14 Ocak 2007 tarihli konular

Giriş

  • katip

Hamd, O Allah'a mahsustur ki, şeytanın hilelerini kullarından uzaklaştırmak suretiyle onlara olan minnetini büyütmüştür.

Orucu, dostları için kale ve kalkan yapmak suretiyle şeytanın umduğunu red ve zannını boşa çıkarmıştır. O Allah ki dostları için, orucun hürmetine cennetin kapılarını açmıştır.

Onlara 'şeytanın ancak kalplerdeki gizli şehvetler yoluyla geldiği' hakikatini bildirmiştir. Yine onlara bildirmiştir ki, şehvetleri yok etmek suretiyle itminana kavuşan nefis, hasmının belini kırmak için galip bir kahraman ve yenilmez bir kuvvete sahip olmuştur.

Orucun Zâhirî Farzları, Sünnetleri ve Orucun İfsadı Halinde Lâzım Gelen Hükümler

  • katip

Zâhirî farzlar altı tanedir:
1. Ramazan ayının başlangıcını gözlemek
Bu vazife, hilâlin görünmesiyle olur. Eğer hava bulutluysa şaban ayı otuz güne tamamlanır. Hilâlin görünmesinden gayemiz; bilinmesidir. Bu ise, âdil bir kişinin sözüyle de sâbit olur. Şevval ayının hilâli ise, ibadette ihtiyat sebebiyle ancak iki âdil şahsın şehâdetiyle sâbit olur.

Bir âdil şahsın ağzından Ramazan hilâlinin göründüğünü duyan, eğer onun sözüne güvenip, yüzde ellibir oranında doğru söylediğine de kanaat getirirse, kadı o adil insanın sözüyle hükmetmezse dahi, böyle bir müslümana oruç tutmak lâzım gelir.

Oruç Bozmanın Cezası Dörttür

  • katip

Oruç Bozmanın Cezası Dörttür
1. Kaza etmek
2. Kefâret
3. Fidye
4. Oruçlulara benzemek için o gün akşama kadar orucu bozan
şeylerden sakınmak


1. Kaza
İster özürlü, ister özürsüz orucu terkeden her mükellef müslümana kaza etmek farzdır. Bu bakımdan hâyızlı bir kadın temizlendiği zaman orucunu kaza etmelidir. Dininden dönen de böyledir. Fakat kâfir, çocuk ve mecnûn ise, onların kazası yoktur. Ramazan orucunun kazasında günlerin takibi şart değildir. Nasıl isterse öyle yapar, ister arka arkaya, isterse aralıklı olarak kaza etmesi caizdir.

Orucun sünnetleri ise altı tanedir

  • katip

1. Sahuru geç yemek.
2. İftarı hurma veya su ile namazdan önce ve acele ile yapmak.
3. Zevalden sonra misvâk kullanmamak.
4. Ramazan ayında Zekât bölümünde geçtiği gibi cömert olmak.
5. Kur'an'ı çok okumak.
6. İtikâfa girmek; her Ramazan'ın son on gününde itikâfa girmek daha da faziletlidir.

Çünkü Hz..Peygamber'in âdeti şöyleydi:
Ramazan'ın son on günü geldiğinde Hz. Peygamber, yatağını katlar, elbisesini giyer, daha fazla ibadet etmeye hazırlanırdı. Ailesine de aynı şeyi emrederdi.15

Yani aile efradıyla yorucu bir şekilde ibadete dalardı. Çünkü bu son on günde kadir gecesi vardır. Çoğu zaman bu gece, Ramazanın son on gününün tek gecelerine rastlamaktadır.

Orucun Sırları ve Bâtınî Şartları

  • katip

Oruç üç derecedir:
A) Avam'ın orucu
B) Havassın orucu
C) Ahass'ul-Havass'ın orucu

Avamın Orucu: Bu oruç, mide ve tenâsül uzvunu şehvetlerden sakındırmaktır. Yani yemek, içmek ve cinsî münasebette bulunmaktan sakınmaktır.

Havass Orucu: Kulak, göz, dil, el, ayak ve sâir âzaları günah-lardan uzak tutmaktan ibarettir.

Ahass'ul-Havass'ın Orucu: Kalbi, dünyevî düşüncelerden tamamen arındırıp Allah'tan başka herşeyi kalpten uzaklaştırmaktır. Böyle bir oruç Allah'tan ve kıyâmet gününden başka birşeyi düşünmekle bozulur. Din için düşünmezse dünyayı düşünmek de bu orucu bozar. Fakat din için istenilen dünya, âhiretin azığı olduğu için dünyalıktan çıkar ve böylece bu orucun bozulmasına vesile teşkil etmez. Hattâ kalp ehli, akşam iftarda yiyeceği ve içeceği şeyleri düşünmek suretiyle fikir yürüten kimsenin hatada olduğunu kaydetmişlerdir. Çünkü bu Allah'ın fazlına güvensizlik, Allah tarafından va'dedilen rızka tam inanmamak demektir. Bu mertebe, peygamberlerin, sıddîk ve mukarriblerin mertebesidir.

Nafile Oruçlar ve Tertibi

  • katip

Bilmiş ol ki, faziletli günlerde orucun müstehab olması daha kuvvetleşir. Faziletli günlerin bazıları sene, bazıları ay, bazıları da hafta içinde bulunmaktadır.

Sene İçindeki Makbul Oruçlar
Senedeki faziletli günler. Ramazan aynıdan sonra, Arefe günü, Aşûre günü, Zilhicce ve Muharrem aylarının ilk on günleridir. Haram aylarının tamamı, oruç tutma günleridir. Bunlar faziletli günlerdir.

