17 Aralik 2006 tarihli konular

14.Allah ile Ünsiyet'in Mânâsı

  • katip

Biz ünsiyet'in, korku ve şevk'in muhabbet eserlerinden olduğunu zikrettik. Ancak bunlar değişik eserlerdir. Muhibbin bakışı ve kendisinde galip bulunan şeyden ötürü değişir. Bu bakımdan muhib gayb perdelerinin arkasında cemâlin müntehasına muttali olmak hâli galebe çaldığında, celâlin künhüne muttali olmaktan kusurlu olduğunu sezdiğinde, kalp talebe yönelir ve onun için kıpırdanır ve ona koşar. Bu hale şevk adı verilir.

Bu şevk ancak gaib bir şeye izafetendir. Kişinin üzerine mahbuba yaklaşmaktan ötürü sevinmek, keşften hâsıl olan şey ile huzurun müşahedesi galebe çalmış, bakışı da görünen ve hazır bulunan cemâli mütalaa etmenin üzerine teksif edilmiş ise ve görmediğine iltifat etmiyorsa, kalp düşündüğüyle müjdelenir ve onun müjdelenmesine ünsiyet adı verilir. Eğer izzet, istiğna ve pervasızlık sıfatlarına bakarsa, kalmak ve uzaklaşmak imkânı kalbe gelirse kalp bundan elem duyar. Kalbin bu elemine havf (korku) adı verilir. Bu haller, bu düşüncelerin sebeplerine tâbidir.

15.Ünsiyet'in Galebe Çalmasının Sonucu Olan İdlâl ve İnbisat'ın Mânâsı

  • katip

Ünsiyet, devam edip galebe çalar yerleşirse ve aynı zaman da şevk'in ızdırabı bu şahsı sarmazsa, perdelenme ve bozulma korkusu onu bulandırmazsa, muhakkak ki o, sözlerde, fiillerde ve Allah ile olan münacâtta bir nevi inbisat (yayılma ve alabildiğine konuşma)yı meyve olarak verir. Bazen de bu inbisat, içindeki cüret ve az heybetten dolayı çirkin suretli olur. Fakat ünsiyet ma-kamında ikamet eden bir kimseye tahammül edilir. O makamdan olmayıp, kendisini fiilde ve sözde o makamda olanlara benzeten bir kimse ise bu tür konuşma ile helâk olmuş ve küfre düşmeye yaklaşmıştır.48

16.Allah'ın Kazasına Rıza Göstermenin Mânâsı, Rıza'nın Hakikati ve Fazileti Hakkında Vârid Olan deliller

  • katip

Rıza, sevgi meyvelerinden bir meyvedir. Mukarreblerin makamlarının en yücesidir. Onun hakikati çok kimselere kapalıdır. Ona bir çok benzerlik ve belirsizlik karışmıştır. Ancak Allah Teâlâ tarafından tevil ilmi öğretilen, din hususunda kesin anlayışlı bir kimseye bu hakîkat keşfolunur. Bu bakımdan münkirler, hevâ-i nefse muhalif olmaktan ibaret olan rızayı inkâr ettiler. Sonra dediler ki: 'Eğer Allah'ın fiilidir diye her şeye razı olmak mümkün olsa o zaman küfre ve günahlara razı olmak da gerekir!'

Bu düşünceden hareket eden bir grup aldanarak fısk ve fücura razı oldular. Fısk ve fücurda bulunan kimseye itirazı terketmeyi, Allah'ın kazasına teslim olduğunu iddia ederek savundular. Eğer bu sırlar sadece şeriatın zâhirlerini dinlemekle iktifa eden bir kimseye keşfolunsaydı Hz. Peygamber İbn Abbas için 'Ey Allahım! Onu dinde fakih kıl ve ona tevili öğret!' diye duada bulunmazdı. Bu bakımdan biz rızanın faziletinden başlayalım. Sonra olanların hikâyelerini nakledelim. Sonra rızanın hakikatini, hevaya muhalif olan yerde nasıl tasavvur olunduğunu zikredelim. Tıpkı duayı ter-ketmek ve günahlara karşı sükût etmek gibi...

17.Rıza'nın Fazileti

  • katip

Ayetler
Allah onlardan razı olmuş,onlar da O'nd.an razı olmuşlardır.(Beyyine/8)

İyiliğin karşılığı yalnız iyilik değil midir? (Rahmân/60)

İhsan'ın son noktası, Allah'ın kulundan razı olmasıdır. Bu ise kulun Allah'tan razı olmasının sevabıdır.

