dinî ölçülere uygun biçimde gidip, salimen dönüş yapabilmek için duâda bulunmalıdır.