Hz. Peygamber (s.a) sanki Ramazan ayındaymış gibi Şaban ayında oruç tutardı.26

Bir rivayette şöyle gelmiştir:
Ramazan ayından sonra en faziletli oruç, Muharrem ayında tutulan oruçtur'.27

Ey bu vatan gençliği! Zinaya yaklaşmayın

  • NaTuraL

Kısaca, "gayri meşru cinsel ilişki" olarak tanımlayabileceğimiz zina, dinimizde kesinlikle yasaklanmıştır.Çok büyük bir günah olan zinanın dünyevî ve uhrevî cezası büyük olduğu gibi, ondan kaçınmanın sevabı da çok fazladır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bir hadis-i şerifte, zinadan kaçınmanın ahirette kazandıracağı muhteşem avantajı şöyle açıklar: "Yedi kimseyi Allahü Teâlâ kendi gölgesinden başka gölgenin olmadığı (kıyâmet) gününde kendi gölgesinde gölgelendirecektir: Adâletli devlet reisi, Rabbine ibâdet yolunda serpilip büyüyen genç, gönlü mescidlere bağlı kimse, Allah yolunda birbirini sevip buluşan ve bu yolda ayrılan iki kimseden her biri, makam sahibi güzel bir kadın onu istediğinde, 'Ben Allah'tan korkarım' diyerek (o günahı işlemeyen kişi), sağ elinin verdiği sadakayı sol eli bilmeyecek kadar (gösterişsiz) gizli sadaka veren adam, tenhada Allah'ı zikredip de gözü dolup taşan kişidir." Bu hadiste siz gençleri doğrudan ilgilendiren birkaç madde var.

Kutlu Nebi'den Gençliğe Mesajlar

  • NaTuraL

Cemil Tokpınar


Gençliğin tehlikelerinden sakınınız." (Kenzü'l-Ummâl, 2: 258). "İnsanoğluna şu beş şeyden hesap sorulmadıkça onun ayakları Kıyâmet gününde Rabbinin huzurundan ayrılmayacaktır: Ömrünü nerede tükettiğinden, gençliğini nerede yıprattığından, malını nerede kazanıp nereye harcadığından ve öğrendiği ilimle nasıl amel ettiğinden." (Tirmizi, Sıfâtü'l-Kıyâme: 1).