Adn cennetlerinde güzel meskenler va'dedilmiştir. Allah'ın (onlardan) razı olması ise hepsinden büyüktür. İşte bu en büyük saadettir.(Tevbe/72)

Görüldüğü gibi, Allah rızayı Adn cennetinin üstüne çıkarmıştır. Nitekim onun zikrini namazın üstüne çıkararak şöyle buyurmuştur:
Çünkü namaz, kötü ve iğrenç şeylerden meneder. Elbette Allah'ı anmak en büyük (ibadet)tir.

18.Rıza'nın Hakikati, Heva-i Nefse Muhalif Olan Hususlarda Düşünülmesi

  • katip

Hevâya ve belânın çeşitlerine muhalefet edene sabır'dan başka, yapacağı birşey yoktur. Rıza düşünülemez diyenin sözü ise ancak muhabbeti inkâr etme cihetinden geliyor. Allah'ı sevmeyi düşünmek ve himmeti tamamen bu hususa sarfetmek sabit olduğunda sevgi, habibin fiillerine rıza göstermeyi gerektirir. Bu ise iki yönden olur:

Bir
O yönlerin biri, elemi hissettirmeyi iptal etmesidir. Öyle ki yara aldığı halde yine de elemi hissetmez. Bunun misali savaşan kişidir. Bu kişi öfke veya korku halindedir. Bu durumda yara alır ve hissetmez. Ancak kanı gördüğünde yarası olduğunu farkeder. Bazen işe giden bir kimsenin ayağına diken batar da kalbi meşgul olduğundan dolayı elemini hissetmez. Aksine hacamat yapan veyahut başını körleşmiş bir demir ile traş eden kimse ondan elem duyar. Eğer kalbi mühim şeylerle meşgul ise berber ve haccam vazifesini yaparlarken hissetmez. Bütün bunlar, kalp, işlerin biriyle tam mânâsıyla dolu bulunduğu zaman ve o işi yerine getirmekle meşgul olup başkasını idrâk etmediği için olur. Mâşukunun müşahedesi veya sevgisiyle sarhoş olan bir aşık da böyledir. Elem verici veya üzücü birşey ona isabet ettiğinde, sevgi onun kalbini kapsadığından isabet eden üzüntü ve elemi duymaz. Bu ancak dosttan başkasından kendisine isabet ettiği zaman böyledir. Acaba dostundan kendisine isabet ederse durum nasıldır? Kalbin muhabbet ve aşk ile meşguliyeti, meşguliyetlerin en büyüklerindendir.

19.Dua, Rıza'ya Münafi Değildir

  • katip

Dua eden bir kimse, rıza makamından çıkmaz. Günahları hor görmek, günahkârlara ve günahların sebeplerine kızmak da böyledir. Emr-i bi'l-mâruf (iyiyi emretmek) ve nehy-i an'il-münker (kötüyü yasaklamak) ile günahları kaldırmaya çalışmak da rızaya zıt düşmez. Mağrur ve tembellerden bazı kimseler burada yanılmış ve günahların, fısk u fücûr ve küfrün Allah'ın kaza ve kaderinden olduğunu iddia etmiş ve 'rıza göstermek vacibdir' demiştir. Bu ise tevili bilmemezliktir. Şeriatın sırlarından gafil olmaktır.

Duaya gelince, biz dua ile Allah'a kulluk yapıyoruz. Dua bölümünde naklettiğimize göre gerek Hz. Peygamber'in dualarının çokluğu ve gerekse diğer peygamberlerin duaları buna delâlet ederler. Oysa Hz. Peygamber rızanın en yüksek makamında idi. Duadan dolayı Allah Teâlâ, bazı kullarını şu ayetiyle övmüştür:

20.Günahlarla Dolu Memleketlerden Kaçmak ve Orayı Yermek Rıza'ya Aykırı Değildir!

  • katip

Zayıf insan Hz. Peygamber'in (s.a) veba hastalığı görülen memleketten çıkmayı yasaklamasının, fazla günah işlenen bir memleketten çıkmanın da yasak olmasına delâlet ettiğini zanneder. Zira bunların her ikisi de Allah'ın kazasından kaçmaktır. Oysa bu zann, muhaldir. Vebanın zuhurundan sonra memleketten ayrılmanın yasaklanmasındaki illet, eğer bu kapı açılırsa, bütün sıhhatliler memleketten göç edecek, memleketteki hastalar ihmal edilmiş olacak, bakıcıları bulunmayacaktır.