"Beş şey gelmeden evvel beş şeyi fırsat bil: Ölüm gelmeden önce hayatının, hastalık gelmeden önce sağlığının, meşguliyet gelip çatmadan önce boş vaktinin, ihtiyarlık gelmeden önce gençliğinin, fakirlik gelmeden önce zenginliğinin." (Hâkim: Müstedrek). "Kadınlar şeytanın tuzağıdır. Gençler delilerden bir gruptur". (Keşfü'l-Hafâ, 2: 4). Abdullah İbni Ömer'den rivâyet edilen bir hadîsi kudsîde Rabbimiz meâlen şöyle buyurur: "Kaza ve hükmüme inanan, Kitâbın (Kur'an'ın) hüküm ve tavsiyelerine boyun eğen, verdiğim rızıkla kanaat eden, şehevânî arzularını Benim rızâm için terkeden genç bir mü'min, katımda bir kısım meleklerimin derecesindedir." (Deylemî). "Gerçekten Allah, meleklerine karşı ibâdet eden bir gençle iftihar ederek buyuruyor: 'Ey şehvetini Benim için bırakan genç! Ey gençliğini Bana bağışlayan genç! Sen benim nezdimde meleklerimin bazısı gibisin.'"(İhyâi Ulûmi'ddin, 2:432'de) "Allah, gençliğini Allah'a itaat yolunda zenginleştiren genci sever." (Deylemî) "Gençlerinizin en hayırlısı ihtiyarlarınıza benzeyendir. İhtiyarlarınızın en şerlisi, gençlerinize benzeyendir." (Feyzü'l Kadîr, 15:776) Abdullah ibni Ömer (r.a.) şunları anlatır: Resul-i Ekrem (a.s.m.) vücudumun bir yanından tutarak şöyle buyurdu: "Dünyada sanki bir garîb (gurbette olan yabancı), hattâ yoldan geçen bir yolcu imişsin gibi ol ve kendini kabir halkından (biri) say." Daha sonra İbn-i Ömer (r.a.) sözüne şöyle devam etti: Sabaha çıktığın zaman kendine akşamın sözünü etme, akşama çıktığın zaman da kendine sabahın sözünü etme. Hastalığından önce sıhhatinden, ölümünden önce hayatından (istifâde edip tedbir) al. Çünkü sen, ey Abdullah! Yarın adının (mutlu mu, bedbaht mı) ne olacağını bilemezsin. (Tirmizi, Zühd: 25). "Allah, gayri meşrû şehvet peşinde olmayan genci pek beğenir." (Müsned, 4: 151). "Hangi delikanlı ki, genç yaşında evlenirse, onun şeytanı şöyle bağırır: 'Eyvah, dinini benden korudu.'" (Ramûzu'l-Ehâdis, c.1, s.179). "Âdemoğluna zinâdan nasibi yazılmıştır. Buna mutlaka erişecektir. Gözlerin zinâsı bakmaktır, kulakların zinâsı dinlemek, dilin zinâsı konuşmak, elin zinâsı tutmak, ayağın zinâsı da yürümektir. Kalp ise heves eder, diler. Ferc ise bunu ya uygular veya reddeder." (Müslim, Kader: 21). "Nâmahreme bakmak, şeytanın oklarından bir oktur ki, her kim Benden korkarak onu bırakırsa, zevkine bedel ona öyle bir îman veririm ki, onun lezzetini ve tatlılığını kalbinde duyar." (Hadisi Kudsî, Taberânî ve Hâkim). Bir genç Peygamberimize gelerek: "Yâ Resûlallah, bana zina yapmak için izin ver" der. Orada bulunanlar gencin üzerine yürüyerek onu ayıplarlar ve men ederler. Hz. Peygamber, "Bana getirin" der. Yaklaşınca, "Bu fiilin annene yapılmasını ister misin?" diye sorar. Genç: "Hayır, vallahi (istemem)" diye cevap verir. Peygamberimiz: "(Başka) insanlar da anneleri için bunu istemezler" der. Daha sonra, "Kızın için kabul eder misin?", "Kız kardeşin için...", "Halan için...", "Teyzen için bunu ister misin?" diye sorar ve her defasında, "Vallahi hayır" cevabını alınca, Hz. Peygamber de, "Diğer insanlar da buna razı olmazlar" der. Sonra elini gencin üzerine koyup, "Yâ Rabbi günahlarını affet, kalbini pâk et, fercini muhafaza et" diye duâ eder. Genç ondan sonra hiçbir menfî eğilim göstermez. (Müsned, 5: 256). Alkame'den (r.a.): "Resûlüllah (a.s.m.) gençlerin yanına vardı ve şöyle dedi: 'Sizden kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin. Çünkü, evlilik gözü haramdan alıkor; iffet ve namusu muhâfaza eder. Evlenmeye gücü yetmeyen ise oruç tutsun. Çünkü (oruç), cinsî arzuyu azaltır." (Müslim, Nikâh:1). Peygamber Efendimiz (a.s.m.), ölüm döşeğinde olan bir gencin yanına girdi ve ona, "Sen kendini nasıl buluyorsun?" diye sordu. Genç, "Ben Allah' (ın affın)ı umarımYâ Resûlellah! Ve günahlarımdan da korkarım" dedi. Bunun üzerine Resûlellah (a.s.m.) buyurdu ki, "Bu vakitte herhangi bir kulun kalbinde bağışlanma umudu ve günah korkusu birleşince mutlaka Allah o kuluna dilediğini verir ve onu korktuğu azabından emin kılar." (Neseî, Zühd: 31). "Size hayırlı gençleri tavsiye ederim. Çünkü, onların kalbi daha incedir. Allah beni doğrulukla ve müsamahayla gönderdi. Bana gençler yanaştı, ihtiyarlar muhâlefet etti" buyurdu ve şu mealdeki âyeti okudu: "Zaman uzadı da kalbleri katılaştı. Onların çoğu fâsıktırlar." (Hadîd sûresi: 16). "Adâlet güzeldir, fakat idârecilerde olursa daha güzeldir. Cömertlik güzeldir, fakat zenginlerde olursa daha güzeldir. Dinde titiz olmak güzeldir, fakat âlimlerde olursa daha güzeldir. Sabır güzeldir, fakat fakirlerde olursa daha güzeldir. Tevbe güzeldir, fakat gençlerde olursa daha güzeldir. Hayâ güzeldir, fakat kadınlarda olursa daha güzeldir." (Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs). "Allah tevbe eden genci sever." (Câmiü's-Sağîr:1866). "Bir genç yaşlı bir insana yaşlılığından dolayı ikramda bulunursa, yaşlandığı zaman kendisine ikramda bulunacak bir kimseyi Allah ona musahhar kılar." (Tirmizi, Birr: 75). "Şayet Allah'tan korkan gençleriniz, bolluk içinde nimetlenen hayvanlarınız, beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasaydı, belâlar üzerinize sel gibi yağacaktı." "Yedi kimseyi Allahü Teâlâ kendi gölgesinden başka gölgenin olmadığı (kıyâmet) gününde kendi gölgesinde gölgelendirecektir: Adâletli devlet reisi, Rabbine ibâdet yolunda serpilip büyüyen genç, gönlü mescidlere bağlı kimse, Allah yolunda birbirini sevip buluşan ve bu yolda ayrılan iki kimseden her biri, makam sahibi güzel bir kadın onu istediğinde, 'Ben Allah'tan korkarım' diyerek (o günahı işlemeyen adam), sağ elinin verdiği sadakayı sol eli bilmeyecek kadar (gösterişsiz) gizli sadaka veren adam, tenhada Allah'ı zikredip de gözü dolup taşan kişidir." (Buhârî, Muhâbirîn: 4). "Küçüklüğünden beri Allah'a çokca kulluk eden gencin, yaşı ilerledikten sonra çokca kulluk etmeye başlayan ihtiyara üstünlüğü, peygamberlerin diğer insanlara üstünlüğü gibidir." (Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs). "Cennete giren nimet görür fakirlik görmez, elbisesi eskimez, gençliği de tükenmez." (Müslim, Cennet: 8). "Allah kötülüğe iltifat etmeyen genci, emsallerine üstün tutar." (Feyzul Kadir, c.2, s.263, no:1799). "Anne babaya itaat nafile ibâdetten daha hayırlıdır." (Müslim, Sıla: 2). "Babanın duâsı kabul makamına ulaşır." (İbni Mâce, Kitâbü'dDuâ: 1). "Cömert güzel ahlâklı bir genç; cimri, ibâdet eden, kötü ahlâklı bir yaşlıdan Allah'a daha sevimlidir." (Deylemî ve Muhtarül Ehâdis:88) "Gençliğinde ilim öğrenen taştaki damga gibi, yaşlılığında öğrenen ise, su üzerine yazı yazan gibidir." (Keşfül Hafâ, 2: 66) "Bir genç ilim ve ibâdet içinde yetişir, olgunlaşırsa, Allah Kıyâmet Günü ona yetmiş iki sıddîkın sevabı kadar sevap verir." (Tabarânî'nin Kebir'inden). "Gökten daha önce hiç inmemiş olan bir melek geldi, selâm verdi. Sonra Hasan ve Hüseyin'in Cennet gençlerinin, Hazreti Fâtıma'nın da Cennet kadınlarının efendisi olduğunu müjdeledi." (Tirmizî, Menâkıb: 31). "Cennet ehlinin gençleri şu beş kişidir: Hasan, Hüseyin, Abdullah ibni Ömer, Sa'd bin Muaz, Übey bin Kâb." (Câmiüssağîr: 4858).

Giriş

  • katip

Hamd, said ve şâkî yapan, öldürüp dirilten, güldürüp, ağlatan, var ve yok ve fakir ve zengin kılan, zarar verebilen ve zarardan kurtaran, hayat sahibini bir damla meniden yaratan Allah'a mahsustur...

Zenginlik vasfıyla, yarattıklarından ayrılıp kullarından bazılarını güzelliklerle donatan, onların üzerine, dilediğini zengin kılacak nimetlerini oluk gibi akıtan, rızkını temin için bin türlü meşakkate katlanan kulunu kendisine muhtaç eden ve bütün bunları da imtihan ve deneme için yapan Allah'a!...

O, zekâtı dinin temeli kılmış; kullarından zekâtını verip temizlenenin bunu ancak kendisinin fazlıyla yaptığını ve yine malının zekâtını vermek sûretiyle temizlenenin ilhamını, kendisinin lütuf ve zenginliğinden aldığını beyan buyurmuştur.

Evlilik öncesi nişan döneminde dînî nikâh

  • NaTuraL

Cemil Tokpınar


Evlilik öncesi nişan döneminde dînî nikâh niyetlerle, "Nişanlılık döneminde günaha girmeyelim" diye başlayan dinî nikâh kıydırma âdeti, giderek bir sürü suistimallere kapı açtı. Artık öylesine istismar ediliyor ki, "Sakın resmî nikâhtan önce dinî nikâh kıydırmayın" der hâle geldik.