Böylece zayıflık ve zarardan helâk olacaklardır. Hz. Peygamber vebalı bir memleketten çıkışı, bazı hadîslerinde savaş meydanından kaçışa benzetmiştir. Eğer bu yasak Allah'ın kaza ve kaderinden kaçmaktan dolayı olsaydı memlekete yaklaşan bir kimsenin geri dönmesine izin vermezdi. Biz bunun hükmünü tevekkül bahsinde zikretmiştik. Bundan anlaşıldığına göre günahlarla dolu olan memleketten kaçmak Allah'ın kaza ve kaderinden kaçış değildir. Aksine kendi-sinden kaçılması gereken yerden kaçmak kaza ve kaderdendir. Günahlara teşvik eden yerlerin kötülenmesi ve günahlara davet eden sebeplerin yerilmesi de böyledir. Günahtan kaçmak için o yerlerden uzaklaşmak kötü değildir. Hatta bir cemaat Bağdat şehrini açıkça kötüleyerek Bağdad'dan kaçmayı talep etmekte ittifak ettmişlerdir.

21.Allah'ı Sevenlerin (Muhiblerin) Keşf ve Kerametleri, Sözleri ve Hikâyeleri

  • katip

Âriflerden birine 'Sen muhib misin?' diye soruldu. Ârif 'Hayır! Muhib değilim, ben ancak mahbubum. Çünkü muhib sevdiğine ulaşıncaya kadar sıkıntıdan kurtulamaz' dedi.
Yine kendisine 'Halk senin yedi (evtad)lerden olduğunu söylüyor. Sen buna ne dersin?' denildiğinde, cevap olarak şöyle demiştir: 'Ben yedilerin tamamıyım!'

Yine o derdi ki: 'Beni gördüğünüzde, muhakkak kırk abdalı görmüşsünüzdür!' 'Bu nasıl olur? Oysa sen bir kişisin?' denilince, dedi ki: 'Çünkü ben kırk abdal gördüm. O abdalların her birinden bir ahlâk edindim'.

Kendisine şöyle soruldu: Kulağımıza geldiğine göre sen Hızır'ı (a.s) görüyormuşsun?' Tebessüm ederek dedi ki: 'Hızır'ı görene şaşmamak gerek. Fakat o kimseye hayret etmeli ki Hızır onu görmek istiyor, o ise Hızır'dan gizleniyor!'

22.Bu Bölümün Hâtimesi

  • katip

Kitabı, muhabbetlerle ilgili çeşitli sözlerle sona erdirelim.

Süfyan es-Sevrî şöyle demiştir: 'Muhabbet, Hz. Peygamber'e tâbi olmaktır'. Bir başkası 'Zikrin devamıdır!' demiştir. Başkası 'Mahbubu tercih etmektir!' demiştir. Başkası 'Dünyada bâki kalmayı istememektir!' demiştir.

Bütün bunlar muhabbetin meyvelerine işarettir. Muhabbetin kendisine gelince bu tariflerin hiçbiri ondan bahsetmemiştir. Bazıları da 'Muhabbet, kalpleri idrâkinden kahredici, dilleri kendisini tâbir etmekten menedici bir mânâdır' demişlerdir.

Cüneyd-i Bağdadî şöyle demiştir: 'Allah Teâlâ herhangi bir şeye ilgi duyan kimseye muhabbeti haram kılmıştır'.

1.Giriş

  • katip

Allah Teâlâ'ya şükredenler gibi hamd, yakîn sahipleri gibi iman eder; vahdâniyetini de sâdıklar gibi ikrâr ederiz. Âlemlerin rabbi, göklerin ve yerin yaradanı olan; cinleri, insanları ve mukarreb melekleri, kendisine ihlaslı bir şekilde ibadet etmekle mükellef kılan Allah'tan başka ma'bûd olmadığına şahidlik ederiz.

Oysa kendilerine, dini yalnız Allah'a, hâlis kılıp O'nu birleyerek Allah'a kulluk etmeleri, namazı gereği gibi kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmiştir.(Beyyine/5)

Bu bakımdan kuvvetli ve hâlis din ancak Allah'ındır; çünkü Allah Teâlâ müşriklerin (ortak koşanların) şirklerinden münezzehtir.

2.Niyet'in Fazileti

  • katip

Niyet'in Fazileti, Hakîkati, Amelden Hayırlı Olması; Nefisle İlgili Amellerin Fazileti ve Niyet'in Kulun İhtiyar'ından Hariç Oluşu

Rablerinin rızasını dileyerek sabahakşam O'na dua edenleri (fakirleri onlarla bir arada bulunmak istemeyen müşriklerin arzularına uyarak yanından) kovma!(En'âm/52)

Ayette bahsi geçen dileme'den gaye niyet'tir.