Meğer insanlarda îmânın zayıf olması, sorumluluk şuurunun gelişmemesi, Allah ve ahiret korkusunun yetersizliği ne büyük yaralar açıyor. Bunu yapan dindar olsa bile... İsterseniz, konuyu yaşanmış bir olayla örneklendirelim. Günlük yazı yazdığım yıllarda şahsen tanıdığım bir okuyucumdan aldığım bir mektubu, ağlayarak okudum. Mektup, birçok yönden olduğu gibi dînî nikâh bakımından da ibretlerle dolu: "Geçenlerde 'Vazgeçilmez Bir Görev' başlıklı yazınızda yer verdiğiniz bağrı yanık bir kardeşimizin mektubunu okuyunca, yüreğim derinden derine sızladı ve ister istemez kaleme sarıldım. Çok doldum ve ağlayarak yazmaya başladım. O mektubu okuyunca aslında bu mektubun çok gecikmiş olduğunu düşündüm. Sizi gereksiz meşgul etmek ve bizlerin sıkıntılarıyla hayal kırıklığına uğratmak istemezdim; ama... " "Bundan yaklaşık 8 sene önce üniversiteyi bitirmek üzereyken, içinde bulunduğum dînî cemaate mensup bir genç geldi yanıma. Benimle bir husus konuşmak istediğini söyledi. Kendisini bir hafta kadar önce bir kermeste görmüştüm. Her ne kadar kapalı yaptıysa da, açık ve net bir teklifte bulundu. Benim de en büyük arzumdu dindar bir gençle evlenmek. Üstelik ailesi de aynı cemaattendi. Benim babam o zamanlar bir türlü dînî sohbetlere gitmiyordu. O yüzden ailesinin durumu benim için çok önemliydi. Bana bir lütuftu âdeta. Üstelik fiziği de güzeldi. Kabul etmemem için bir sebep yoktu. Ailem benim fikirlerime saygılı olduğu için daha ilk söylediğimde kabullendiler O'nu. 23 haftalık bir arkadaşlık döneminden sonra okulu bitti ve memleketine gitti. Ben Karadeniz'de bir şehirde oturuyordum, O ise İç Anadolu'da idi." Bir bahaneyle işi bitirdi "Bu arkadaşlık döneminde çabucak kaynaşmıştık birbirimize. O da ailesini alıp gelecekti. Ailesini ikna etmesi biraz zor olmuş ve bir ay kadar sonra geldiler. Benim ailemin hiçbir şartı ve isteği olmadı. Onları tanıyan dindar çevre referans olunca araştırma gereği bile duymadık. Ailesi en çok uzaklığı problem yapmış. Yaklaşık 8-10 saatlik yoldu. Fakir oldukları için değil tabi. Tam tersi benim babam çok fakirdi. Onun babası, 'Bir nişanda, bir düğünde geliriz' dedi, hiç kimse sesini çıkarmadı." "Benim fakir babam, ah gönlü zengin babam, daha ilk fırsatta bizi, onlara iade-i ziyarete götürdü. Nişanlım, kendisine güzel bir iş buldu. Bir sene nişanlı kaldık. O zamanlar dindarlarda yaygın kanaat, nişanlı olanların dinî nikâhlı olması yönündeydi. Biz de dinî nikâhımızı yaptık. Bir sene sonra ne olduysa, 'fıtraten uyuşmadığımız' gibi bir bahaneyle bu işi bitirmek istediğini söyledi. Babam şehir dışında bir iş yapıyordu. Bir ay her gün ölmek gibi her gün ayrılık acısı yaşadım. Acaba neden böyle yaptı, şimdi ne olacak, diye." "Bizim durumumuz, çevremizin dikkatini çekiyordu. Bazen dedikodulara maruz kalıyordum. Çevremden güvendiğim, samimî bulduğum insanlardan yediğim darbe, bu ayrılık acısını ikiye katlıyordu. İnanın, kimsenin ettiği kimseye kalmadı. Üstelik o yaralı kalbimle, ona, ailesine ve dedikodu edenlere dua ettiğim halde... Şimdi o insanların hayatlarında yaşadıklarına bakıyorum da... Sadece acıyorum. Cahillik ne kadar kötü. Allah yardımcıları olsun. Onlara darılmak, kırılmak bile istemedim. Madem ki, mümin kardeşim dedim, varsın nefsim yansın, nefsim ağlasın. "İstemiyorsan kızımı ezdirmem" "Bazı şeyleri okumak, anlatmak güzel de yaşamak ne kadar zormuş ağabey? Bu olaydan önce ben yine eski nişanlımın tabiriyle, 'elleri ayakları uçuşan, fıldır fıldır dönen, son derece güleryüzlü, şevkli, gayretli birisiydim. Yolda yürürken âdeta koşuyordum. Bütün hayalim, gayem, dinime hizmetti, o aşk heyecanında bile. İnsan gençlikte ne kadar delikanlı, hayalperest oluyormuş be ağabey! Ailesine, ailemden daha fazla verdiğim değer, benim ailemin onu kendi evlâtları gibi görmesi, hepsi bir anda kayboluverdi. O değer verdiğim aile, bir kez dahi, 'Ne oldu kızım, neden böyle oldu?' diye aramadı. " "Bu arada, babam konuşmak üzere eski nişanlımı çağırdı. Bize değil de, bir başka tanıdığımın evine geldi ve bizi ayağına çağırdı. O gün babamın dediklerini asla unutamam. 'Oğlum, ben sevginizi bölmeye gelmedim. Eğer arkanda ailenin desteği yoksa ben sonuna kadar destek olurum. Ama istemiyorsan da kızımı ezdirmem' demişti canım babam. Babam ailesinde, çevresinde, kim bilir yıkılmak üzere olan kaç yuvayı kurtarmıştı? Ama, kendi kızı için bir şey yapamamanın acizliğini, ıztırabını yaşıyordu. Eski nişanlım, getirdikleri her şeyi ve bu ayrılığın vebalini sırtına yüklenip gitti. Gitti ama, benden de birçok şeyi alıp götürerek gitti. Fatih Kısaparmak'ın, 'Gitti ah' şarkısı herhalde böyle bir durumda yazılmış olsa gerek. " "Ben, eski ben değildim artık. Sık sık kendime, kişisel gelişim kitaplarında tavsiye edilen, 'Dik durmalısın, yıkılmamalısın' desem de, içimden bir şeyler kopmuştu artık. Yıkılan ben olmadım sadece. O olaydan sonra annem damatlarını oğlu gibi sevemiyor. Ben şimdiki eşimin ailesine aynı derecede sevgi gösteremiyorum." Yol boyunca ağladım "Evet, her şeyde bir hayır vardır. Bundan sonra bir başka şehirde işe başladım. Kendimi dînî hizmetlere verdim. Akademik kariyerimi yükseltmeye çalıştım. Bu meselede, olgun davranmakla, metin olmaya çalışmakla, kendimi hizmete vermeye çalışarak biraz olsun kaybettiklerimi telâfi etmeye çalıştığıma inanıyorum." "İşe başladıktan sonra kendi memleketime geliyordum. Birden birini aramak geldi aklıma. Karşıma, aynı yerde çalışan bir arkadaşı çıktı. Kendi düğününe, evlenmeye gittiğini öğrendim. O yolculuğu hayatım boyunca unutamam. Yol boyunca o bir senenin filmini, otobüsün camından ağlayarak seyrettim. Sonradan öğrendim ki, kendi çalıştığı iş yerindeki bir elemanla evlenmiş. Türk toplumunun yapısı işte." "Artık yaşadığım bu olay, yeniden evlenmem konusunda bir engel teşkil etti. Olayı bilenlerden talibim olmadı. Olanlar da nişanı bahane etti. Ancak yıllar sonra birisiyle evlenebildim." Bozulan nişanlarda, yarım kalan nikâhlarda sadece kalpler kırılmıyor, hatıralar mahvolmuyor; aynı zamanda bundan sonraki evlilik teşebbüsleri de darbe alıyor. Bozulan dinî nikâhtan dolayı bilhassa kız tarafı büyük mağduriyet yaşıyor. Bu ve başka sebepler için resmî nikâha çok zaman kala kıyılan dînî nikâhı hiç tavsiye etmiyoruz. Bazı gençler, aşk ilişkisinin ilk günlerinde, günaha girmemek gibi saf bir düşünceyle dînî nikâh yapıyorlar. Diyelim ki, aynı okulda okuyorlar, aynı iş yerinde çalışıyorlar. Bilhassa ailesinden uzak bir şehirde okuyan gençleri takip etmek bile mümkün değil. Tabir yerindeyse "iki hödük" kafa kafaya verip dînî nikâhla sözde evleniyorlar. Dînî nikâh çocuk oyuncağı değil Niye "sözde" diyorum? Çünkü, dînî nikâh çocuk oyuncağı değil, ciddî bir olay. Bunu yapan artık karı koca demektir. Birbirlerine helâl oldukları gibi, kocalığın ve karılığın görev ve sorumluluklarını da yerine getirmek zorundadırlar. Söyler misiniz, hangi genç bu sorumluluğun bilincinde? Ve evlendiklerine göre, artık dinen gerçek bir sebep olmadan boşanamazlar. Dînî nikâhtan sonra ne yapıyorlar? Bir kısmı, dînî sınırların şuurunda. Nikâhı sadece görüşüp konuşmaları günah olmasın diye kıydırmış. Daha ileriye gitmiyor. Bir kısmı ise, sanki normal karı kocaymış gibi son derece serbest davranıyor. Yine bu serbest davrananlar da iki kısım: Bazıları işin şuurunda ve kesinlikle birbiriyle evleniyorlar. Hiçbir engel, tehdit, baskı dinlemeden birlikte olmayı başarıyorlar. Bir kısmı ise, sanki birkaç aylık veya birkaç yıllık nikâh yapıyormuş gibi, "Boşandık" deyip çıkıyor işin içinden. Bu şekilde bana gelen yığınla sorun var. İki genç ailelerinden izinsiz dînî nikâh yapmışlar. Yıllarca çok serbest hareket etmişler. Erkek vazgeçmiş. Kim taşıyacak bunun vebalini? Bunun İslâm'la, insanlıkla ilgisi var mı? Özellikle üniversite öğrencileri arasında bu tür olaylar oluyor. Nikâhı çok hafife alıyorlar, sanki flörte "dinî nikâh" kılıfı uyduruyorlar. Oysa isimlerin değişmesiyle gerçek değişmez. Eğer bir müddet sonra boşanmak düşüncesiyle yapıyorlarsa, bu geçici nikâh olan mut'adır ki, dinimizde kesinlikle yeri yoktur. Artık ne yaparlarsa, günahtır, haramdır ve zîna hükmüne geçer. Aceleye Gerek Yok Gençler! Dünyada vicdan azabı çekmemek, gözyaşı dökmemek ve pişmanlık yaşamamak istiyorsanız, bu konuda duyarlı ve dikkatli olun. Ahiretteki azabınız ise apayrı bir dert... Gelelim nişanlılık dönemindeki dinî nikâha. Bazıları nişanı yaptığı gün dînî nikâhı da kıyıyor. Oysa nişan gençlerin birbirlerini daha iyi tanıması için. Aceleye gerek yok. Nasıl olsa yakında evleneceksiniz. Eğer ayrılık olursa, dînî nikâh büyük bir sorun oluyor. Şayet aileler çok köklü ve evlatları üzerinde ağırlığı büyükse, gençler dînî şuur ve evliliğin sorumluluğunu biliyorsa, evlilik öncesi dînî nikâh yapılabilir. Fakat bu durumda da resmî nikâhı ve düğünü geciktirmemek en iyisi. Ayrıca aile büyükleri de kefil olmalı, bu dînî nikâhın korunmasında bütün ağırlıklarını göstermelidirler.

Cinsel Kriz Ortamında Nereye Kadar Flört

  • NaTuraL

Doç. Dr. Sefa Saygılı


Gençlerin öğrenmesi gereken en önemli konulardan birisi ancak meşru dairedeki cinselliğin zevkli ve tatmin edici olduğudur. Cinselliğin bir nimet olarak verildiğini, şehvetin ve cinsel dürtülerin imtihan olduğunu, sadece sevgi ve bağlılıkla birlikte olduğunda yani evlilikle yaşanmasının gerektiğini bilmelidirler.

Üstelik bu yalnız manevi ve ahlâki hassasiyetinin değil aynı zamanda ergenin zihinsel, duygusal ve fiziksel sağlığı yanında evliliğinin gelecekteki istikrarı açısından da çok önemlidir. Gencin cinsel tutkularına ve hislerine hakim olması, hayır diyebilmesi, cesaret ve güç göstergesidir. Bunu ispatlaması gerekir. Genç, iffetini korumakla yaratıcısının yasaklarına uyması karşılığında pek çok yönden faydalar elde edecektir. * AİDS, Frengi, Bel soğukluğu gibi cinsel hastalıklardan ve hamilelikten uzak duracaktır. * Suçluluk duygusundan ve kendine saygısını kaybetmekten korunacaktır. * Başkaları tarafından kullanılmaktan, sömürülmekten kurtulacaktır. * Kendine güveni artacak, kişisel gelişim fırsatları çoğalacaktır. * Daha sağlıklı ilişkiler geliştirecektir. * Kendini daha çok sevecek, kendinden hoşnut olacaktır. * Cinsel ilişki daha tatmin edici olacaktır. Medya Pompalıyor Günümüzde televizyon ve gazeteler cinsel deneyime gençleri özendirmektedir. Sanki böyle erken ilişkilere girmekle yetişkin olduğu izlenimine sürülmektedir. Anne ve babalar böylesine garip bir mantık karşısında şaşırmaktalar. Anne ergenin etrafındaki her şey sapık zihniyetin çığırtkanlığını yapmaktadır. Cinsellik sıradan bir şeymiş, ilişkiler gerçekleştirilmesi şart ihtiyaçlarmış gibi sunulmaktadır. Ergen nereye baksa, erişkinliğin cinsellikte başarı olarak empoze edildiğini görmektedir. Sonuçlar ortada Erken ve gayri meşru cinsellik ise gelecekteki evlilikleri mutsuzlaştırması bir yana pek çok probleme de yol açmaktadır. Bugün her yıl 1 milyon Amerikalı ergen hamile kalmaktadır. Bunların beşte dördü evli değildir. Yarısından fazlası kürtaj olarak bebeklerini aldırmaktadır. Yani ''ya bebek doğuran veya bebek öldüren çocuklar''durumuna düşmektedirler. Diğer mahzurları da göz önüne alındığında ergenin cinselliği evlilik hayatına ertelemesi şarttır. Ebeveyn Ne Yapmalı? * Çocuğuyla samimi ve doğrudan konuşmalıdır. Sıkıntılı değil, soğukkanlı ve rahat olmalıdır. Kendinden emin olmalıdır, endişeli değil! Prensiplerde kararlı ve açık olmalıdır. Oynak ve belirsiz algılanmaktan kaçınmalıdır. * Yine anne babanın çocuğuna güven duyması şarttır. Sık sık bu konuda ''başına bir şey gelip gelmediğine dair'' sorular sorarak güvensizlik gösterisinden kaçınmalıdır. * Ebeveyn çocuğuna sevgisini her fırsatta göstermelidir. Genç belli etmezse de anne babasının kendini sevdiğini bilmeye ihtiyacı vardır. Yoksa sevgiyi yanlış yerlerde aramaya kalkabilir. Evet evlilik öncesi cinsellik gencin ruhsal ve fiziksel sağlığı için zararlı olacaktır. Onu korumak ise en başta anne babasına düşer. Batı toplumlarında 13 yaşına düşen cinsel ilişkiye başlama zamanı bizi şaşırtmamalıdır. Şimdi onlar bunun acısını çekiyorlar ve önlemek isteseler de engel olamıyorlar. Dr. George H.Orvin, ''Ergenlik'' adıyla dilimize çevrilen kitabında (hyb yayıncılık) şöyle demektedir: "Batı toplumları erken ergenlikteki cinsel faaliyetlerden onayını çekmiştir. Bunun sebebi yalnızca ahlaki açıdan doğru bulmamak değildir. Aynı zamanda, psikolojik ve sosyal olarak huzur bulunmaması da göz önünde tutulmuştur"