Hadîsler
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Amellerinin doğruluğu veya kemâle ermesi ancak niyetlere bağlıdır. İnsan için, neye niyet etmişse ancak o vardır. Bu bakımdan kimin hicreti Allah'a ve Rasûl'üne olursa, onun hicreti Allah ve Rasûl'ünedir. Kim de dünyaya veya evleneceği bir kadına hicret etmişse, onun hicreti (niyeti) de hicret ettiğinedir.2

3.Niyet'in Hakîkati

  • katip

Niyet, irade ve kasd aynı mânâya gelen ibareler olup kalbin bir hali ve sıfatıdır. Niyet, iki şey arasındadır: İlim ve amel. İlim bunun öncüsüdür; zira ilim, onun aslı ve şartıdır. Amel ise, ona tâbidir, zira onun meyvesi ve dalıdır. Bunun hikmeti de şudur: Her amel (her hareket ve sükûn) ihtiyarî olup ancak üç şeyle tamamlanır:
a. İlim
b. İrade
c. Kudret

İnsan bilmediği bir şeyi irade edemez. Bu bakımdan bir şeyi irade edebilmesi için onu bilmesi lâzımdır. İrade etmediğini ise işlemez. Bu bakımdan bir şeyi işlemesi için de onu irade etmesi gerekir. İradenin mânâsı kalbin gayesine uygun bulduğu şeye yönelmesi demektir. Bu uygunluk ya içinde bulunan anda ya da gelecekte olur. Allah Teâlâ insanı bazı işlerin kendisine veya hedefine uygun geleceği, bazı işlerle de çelişeceği bir şekilde yaratmıştır.

4.Niyet ile İlgili Amellerin Tafsilâtı

  • katip

Ameller her ne kadar fiil, söz, hareket, sükûn, celb, fikir ve zikir gibi sayılamayacak kadar çok kısma ayrılabilirse de genel olarak üç kısımdır:
1. İbadetler
2. Günahlar
3. Mübahlar

Birinci kısım günahlardır. Niyet, günahı günahlıktan çıkaramaz. Bu bakımdan cahil kimselerin 'Ameller ancak niyetlere göredir' hadîs-i şerifinden bunun aksini anlaması doğru değildir. O halde cahil kimseler niyetten dolayı günahın ibadete dönüşeceğini zanneder; tıpkı insanların kalbini kazanmak amacıyla herhangi bir insanın gıybetini yapan veya başkasının malından sadaka veren veya haram mal ile tekkehane, mescid veya medrese yaptıran ve maksadı hayır olan kimse gibi. İşte bütün bunlar cehalettir. Bunları zulüm ve günah olmaktan çıkarma hususunda niyetin hiçbir tesiri olamaz. Bilakis bu kişinin şeriatın emirleri aksine şer ile hayır işlemek istemesi, başka bir şerdir. Eğer bunu bilerek yapmışsa bu kişi şeriata karşı çıkmıştır. Eğer bunu bilmiyor ise, cehaletinden dolayı günahkârdır; zira ilmi talep edip cehaletten kurtulmak her müslümana farzdır. Hayırların hayır oluşları ancak şeriatla bilinir.Öyle ise şerrin hayra dönüşmesi nasıl mümkün olabilir? Bu uzak bir ihtimaldir. Bilakis bu kalbe, gizli şehvet ve hevâ yerleştirilmiştir; zira kalp, mevki hırsına kapılıp insanların kalplerini kazanmaya meylettiğinde ve nefsin arzulayacağı diğer dünyevî şeyleri arzuladığında şeytan cahili onunla kandırmaya kalkışır.

5.Niyet Kulun İhtiyarına Dahil Değildir!

  • katip

Cahil kimse, bizim niyeti güzelleştirme ve çoğaltma konusundaki tavsiyemizi, Hz. Peygamber'in 'Ameller ancak niyetlere göredir' hadîs-i şerifiyle birlikte düşündüğünde; ders verirken, ticaret yaparken veya yemek yerken kendi kendisine 'Ben Allah için ders okutmaya, Allah için ticaret yapmaya veya Allah için yemeye niyet ettim' demesinin niyet olduğunu zanneder. Oysa bu ancak nefsin konuşmasıdır. Lisanın ve fikrin sözüdür veya bir düşünceden başka bir düşünceye geçmektir. Niyet ise, bütün bunlardan farklı bir şeydir. Niyet ancak nefsin harekete geçmesi, gelecekte veya yaşanılan anda kendisinde gayesinin bulunduğunu bildiği şeye meyletmesi demektir. Meyli olmadığında, onu icat etmek veya irade ile elde etmekse mümkün değildir. Onu icat etmeye yeltenmek, tok birinin 'Ben yemeğe karşı iştah duymayı ve ona meyletmeye niyet ettim!' veya kalbi aşık olmayan kimsenin 'Ben filana aşık olmaya, onu sevmeye ve kalbimde büyütmeye niyet ettim!' demesine benzer. Böyle bir niyet muhaldir. Hatta kalbi bir şeye yöneltmenin imkanı yoktur. Bu ancak sebeplerini hazırlamakla mümkün olabilir. Bu da bazen kişinin kudreti ve gücü dahilinde bazen ise gücünün üstünde olur.