Zekâtın Çeşitleri ve Vâcib Olmasının Sebepleri

  • katip

Zekât, taalluk ettiği hususlar itibarıyla altı kısımdır:
I. Hayvanların zekâtı
II. Öşür zekâtı
III. Altın ve gümüşün (paranın) zekâtı
IV. Ticarî malların zekâtı
V. Definelerin ve madenlerin (yeraltı zenginliklerinin) zekâtı
VI. Fıtr zekâtı (sadakası)

I. Hayvanların Zekâtı
Gerek bu ve gerekse de diğer zekâtlar hür ve müslüman olan kimselere vacibdir. (İmam Şafiî'ye göre) zekâtın vâcib olması için, verenin bâliğ olması şart değildir. Aksine çocuğun ve delinin ser-vetine de zekât vâcib olur. Zekât verende aranılan şartlar hür ve müslüman olmasıdır. Kendisinden zekât verilen malda aranılan şartlar ise beştir:

“Süslenmenin”Günümüzdeki Değişen Yüzü

  • NaTuraL

Firdevs Gürbüz

Teknolojinin hayata uyarlanmasıyla birlikte, insanların hayat telakkileri her geçen gün değişime uğruyor. Sosyal hayat, geçmiş bağlarından süratli bir şekilde koparken bu değişimi derin bir şekilde yaşayan insanların değer sistemleri erozyona uğruyor. Kitle iletişim alanın da yaşanan gelişmeler ise kültürler arasındaki farkları yok ederken, baskın, sulandırılmış ve de içi boşaltılmış mekanik kültürün kuşatması altında varlık bulmaya çalışan toplumlar ise temelden sarsılmaya devam ediyor. Geleneklerinden kopan toplumlar ve müntesipleri müthiş bir savruluşla kimlik bunalımını en derin bir şekilde yaşamaya devam ediyorlar. Hakim egemen kültür ise, İnsanların yaratılışında varolan beşeri zafiyetlerini, kapitalist iç güdülerden hareketle kullanarak kendisini daha da güçlü kılıyor. İnsanların beşeri zaaflarını kaşıdıkça insanlar, insanlık değerlerinden süratli bir şekilde kopuyor, inandığı değerlere olan bağlılığını yitiriyor. Dini kopuşu süratli bir şekilde yaşayan insanlar ise, dinin sosyal hayata dair söylemleriyle, mekanik kültürün söylemlerini yer değiştirerek, insanın, insan olmasının en temel öznesi olan toplumsal hayatı ve paylaşımı ortadan kaldırarak yaşam alanlarını daralttıklarının farkına bile varamıyor.

Zekâtın Verilmesi, Zâhirî ve Bâtınî Şartları

  • katip

Zekât veren kimsenin şu gelecek beş şartı gözetmesi farzdır:
1. Niyet
Farz olan zekâtı verdiğine kalben niyet etmelidir. Hangi malın zekâtını veriyorsa, onu tâyin etmesi gerekmez. Eğer kaybolmuş bir malı varsa, 'Bu eğer sağlamsa kaybolmuş malımın zekâtıdır. Şayet sağlam değilse, sadaka olsun' denilmesi câizdir. Böyle demese de mutlak şekilde 'Zekât olarak çıkarıyorum' dese bile hüküm yine böyledir. (Yani malı sağlamsa zekât, değilse sadaka olur). Velînin niyeti, mecnûn ve çocuğun niyeti yerine kâim olur. Malının zekâtını vermeyenlerden zorla zekât alındığı takdirde devlet başkanının niyeti, mal sâhibinin niyeti yerine geçer. Bu niyet ancak dünya ahkâmında geçerlidir; yani sultan ikinci bir zekât alamaz. Âhirette ise, bu niyet mal sahibine fayda vermez. Hatta ikinci bir defa, kendi arzusuyla zekâtını vermedikçe de mânevî sorumluluktan kurtulamaz. (Ancak tevbe ile kurtulur).

yozlaşmanın başörtü versiyonu; peruk

  • NaTuraL

Tâbi oldukları dinin mücadelesini vermek bir yana, var oldukları kültürün dahi mücadelesini veremeyen bir coğrafyanın insanları, din ve kültür yozlaşması arasında ezilip kaybolduklarının farkında bile değiller. Dinî bilgilerini, kulaktan dolma bidat ve hurafelerle elde edip, etnik kimliklerini de ırkçı bir felsefe ile sürdüren, bu coğrafyanın halkı, doğu ve batı kültürü arasında bocalamaya devam etmektedir. İyi ile kötü; Hak ile batıl; farkını algılama yeteneğini kaybedecek kadar vahiyden ve akıl yürütmeden uzak kalmıştır.
Yozlaşmanın süreci, asırlardır İslam yurdu olan bu beldede, artık müminlerin bir kısmı din adamlarının (!) fetvalarını sorgulamaksızın pratize ede gelmiş; bilgin (!) ya da aydın (!) denilen akademisyen prof.ları her alanda kılavuz edinmiştir. Sonucunda peygamber varisi ulema takip edilmez olmuştur. Oysa Allahu Teâlâ, Kitab-ı Kerim'de "bilginleri ve din adamlarını rabbler edinmeyiniz " ( Tevbe 9 / 31 ) buyruğu ile müminleri uyarmaktadır. Malumdur ki bu ayetin nüzulü ile "Biz cahiliyede hiç onlara rukü ve secde etmedik" diyen sahabiye Hz. Muhammed (a.s.v.): "Siz onların haramlarını haram, helallerini helâl bilmiyor muydunuz?" diye sorar. "Evet" cevabını alan Allah rasulü (a.s.v.): "İşte bu Rabb edinmektir." buyurur. Bu ayet-i kerime’nin tefsiri bizzat Allah Rasulü (a.s.v.), tarafından yapılır ve dikkatle irdelenmesi, anlaşılması gereken, ilk hikmetlerden biri, birilerinin din adamı olması Allah (c.c)'ın haramını helâl, helâlini haram kılma yetkisini kendisine vermez. Allah (c.c) 'ın helali ve haramı ile alimin ve bilginin fetvası örtüşmüyorsa, buna rağmen alime ya da bilgine itibar ediliyor ise, bu Allah'tan başkalarını rabb edinmektir. Hal böyle iken, dinde tahribat bizzat din adamı sıfatlı ya da bilgin sıfatlı insanlar eli ile yapılagelmiştir. Bunda bazen kasıt olduğu gibi kasıtsız da olduğu söylenebilir. Bu çeşit tahribatlar "niçin böyle oluyor?" sorusunu sorduğumuzda, karşımıza birçok neden çıkmaktadır. Birincisi, Dinin aslı olan Kur'an'ın Rabbi Teâla tarafından korunmuş olması ve bu korumayı aşamayan taife, Kur'an'ın maksadına yönelik tahribat çalışması yapmıştır; zira Kur'an'ın metni koruma altındadır. Ancak maksattan uzaklaştırabilmek için manayı kullanarak Kur'an ahkamı tahrip edilmektedir. Her dil gibi arapçada da bir kelime birkaç manaya gelebilmektedir. O halde biz Vahyin maksadını ancak ayetin inzalinde, Allah rasulü (a.s.v.) ve ashabının aldığı tavrı irdeleyerek anlayabiliriz. Bizim bu maksadı algılamamıza mani olmak için, hadislere olmadık iftira ve şüphe yamanarak Allah rasulü (a.s.v.) ile ümmet arasındaki bağ koparılmak istenmiştir. Hadis usulünde, zayıf olarak nitelendirilen hadis, fıkıhta bir şeyi meşru veya gayri meşru kılabilir. "Zayıf " kelimesi günümüzde kullanılan anlama gelmez. Ahâd hadis, rivayeti tek yoldan gelen, ravisi tek olan hadistir. Bir misal verelim: Hz. Aişe (r.anha), Allah rasulü(a.s.v.) ile yalnızken bir hadis duymuş ve bunu da sonradan aktarmıştır. Haber ilmi tekniğine göre, zayıf nitelendirilen bu hadis, Hz. Aişe (r.anha)'nin kimliği ve temiz bir mümine ve ümmetin annesi olması hasebi ile teknik olarak hadisi zayıf olarak nitelendirilse de hakikatte sağlam bir kulptur. Ahad hadis, bir meseleyi, haram, helâl, farz, vacip, sünnet, kerih gibi kavramlara taşıyabilir. Ahâd habere, sıfır itibar aklen mümkün değildir. Şöyle ki, tüm insanlar babalarını ahâd haberle baba olarak bilirler. İkincisi, Dinin rantını yiyebilmek için, dinden çıkar sağlamak isteyenler, dini olduğunca farklı, kolay ya da zor göstererek dini tahrip etmek istemişlerdir. Sayısal çoğunluk adına helâller gevşetilmeye, haramlar kaldırılmaya çalışılmıştır. Daha çok kitleye ulaşma adına bazı haramların tebliği tehir edilmiş, bazı olmadık helâller keşfedilmiştir. Misâl, Kişinin kalbi ısınacak diye namazsızlığına göz yumulmuş, yapıdan uzaklaşmasın diyerek kişinin futbol fanatizmi meşru görülmüştür. Üçüncüsü, saltanat yüklü ideolojik rejimlerin baskısına dayanamayıp saltanat ya da rejim ulemasının sahte fetvaları ile halk Kur'an'ın maksadından uzaklaştırılmış ve din tahrip edilmeye çalışılmıştır. Dördüncüsü, iyi niyetle yola çıkarak dinin aslından olmayan ahkâmları dinin ahkâmı imiş gibi sunarak dinde ruhbanlaşmak; selefi salihin tasavvufunu terk edip hıristiyan ve hinduizm mistisizmden etkilenmiş pasifize edici bir sufi tarza bürünmekte dinde tahribata, yozlaşmaya sebebiyet vermektedir. "Sonra bunların izinden ard arda peygamberlerimizi gönderdik. Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik, ona İncil'i verdik ve ona uyanların yüreklerine bir şefkat ve merhamet koyduk. Uydurdukları ruhbanlığa gelince onu, biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır." (...Hadid 57/ 27 )